Ana Sayfa / İLİM - KÜLTÜR – SANAT – FİKRİYAT / Makaleler / Peygamber Efendimizin Çocukluğu (Peygamberimizin (a.s.m) İsim ve Sıfatlarının Ehl-i Kitab Nezdinde Belli Oluşu)

Peygamber Efendimizin Çocukluğu (Peygamberimizin (a.s.m) İsim ve Sıfatlarının Ehl-i Kitab Nezdinde Belli Oluşu)

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Önceki bölüm için tıklayınız 

Peygamberimiz (a.s.)ın İsim ve Sıfatlarının Ehl-i Kitab Nezdinde Belli Oluşu

Peygamberimiz Muhammed (a.s.)ın isim ve sıfatlan, Musa (a.s.)a indirilen Tevrat’ta ve İsa(a.s.)a indirilen İncil’de yazılı olup Ehl-i Kitab olan Yahudi ve Hıristiyan bilginleri bu husus­ta tam bilgiye sahip bulunmakta,[471] kendilerine Kitab verilenler, Peygamberimiz (a.s.)ı öz oğullarını tanıdıkları gibi tanımakta idiler.[472]

Nitekim, Yahudi âlimlerinden iken Müslüman olan Abdullah b. Selam:

“Ben, Resûlullah (a.s.)ı, kendi oğlumu tanıdığımdan daha ziyade tanırım!” dediği zaman, Hz. Ömer

“Ey Selam’ın oğlu! Bu, nasıl tanıma?” diye sormuştu.[473]

Abdullah b. Selam:

“Ben, Muhammed ((a.s.))ın gerçekten Resûlullah olduğuna yakînen şehadet ederim.[474]

Kendisinin peygamber olduğunda hiç şüphe etmem[475]

Çünkü, onun Allah tarafından gönderilen peygamber olduğu, na’t ve vasıfları Kitabımızda bulun­makta dir.[476]

Kendi oğlum üzerinde ise böyle kesin bir şehadeti yapamam![477]

Çünkü, onun anası[478] kadının ne yaptığını bilemem.[479]

Ne bileyim, belki de ihanet etmiş olabilir!” dedi.[480]

Bunun üzerine, Hz. Ömer

“Ey Selam’ın oğlu! Allah seni hakka isabet ettirmiş!” dedi[481] ve onun başını öptü.[482]

Daha Önceki Peygamberlerden Peygamberimiz (a.s.) Hakkında Ahd ve Mîsak Alınışı

Yüce Allah; daha önceki peygamberlerden de, Peygamberimiz (a.s.)a iman ve yardım etmeleri hakkında ahd ve mîsak almıştır.[483]

Kadı lyaz der ki:

“Yüce Allah, o mîsakı, vahiy ile almıştır. Hiçbir peygamber göndermemiştir ki, ona Muhammed (a.s.)ı veya vasıflarını anmış ve ‘Ona eriştiğin takdirde, kesin olarak iman edeceksin!’ diye kendisinden ahd ve mîsak almış olmasın!

Deniliyor ki: Yüce Allah, bunu kendi kavimlerine de haber vermeleri ve onların kendilerinden sonra gelecek kavimlerine de aynen bildirmeleri hususunda da kesin söz almıştır.”[484]

Atâ b. Yesar’dan rivayet edildiğine göre:

Peygamberimiz (a.s.)ın Tevrat’taki sıfatlarından sorulunca, Abdullah b. Amr ibnü’l-Âs demiştir ki:

“Evet! Vallahi, Kur’ân’daki ‘Ey Peygamber! Şüphe yok ki, Biz seni şahit, müjdeleyici ve korkutucu olarak gönderdik!'[485] âyetindeki bazı sıfatlar ile, Tevrat’ta da tavsif buyrulmuştur. Şöyle ki:

‘Ey Peygamber! Biz seni şahit, müjdeleyici, korkutucu, ümmîler için de koruyucu olmak üzere gön­derdik.

Sen, benim kulumsun, peygamberimsin.

Ben, sana Mütevekkil ismini verdim.

O, ne kötü huyludur, ne katı kalbilidir; ne de çarşılarda, pazarlarda bağırır, çağırır.

O, kötülüğü kötülükle de karşılamaz, fakat affeder, bağışlar.

Doğru yoldan sapan milleti Lâ ilâhe illallah [Allah’tan başka ilâh yoktur!] diyerek doğrultmadıkça, kör gözleri, sağır kulakları, kapalı gönülleri açmadıkça, Allah onun ruhunu almayacaktır!'”[486]

Atâ b. Yesar, Yahudi âlimlerinden iken Müslüman olan Abdullah b. Selam’ın da bunu aynen tekrar­ladığını; ve yine Yahudi âlimlerinden iken Müslüman olan Ka’bu’l-Ahbar’ı da Abdullah b. Selam’ın söylediklerinin aynısını söylerken işittiğini, Ebu Vâkıdü’l-Leysî’nin kendisine haber verdiğini, aynı zaman­da:

“Onun doğum yeri Mekke, hicret yurdu Taybe (Medine) olacak, kendisi Şam ülkesine hükmedecektir.

Onun ümmeti de, bollukta ve darlıkta, her yerde Allah’a hamd ederler; her yüksek yerde tekbir getirirler.

Güneşin seyrini izleyip, vakitleri gelince, nerede olursa olsun, namazlarını kılarlar.

Bellerine fota bağlarlar.

Kollarını yıkarlar (abdest alırlar).

Ezanlarının sesleri, geceleyin, gök boşluğunda an uğultusu gibi uğuldar!”

dediğini açıklamıştır.

Abdullah b. Abbas da, Ka’b’a:

“Tevrat’ta, Resûlullah (a.s.)ın na’tını nasıl buldun?” diye sorduğu zaman, Ka’b:

“Tevrat’ta, onun na’ti:

‘Muhammed b. Abdullah, Mekke’de doğacak, Tâbe’ye (Medine’ye) hicret edecek, Şam’a hâkim ola­caktır!

Kendisi ne kötü söz söyler, ne de çarşılarda bağırır çağınr.

Kötülüğü kötülükle karşılamaz, fakat affeder, bağışlar.

Onun ümmeti de, bollukta, darlıkta, her yerde, Allah’a hamd ederler. Tekbir getirirler.

Kollarını yıkarlar (abdest alırlar).

Bellerine fota bağlarlar.

Savaşta saf oldukları gibi, namazlarında saf olurlar.

Mescidlerinde, an uğultusu gibi, uğuldarlar.

Ezanlarının sesleri, gök boşluğunda duyulur!’ diye yazılı bulduk” demiştir.[487]

Kur’ân-ı Kerîm’e göre; Musa (a.s.)a indirilen Tevrat’ta Peygamberimiz (a.s.)ın Ashabının vasıfları, hal ve şanları da şöyle açıklanmış bulunuyordu:

“Muhammed, Allah’ın Resûlüdür.

Onunla birlikte olanlar (Ashab da), kâfirlere karşı çok sert, kendi aralarında ise çok merhametlidirler.

Onların, rükû ve secde ederek; Allah’tan, lütuf ve rızasını istediklerini görürsün.

Onların yüzlerinde, secdelerin izinden dolayı, nuranîlik vardır.

Bu, onların Tevrat’taki vasıflarıdır…”[488]

Peygamberimiz (a.s.)ın geleceğini İsa(a.s.) da müjdelemiş, Kur’ân-ı Kerîm’de açık­landığı üzere:

“Bir zaman, Meryem oğlu İsa:

‘Ey İsrail oğulları! Ben size, Allah’ın gönderdiği peygamberiyim!

Benden önceki Tevrafı tasdik edici, benden sonra gelecek peygamberi de -ki, ismi Ahmed’dir- müjdeleyici olarak geldim” demişti.[489]

İbn İshak’ın (85-151 Hicrî) bildirdiğine göre; İsa (a.s.)a Allah tarafından gelen İncil’de Peygamberimiz (a.s.)ın sıfatı ve ismi hakkında verilmiş olan bilgiyi, İsa (a.s.)ın devrinde havari Yuhannâ da yazdığı İncil’de tesbit etmiş bulunuyordu.

Nitekim, İsa (a.s.), kendisini inkâr eden kavmine karşı:

“Rab tarafından çıkıp gelecek olan o Münhamenna, Rab tarafından çıkıp gelecek olan o Rûhu’l-Kudüs gelmiş olsaydı, o bana şehadet ederdi.

Siz de, şehadet edersiniz.

Çünkü, öteden beri benimle birlikte bulunuyorsunuz.

Ben, bunları size söyledim ki, şüpheye düşmeyesiniz ve sürçmeyesiniz!” demiştir.

Münhamenna, Süryanice Muhammed demektir. Bunun Rumca’sı Baraklitus’dur.[490]

Ebu’l-Ferec İbn Cevzî’nin (540-597 Hicrî), İbn Kuteybe’den (213-276 Hicrî) nakline göre:

İsa (a.s.), havarilerine:

“Ben gidersem, size Faraklit, Rûhu’l-Hak gelecektir!

O, kendiliğinden söz söylemeyecek, ancak kendisine ne söylenirse onu söyleyecektir.

O, bana şehadet edecektir.

Siz de şehadet edersiniz.

Çünkü, siz halktan daha önce benimle birlikte bulunuyorsunuz.

Ben gitmezsem, Faraklit size gelmez!” demiştir.[491]

Gerek Baraklitus, gerek Faraklit sözü Periclotas şekline sokulup Yuhanna İncilinde Teselli Edici diye tercüme edilmiştir.[492]

Şüphesiz ki, İsa(a.s.)ın anadili Yunanca değil, İbranice idi. Kendisine Allah tarafından indirilmiş olan İncil’in de İbranice olacağı tabiîdir.

İsimleri tercüme etmek Ehl-i Kitab âlimlerince âdet olduğundan, İsa(a.s.)ın kendisinden sonra geleceğini müjdelediği âhir zaman peygamberinin ismini de Yunanca’ya tercüme etmişler ve Arapça mütercimler de onu Faraklit olarak Arapçalaştırmışlardır.

Bir papaz tarafından yazılıp Hicrî 1268 yılında Kalküta’da bastırılan bir broşürde; Faraklit olarak Arapçalaştırılan ismin İncil’in Yunanca nüshasında Paraklitus şeklinde mi, yoksa Piraklütüs şeklinde mi geçtiği incelenerek, birinci şekle göre ismin Teselli ve Yardım Edici, Vekil mânâlarına geldiği ifade ve ikin­ci şekle göre ise, Muhammed ve Ahmed mânâlarına gelebileceği itiraf edilmiş ve Müslümanların bu şekli iltizam ettikleri ileri sürülmüştür.

Halbuki, iki kelime arasında şekil ve telaffuz bakımından pek az bir fark vardır.

Yunan harfleri, birbirlerine benzerler.

Bazı İncil nüshalarındaki Piraklütüs, belki de, yazıcıların hatası yüzünden Paraklitus olmuştur.”[493]

Kur’ân-ı Kerîm’e göre Peygamberimiz (a.s.)ın ashabının “İncil’deki vasıflan da, bir ekin gibidir ki; filizini çıkarmış, onu kuvvetlendirmiş, saplan üzerine, bir düzeye dizilmiştir. Öyle ki, ekincilerin hoşuna gider. Bu (teşhisle) ki, onlarla, kâfirleri öfkelendirmek içindir. Allah, onlardan, iyi amel işleyenlere bir mağfiret ve büyük bir ecir vaad buyurmuştur.”[494]

Markos İncilinde bu hususta şöyle denilmiş olduğu görülür:

“Ve dedi: Allah’ın melekûtu böyledir. Yere tohum saçan bir adam gibidir.

Gece gündüz uyuyup kalkar, tohum biter ve büyür. Nasıl, o bilmez.

Toprak, kendiliğinden, önce otu, sonra başağı, sonra başakta dolu taneyi verir.

Mahsul kemale erdiği zaman, hemen orağı salar.

Çünkü, hasat zamanı gelmiştir.”[495]

İsrail Oğullarının Gelmesini Bekledikleri Üç Peygamber

Yuhannâ’nın İncil menkıbesine göre, Yahudiler üç peygamberin gelmesini beklemekte idiler:

İlki: Tekrar geleceğini sandıkları İlya,

İkincisi: Mesîhİsa (a.s.),

Üçüncüsü: Herkesin bildiği, kendisi sadece “O Peygamber” diye anılan peygamberdi.

Yahudiler, Yahya (a.s.)a:

“Sen kimsin?” diye sordukları zaman, o:

“Ben, Mesîh değilim!” dedi.

Yahudiler

“Öyle ise, sen nesin? İlya mısın?” dediler.

Yahya (a.s.):

“Değilim!” dedi.

Bunun üzerine, Yahudiler:

“Sen, O Peygamber misin?” diye sordular.

Yahya (a.s.):

“Hayır!” dedi.

Yahudiler:

“Öyle ise, sen kimsin? Kendin hakkında, ne diyorsun?” dediler.

Yahya (a.s.):

“Ben, İşaya Peygamberin dediği gibi:

‘Rabbın yolunu düzeltiniz!’ diye çölde bağıranın sesiyim!

Aranızda biri duruyor da, siz onu bilmiyorsunuz.

Benden sonra gelen odur! Ben, onun çarığının bağını çözmeye lâyık değilim!” dedi.[496]

İsa (a.s.) ise, Yahya (a.s.) hakkında:

“Eğer kabul etmek isterseniz, gelecek olan İlya, budur!” demiş;[497] gelecek olan Mesîh’in de İsa (a.s.) olduğu,[498] gösterdiği mucizelerle anlaşılmıştır.[499]

Geleceği müjdelenenlerden üçüncüsü olan ve kendisi sadece “O Peygamber” diye anılan[500] son peygamberin gelmesi ise, İsa (a.s.)dan sonra, beklenip duruyordu.

Nitekim, Medineli putperest Evs ve Hazrec kabilelerinin ne zaman Medineli Yahudilerle aralan açıl­sa, Yahudiler onlara:

“Bir peygamber, hemen gönderilmek, gelmek üzeredir!

Onun geleceği zamanın gölgesi düştü.

O peygamber gelince, biz ona tâbi olacak; İrem ve Âd kavimleri gibi, sizi öldürüp kökünüzü kazıy­acağız!” derlerdi.[501]

Rahip Bahîra’nın da dediği gibi, Yahudiler gelmesini bekledikleri son peygamberin İsrail oğulların­dan olmasını arzu etmekte idiler.

Peygamberimiz Muhammed (a.s.) ise, İsmail (a.s.)ın soyundan gelen Araplardan olduğu için; Medineli Yahudiler de Peygamberimiz (a.s.)a kıskançlıklarından dolayı, iman etmemekte ve karşı koymakta direnmiş durmuşlardır.[502]

İbn İshak’ın Abdullah b. Ebi Bekr, b. Muhammed, b. Amr, b. Hazm’dan, onun da Peygamberimizin zevcesi Hz. Safiyye’den rivayetine göre:

Peygamberimiz Muhammed (a.s.)ın Medine’ye hicreti sırasında, Küba köyüne geldiği işitil­ince, babası Huyey b. Ahtab ile amcası Ebu Yâsir b. Ahtab hemen Küba’ya gitmişler, güneş batarken de, çok bitkin ve üzgün bir halde eve dönmüşlerdi.

Ebu Yâsir b. Ahtab, Huyey b. Ahtab’a:

“Bu, geleceği beklenilen O Peygamber midir?” diye sormuş, Huyey b. Ahtab:

“Evet! Vallahi, odur!” demişti.

Ebu Yâsir

“Bunun o olduğunu iyice anladın ve tesbit ettin mi?” diye sormuş, Huyey b. Ahtab:

“Evet!” demiştir.

Ebu Yâsir:

“O halde, ona karşı kalbinde ne var?” diye sormuş, Huyey b. Ahtab:

“Vallahi, sağ oldukça, ona hep düşmanlık besleyip duracağım!” demiştir.[503]

Medineli Yahudilerin; Peygamberimiz (a.s.) ve Allah’tan getirdiği Kitabı hakkındaki tutum ve davranışları Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle açıklanır:

“Vaktâ ki, onlara, Allah katından, yanlarındakini tasdik edici, doğrulayıcı bir Kitab geldi ki, onlar daha önce, kâfirlere karşı, Allah’tan böyle bir fetih ve yardım istiyorlardı. İstedikleri kendilerine gelince, (kıskançlıklarından) onu inkâr ettiler. Artık, Allah’ın laneti o kâfirlerin üzeri nedir.”[504]

Yüce Allah, Peygamberimiz Muhammed (a.s.)ı da, Firavun’a gönderdiği resûl gibi bir resûl olarak göndermiştir.[505] Eski Ahid’de de, Musa (a.s.)a Yüce Allah tarafından şöyle denildiği görülür:

“Onlar (İsrail oğulları) için, kardeşleri arasından, senin gibi bir peygamber çıkaracağım, ve sözleri­mi onun ağzına koyacağım, ve ona emredeceğim herşeyi onlara söyleyecek ve vâki olacak ki, Benim ismimle söyleyeceği sözlerimi dinlemeyecek olan adamdan, Ben arayacağım!”[506]

İsrail oğullarının kardeşlerinden maksadın, İsmail (a.s.)ın oğulları olduğu malumdur. Onların içinden de, Muhammed (a.s.)dan başka hiçbir kimsenin ilahî vahye mazhar olduğu ve ağzına Yüce Allah’ın Kelamının konulduğu görülmemiştir.[507]

İbrahim (a.s.) ile oğlu İsmail (a.s.)ın, Kabe’nin duvarlarını örüp yükseltirlerken Yüce Allah’a:

“Ey Rabbimiz! Bizden sâdır olan şu hizmeti kabul buyur!

Şüphe yok ki, herşeyi işiten, herşeyi bilen Sensin Sen!

Ey Rabbimiz! Bizi, Sana teslimiyette sabit kıl!

Soyumuzdan da, yalnız Sana boyun eğen Müslüman bir ümmet yetiştir!

Ey Rabbimiz! Onların içinden de, kendilerine Senin âyetlerini okuyacak, onlara Kitabı ve Hikmeti öğretecek, onları iyice temizleyecek bir peygamber de gönder…” diyerek dua ettikleri[508] ve:

“İçinizde, kendinizden bir peygamber gönderdik ki, size âyetlerimizi okuyor, sizi tertemiz yapıyor, size Kitabı ve Hikmeti öğretiyor, bilmediğiniz şeyleri size bildiriyor”[509] buyurularak Peygamberimiz (a.s.) hakkındaki dualarının kabul edilmiş olduğu açıklanmış bulunmaktadır.[510]

Devamı var. 

Önceki bölüm:

Peygamber Efendimizin Çocukluğu

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Risâle-i Nur’da Ramazan Bayramı Bahisleri

RİSALE-İ NUR’DA RAMAZAN BAYRAMI BAHİSLERİ 28. Lema 10. Nükte Nev-i beşerin ağlanacak gülmelerine, endişe-i istikbal …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Selâm Olsun Sana Ey Nebi!

“Hem nasıl ki o gecede Cenâb-ı Hak tarafından “Selâm olsun Sana Ey Nebi!..” demesi, istikbâlde …

Kapat