Ana Sayfa / İLİM - KÜLTÜR – SANAT – FİKRİYAT / Makaleler / Peygamber Efendimizin Şemâili, İlk Vahyin Gelişi, Peygamberlerin Vasıfları

Peygamber Efendimizin Şemâili, İlk Vahyin Gelişi, Peygamberlerin Vasıfları

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Önceki bölüm için tıklayınız

VAHYİN GELİŞİ

Peygamberimiz Muhammed (a.s.)a Vahiy ve Peygamberlik Gelmeden Birkaç Yıl Önce Cereyan Eden Hadiselerden Bazıları

1) Peygamberimiz Muhammed (a.s.)a vahiy ve peygamberlik gelmeden iki yıl kadar önce,[1] Şamlı Yahudi âlimlerinden İbn Heyyiban, Şam’dan Medine’ye gelip yerleşti ve çok geçmeden de Medine’de ölüm döşeğine düştü.

Öleceğini anlayınca, Medineli Yahudilere:

“Ey Yahudi cemaatı! Yemesi, içmesi bol bir yerden, beni bu yoksulluk ve açlık yurduna getiren şeyin ne olduğunu sanırsınız?” dedi.

Yahudiler

“Sen, daha iyi bilirsin!” dediler.

İbn Heyyiban:

“Ben, bu memlekete, ancak, gelme zamanı çok yaklaşmış bulunan ve buraya hicret edecek olan O Peygamberi gözlemek üzere gelmişimdir!

Onun, yakında peygamber olarak gönderilmesini ve benim de ona tâbi olmamı umduğum kendisinin gelme zamanı çok yakındır.

Ey Yahudi cemaatı! Ona tâbi olmakta hiç kimse sizi geçmesin!

Çünkü, o, kendisine karşı koyanların kanlarını dökmek, çocuklarını, kadınlarını esir etmek selahiyetiyle gönderilecektir.

Siz, bu hususta ondan korunamazsınız!” dedi ve sonra, öldü.[2]

Peygamberimiz Muhammed (a.s.), kırk yaşına gelmeden önce,[3] otuzsekiz yaşında iken,[4] ışık, nur görür,[5] sesler işitir,[6] endişelenir dururdu.[7]

Yüce Allah, Muhammed (a.s.)ın kerametini açıklamayı irade buyurduğu sıralarda idi ki, Muhammed (a.s.), evinden çıkar, Mekke evlerinden uzaklaşır, vadilerin kuytu köşelerine doğru dalar giderken, hiçbir ağaç veya taşa rastlamazdı ki:

“Esselâmü aleyke yâ Rasûlallah!=Selam olsun sana, ey Allah’ın Resûlü!” diyerek kendisini selam­lamamış olsun!

Peygamberimiz (a.s.); hemen etrafına, sağına soluna, arkasına dönüp bakınır, fakat ağaç ve taştan başka birşey görmezdi.[8]

Bu da, Peygamberimiz (a.s.)ın peygamberlikle görevlendirilmesinden iki yıl önce idi.[9]

Ashabdan Cabir b. Semure’nin rivayetine göre, Peygamberimiz (a.s.):

“Mekke’de bir taş tanırım ki, ben peygamber olarak gönderilmeden önce, bana selam verdi. Onu hâlâ tanıyorum!” buyurmuştur. [10]

Sanıldığına göre, bu taş Hacerül-Esved idi.[11]

Bunun, Hacerü’l-Esved’den başka bir taş olup Mekke’de Zükaku’l-Hacer diye tanınan sokakta bulunduğu[12] ve “Peygamberimiz (a.s.)ı selamladı!” diye halk tarafından ziyaret ve üzerine eller sürülerek tasdik ve teberrük edildiği de bildirilmektedir.[13]

Hz. Muhammed (a.s.)ın Şekil ve Şemâili

Hz. Ali; Peygamberimiz Hz. Muhammed (a.s.) Efendimizin şekil ve şemailini şöyle tarif eder:

“Peygamber (a.s.); ne öyle uzun boylu, ne de kısa idi. Uzuna yakın orta boylu idi.

Kendisinin el ve ayak parmaklan kalınca; başı, vücut yapısıyla dengeli biçimde, büyükçe idi.

Omuzlan, dizleri ve bilekleri, kemikli idi.

Göğsünde, göbeğine kadar çizgi halinde uzanan ince kıllar vardı.

Karnında ve göğsünde, bundan başka kıl yoktu.

Peygamber (a.s.) yürürken ayaklarını sürümez, adımlarını canlı ve uzun atar, sanki yük­sekten iner gibi, önüne doğru eğilirdi.

Kendisinin saçı, ne kıvırcık, ne de düzdü.

Sakalı, sıktı.

Yüzü, az değirmi olup, yusyuvarlak değildi.

Boynu, uzun, gümüş gibi pâk, ve parlaktı.

Teni, kırmızı ile karışık aktı.

Yüzünün teri, inci gibi idi. Miskten daha güzel kokardı.

Gözleri, büyükçe idi.

Gözbebeklerinin siyahı, pek siyahtı.

Gözlerinin beyazında biraz kırmızılık vardı.

Vücudu, ne zayıf, ne de şişmandı.

Bakmak istediği tarafa, bütün vücudu ile dönerek bakardı.

İki küreğinin arası, enli idi.

Omuz küreklerinin arasında peygamberlik hâtemi vardı.

Peygamber (a.s.)ı birdenbire görenler, onun manevî vakar ve heybetinden sarsılırlar, ken­disini yakından tanıyınca da ona en derin sevgi ve saygı ile bağlanırlardı.

Onun yüce haslet ve meziyetlerini anlatmak isteyen kimse ‘Ben, ne ondan önce, ne de sonra, onun bir benzerini daha gördüm!1 demekten kendini alamazdı.”[14]

Hz. Hatice’nin öz ve Peygamberimiz (a.s.)ın üvey oğlu Hind b. Ebi Hâle’nin ve diğer saha-bilerin bildirdiklerine göre:

“Her ululuk, Resûlullah (a.s.)da toplanmıştı.

Onun yüzü, ayın ondördü gibi parlardı.

O, uzuna yakın orta boylu idi, kısa boylu değildi.

Kendisinin saçı, ne dümdüzdü, ne de kıvırcıktı.

Saçı, kendiliğinden ikiye aynlıp yanlarına dökülürse, oldukları gibi bırakırdı.

Birleştiklerinde de onları ayırmaz, oldukları gibi bırakırdı.

Saçını uzattığı zaman, onlar kulaklarının memesini aşardı.

Teni, kırmızıyla karışık, ak ve güzeldi.

Alnı, açık ve genişti.

Kaşları, uzun ve kavisli idi.

Kaşlarının uçları ince, araları çok yakındı, fakat çatık değildi.

İki kaşının arasında bir damar vardı ki, kızgınlık zamanında kabanr, görünürdü.

Yüzünün iki kaş arasında başladığı yer yüksekçe, burnunun ucu da ince idi.

Yüzündeki ölçülülük ve denklik, dikkat edenlerin gözünden kaçmazdı.

Burnunda, ayrı bir parlaklık da vardı.

Sakalı, sıktı.

Peygamberimiz (a.s.)ın yanaklan düzdü, yumru değildi.

Ağzı, tabiî büyüklükte idi.

Dişleri, inci taneleri gibi idi.

Bütün uzuvlan düzgündü.

Vücudu sıkı etli idi.

Karnı ve göğsü bir seviye idi, çıkık değildi.

Göğsü ve iki küreğinin arası genişti.

İri yapılı ve iri kemikli idi.

Soyunduğu zaman, vücudundan nur saçıl irdi.

Vücudu kıllı değildi. Yalnız omuz başlarında, pazularında biraz kıllar vardı.

Bilek kemikleri uzun, el ayalan genişti.

El ve ayak parmaklan, kalınca ve uzunca idi.

Ayaklarının altı, düz değil, çukurca idi.

Ayakları, hafif etli idi.

Ayaklarının üzerine su döküldüğü zaman, etrafa yayılırdı.

Yürürken, ayaklarını yerden canlıca kaldırır, iki yanına salınmaz, adımlarını geniş atar, vakar ve sükûnetle, rahatça yürürdü.

Etrafına gelişigüzel bakınmazdı.

Yeryüzüne bakışı, semaya bakışından çoktu.

Yeryüzüne bakışı da, gözucuyla idi.

Yürürken, sahabilerinin gerisinde yürürdü.

Birisiyle karşılaştığı zaman, önce kendisi selam verirdi.[15]

Resûlullah (a.s.)ın yüzü ve sesi çok güzeldi.[16]

Yüzünde sanki güneş çağlardı! [17]

Resûlullah (a.s.), yüzce insanların en güzeli ve tence en parlağı idi.[18]

Peygamberimiz (a.s.)ın teri de, en güzel kokulardan daha güzel kokardı.[19]

Peygamberimiz (a.s.)ın eli, serinlikçe kardan daha serin, kokuca da miskten daha güzel­di.”[20]

Ümmü Ma’bed’e göre:

“Peygamberimiz (a.s.)ın gözünün akı pek ak, siyahı da pek siyahtı ve Kudretten sürmeli idi. Sustuğu zaman kendisinde bir vakar ve ağırbaşlılık, konuştuğu zaman da güler yüzlülük görünür; söz­leri, sanki dizilmiş birer inci gibi, ağzından tatlı tatlı dökülürdü. Sözü açık ve hak ile bâtıl arasını ayırıcı olup, ne acizlik sayılacak derecede az, ne de boş ve gereksiz sayılacak derecede çoktu. Uzaktan bakılınca, kendisi, insanların en heybetlisi idi. Yakınına gelince, herkesten daha tatlı ve çekici idi. Kendisi, ekşi ve asık suratlı değil, güleçti.”[21]

Hz. Muhammed (a.s.)a Peygamberlik Vahyinin Ne Zaman ve Nasıl Gelmeye Başladığı

Hz. Muhammed (a.s), kırk yaşında bulunduğu[22] ve Yüce Allah onun kerametini açıkla­mayı ve kullarına onunla rahmet etmeyi dilediği zaman,[23] kendisine ilk vahiy ve peygamberlik başlangıcı, uykuda sadık rüyalar görmekle olmuştur.

Hz. Muhammed (a.s.) hiçbir rüya görmezdi ki, sabahın aydınlığı gibi açıkça çıkmasın![24] Peygamberimiz (a.s.), Yüce Allah’ın dilediği kadar müddet,[25] altı ay, bu hal üzere kaldı.[26]

Yüce Allah, bu altı ay içinde, peygamberine önce uykuda, sonra da uyanık iken vahyetti.[27]

Sonra, kendisine halvet, yalnızlık sevdirildi.[28]

Yüce Allah, böylece ona yalnızlığa çekilmeyi sevdirdi de,[29] kendisine halvetten, yalnız başına kalmaktan daha sevgili birşey olmadı .[30]

Peygamberimiz (a.s.) bazı işleri için evlerden uzaklaşır, Mekke’nin dağ aralarındaki ıssız yerlerine, vadilerin içlerine doğru dalar giderdi.[31] Onun bu haline bakan Kureyşliler:

“Muhammed, Rabbine âşık olmuş!” derlerdi.[32]

Peygamberimiz (a.s.); her yıl Ramazan ayında, Hira (Nur) dağında* bir ay iti kafa girer, Kureyşlilerin yapageldikleri gibi, yanına gelen yoksullara yemek de yedirirdi.[33]

Kendisinin; itikattan çıktığı zaman, evine gelmeden önce ilk işi Kabe’yi yedi kere veya Allah’ın dilediği kadar tavaf etmek olur, sonra evine dönerdi.[34]

Peygamberimiz (a.s.)ın Hira’ya Hz. Hatice ile gittiği de olurdu.[35]

Peygamberimiz (a.s.); kavminin sürü sürü putlara tapıp durduklarını gördükçe, onlardan uzaklaşmayı, halvet ve uzlete çekilmeyi özler,[36] Hira dağına gider,[37] halvet ederdi.[38]

Peygamberimiz (a.s.), daha oniki yaşlarında iken bile; Rahip Bahîra’nın kendisine Lât ve Uzzâ putlan adına yemin vermek istemesi üzerine, ona:

“Lat ve Uzzâ adına yemin vererek bana birşey sorma! Vallahi, ben onlardan nefret ettiğim kadar, hiçbir şeyden nefret etmem!” demiştir.[39]

Peygamberimiz (a.s.), Hira dağında kaldığı müteaddit günlerin gecelerinde tehannüsle meşgul olurdu.[40]

Sahih-i Buharî şârihi Bedrüddin Aynî, “‘Peygamber (a.s.)ın tehannüsü, taabbüdü ne şekilde idi?1 diye sorulacak olursa, ‘Bu, düşünmek ve ibret almaktan ibaretti. Ulu atası İbrahim (a.s.)ın ibret alması gibi’ diye cevap veririm” der.[41]

Hira dağında itikâfa giren kimsede üç ibadet toplanırdı:

Halvet,

Taabbüd,

Beytullah’a bakış.[42]

Peygamberimiz (a.s.)ın taabbüdü, peygamber olma arzusundan ileri gelmiyordu.

Zaten peygamberlik istemekle veya çalışmakla elde edilecek birşey olmayıp,[43] Yüce Allah onu kullarından seçip dilediğine veregelmiştir.[44]

Kendisine vahiy ve peygamberlik gelmeden önce, Peygamberimiz (a.s.) “Kitab nedir? İman nedir?” bilmezdi ki, bu hususta herhangi bir emeli, bir arzusu bulunsun.[45]

Peygamberimiz (a.s.), Hira dağına giderken, azığını da yanında götürürdü.

Azığı tükenince Hz. Hatice’nin yanına döner, bir o kadar zaman için daha azık alır, giderdi.[46]

Peygamberimiz (a.s.)ın azığı süt ile et,[47] ya da zeytinyağı ile çörek (kuru ekmek, peksimet) olup, orada gündüzleriyle birlikte üç gece, yedi gece ve hatta bazan bir ay kalır, taabbüdle meşgul olurdu.[48]

Peygamberimiz (a.s.); halvette, yalnız başına bulunduğu sıralarda ışıklar görür, sesler işi­tir; bunların, cinle, kehânetle ilgili olduklarını sanarak korkar durur, Hz. Hatice’ye:

“Ey Hatice! Ben bir ışık görüyor, bir ses işitiyorum.

Ben, bir kâhin olacağım diye korkuyorum.

Vallahi, ben, şu putlardan* ve kâhinlerden nefret ettiğim kadar, hiçbir şeyden nefret etmem!” der, Hz. Hatice de:

“Ey amcamın oğlu! Öyle söyleme!

Allah seni hiçbir zaman öyle yapmaz” diyerek teselli edendi.[49]

İbn İshak’ın Ebu Meysene Amr b. Şurahbil’den rivayetine göre de:

Resûlullah (a.s.), zevcesi Hz. Hatice’ye:

“Ben halvette, yalnız başıma bulunduğum zaman, bir ses işittim.

Bunun, benim için tehlikeli bir hadise olabileceğinden korktum” dedi.

Hz. Hatice:

“Allah korusun! Yüce Allah’ın sana öyle kötü birşey yapması ihtimali yoktur. Vallahi, sen emaneti eda edersin. Akrabana iyilik yaparsın. Sözü, doğru söylersin!” dedi.

Sonra, Hz. Ebu Bekir geldi.[50]

Hz. Ebu Bekir, çocukluk çağından beri, Peygamberimiz (a.s.)ın arkadaşı ve dostu idi.[51]

Hz. Ebu Bekir geldiği sırada, Peygamberimiz (a.s.) evde değildi.

Hz. Hatice; Peygamberimiz (a.s.)ın söylediklerini ona anlatıp:

“Ey Atik! Muhammed’i yanına alıp da Varakaya kadar gitsene?” dedi.

Peygamberimiz (a.s.) gelince, Hz. Ebu Bekir onun elinden tutup:

“Haydi, bizimle birlikte Varaka b. Nevfel’e gidiver!” dedi.

Peygamberimiz (a.s.):

“Başıma geleni sana kim haber verdi?” diye sordu.

Hz. Ebu Bekir:

“Hatice!” dedi.

Bunun üzerine, gidip hadiseyi Varaka’ya anlattılar.

Peygamberimiz (a.s.):

“Halvette, yalnız başıma bulunduğum sırada, arkamdan:

‘Ey Muhammed! Ey Muhammedi’ diye seslenildiğini işittim.[52]

Sesi işittim, fakat hiçbir şey göremedim” dedi.

Varaka b. Nevfel:

“Bunda, senin için bir sakınca yoktur!” dedi.[53]

Peygamberimiz (a.s.):

“Sesi işitince, korkarak oradan uzaklaşıyor, başka yerlere doğru gidiyorum” dedi.

Varaka:

“Öyle yapma! Seslenen geldiği zaman, sana söyleyeceği şeyi dinleyinceye kadar, orada sebat edip dur! Sonra da, dinlediğin şeyleri gel bana haber ver” dedi .[54]

Yine, yalnız başına bulunduğu sırada, Peygamberimiz (a.s.)a “Yâ Muhammed!” diye sesle­nilmiş ve:

“Bismillâhirrahmânirrahîm. Elhamdülillahi Rabbil’âlemîn. Errahmanirrahîm. Mâliki yevmiddîn. İyyâke na’büdü ve iyyâke nestaîn. İhdinassıratalmüstakîm. Sıratallezîne en’amte aleyhim. Gayril-mağdûbi aleyhim veleddallîn’ de; ‘Lâ ilahe illallah’ de!” buyurulmuştur. [55]

Alkame b. Kays’tan rivayet olunduğuna göre, peygamberlere verilen şeyler kalpleri yatışıncaya kadar önce kendilerine uyku halinde verilir, sonra da uyanık iken, vahiy olarak indirilirdi.[56]

Hz. Âişe’nin bildirdiği gibi, Peygamberimiz (a.s.)a da ilk vahiy ve peygamberlik başlangıcı, uykuda sadık, görüldüğü gibi apaçık çıkan rüyalar görmekle olmuştur.[57]

Peygamberlik; çok büyük ve ağır bir vazife olduğundan, Peygamberimiz (a.s.)ın da bu ağır vazifeye alıştırılması, hazırlanması ve bunun kendisine kolaylaştırılması için, vahiy[58] meleği Cebrail (a.s.), Peygamberimiz (a.s.)a uyanık iken gelmeye başlamadan önce, rüyada gelmeye başlamıştır.[59]

Zaten, vahiy, peygamberlere uyanık iken geldiği gibi, Sâffât sûresinin 102. âyetine göre, rüyada da gelirdi.[60]

Peygamberlerin rüyası vahiydir.[61]

Peygamberlerin gözleri uyur, kalpleri uyumaz.[62]

Peygamberimiz (a.s.), Hz. Âişe’ye:

“Ey Âişe! Benim gözlerim uyur, kalbim uyumaz” buyurmuştur.[63]

Nebilik ve Resullük

Nübüvvet akıl sahibi kulların üzerlerindeki dünya ve âhiret işleri hakkında, Allah ile kulları arasın­da yapılan elçilik demektir.[64]

Nebi; kendisine, melek tarafından vahiy veya kalbine ilham olunan, ya da sâlih rüya ile uyarılan zât demektir.

Resûl ise, resûl olması haysiyetiyle, nübüvvet vahyinin üstünde özel bir vahiy ile üstün kılınmış olan ve kendisine Cebrail (a.s.)ın Yüce Allah tarafından özel olarak indirilmiş Kitab ile vahyetmiş olduğu;[65] Allah’ın, hükümlerini halka tebliğ etmek üzere gönderdiği kâmil insan demektir.[66]

Bunun için, “Her resûl nebidir, fakat her nebi resûl değildir” denilmiştir.[67]

Nebilik ve resûllük Allah vergisi olup, bunu Yüce Allah’ın kullarından dilediğine ve lâyık olanına verdiği de, Kur’ân-ı Kerîm’de açıklanmıştır.[68]

Peygamberlerin Sıfat ve Faziletlerinden Bazıları

1) Bütün peygamberler (salât ve selam olsun onlara), ancak erkekler arasından seçilip gönderilmişlerdir.[69]

2) Bütün peygamberler babaları ve dinleri bir kardeştirler.[70]

3) Küçük,[71] büyük günahlardan, küfürden uzaktırlar.[72] Ancak, onların bazısından zelle, makamlarına göre kusur sayılabilecek bazı davranış ve sürçmeler vuku bulabilir.[73]

4) Peygamberler, en emîn.[74]

5) Allah’ın emir ve nehiylerini, insanlara hiç eksiltmeden, arttırmadan ulaştıran,[75]

6) Elçilik vazifesini yaparken, Allah’tan başka hiç kimseden korkmayan,[76]

7) En doğru sözlü, en doğru özlü.[77]

8) Kısa akıllılıktan ve[78]

9) Yanılgıdan uzak,

10) İnsanların bilmedikleri, bilemeyecekleri şeyleri-Allah’tan telakki eyledikleri vahiy ile bilen, bildiren,[79]

11) İnsanlara Allah’ın âyetlerini okuyan, Kitab ve Hikmeti öğreten, onları maddî ve manevî kirlerden temizleyen,[80]

12) İnsanları doğru yola öğütleyen, onların esirgenmelerini dileyen,[81]

13) Mükâfatlarını dünyada insanlardan değil, âhirette Rabbü’l-âlemîn’den alacaklarını açıklayan Allah elçileridir.[82]

14) Peygamberlerin Yüce Allah’ın izniyle mucizeler göstermeleri hak ve gerçektir ve göstermişlerdir de.[83]

Peygamberimiz (a.s.)a ise, devamlı mucize olarak Kur’ân-ı Kerîm vahyedilmek suretiyle verilmiş olduğundan, kendisi Kıyamet günü peygamberlerin en çok ümmetlisi olacaktır.[84]

Peygamberlerin Sayısı, İlki ve Sonuncusu

Hadis-i şerifte bildirildiğine göre; peygamberlerin sayısı yüzyirmi dört bin olup,[85] bunlardan üçyüz onbeşi resûl idi.[86]

Peygamberlerin ilki Âdem (a.s.), sonuncusu da Peygamberimiz Muhammed (a.s.)dır.[87]

Peygamberimiz (a.s.) hem nebi, hem resûl idi.[88]

Peygamberliğinin Hz. Muhammed (a.s.)a Bildirilişi

Peygamberimiz (a.s.)in Yüce Allah tarafından peygamber olarak gönderileceği ve ilahî rah­metin kullara onunla ihsan olunacağı gün gelmişti.

Peygamberimiz (a.s.); Ramazan ayının 15. Cumartesi ve 16. Pazar gecelerinde[89] Hira mağarasında uyuduğu sırada, rüyasında vahiy meleği Cebrail (a.s.), atlastan bir kap içinde bir Kitabla gelip Peygamberimiz (a.s.)a:

“Oku!” dedi.

Peygamberimiz (a.s.):

“Ben, okuma bilmem!” dedi.

Cebrail (a.s.), Peygamberimiz (a.s.)ı, nefesi kesilinceye kadar sıktı ki, Peygamberimiz kendisini ölecek sandı.

Bundan sonra, Cebrail (a.s.) bırakıp, Peygamberimize:

“Oku!” dedi.

Peygamberimiz (a.s.):

“Ben, okuma bilmem!” dedi.

Cebrail (a.s.), Peygamberimiz (a.s.)ı tekrar nefesi kesilinceye kadar sıktı.

Peygamberimiz (a.s.), kendisini ölecek sandı.

Sonra, Cebrail (a.s.) bırakıp, Peygamberimize yine:

“Oku!” dedi.

Peygamberimiz (a.s.), Cebrail (a.s.)ın sıkmasından kurtulmak için:

“Neyi okuyayım!” diye sorduğu zaman, Cebrail (a.s.), Alâk sûresinin başındaki beş âyeti okudu.

Cebrail (a.s.) ayrılıp gittiği ve Peygamberimiz (a.s.) uykudan uyandığı zaman, o âyetler sanki bir kitap olarak kalbine yazılmış gibi idi.

Peygamberimiz (a.s.) mağaradan ayrılıp Hira dağının ortasına geldiği zaman, gökten bir ses işitti ki:

“Yâ Muhammedi Sen, Allah’ın Resûlüsün! Ben, Cebrail’im!” diyordu.

Peygamberimiz (a.s.), başını kaldırıp bakınca, Cebrail (a.s.)ı, ayaklarını göğün ufkuna basmış bir insan suretinde gördü!

“Yâ Muhammedi Sen, Allah’ın Resûlüsün! Ben, Cebrail’im!” diyordu.

Peygamberimiz (a.s.) duraklamış, ona bakakalırı işti.

Ne bir adım ilerleyebiliyor, ne de gerileyebiliyordu.

Cebrail (a.s.)ı görmemek için, yüzünü göğün ufuklarından ne tarafa çevirip baksa, hep onu öylece görüyordu![90]

Cebrail (a.s.)ın sesi, Peygamberimiz (a.s.)a gâh gökten, gâh ağaçtan, gâh dağ­dan., geliyordu.[91]

Hz. Hatice’nin Peygamberimizi Aratması, Teselli ve Tebşir Etmesi

Hz. Hatice’nin aratmaya gönderdiği adamları Mekke’nin yukarısına kadar Peygamberimiz (a.s.)ı aradılarsa da, bulamayarak geri döndüler.

Peygamberimiz (a.s.) ise, hâlâ, olduğu yerde dikilip duruyordu.

Nihayet, Cebrail (a.s.) ayrılıp gidince, Peygamberimiz (a.s.) hemen evine döndü.[92]

Hz. Hatice Peygamberimiz (a.s.)a yemek yapıp göndermiş; gönderdiği adamlar Peygamberimiz (a.s.)ı Hira mağarasında bulamamışlardı.

Bunun üzerine, amcalarının ve dayılarının evlerine de adam gönderip arattırın işti.

Oralarda da bulamayınca, çok kaygılanmıştı.[93]

Peygamberimiz (a.s.) eve geldiği zaman, Hz. Hatice:

“Ey Ebu’l-Kasım! Nerede idin? Vallahi, seni aramak için adamlar saldım. Onlar seni Mekke’nin yukarılarına kadar aradıkları halde, bulamayıp geri döndüler!” dedi.

Peygamberimiz (a.s.), bütün gördükleri şeyleri ona birer birer anlattı.

Rüyada gördüğü, kendisine çok ağır gelen hadiseyi anlattığı zaman, Hz. Hatice:

“Sana müjdeler olsun![94]

Yüce Allah, sana hayırdan başka bir şey yapmaz![95]

Ey amcamın oğlu! Sebat et!

Hatice’nin varlığı Kudret Elinde bulunan Allah’a yemin ederim ki, ben senin bu ümmetin peygam­beri olacağını umuyorum!” dedi.

Hemen kalktı. Elbisesini derleyip toparladıktan sonra, Varaka b. Nevfel’e kadar gitti.[96]

Varaka b. Nevfel; Hz. Hatice’nin amcasının oğlu idi.

Kendisi, Cahiliye devrinde Hıristiyanlığa girmişti; Arapça yazı yazmayı bilir, İncil’den bir şeyler yazar dururdu.

Çok yaşlanmış ve gözleri de görmez olmuştu.[97]

Tevrat ve İncil ehli olan Yahudi ve Hıristiyanlardan birçok şeyler dinlemişti.

Hz. Hatice; Peygamberimiz (a.s.)ın görüp işitip de kendisine haber vermiş olduğu şeyleri Varaka’ya haber verince, Varaka:

“Kuddûs! Kuddûs! [Pâkve kusursuz! Pâk ve kusursuz!]

Varaka’nın varlığı Kudret Elinde Bulunana yemin ederim ki: Ey Hatice, bana doğru söyledinse, ona gelen Nâmûs-u Ekber’dir ki, o Musa’ya da gelmişti[98]

O (Muhammed (a.s.)), muhakkak, bu ümmetin peygamberidir.

Kendisine söyle: Sebat etsin!” dedi.

Hz. Hatice, dönüp Varaka b. Nevfel’in söylediklerini Peygamberimiz (a.s.)a haber verdi.[99]

Varaka b. Nevfel’in Peygamberimiz (a.s.)ın Başına Neler Geleceğini Haber Verişi

Varaka b. Nevfel; Kabe’yi tavaf ederken, Peygamberimiz (a.s.) a rastlayıp: “Ey kardeşimin oğlu! Gördüğün, işittiğin şeyleri bana haber ver bakayım!” dedi. Peygamberimiz (a.s.) haber verince, Varaka:

“Varlığım Kudret Elinde Bulunana yemin ederim ki; sen, muhakkak, bu ümmetin peygamberisin! Sana gelen Nâmûs-u Ekber, senden önce Musa’ya da gelmiş olandır. Muhakkak, sen kavmin tarafından yalanlanacaksın! Sana işkence de yapılacaktır! Sen, yurdundan da çıkarılacaksın! Seninle çarpışılacak da!

Andolsun ki, eğer ben o günlere erişirsem, Allah’ın dinine-Kendisinin bildiği yardımlarla-yardımda bulunacağım!” dedikten sonra, Peygamberimiz (a.s.)in yanına varıp başının tepesinden öptü. Peygamberimiz (a.s.) da, ayrılıp evine gitti .[100]

Hz. Hatice’nin Cebrail (a.s.) Hakkında Addas’tan Bilgi Alışı

Hz. Hatice; Utbe b. Rebia’nın kölesi Addas’a gitti.

Addas, Hıristiyandı. Ninova halkındandı.[101]

Ona:

“Allah aşkına! Sende, Cebrail hakkında, bana verebileceğin bir bilgi var mı?” diye sordu.[102]

Addas:

“Kuddûs! Kuddûs! [Pâk ve kusursuz! Pâk ve kusursuz!]

Halkı putlara tapan şu belde halkına Cebrail anılır mı hiç?” dedi.[103]

Hz. Hatice:

“Sen, onun hakkında bildiğini bana haber ver!” dedi.[104]

Addas:

“Cebrail, Allah’ın Nâmûs-u Ekber’idir.[105]

O, Allah ile peygamberleri arasında, Allah’ın emîni, elçisidir.

Musa ve İsa (a.s.)ların sahibidir. [106]

O, peygamberden başkasına gelmez!” dedi.[107]

Hz. Hatice’nin Cebrail Hakkındaki Bir Denemesi

Varaka b. Nevfel, Hz. Hatice’ye:

“Cebrail; Allah ile peygamberler arasında, Allah’ın emînidir.

Sen, Muhammed’i, görmüş olduğu şeyleri gördüğü yere kadar götür.

Kendisine gelen şey gelince, başını saçını aç!

Eğer o Allah tarafından ise, Muhammed gördüğü şeyi göremez!” dedi.

Hz. Hatice öyle yaptı. [108]

Peygamberimiz (a.s.)a:

“Ey amcamın oğlu! Şu sana gelen sahibin (Melek) geldiği zaman, bana haber verebilir misin?” diye sordu.

Peygamberimiz (a.s.):

“Evet! Haber verebilirim!” buyurdu.

Hz. Hatice:

“Öyle ise, o sana gelince bana haber ver!” dedi.

Peygamberimiz (a.s.):

“Ey Hatice! İşte, Cebrail yanıma geldi” buyurdu.

Hz. Hatice:

“Kalk, gel de ey amcamın oğlu! Sol dizimin üzerine otur!” dedi.

Peygamberimiz (a.s.) oturunca, Hz. Hatice:

“Onu görüyor musun?” diye sordu.

Peygamberimiz (a.s.):

“Evet! Görüyorum!” buyurdu.

Hz. Hatice:

“Kalk da sağ dizimin üzerine otur!” dedi.

Peygamberimiz (a.s.), kalkıp onun sağ dizinin üzerine oturdu.

Hz. Hatice:

“Onu yine görüyor musun?” diye sordu.

Peygamberimiz (a.s.):

“Evet! Görüyorum!” buyurdu.

Hz. Hatice:

“Kalk da, kucağıma otur!” dedi.

Peygamberimiz (a.s.), kalkıp onun kucağına oturdu.

Hz. Hatice:

“Onu hâlâ görüyor musun?” diye sordu.

Peygamberimiz (a.s.):

“Evet! Görüyorum!” buyurdu.

Hz. Hatice, başından başörtüsünü açtı ve:

“Yine onu görüyor musun?” diye sordu.

Peygamberimiz (a.s.):

“Hayır! Görmüyorum!” buyurdu.

Bunun üzerine, Hz. Hatice:

“Ey amcamın oğlu! Sebat et! Müjdeler olsun ki, vallahi, bu sana gelen melektir; şeytan değildir!” dedi.[109]

Cebrail (a.s.)ın Peygamberimiz (a.s.)a Uyanıkken Gelişi

Ramazan ayının 17’sinde, Pazartesi günü, Hira mağarasında, [110] seher vakti, [111] uyanık bulunduğu sırada. [112] Peygamberimiz (a.s.)a Hakkın emri geldi. [113]

Vahiy meleği Cebrail (a.s.) bir insan suretine girmiş,[114] en güzel bir surete bürünmüş, en güzel kokular sürünmüş olduğu halde göründü.[115]

Cebrail (a.s.)ın üzerinde sırmalı atlastan elbise vardı.[116]

Peygamberimiz (a.s.)a:

“İkra! [Oku!]” dedi.

Peygamberimiz (a.s.):

“Ben, okuma bilmem!” dedi.

O zaman, melek Peygamberimiz (a.s.)ı tutup, takati kesilinceye kadar sıktı.

Sonra, bırakıp:

“Oku!” dedi.

Peygamberimiz (a.s.):

“Ben, okuma bilmem!” dedi.

Yine, melek, Peygamberimiz (a.s.)ı tutup, ikinci kez, takati kesilinceye kadar sıktı.

Sonra, bıraktı ve:

“Oku!” dedi.

Peygamberimiz (a.s.):

“Ben, okuma bilmem!” dedi.

Sonra, melek, Peygamberimiz (a.s.)ı tutup üçüncü kez sıktı.

Sonra da, bırakıp:

“Oku! Herşeyi yaratan Rabbinin ismiyle ki, O insanı bir alâktan (asılıp tutunan, ilişen birşeyden) yarattı.

Oku! Ki, senin Rabbin, kalemle yazı yazmayı öğreten, insana bilmediğini bildiren, bol kerem ve ikram Sahibidir” (Alâk: 1-5) dedi.[117]

Cebrail (a.s.):

“Yâ Muhammedi Yüce Allah, sana selam söylüyor ve senin için ‘Sen, Benim, bütün cinlere ve insan­lara resûlümsün! Onları ‘Lâ ilahe illallah = Al I a h ‘tan başka ilâh yok1 kelime-i tevhidine davet et!1 buyuruy­or dedi.[118]

Peygamberimiz (a.s.) da, bir hadis-i şeriflerinde:

“Benden önce, her peygamber münhasıran kendi kavmine gönderiliyordu.

Ben ise, bütün beyazlara ve karalara (insanlara ve cinlere) gönderildim” buyurmuşlardır.[119]

Peygamberimiz (a.s.); Yüce Allah tarafından Cebrail (a.s.)ın getirip tebliğ ettiği peygamberlik vazifesiyle evine dönerken, hiçbir ağaç ve taşa rastlamadı ki, kendisini selamlamasının [120]

Yüreği titreyerek eve gelince, Hz. Hatice’ye:

“Beni sarıp örtünüz! Beni sarıp örtünüz!” buyurdu.

Korkusu, titremesi geçinceye kadar, vücudunu sarıp örttüler. [121]

Hz. Hatice’ye:

“Uykuda, rüyada görüp de sana söylemiş, anlatmış olduğum şeyi, Rabbim bana Cebrail’i gönder­erek açıkladı” buyurup, Yüce Allah tarafından gelenleri ve Cebrail (a.s.)dan işittiklerini haber verdi.[122]

“Doğrusu, kendim hakkında, korktum!” buyurdu.

Hz. Hatice:

“Öyle söyleme! Vallahi, Allah seni hiçbir zaman utandırmaz, üzüntüye düşürmez.

Çünkü, sen akrabanı görür gözetirsin!

İşini görmekten âciz olanların yükünü taşırsın!

Yoksula verir, hiç kimsenin kazandıramayacağını kazandırırsın!

Misafiri ağırlarsın!

Hak yolunda karşılaştıkları musibet ve felaket hadiselerinde, halka yardımcı olursun[123]

Sözü doğru söylersin![124]

Emaneti yerine verirsin[125]

Güzel huylusun da!” dedi.[126]

Sonra da, Peygamberimiz (a.s.)ı, yanına alıp amcasının oğlu Varaka b. Nevfel’e götürdü. Ona:

“Ey amcamın oğlu! Dinle, bak! Kardeşinin oğlu ne söylüyor?” dedi.

Varaka b. Nevfel:

“Ne gördün kardeşimin oğlu?” diye sordu.

Peygamberimiz (a.s.) gördüklerini, işittiklerini haber verince, Varaka:

“Senin bu gördüğün, Allah tarafından, Musa (a.s.)a indirilmiş olan Nâmûs-u Ekber (Cebrail)’dir!

Âh! Keşke kavminin seni (yurdundan) çıkaracakları zaman, ben sağ ve genç, dinç olsaydım!” dedi.

Peygamberimiz (a.s.):

“Demek, onlar beni çıkaracaklar ha?!” deyince, Varaka b. Nevfel:

“Evet! Çıkaracaklardır!

Çünkü, senin gibi birşey getirmiş bir kimse yoktur ki, düşmanlığa ve işkenceye uğramasın!

Eğer ben senin davet günlerine erişirsem, sana son derecede yardım ederim!” dedi.

Kendisi, çok geçmeden de vefat etti.[127] 

Dipnotlar

[1] Beyhakî, Sünenü’l-kübrâ, c. 9, s. 114.

[2] İbn İshak.İbn Hişam, Sine, c. 1, s. 226, 228, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 1, s. 160-161, Ebu Nuaym, Delâilü’n-nübüvve, c. 1, s. 81 -82, Beyhakî, Sünenü’l-kübrâ, c. 9, s. 114, Zehebî, Târihu’l-İslâm , s. 123-124.

[3] Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 1 04.

[4] Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 1, s. 279-280.

[5] İbn Sa’d, Tabakât, c.1, s. 224, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 294, Ebu’l-Ferec İbn Cevzî, el-Vefâ, c.1, s. 161, Ebu’l- Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3. s. 5.

[6] İbn Sa’d, Tabakât, c. 1, s. 224, Ahm ed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 294, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 104, Ebu’l-Ferec İbn Cevzî, el-Vefâ, c. 1, s. 161 , Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 5, Diyarbekrî, Hamis, c. 1, s. 280.

[7] İbn Sa’d, Tabakât, c. 1 ,s.195, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 312.

[8] İbn İshak, İbn Hişam, Sire, c. 1, s. 250, İbn Sa’d, Tabakât, c. 1, s. 157, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 104, Taberî, Târîh, c. 2, s. 204, Beyhakî, Delâil.c.2, s. 146, Ebu’l-Ferec İbn Cevzî, el-Vefâ, c.1 , s. 161, Zehebî, Târıhu’l-İslâm , s. 129-130.

[9] Zürkânî, Mevâhibu’l-ledünniye Şerhi, c. 1, s. 219.

[10] İbnEbf Şeybe.Musannef, c. 11, s.464, Ahmed b. Hanbel,Müsned.c. 5,s. 59, Müslim ,Sahîh, c. 4, s. 1732,Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 593, Dârimî, Sünen, c. 1, s. 19, Ebu Nuaym, Delâilü’n-nübüvve, c. 2, s. 397, Süheyli, Ravdu’l-ünüf, c. 2, s. 388, Ebu’l-Ferec İbn Cevif, el-Vefâ, c. 1, s. 161, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 1, s. 83, 89, Zehebî, Târîhu’l-İslâm, s. 125, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 5.

[11] Süheyli, Ravdu’l-ünüf, c. 2, s. 388, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 1, s. 361.

[12] Diyarbekrî, Hamis, c. 1, s. 220, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 1, s. 361.

[13] Diyarbekrî, Hamis, c. 1, s. 221.

M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayınları: 1/153-155.

[14] İbn Sa’d, Tabak âtü’l-k übrâ, c. 1 , s. 41 0412, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 89, 96,117, 127, Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 598, 600, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 386, Taberî, Târih, c. 3, s. 185, 186, İbn Esîr, Câmiu’l-usûl, c. 12, s. 11, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 30 5,  Zehebî, T ârîhu ‘l-İslâm, s. 4 34, 435.

[15] İbn Sa’d, Tabakâtü’l -k übrâ, c. 1, s. 422-423, Ebu Nuaym, Delâilü’n-nübüvve, c. 2, s. 628-629, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvvıe, c. 1, s. 286-287, Kadı Iyaz, eş-Şifâ, c. 1 , s. 117-118, Ebu’l-Ferec İbn Cevzî, el-Vefâ, c. 1, s. 387401 , Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 6, s. 31-32.

[16] İbn Sa’d, Tabakât, c. 1,s.376.

[17] Ebu’l-Ferec İbn Cevzî, el-Vefâ, c. 1, s. 406.

[18] Ebu Nuaym, Delâilü’n-nübüvve, c. 2, s. 638.

[19] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 376-377, Müslim , Sahih, c. 4, s. 1415-1416, İbn Esîr, Câmiu’l-usûl, c. 2, s. 22.

[20] Ahm ed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 309.

[21] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-Kübrâ, c. 1, s. 230-231, Hâkim , Müstedrek, c. 3, s. 9-10, E bu Muaym, Delâilü’n-nübüvve, c. 2, s. 338, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 1, s. 279.

M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayınları: 1/155-158.

[22] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 1, s. 194, Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 591, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 104, İbn Kuteytoe, Kitâbu’l-maarif, s. 66, Taberî, Târih, c. 2, s. 202, Mes’ûdf, Murûcu’z-zeheb, c. 2, s. 282, İbn Abdilbeır, İstiâb, c. 1, s. 35, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 2, s. 135, İbn Hazm, Cevâmiu’s-Sîre, s. 5, Begavi, Mesâbîhu’s-sünne, c. 2, s. 174, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 46, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 1 , s. 82, İbn Kayyım, Zâdu’l-mead, c. 1 , s. 33, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 4, Heysemî, Mecmau’z-zeyâid, c. 8, s. 257.

[23] İbn İshak, İbn Hişam, Sine, c. 1, s. 246, Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 596, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 1, s. 82, Halebî, İnsânu’l- uyûn, c. 1, s. 377.

[24] İİbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 1, s. 249, 250, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 321, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 232- 233, İbn Sa’d, Tabakât, c. 1, s. 194, Buhârî, Sahih, c. 1, s. 3, Müslim , Sahîh, c. 1, s. 139-140, Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 596, Belâzurî, Ensâbu’l-eşraf, c. 1, s. 105, Taberî, Târîh, c. 2, s. 205, E bu Nuaym, Delâilü’n-nübüwe, c. 1, s. 213, Beyhakî, Sünenü’l-kübrâ, c. 9, s. 6, Vâhidî, Esbâbu’n-nüzûl, s. 5, Süheyli, Ravdu’l-ünüf, c. 2, s. 392, Begavi, M esâbıhu’s-sünne, c. 2, s. 174, Ebu’l-Ferecİbn Cevzî, el-Vefâ, c. 1 , s. 162, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 48, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 1, s. 82, İbn Kayy,m, Zâdu’l-mead, c. 1 , s. 33, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 2, İbn Haldun, Târîh, c. 2, ks. 2, s. 6.

[25] İbn İshak, Kitâbu’l-mübtedâ ve’l-meb’as, c. 2, s. 100, İbn Sa’d, Tabakât, c. 1, s. 1 94, Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 596.

[26] Süheyli, Ravdu’l-ünüf, c. 2, s. 433, İbn Kayyım, Zâdu’l-mead, c. 1, s. 33, Bedrüddin Aynî, Umdetu’l-Kârî, c. 24, s. 131, İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, c. 12, s. 313, 321, Diyarbekrî, Hamis, c. 1, s. 280, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 1, s. 278, Zürkânî, Mevâhibu’l-ledün- niye Şerhi, c. 1, s. 207.

[27] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, c. 1 2, s. 321.

[28] Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 321, İbn Sa’d, Tabakât, c. 1, s. 184, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.3, s. 377, c. 6, s. 232, Buhârî, Sahih, c. 1, s. 3, Müslim, Sahih, c. 1, s. 140, Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 596, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 105, Taberî, Târih, c. 2, s. 205, Ebu Nuaym, Delâil, c. 1, s. 213, Beyhakî, Delâil, c. 2, s. 135, Vâhidî, Esbâbu’n-nüzûl, s. 5, Begavi, Mesâbıhu’s-sünne, c,2,s.174,Ebu’l-Ferecİbn Cevzî, el-Vefâ, c. 1, s. 162, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 63, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c.3, s. 2, İbn Haldun, c. 2, ks. 2, s. 6.

[29] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 1, s. 250, Beyhakî, Sünenü’l-kübrâ, c. 9, s. 6, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 1, s. 82.

[30] İbn İshak, İbn Hişam , Sîre, c. 1, s. 250, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 1, s. 194, Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 596, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 1, s. 82, Halebî, İ nsânu’l-uyûn, c. 1, s. 381.

[31] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 1, s. 250, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1 , s. 104, Taberî, Târîh, c. 2, s. 204, Ebu’l-Ferec İbn Cevzî, el-Vefâ, c.1, s. 161.

[32] Gazalf, el-M unkizu mine’d-dalâl, s. 33.

* Hira: Mekke’nin yukarı ta rafın dan, Mekke’ye 3 mil uzaklıkta (Yakut, Mu’cemu’l-büldân, c. 2, s. 233, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 5), otsuz ve susuz bir dağdır (Yakut, Mu’cemu’l-büldân, c. 2, s. 233).

[33] İbn İshak, İbn Hişam , Sîre, c. 1, s. 252, Taberî, Târîh, c. 2, s. 206, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 2, s. 147, Ebu’l-Ferec İbn Cevzî, el-Vefâ, c. 1, s. 165, İbn Hacer, Fethu’l-bân, c. 12, s. 31 2.

[34] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 1, s. 252, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 2, s. 147, Ebu’l-Ferec İbn Cevzî, el-Vefâ, c. 1, s. 165.

[35] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 1, s. 252, Taberî, Târîh, c. 2, s. 206, Ebu’l-Ferec İbn Cevzî, el-Vefâ, c. 1, s. 166, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 1, s. 86.

[36] Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 5.

[37] Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 321, Ebu Nuaym, Delâilü’n-nübüvve, c. 1, s. 213,Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 2, s. 135, Zehebî, Tânhu’l-İslâm, s. 117, Kastalani, Mevâhibu’l-ledünniye, c. 1, s. 51 , Diyarbekrî, Hamis, c. 1, s. 281.

[38] İbn Sa’d, Tabakât, c.1, s. 196, Buhârî, Sahih, c. 1, s. 3, Müslim, Sahih, c.1, s. 140, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 105, Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 6, Begavi, Mesâbıhu’s-sünne, c. 2, s. 174, İbn Seyyid, Uyun, c. 1, s. 84, Ebu’l-Fidâ, c. 3, s. 2.

[39] İbn İshak, Kitâbu’l-mübtedâ ve’l-meb’as, c. 2, s. 54, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 1, s. 153, Taberî, Târih, c. 2, s. 195, Ebu Nuaym, Delâilü’n-nübüvve, c. 1, s. 169, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 2, s. 28, İbn Asâkir, Târih, c. 1, s. 271, Ebu’l-Ferec İbn Cevzî, el -Vefa, c. 1 , s. 133, İ bn Se yyid, U yû nu’l-eser, c. 1, s. 42, Zeheb f, T ârıhu’l -İ slâ m, s. 59, E b u’l-F idâ, el -B idâye ve’n -ni hâye, c. 2, s. 284, Suyûtî, Hasâisü’l-kübrâ, c. 1, s. 2209, Diyarbekrî, Hamis, c. 1 , s. 258, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 1, s. 194.

[40] Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 321 -322, İbn Sa’d, Tabakât, c. 1, s. 194, Ahm ed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 233, Buhârî, Sahih, c. 1, s. 3, Müslim, Sahih, c. 1, s. 140, Belâzurî, E nsâbu’l-esrâf, c. 1, s. 105, Ebu Nuaym, Delâil, c. 1, s. 213, Beyhakî, Sünenü’l- kübrâ, c. 9, s. 6, Vâhidî, Esbâbu’n-nüzûl, s. 5, Begavi, Mesâbîhu’s-sünne, c. 2, s. 174, İbn Seyyid, Uyun, c. 1, s. 84,Zehebî, Târîhu’l- İslâm, s. 117, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 2, Kastalani, c. 1, s. 51, Diyarbekrî, Hamis, c. 1, s. 281, Halebî, İnsânu’l- uyûn, c. 1, s. 381.

[41] Bedrüddin Aynî, Umdetu’l-Kârî, c. 1, s. 61.

[42] Bedrüdd in Aynî, Umdetu’l -Kâri, c. 24, s. 128, İbn Hacer, Fethu’ l-Bârî, c. 12, s. 312.

[43] Kastalani, Mevâhibu’l-ledünniye, c. 1, s. 53, Zürkânî, Mevâhib Şerhi, c. 1 , s. 220.

[44] Şûra: 52, Cum’a: 4, En’âm: 124.

[45] Şûra: 52..

[46] Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 321 -322, İbn Sa’d, Tabakât, c. 1, s. 194, Ahm ed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 233, Buhârî, Sahih, c. 1 , s. 3, Müslim, Sahih, c. 1, s. 140, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 105, Ebu Nuaym, Delâil, c. 1, s. 213, Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 6, Vâhidî, Esbâbu’n-nüzûl, s. 5, Begavi, Mesâbih, c. 2, s. 174, İbn Seyyid, Uyun, c. 1, s. 84, Zehebî, Târihu’l-İslâm, s. 117, Ebu’l-Fidâ, c. 3, s. 2, Kastalani, M evâhibu’l-ledünniye, c. 1, s. 51, Diyarbekrî, Hamis, c. 1, s. 281, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c . 1, s. 381 .

[47] Bedrüddin Aynî, Umdetu’l-Kârî, c. 24, s. 128, İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, c. 12, s. 12, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 1, s. 381 , Zürkânî, Mevâhibu’l-ledünniye Şerhi, c. 1, s. 211.

[48] Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 1, s. 381.

* Hz. Ali’den rivayet olunduğuna göre, Peygamber (a.s.)a: “Senin hiç puta taptığın oldu mu?” diye sorulunca;

“Hayır!” buyurmuştur.

“Senin hiç içki içtiğin oldu mu?” diye sorduklarında da, Peygamber (a.s.):

“Hayır! Ben, daha ‘Kitap nedir? İman nedir?’ bilmezken bile, puta tapan, içki içenlerin küfür üzerinde olduklarını bilir dururdum!” buyurmuştur. (Ebu Nuaym’ı n Delâil’inden ve İbn Asâkir’den naklen Suyûtî, Dürru’l-mensûr, c. 6, s. 13).

[49] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 1 , s. 195.

[50] İbn İ shak, Kitâbu’l-mübtedâ ve’l-m eb’as, c. 3, s. 112, Belâzurî, E nsâbu’l-eşrâf, c.1 , s. 105-106, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 2, s. 158, Süheyli, Ravdu’l-ünüf, c. 2, s. 407-408, Muhibbü’t-Taberî, Rıyâdu’n-nadrâ, c. 1, s. 78, Kurtubf, Tefsîr, c. 1, s. 115, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 1, s. 83.

[51] Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 2, s. 165, Zehebî, T ârıhu’l-İsla m, s. 137.

[52] İbn İshak, Kitâbu’l-mübtedâ ve’l-meb’as, c. 3, s. 112, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 106, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c, 2, s. 158, Süheyli, Ravdu’l-ünüf, c. 2, s. 408, Muhibbü’t-Taberî, Rıyâdu’n-nadrâ, c. 1, s. 78-79, Kurtubf, Tefsîr, c. 1, s. 11 5, İ bn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 1, s. 83-84, Bedrüddin Aynî, Umdetu’l-Kârî, c. 1, s. 64.

[53] Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 106.

[54] İbn İshak,Kitâbu’l-mübtedâ ve’l-meb’as, c. 3, s. 112, Beyhakî, Delâil, c. 2, s. 165, Süheyli,Ravd, c. 2, s. 408, Kurtubf,Tefsîr, c. 1, s. 115, İbn Seyyid, Uyun, c. 1, s. 84, Bedrüddin Aynî, Umdetu’l-Kârî, c. 1, s. 64, Kastalani, Mevâhib, c. 1, s. s. 53-54, Zürkânî, Mevâhib Şerhi, c. 1, s. 221.

[55] İbn İshak, Kitâbu’l-mübtedâ ve’l-meb’as, c. 3, s. 112-113, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 106, Süheyli, Ravdu’l-ünüf, c. 2, s. 408, Kurtubf, Tefsîr, c.1, s. 115-116, Bedrüddi n Aynî, Um detu’l -k ârf, c. 1, s. 6 4, Ka stal ânf, M e vahi bu’l -I edünni ye, c. 1, s. 54.

[56] Ebu Nuaym’dan naklen E bu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 4, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 1, s. 377.

[57] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 1, s. 249-250, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 321, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 232- 233, İbn Sa’d, Tabakât, c.1, s. 194, Buhârî, Sahih, c. 1 , s. 3, Müslim, Sahih, c. 1, s. 1 39-1 40, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 105, Tirmizî, Sünen, c, 5, s. 596, Taberî, Târîh, c. 2, s. 205, Ebu Nuaym, Delâil, c. 1, s. 213, Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 6, Vâhidî, Esbâbu’n- nüzûl , s. 5, S üheyl f, R avd, c. 2, s. 392, Begavi, M esâbıhu’s-sünne, c. 2, s. 174, E bu’l -F erec İ bn C evzf, el -Vefa, c. 1, s. 162, İ bn E sf r, Kâmil, c. 2, s. 48, İbn Kayyım, Zâdü’l-mead, c. 1, s. 33, İbn Seyyid, Uyun, c. 1, s. 82, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c, 3. s. 2, 3, İbn Haldun, Târîh, c. 2, s. 2, s. 6, Kastalani, Mevâhib, c. 1, s. 52, Diyarbekrî Hamis, c. 1, s. 280.

[58] Vahiy; Yüce Allah’ın, dilediğini, peygamberlerine, dilediği tarzlarda bildirmesi demektir. (Şûra: 42/51)

[59] Süheyli, Ravdu’l-ünüf, c. 2, s. 392-393.

[60] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 41, Süheyli, Ravdu’l-ünüf, c. 2, s. Süheyli, Ravdu’l-ünüf, c. 2, s. 393.

[61] Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 256, Hâkim, Müstedrek, c. 2, s. 431.

[62] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 1 , s. 171, Buhârî, Sahih, c. 4, s. 168.

[63] Mâlik, Muvatta, c. 1, s. 120, Ahm ed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 36, Buhârî, Sahih, c. 2, s. 48, Müslim, Sahih, c. 1, s. 509, Tirm izf, Sünen, c. 2, s. 303, Beyhakî, Sünenü’l-kübrâ, c. 7, s. 62.

M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayınları: 1/158-164.

[64] Râgıb, Müfredâtü’l-Kur’ân, s. 482.

[65] Seyyid Şerif, Ta’rifât, s. 162.

[66] Seyyid Şerif, Ta’rifât, s. 75.

[67] Kadı I yaz, eş-Şifâ, c. 1, s. 206, Fahm’r-Râzf, Tefsir, c. 23, s. 49, Kurtubf, Tefsîr, c. 12, s. 80, Seyyid Şerif, Ta’rifât, s. 75.

[68] Cum’a: 62/4, En’âm: 6/124.

M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayınları: 1/164-165.

[69] Nahl: 16/43, Enbiyâ: 21/7.

[70] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 541, Buhârî, Sahih, c. 4, s. 142, Müslim, Sahih, c. 4, s. 1837.

[71] İmam-ı Âzam.Fıkh-ı Ekber, s. 15.

[72] İmam-ı Âzam, Fıkh-ı Ekber, s. 15, Akaidi Adûdiye, s. 10.

[73] İmam-ı Âiam.Fıkh-ı Ekber, s. 15. 73.

[74] Şuarâ: 26/107, 125, 142, 162, 178.

[75] A’râf: 7/62, 64, 79, 93.

[76] Ahzâb: 33/39.

[77] Meryem: 19/56.

[78] A’râf: 7/67.

[79] A’râf: 7/61-62.

[80] Bakara: 2/129.

[81] A’râf: 7/63.

[82] Şuarâ: 26/109, 127, 145, 164, 180, Furkan: 25/57, Sebe: 34/47.

[83] İmam-ı Âzam.Fıkh-ı Ekber, s. 16.

[84] Ahm ed b. Hanbel. Müsned. c. 2. s. 341. Buhârî. Sahih. c. 6. s. 97. Müslim . Sahih. c. 1. s. 134.

M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayınları: 1/165-166.

[85] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 266, Taberî, Târih, c.1 , s. 75, Beyhakî, Sünenü’l-kübrâ, c. 9, s. 4, Heysemî, Mecmau’z-zevâid.c.8, 210.

[86] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ.c. 1, s. 32, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 179, Taberî, Târih, c. 1, s. 75, Beyhakî,Sünenü’l-kübrâ , c. 9, s. 4, İbn Asâkir, Târih, c. 2, s. 361, Heysemî, Mecmau’z-zevâid, c. 8, s. 210.

[87] İbn Sa’d, Tabak ât, c. 1, s. 32, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 178, İbn Kuteybe, Kitâbu’l-maârif, s. 26, Taberî, Târih, c. 1, s. 75, İbn Asâkir, Târih, c. 2, s. 361.

[88] Ahiâb: 33/40.

M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayınları: 1/166.

[89] İbn İshak, İbn Hişam, Sıre, c. 1, s. 252, Taberî, T ân h, c. 2, s. 206-207, Beyhakı, Delâilü’n-nübüvve, c. 2, s. 147, Ebu’l-Ferec İbn Cevzî, el-Vetâ, c. 1, s. 165-166.

[90] İ bn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 1, s. 252-253, Taberî, Târih, c. 2, s. 206-207, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 2, s. 147-148, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 1, s. 86, E bu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 12.

M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayınları: 1/167-168.

[91] Yâkubî, Târih, c. 2, s. 22.

M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayınları: 1/164-165.

[92] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 1, s. 253, Taberî, Târîh, c. 2, s. 207, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 2, s. 148, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 1, s. 86, E bu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 12.

[93] Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 1, s. 386.

[94] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre.c.1, s. 253, Taberî, Târih, c. 2, s. 2207, Beyhakî, Delâil, c. 2, s. 148, İbn Seyyid, Uyun, c. 1,s. 86, Ebu’l-Fidâ.c.3, s. 12.

[95] Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 2, s. 148, İbn Seyyid, Uyun, c. 1, s. 83, Heysemî, Mecmau’z-zevâid, c. 8, s. 255.

[96] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.1, s. 254, Taberî, Târîh, c. 2, s. 207, Beyhakî, Delâil, c. 2, s. 148.

[97] Abdurrezzak, M usannef, c. 5, s. 323, Ahm ed b. Hanbel, M üsned, c. 6, s. 233, Buharı”, Sahîh, c. 1, s. 3-4, M üslim, Sahîh, C.1.S.142.

[98] Nâmûs; sahib-i sırr demektir (İbn Esîr, Nihâye, c. 5, s. 119).

[99] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayınları: 1/168-170.

[100] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 1, s. 254, Taberî, Târih, c. 2, s. 207-208, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 2, s. 148-149, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 1, s. 87, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 12, 13, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 1, s. 387.

M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayınları: 1/170.

[101] Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 111, Taberî, Târih, c. 2, s. 230, Beyhakî, Delâil, c. 2, s. 143, İbn Esir, Usdu’l-gâbe, c. 4, s. 4, Zehebî, Târîhu’l-İslâm, s. 128, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 13.

[102] Beyhakî, Delâil, c. 2, s. 1 43, Zehebî, TârThu’l-İslâm, s. 128, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 13.

[103] Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 111, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 2, s. 143. Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 13.

[104] Beyhakî, Delâil, c. 2, s. 143, Zehebî, Târîhu’l-İslâm, s. 128, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 13.

[105] Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 111.

[106] Beyhakî, Delâil, c. 2, s. 143, Zehebî, Târih, s. 128, Ebu’l-Fidâ, c. 3, s. 13.

[107] Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 111.

M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayınları: 1/170-171.

[108] Ebu’l-Fereç İbn Cevzî, el-Vefâ, c. 1, s. 164.

[109] İbn İsJıak, İbn Hişam, Sîre, c. 1, s. 255, Taberî, Târih, c. 2, s. 208, Ebu Nuaym, Delâil, c. 1, s. 217, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvvE.c. 2, s. 151-152, İbn Atoclilberr, İstiâb, c. 4, s. 1820, Ebu’l-Ferecİbn Cevzî, el-Vefâ, c. 1 , s. 164, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 49, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 1 , s. 87, Zehebî, Târîhu’l-İslâm, s. 134, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 15-16, Heysemî, Mecmau’z-zevâid, c. 8, s. 256, Diyarbekrî, Hamis, c. 1 , s. 283.

M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayınları: 1/171-172.

[110] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 1, s. 194, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 104-105, Taberî, Târih, c. 2, s. 203, Mesttdf, M urûcu’z-ze heb, c. 2, s. 282, E bu’l-F erec İ bn C evzf, el-Vefa, c. 1, s. 166, İ bn E sfr, K âm i I, c. 2, s. 50, İ bn Se yvi d, U yûnu’l -eser, c. 1 , s. 88, E tau’l -F idâ, el-Bi dâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 6, Bedrüddi n Aynî, U m detu’l -k ârf, c. 24, s. 29, İ bn H acer, F ethu’ l-Bârî, c. 12, s. 313, Kastalani, Mevâhibu’l-ledünniye, c. 1, s. 51, Diyarbekrî, Hamis, c. 1, s. 280-281.

[111] Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 1, s. 385, 389.

[112] Süheyli, Ravdu’l-ünüf, c. 2, s. 392, E bu’l-F idâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 4, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 1, s. 389.

[113] Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 322, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 232-233, Buhârî, Sahih, c. 6, s. 88, Müslim, Sahih, c. 1, s. 140-141, Taberî, Târih, c. 2, s. 205, E bu Nuaym, Delâil, c. 1, s. 213,Beyhakî, Sünenü’l-kübrâ, c. 9, s. 6, Delâilü’n- nübüyve, c. 2, s. 135, Vahi df, E sbâbu ‘n-n üzül, s. 6, Bega vf, M esâb fhu’s-sünne, c. 2,s.174,E bu ‘I-F erec İ b n C evzf, el-Vefa, c. 1 , s. 162, İbn Esîr, Kâmil, c.2, s. 48, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 1, s. 85-86, Zehebî, Târîhu’l-İslâm, s. 117, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 3, Kastalani, Mevâhibu’l-ledünniye, c. 1, s. 51-52, Diyarbekrî, Hamis, c. 1, s. 281.

[114] Belâzurî, E nsâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 111.

[115] Kastalani, Mevâhibu’l-ledünniye, c. 1, s. 57, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c . 1, s. 424.

[116] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 120, Yâkubî, Târih, c. 2, s. 22.

[117] Abdurrezzak, Musannef, c. 5, 322, Ahm ed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 232-233, Buhârî, Sahih, c. 6, s. 88, Müslim, Sahih, c. 1, s. 140-141, Taberî, Târîh, c. 2, s. 205, Ebu Muaym, Delâil, c. 1, s. 213, Beyhakî, Sünenü’l-kübrâ, c. 9, s. 6, Vâhidî, Esbâbu’n- nüzûl, s. 5-6, Begavi, M esâb fhu’s-sünne, c. 2, s. 174, Ebu’l-Ferec İbn Cevzî, el-Vefâ, c. 1 ,s. 162, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 48, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 1 , s. 85-86, Zehebî, Târîhu’l-İslâm, s. 117, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 3, Kastalani, Mevâhibu’l-ledünniye, c. 1 , s. 51-52, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 1, s. 281.

[118] Kastalani, Mevâhibu’l-ledünniye, c. 1, s. 57, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c, 1, s. 424, Zürkânî, Mevâhibu’l-ledünniye Şerhi, c. 1 , s. 234.

[119] Ahmed b.Hanbel, Müsned, c. 3, s. 304, c. 5, s. 145, Buhârî, Sahih, c. 1, s. 86, Müslim, Sahih,c. 1, s. 371 ,Dârimî, Sünen, c. 1,5.234.

[120] Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 2, s. 143, Zehebî, Târîhu’l-İslâm, s. 1 28, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 13.

[121] Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 322, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 233, Buhârî, Sahih, c. 6, s. 88, Müslim, Sahih, c. 1, s. 141, Taberî, Târih, c. 2, s. 205, Beyhakî, Sünenü’l-kübrâ, c. 9, s. 6, Vâhidî, Esbâbu’n-nüzûl, s. 6, Begavi, Mesâbîhu’s-sünne, c. 2, s. 174, E bu’l-F erec İbn Cevzî, el-Vefâ, c. 1 , s. 1 62, İ bn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 1, s. 85, Zehebî, Târıhu’l-İslâm, s. 118, Ebu’l- Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 3, Kastalani, Mevâhibu’l-ledünniye, c. 1, s. 52, Diyarbekrî, Hamis, c. 1, s. 281.

[122] Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 2, s. 143, Zehebî, Târîhu’l-İslâm, s. 1 28, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 13.

[123] Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 322, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 233, Buhârî, Sahih, c. 1, s. 3, Müslim, Sahih, c. 1, s. 141, Taberî, Târih, c. 2, s. 205, Ebu Nuaym, Delâilü’n-nübüvve, c. 1, s. 214, Beyhakî, Sünenü’l-kübrâ, c. 9, s. 6, Vâhidî, Esbâbu’n-nüzûl, s. 6, Begavi, Mesâbîhu’s-sünne, c. 2, s. 174, E bu’l-F erec İbn Cevzî, el-Vefâ, c. 1 , s. 162, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 48, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 1, s. 85, Zehebî, Târîhu’l-İslâm, s. 118, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 2-3, Kastalani, Mevâhibu’l-ledünniye, c. 1, s. 52, Diyarbekrî, Hamis, c. 1, s. 282.

[124] Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 322, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 1, s. 195, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 233, Taberî, Târîh, c. 2, s. 205, Ebu Nuaym, Delâil, c. 1, s. 214, Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 6, Vâhidî, Esbâb, s. 6, Begavi, c. 2, s. 174, Süheyif, Ravdu’l-ünüf, c.2, s. 408, Ebu’l-Ferec, c. 1, s. 163, İbn Esîr, c. 2, s. 48, İbn Seyyid, c. 1, s. 85, Zehebî, s. 118, Kastalani, c. 1, s. 52, Diyarbekrî, c. 1 , s. 282.

[125] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 1 ,s.195.

[126] İbn Sa’d, Tabakât, 11, s. 195, Süheyli, Ravdu’l-ünüf, c. 2, s. 408.

[127] Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 323, Ahmed b. Hanbel, c. 6, s. 233, Buhârî, c. 1, s. 3-4, c. 6, s. 88, Müslim, c. 1, s. 142, Ebu Nuaym, c. 1, s. 214, Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 6, Begavi, c. 2, s. 174, Ebu’l-Ferec, c. 1, s. 163, İbn Esîr, c. 2, s. 49, Zehebî, s. 118-119, Ebu’l-Fidâ, c. 3, s. 3, Diyarbekrî, c. 1, s. 282.

M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayınları: 1/173-176.

Devamı var. 

Önceki bölüm:

Peygamber Efendimizin Gençliği

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Risâle-i Nur’da Ramazan Bayramı Bahisleri

RİSALE-İ NUR’DA RAMAZAN BAYRAMI BAHİSLERİ 28. Lema 10. Nükte Nev-i beşerin ağlanacak gülmelerine, endişe-i istikbal …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Başım ağrıyor, acıyın bana!

Başım ağrıyor, acıyın bana! İbrahim el-Harbi şöyle anlattı: "Yakalandığım humma hastalığını ne anneme, ne kardeşime …

Kapat