Ana Sayfa / İLİM - KÜLTÜR – SANAT – FİKRİYAT / Makaleler / 10 Soruda Koronavirüs Sonrası Küresel Sistem

10 Soruda Koronavirüs Sonrası Küresel Sistem

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Yusuf DURAN

Koronavirüs salgınıyla birlikte küresel sistemin mevcut sorunları daha da belirginleşti. Sistemin salgınla mücadeledeki yetersizliği, virüs sonrası dünya düzeniyle ilgili tartışmaları da beraberinde getirdi. Koronavirüs sonrası uluslararası sistem nasıl şekillenecek? Salgın sonrası yeni dünya düzeni nasıl olacak? Tüm bu soruların cevabı için yapılacak en net öngörü kuşkusuz ki artık hiçbir şeyin artık eskisi gibi olmayacağı.
 
Küresel bir salgının içinden geçtiğimiz bu günlerde, insanlık tarihinin son yüzyılda yaşadığı en büyük krizlerden birisini yaşıyoruz. Sınırların ortadan kalktığı, kişilerin, mal, hizmet ve sermayenin özgürce hareket ettiği bir dünyadan, sadece birkaç hafta içerisinde sınırların fiziksel olarak kapatıldığı, seyahat imkanlarının ortadan kalktığı, insanların evden çıkamadığı bir dünyaya geçtik. Bir başka deyişle adeta hareket kabiliyetinin sadece virüse ait olduğu bir dünyanın içinde kaldık.

Covid-19 sürecinde yaşananlar ve sonrasındaki döneme ışık tutmak amacıyla Dışişleri Bakanlığı Stratejik Araştırmalar Merkezi “COVID-19 Sonrası Küresel Sistem: Eski Sorunlar, Yeni Trendler” başlıklı 145 sayfalık bir kitap hazırladı. Kitapta görüşlerine yer verilen akademisyen ve uzmanlar, yaşadığımız koronavirüs dönemine ilişkin değerlendirmeler yapıp, özellikle Covid-19 sonrası küreselleşmeye dair öngörü ve analizlerde bulunuyorlar.
Yeşilay Dergisi, salgın sonrası küresel sistemin nereye evrileceği tartışmalarına ışık tutan bu çalışmayı sizler için 10 soru ve 10 cevaptan oluşan bir dosya olarak derlermiş.

1) Covid-19, küreselleşmenin son 30 yılda elde ettiği kazanımlara nasıl bir travma yaşattı?
1990’ların başında Soğuk Savaş’ın sona ermesi ve başta iletişim ve ulaştırma alanında olmak üzere mesafeleri kısaltan teknolojilerin hızla hayata geçmesiyle birlikte dünya küreselleşmenin zaferini ilan etmişti. Sınırlar kalkacak, birbiriyle daha fazla bağlı ve bağımlı olan ulusal ekonomiler şahlanacak ve bizler de küresel bir köyün vatandaşları olacaktık. Hâlbuki küreselleşme, zayıf doğan, bağışıklık sistemi kırılgan bir bebekti. Zaman içerisinde bu kırılganlığı ortaya çıkaran iki sorun ortaya çıktı. Birincisi, küreselleşme nimetlerini sadece belirli kesimlere sunarken dünya nüfusunun büyük çoğunluğu tüm bunlardan mahrum yaşamaya devam ediyordu. İkincisi, küresel ağlar üzerinden mal, hizmet, sermaye ve kişiler daha hızlı hareket ederken, suç, terör, hastalık gibi musibetler de aynı imkanlardan yararlanabiliyordu ve ortaya büyük küresel sorunlar çıktı. Ancak bu sorunların artış hızı karşısında, aynı sorunlara küresel çözümler getirme, kolektif problemlere bireysel değil kolektif ve dolayısıyla sürdürülebilir çözümler getirme becerisi geliştirilemedi. Küreselleşme, dünyaya kazan-kazan sistemini taahhüt ederken, son olarak ABD-Çin arasındaki ticaret savaşlarında da net bir şekilde görüldüğü üzere bundan umudunu kesen aktörler “Önce ben” diyerek sıfır toplamlı oyunlara geri dönmeye başladılar.

Covid-19 pandemisi, küreselleşmenin halihazırda var olan bu sorunlarını daha da belirginleştirdi ve tabir yerindeyse “Kral çıplak” dedi. Bir taraftan küresel eşitsizlikler, salgının yayılması ve salgınla mücadelede yeterlilik konularında kendisini gösteriyor. Diğer taraftan küresel sorunlara küresel çözüm üretme konusunda bazı ülkeler arasında yapılan tıbbi malzeme yardımları ve G20’nin sanal zirvesinde ortaya çıkan “Ne gerekiyorsa yapılacak.” sonucu dışında ortada henüz bir şey yok. Bütün bunlar da beraberinde küreselleşmenin iyice krize girdiği ve sonunun yakın olduğu yorumlarını getiriyor.
 
2) Covid-19 sonrasında küresel sistem nasıl bir şekil alacak?
Koronavirüs salgınının sağlık alanındaki etkisi henüz sona ermese de virüsle mücadele bağlamında geçen sürede, salgının küresel sisteme yönelik etkilerine ilişkin ipuçları görülüyor. Covid-19 pandemisinde yaşanan gelişmeler, uluslararası sistemler açısından uluslararası iş birliği, küresel yönetişim ve uluslararası dayanışmanın temellerinin ne kadar kırılgan olduğunu gösterdi. Salgın nedeniyle katı bir şekilde kapanan ulusal sınırlar, neredeyse sıfıra inen uluslararası seyahatler ve birbirlerinin sağlık teçhizatlarına bencil bir biçimde el koymaya çalışan devletler küreselleşme olgusunun ciddi anlamda sorgulanmasına yol açıyor.

Bütün bunlar salgın sonrası dönem için küreselleşme kavramı üzerinde ciddi tartışmaların yaşanacağını gösteriyor. Pandemi sürecinde küreselleşmenin sonunu ilan etmek için yeterince sebep ortaya çıkmış olsa da kısa vadede uluslararası sistemde köklü değişimlerin yaşanması beklenmiyor. Pandemi şu an küresel sisteme bir travma yaşatsa da beraberinde bu sistemin halihazırda yaşadığı sorunların çözülebilmesi için de bir imkan sunuyor. Küreselleşme Covid-19’la yoğun bakıma alındı ve taburcu olacak. Taburcu olduğu zaman sadece virüsten değil virüs öncesinde bağışıklık sitemini zayıf düşüren sorunlarından da arınacak.

3) Korona salgınıyla ülkeler neden “ulus devlet” modelini benimsediler?
Covid-19’la mücadelede, küresel ana aktörlerin yani ABD, Çin ve Avrupa Birliği’nin düştükleri zafiyet hem kendi toplumları nezdinde hem de küresel kamuoyu tarafından görüldü. 

Salgın ile yaşanan küresel felaket karşısında bireylerin ve toplumların aciz kalması, sağlık, güvenlik ve refah sağlayıcısı olarak devleti ön plana çıkardı. Bununla bağlantılı olarak, uluslararası ilişkilerde daha geleneksel, “devletçi” yaklaşıma geri dönülmesi muhtemel bir olgu olarak karşımıza çıkıyor. Devletin gerçek anlamda geri dönüşüne tanık olabiliriz. Devlet, sadece son yıllarda terörizm ve yükselen güçlerden kaynaklı tehditler karşısında öne çıkan “dış koruyucu” kimliğiyle değil, aynı zamanda vatandaşını savunan “iç koruyucu” kimliğiyle geri dönecektir. Güçlü bir yönetimi, rezervleri, kapasitesi ve vatandaşlarını böylesi zamanlarda koruyabilecek kurumsal hazırlığı olan kuvvetli devletler ideal haline gelebilirler. Halkın güvenliğinin sağlanması öncelik olacağı için devletler ve kurumlar önem kazanacaktır. Önceliğin insanlarda olduğu bir düzende de güvenliği kimin sağlayacağı sorusuna verilecek yanıt kaçınılmaz olarak devlet olacaktır.

Uluslararası ilişkilerde daha güçlü devletlerin var olması otomatik olarak daha güçlü bir devlet merkezli uluslararası sistem doğuracaktır. Ulus devletler ve yönetime ne kadar önem verilirse, uluslararası ilişkiler de o kadar devlet merkezli olacaktır. Bir başka deyişle, bu dönüşümden ziyade bir sürekliliktir. Dış ilişkiler, ittifaklar, iş birliği, çatışma ve diplomasiye ilişkin mevcut uygulamalar devam edecektir. Yeni uluslararası sistemde bir milletin gücü diğer devletlerin başarısızlıklarından ziyade kendi ülke içi başarısına bağlı olacaktır.
 
4) Güçlenen ulus devlet modeli salgın sonrası dönemde uluslararası ilişkileri nasıl etkileyecek?
Koronavirüs salgını, milliyet, etnisite, din, dil, sosyo-ekonomik statü ayrımı gözetmeden yayılımını sürdürdü. Yaşadığımız bu süreçte aslında herkesin ne kadar da eşit olduğu açıkça görüldü. Salgın sonrasına bu perspektiften bakıldığında, dünyanın ileride bugüne değin suni olarak inşa edilmiş eşitsizlikleri gidermek için yeterince motivasyona sahip olacağı öngörülebilir. Covid-19 tecrübesinin ortaya koyduğu üzere, “risk toplumu” olgusu, günümüzde küresel boyutta gerçekleşmekte ve neredeyse tüm toplumsal kurumları içine almaktadır. Söz konusu risk alanları ile sahip oldukları önem ve derecelere göre ortaya koyulacak yeniden yapılanmada yerel, ulusal ve küresel iş birliklerinin önemi kuşkusuzdur.

Dünya bugüne kadar kolektif sorunlarına karşı, küresel ısınma gibi en temel sorun da dahil olmak üzere, kolektif çözümler üretemedi; çünkü hep bir sorun karşısında büyük çoğunluk zarar görüyorken bundan fayda sağlayan, şahsi/ulusal öncelikleri farklı olan taraflar oluyordu. Covid-19 karşısında ise durum farklı, çünkü herkes kaybediyor. Küresel güç ABD, şu anda salgından en fazla zarar gören ülke durumunda. Dolayısıyla herkesin önceliği bu salgının üstesinden gelmek ve bu da uluslararası iş birliğini gerektiriyor.

Uluslararası ilişkiler bakımından değerlendirilmesi gereken diğer bir nokta ise, koronavirüs krizi başlamadan kısa süre önce uluslararası ilişkiler gündemine damga vuran konuların salgınla birlikte bir anda geri plana düşmüş olması. Beş ay öncesine kadar Suriye krizi, İsrail-Filistin meselesi, ABD-İran gerginliği ve Rusya-Suudi Arabistan petrol anlaşmazlığı gibi sorunlar tartışılırken bugün tüm dünyada neredeyse koronavirüs dışında bir şey konuşulmuyor.

5) Salgının Avrupa kıtasına sıçraması Avrupa Birliği’nde çalkantılara neden oldu. Korona AB’yi nasıl dönüştürecek?
Pandemi sürecinde AB üye ülkeleri arasında güven bağının kopması, ekonomik iş birliğinin insani boyut söz konusu olduğunda gösterdiği zafiyetler dramatik biçimde gözler önüne serildi. Koronavirüs salgınıyla bölgesel olarak Avrupa Birliği’nde adeta “birlik”ten eser kalmadı. Üyeler birbirine yardım etmeyi bırakın Schengen Antlaşması ile taahhüt ettikleri serbest dolaşımı bile askıya alarak birbirlerinin yardımlarına el koyma yarışına giriştiler. İtalyan aşırı sağcı Lig Partisi lideri Matteo Salvini ise kendilerine ihtiyaç duyduklarında destek vermeyen AB’den çıkma çağrısını koronavirüs sonrası dönem için sert bir dille ortaya koydu. Özetle, Avrupa’da koronavirüsten en çok etkilen devlet olan olan İtalya’nın salgın sonrası İngiltere gibi AB’den çıkma sürecine girmesi kuvvetle muhtemeldir ve bu da AB için sonun başlangıcı olabilir. Bu ve benzeri gelişmeler, İtalya’nın önemli unsurlarından olduğu Transatlantik (NATO), Akdeniz ve Ortadoğu ile Kuzey Afrika (MENA) bölgelerinde ciddi gelişmeleri tetikleyebilir.

Öte yandan, dile getirilen bu yaygın kanının aksine, Covid-19 sonrası Avrupa Birliği’nin, yapılan yanlışlardan alacağı derslerle getireceği kanun ve düzenlemelerle merkezciliği güçlendirilmiş bir federal yapıya dönüşmesi de beklenebilir. AB’nin salgın sonrası bir birlik olarak devam edeceği görüşünü savunanların en büyük dayanağını ise salgın sonrası ekonomik yeniden yapılanmada her türlü desteğe ihtiyaç duyacak olan birlik üyelerinin, AB fonlarını kolayca gözden çıkaramayacağı düşüncesi oluşturuyor.

6) Covid-19 salgını uluslararası sistemdeki ana aktrlerin konumunda ne tr deiikliklere neden olacak? Çin, ABD’nin yerini mi alacak?
Erken değerlendirmelerde yer alan en üstünkörü iddialardan birisi, ABD-Çin rekabetinde ibrenin Covid-19 sonrasındaki dönemde Çin’in lehine kayacağı yönünde. Çin’in ilk pandemi ülkesi olarak sürece erken başlaması ve yol kat etmesi elbette Çin’e birtakım avantajlar sağladı. Bunun karşısında ise Amerikan yönetiminin pandemi performansı ve tüm imkanlarına rağmen bir sağlık sağlayıcısı olarak vatandaşını koronavirüsten etkin bir şekilde koruyamaması oldukça eleştirildi. Bu noktadan hareketle dünyanın jeopolitik ekseninin Batı’dan Doğu’ya doğru kaydığına yönelik iddialar güç kazanıyor. Öte yandan liderlik tartışmaları ekseninde ABD’nin küresel anlamda geri gelme (rebound) ihtimali de göz ardı edilmiyor. ABD, özellikle batı dünyasında yaygın olan Çin şüpheciliğini de kullanır ve “America First-Önce Amerika” anlayışının ötesine geçmeyi başarabilirse -ki yaklaşan seçimler en büyük meydan okuma olacak- liberal dünyanın ekonomik yeniden yapılanma sürecinde Çin’le arasını kapatabilir.

ABD-Çin ekseninde yürütülen dünya liderliği tartışmasına alternatif diğer bir bakış açısına göre de koronavirüs salgınını “küresel lidersizlik” sorununu pekiştirdi. Bu görüşe göre, inisiyatif üstlenmesi ve sürece öncülük etmesi beklenen küresel aktörlerin hareketsizliğinin / yetersizliğinin, uluslararası sistemde bir güç boşluğu ortaya çıkardığı düşünülüyor. Bu görüş açısından bakıldığında küresel ve bölgesel düzeyde yeni aktörlerin ortaya çıkması için bir hareket alanı doğdu.

7) Birleşmiş Milletler, Dünya Sağlık Örgütü gibi uluslararası kurumların salgın sonrası rolleri ve etkinliği konusunda bir değişim yaşanır mı? 
Covid-19 sürecinde uluslar üstü ve çok taraflı kurum ve kuruluşların pandemi performansının beklentilerin çok altında kalması, bu kurum ve kuruluşlara yönelik bir takım varoluşsal sorgulamaları da beraberinde getirecek. Fakat bu sorgulamaların lağvedilmekten ziyade revize edilmeye yol açacağı söylenebilir. Koronavirüs etkisi altındaki yeni dönemde, ulusal düzeyde oluşan ekonomik sorunlar nedeniyle başta BM uzmanlık örgütleri olmak üzere uluslararası kuruluşlara ulusal bütçelerden verilen katkıların azalacağı da beklenmektedir. Bu bağlamda Türkiye açısından stratejik addedilen uluslararası kuruluşlarda aksiyoner politikalarla devreye girilmesi ve bu kuruluşların yönetimlerine Türk yöneticilerin atanmasını sağlamak Türkiye’nin prestijini ve siyasal etkisini artıracaktır. Çok taraflı kurum ve kuruluşların Covid-19’la mücadeledeki verimsizliği ve başarısızlığı, daha önce başlayan “Dünya 5’ten büyüktür” gibi revizyon çağrılarının daha da anlam kazanacağı ve kriz sonrasındaki atmosferde daha fazla destek bulabileceği bir dönemin kapılarını aralayabilir.

8) Salgın sonrası Türkiye’nin bölgesel ve küresel rolü nasıl olacak?
Türkiye hem koronavirüsle mücadele performansı hem de devletin kapasite projeksiyonu sayesinde, birçok ülkeden müspet anlamda ayrıştı. Sağlık sistemine yaptığı yatırımların, sistemin bedava ve erişilebilir olmasının, karantina uygulamaları sırasında devlet ve sivil toplumun örnek bir sosyal dayanışma operasyonu gerçekleştirmesinin, tüm karar alıcıların ve ilgili kurumların kriz yönetimi becerisinin, tedarik zincirinin sağlamlığının, dünyanın dört bir tarafından yapılan vatandaş tahliyelerinin, açıklanan ekonomik paketler ve salgınla mücadele için birçok ülkeye verdiği somut desteğin Türkiye’nin salgın sonrasında hareket alanını diğer birçok ülkeye oranla genişlettiği söylenebilir. Büyük felaketlerin ardından gelen değişim dönemlerini yönetebilen ülkelerin, kamu ve özel kesimdeki şahsiyetlerinin uluslararası örgütlerde önemli mevkilere getirilmesi yönündeki eğilim, Türkiye’nin yakın gelecekte bölgesel ve küresel yapılarda temsiliyetini ve etkinlik gücünü artırmayı sağlayacak.

9) Korona salgınının ekonomiye verdiği hasarlar ulusal ve uluslararası alanda nasıl hissedilecek?
Covid-19 sonrası tartışmaları, küresel sisteme yönelik eleştirileri ve reform taleplerini belirleyecek en önemli unsurlardan birisi ekonomi olacak. Salgının henüz kestiremediğimiz ekonomik boyutları küresel ölçekte insan hareketliliğine, siyasi çalkalanma ve dönüşümlere sebep olacak. Bu sebepten pandemi sonrası küresel sistemdeki revizyon taleplerini yönetecek olanlar, küresel ekonomik yeniden yapılanmada elini taşın altına koyabilecek vizyon ve kapasiteye sahip olan aktörler olacak. Koronavirüsün ulusal ekonomilere olumsuz etkisinden hareketle, kırılgan ekonomiye veya siyasal yapıya sahip devletlerin finansal açıdan zor bir duruma girmesiyle IMF gibi uluslararası kuruluşların desteğine ihtiyaçlarının artması beklenebilir. İkinci Dünya Savaşı sonrasında oluşan düzende ABD’nin Sovyetler karşıtı pozisyonunu ve ittifaklar manzumesini sağlamlaştıran Marshall Planı’na benzer ekonomik kurtarma ve yardım paketleri, pandemi sonrasında kırılgan ekonomilere sahip devletlerin eksen değiştirmesi ya da değiştirmemesi için bir araca dönüşebilir. Bu noktada bariz bir şekilde ABD-Çin rekabeti karşımıza çıkacaktır. Bununla birlikte küresel tedarik zincirindeki önemini artıran devletlerin pandemi sonrasındaki dönemde küresel ölçekte etkinliğini de gitgide hızlanarak artıracağını iddia etmek mümkündür.

10) Ülkelerin fiziki sınırlarını kapatması ve bu uygulamanın salgın sonrası devam edecek olması göçmenleri nasıl etkileyecek?
Koronavirüs salgınıyla beraber devletlerin daha katı bir göç politikası takip etmesi bekleniyor. Bu durumdan da en fazla düzensiz göçmenler ve o ülkedeki yerleşik yabancılar etkilenecek. Devletlerin katı göç politikasının, diğer kurumlar ve halk nezdinde de karşılık bulması ve yabancı düşmanlığında yeni bir artış dalgası oluşturması olasıdır. Gelişmekte olan ülkelerde göçmenler ve yabancılar, hastalığı ülkeye yaymakla suçlanmakta; gelişmiş ülkelerde ise zaten var olan göçmen karşıtı gruplar, göçmenleri hastalığın yayılması konusunda daha sorumsuz davranmakla ve sağlık sistemi üzerinde yük oluşturmakla suçlamaktadır. Ekonomik sıkıntı dönemlerinde de göçmen karşıtlığının arttığı düşünüldüğünde, ilerleyen dönemlerde göçmen karşıtlığında küresel ölçekte bir artış beklenebilir.

Öte yandan Müslümanlara yönelik İslam karşıtı hareketlerde de bir artış görülmesin beklenmektedir. Bu durumda Avrupa ülkeleri ile Çin ve özellikle Hindistan’da Müslüman gruplara yönelik saldırıların daha az gündem oluşturması veya göz ardı edilmesi söz konusu olabilecektir. Bu nedenle yeni dönemde İslam İşbirliği Teşkilatı ve diğer uluslararası kuruluşlarda İslam karşıtı hareketlerle mücadeleye öncülük etmek, hem Türkiye’nin vicdani duruşunu pekiştirecek hem de Türkiye’ye avantaj sağlayabilecektir.

Yeşilay Dergisi, Haziran 2020

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

28 Şubat Mağduru Prof.Dr. Adem Tatlı: “Bu konunun temelinde evrim meselesi vardır.”

Prof. Dr. Adem Tatlı, 28 Şubat sürecinde yaşadıklarını Habervakti.com sitesine anlattı.   28 Şubat Postmodern …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Ölümü Unutmuş İnsanlara Bir İbret Dersi

Korona virüsü diyerek panik olup dünyayı hem kendilerine hem de bütün insanlara zehir etmeye çalışan …

Kapat