Ana Sayfa / RİSALE-İ NUR & BEDİÜZZAMAN / Nurdan Hatıralar / Gardiyan: Keşke bir grup nurcu daha gelse

Gardiyan: Keşke bir grup nurcu daha gelse

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Tire Kahramanlarından Rasin TEKELİ Ağabey’in, Ömer ÖZCAN Bey’e anlattığı hatıralarından:

Gardiyan: Keşke bir grup nurcu daha gelse

25 nisan 1965’de terzi dükkanımda ders yaparken polisler baskın yaptı. Bu olay şöyle gelişmişti: 1965’de daire genişledi, bir çok evlerde dersler yapılmaya başlanmıştı. Bu arada Kavakdibinde Ahmed Kabakoğlu’nun evinde dersler yapıyoruz. Bu böyle devam ederken Raif (Abdünnur) Keseli askerde olan ağabeyine mektup yazmış. Buradaki hizmetleri, faaliyetleri anlatmış. Dersler yapıyoruz diye tafsilat vermiş. Asker mektupları açıldığı için mektup savcıya intikal ettirilmiş. Savcı Tire’ye telgrafla bildiriyor. Raif’i götürdüler. Bizim haberimiz oldu. Benim dükkanda toplandık. Ne yapalım diye düşündük. Dedim: “İzmir’e telefon edelim, Mustafa Birlik ağabeye haber verelim…” İndim çarşıya telefon etmeğe… Baktım emniyet âmiri polislerle beraber benim dükkana çıkıyor. Arkalarından ben de çıktım. Arkadaşlar Risale okuyorlardı… cürm-ü meşhut olmuştu… Ben kitapları kumaşların arasında saklıyordum. Onları bulamadılar. Tavan arasına çıkmak için geçit vardı. Emniyet amiri: “Tavan arasında var mı?” dedi. “Bilmiyorum var mı?” dedim. Oraya polis çıkardı. Eskimez yazı risaleler vardı. Onları aldılar.

Kitaplarla beraber emniyete gittik, ifadelerimiz alındı. O akşam evlerimizde yattık. Fakat ertesi gün bizi tevkif ettiler. Saim Köseoğlu, Abdünnur Keseli, Ahmet Kabakoğlu, Zühtü Akyol, Mustafa Öner, Nihat Kurtça, Rasin Tekeli olarak yedi kişiydik. İki hafta Tire Cezaevinde kaldık.

Av. Bekir Berk vekaletimizi almaya gelmişti: “Sizi mi müdafaa edeyim. Yoksa Risale-i Nurları mı?” diye sordu. “Elbette ki Risale-i Nurlar” dedik. Aramızda biraz beşerî sıkıntı olmuştu. Sen yaptın, o yaptı gibi… Allah rahmet etsin, Bekir Bey: “Üstadımızın buyurduğu gibi; Nur Talebelerinin hatt-ı hareketi, bir dest-i inayet tarafından tanzim edilmektedir. Siz kendiliğinizden buraya gelmediniz… Burada hizmetiniz var…” dedi. Hadisenin hizmetlere vesilelik yönünü anlatmaya çalıştı bizlere. İyi de oldu.

Bir gün koğuşa savcı geldi. “Siz Kur’ân okumazsınız” dedi. Yanımda küçük bir Kur’ân vardı. Gösterdim ve ona dedim: “Biz hem Kur’ân-ı Kerim okuruz. Hem de onun manevi bir tefsiri olan Risale-i Nurları okuruz…”

İki hafta sonra, 10 mayısta, bizi Ödemiş’te bulunan Ağır Cezalıların yattığı Cezaevine götürdüler. Tire’de cezaevi vardı ama, ağır cezalılar Ödemiş’e gönderiliyordu. Orası çok iptidai bir yerdi… Cenab-ı Hak bize sabır ve genişlik verdi ve kısa sürece alıştık elhamdülillah.

Bizi 5. koğuşa verdiler. Orada 85 mevcudumuz vardı. İdamlıklar, müebbetler vardı. Koğuşumuz büyükçe bir salondu. Yataklarımızı ortaya yere serdik, diğer mahkumlar kenarlarda… Namazlarımızı cemaatle kılıyorduk. Diğer koğuşlarla da irtibatımız başladı. Cezaevi Kütüphanesinde ‘Gençlik Rehberi’ ve ‘Meyve Risalesi’ varmış. Onlarla hizmete başladık. Her gün cemaatimiz çoğalıyordu… Her birimiz bir grup mahkumun yanına gidiyor, onlarla ilgileniyordu… Neticede namaz kılmayan sadece üç kişi kaldı. Onlar da katil’den yatıyorlardı. “Allah bizi af etmez” diye ümitsizliğe düşmüşlerdi. Biz gelmeden sık sık hadiseler olurmuş. Baş gardiyan: “Keşke bir grup nurcu daha gelse de diğer koğuşlara versem…” diyordu. Çok ziyaretçilerimiz geliyordu kardeşlerden. Bize gelen hediyeleri biz mahkumlara dağıtıyorduk… Bu ikram da onlara tesir ediyordu. Arap bir mahkum vardı. Biz ona “Bilal-i Habeşî” derdik. Sesi de güzeldi. O bizim müezzinimiz olurdu.

10 haziranda duruşmamız vardı. Namaza yeni başlayanlardan bir arkadaş: “Siz bu gün tahliye olacaksınız. Çünkü; rüyamda Peygamber Efendimizi gördüm. Hakimlerin arkasında yeşil elbiselerle duruyordu” dedi.

Bizi diğer mahkumlarla kelepçelediler. Süngülü jandarmalar nezaretinde yayan olarak hapishaneden adliyeye geldik. Mahkeme salonu doluydu. Dışarıdan çok kardeşler gelmişti. Biz de daha evvel mahkemelere hep gider, kardeşleri yalnız bırakmazdık. Bu alaka mahkum kardeşlere kuvvet veriyordu. Dükkanları kapatıp giderdik. O kadar kalabalık vardı ki, savcı gizli celse istedi. İfadelerimizde: “Risale-i Nurların bizlerin imanını kuvvetlendirdiğini, Diyanet İşleri Müşavere Kurulunun müspet raporları bulunduğunu vs…” anlattık. Hakimin kararları yazdırırken lehimize düzenlemeler yaptığını görüyorduk. Neticede savcı da tahliyemizi istedi. Mahkeme kabul etti. Duruşmamız ileriki bir tarihe ertelendi. Mahkumlarla vedalaşırken ağlıyorlardı: “Sizin Çıktığınıza seviniyoruz. Fakat bizim size ihtiyacımız vardı. Dinimizi öğretiyordunuz…” diye ağlıyorlardı. Biz sonradan onları yine bırakmadık, ziyaretler yaparak irtibatı devam ettirdik. Bu mahkememiz affın şümulüne sokularak sona ermişti sonunda.

Ağabeyler Anlatıyor’dan

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

“Bediüzzaman’a İlk Ziyaretimi Yeis İçinde Yaptım”

Merhum Prof. Dr. Zekeriya KİTAPÇI anlatıyor: BEDİÜZZAMAN’A İLK ZİYARETİMİ YEİS VE BİTKİNLİK İÇİNDE YAPTIM Bediüzzaman …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
ALLAH RASULÜNÜN NÜBÜVVETİNİ TASDİK EDEN İMZALAR-1 / Doç. Dr. Niyazi BEKİ

"Kutlu doğum haftasını kutlamakta olduğumuz bu ayda, asıl konuya geçmeden önce: “Hz. Peygamberin eşsiz hatırası …

Kapat