Ana Sayfa / KASTAMONU / Kastamonu Bilgi-Belge / 17. Yüzyılda Kastamonu

17. Yüzyılda Kastamonu

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

BİR YEREL TARİH ARAŞTIRMASI:

17. YÜZYIL ŞER’İYYE SİCİLİNE GÖRE KASTAMONU *

Özet

Ülkemizde ve dünyada önemi gittikçe artan yerel tarih araştırmaları, kent kimliğinin ve kentli olma bilincinin oluşmasında, kentlerin bulunduğu coğrafî konumun, sosyo-ekonomik yapının ve kültürel yaşantının algılanması ve sahiplenmesinde oldukça önemli bir yere sahiptir. İnsanların bilemedikleri şeyleri anlaması ve sevmesi düşünülemez. Dünümüzü ve yaşadığımız yeri ne kadar iyi tanıyıp bilirsek, bugünle ilişkilendirip, algılamamız ve yarını tasarlayabilmemiz de o kadar kolay olacaktır. Tarih araştırmalarında bir çok kaynaktan yararlana biliriz. Bunlar tarihe ışık tutacak olan yazılı ve yazısız kaynaklardır. İşte bu yazılı kaynakların en önemlilerinden biri de bize yerel tarih araştırmalarında da ışık tutacak olan Şer’iyye Sicilleridir.

AN INVESTIGATION OF LOCAL HISTORY: KASTAMONU IN THE 17th. CENTURY ACCORDING TO ŞER’İYYE SİCİLİ

Summary

The research of local history gaining importance in our country and in the world has an important place in the understanding of the geographic situation, socio-economic structure and cultural life of the cities. It should not be forgotten that people can not be expected to understand and like the things that they do not know. The better we know about our past lives and the place where we live, the better it will be to understand and plan the future. We can make use of many sources in History Researches. These are recorded or unrecorded sources that cast a light upon history. Key Words: Local History Teaching, Şer’iyye Sicili, Kastamonu

Giriş

Şer’iyye sicilleri, Osmanlı tarihinin en önemli kaynaklarından biridir. Son zamanlarda özellikle üzerinde durulan yerel tarih araştırmalarında yararlanılabilecek en kapsamlı kaynaklar içerisinde yer alır. Dolayısıyla bir bölgenin tarihi, iktisadî ve sosyolojik özelliklerini ortaya çıkartmak isteyen bir araştırmacının şer’iye sicillerinden yararlanmaması, araştırmada eksikliklerin olmasına neden olacaktır.

Bölgesel şer’i mahkemelerde kronolojik sıra ile tutulan, kadılar tarafından verilen hükümlerin, hüccet ve kararların, herhangi bir olayın, bir şahadetin, bir ikrarın, bir hibenin, resmiyete kaydolunması istenilen bir hususun, devlet merkezinden gelen bütün fermanların, emirlerin ve tebliğlerin kadı tarafından tetkik olunup doğru oldukları tespit edildikten sonra sonuçlarının kaydedildikleri sicillere şer’iyye sicilleri denilmektedir1.

1 Atilla ÇETİN, Başbakanlık Arşivi Klavuzu, İstanbul 1979, s. 146

Mahallî tarihler için olduğu kadar, Osmanlı Devleti’nin sosyal yapısı hakkında da geniş ölçüde bilgi edindiğimiz kaynaklar arasında bulunan şer’iyye sicilleri, tarihçilerin en çok kullandığı malzemeler arasındadır. Devlet merkezi ile olan yazışmalar, halk dilekleri, fermanlar, ilanlar, hüccetler, beratlar vs. sicil defterlerinde bulunduğu gibi ayrıca mahallin beledî ve inzibatî işleri, devletin çıkarttığı çeşitli yasaklar (tütün ve içki yasağı gibi) hakkındaki bilgiler de bu defterlerde kayıtlıdır. Bölgede yetişen ürünler hakkında bilgi temini, şehir ve kasabaların yaklaşık nüfusunun tayini yine siciller sayesinde mümkün olabilmektedir. Tımar teşkilatı ve vakıf müesseseleri için bu defterler belli başlı kaynaklardandır. Hatta bu defterlere şiddetli soğukların dahi kaydedildiği görülmektedir. Anadolu’da meydana gelen isyanlar, eşkiyalık olayları ayrıntılarıyla şer’iyye sicillerinde mevcuttur1. Dolayısıyla toplumun sosyal, idarî, malî durumu hakkında bilgi veren bu sicillerin yerel tarih öğrenimi açısından değeri büyüktür.

Ankara Milli Kütüphane’de Kastamonu’ya ait 81 adet şer’iyye sicil defteri mevcuttur. Aynı zamanda Kastamonu Müzesi’nde mevcut 235 cilt sicil ile ilgili olarak “Kastamonu Sicilleri Envanteri” ve “Kastamonu Şer’iyye Sicilleri Sistematik Kılavuzu” adlı kitaplar hazırlanmıştır2. Kastamonu ile ilgili elde mevcut en eski defter Hicrî 1084-1086 (1673-1676) yıllarına ait olup en son tarihli sicil ise Hicrî 1213-1221 (1801-1807) yıllarına aittir. Bu makaleye kaynaklık eden Hicrî 1096 (1685-1686) tarihli Kastamonu Şer’iyye Sicili genel olarak Osmanlıların ve tabi ki Kastamonu’nun idarî, iktisadî, sosyal ve kültürel yapısı hakkında bilgi verdiği gibi ll. Viyana kuşatması ve devamındaki savaşların devlete ve bu yöreye olan etkisini de en iyi şekilde yansıtmaktadır.

l. Osmanlı Hâkimiyetinde Kastamonu

A. Coğrafî Konumu

Kastamonu vilayeti Batı Karadeniz Bölgesinde yer alır. Kızılırmak’ın başlıca kollarından Gök Irmak vadisinin bulunduğu yerde, Ilgaz Dağı kütlesinin kuzey yamaçlarına inen Kara Çomak Deresi vadisi boyunca uzanmaktadır. Kastamonu’nun iç kalesi de batıdaki yamaçlar üzerinde iki dere arasındaki tepede yükselmektedir. Bugünkü idarî yapıya göre, kuzeyinde Karadeniz, güneyinde Çankırı ve Çorum, doğusunda Sinop, batısında Bartın ve Karabük bulunmaktadır. H.1285 (1868) tarihinde yayınlanan Kastamonu Vilayet Salnamesine göre Kastamonu vilayeti Kastamonu, Sinop, Bolu, Kengiri (Çankırı) sancaklarını içine almaktaydı. Kastamonu’da geniş ovaların bulunmasına rağmen il dağlık bir yapıya sahiptir. Ayrıca orman açısında zengin bir yöredir. Osmanlı donanmasının kereste gereksiniminin bir kısmı, Kastamonu ve çevresindeki ormanlardan karşılanmaktaydı.

1 Mücteba İLGÜREL, “Şer’iyye Sicillerinin Toplu Kataloguna Doğru” , İÜEF Tarih Dergisi, S. 28, İstanbul 1975, s. 123 2 Feyyaz GÜRKAN , “Şer’iyye Mahkemeleri Sicilleri Üzerine Bir Araştırma”,lX. Türk Kongresi Kongreye Sunulan Bildiriler (21-25 Eylül 1981 Ankara), Cilt ll, Ankara 1988, s.769

B. Kastamonu’nun Tarihi Gelişimi

Kastamonu, Fatih Sultan Mehmet tarafından 1462’de Osmanlı topraklarına katılmış ve Anadolu Eyaleti’ne bağlı bir sancak merkezi olmuştur. Bundan sonra burada bir çok imar faaliyetlerinde bulunulmuştur. Osmanlı Devleti’nin önemli sancak merkezlerinden biri olması sebebiyle Kastamonu’ya bir çok seyyah gelmiştir. Bunların bizzat görüp anlattıklarından o dönem Kastamonu’su hakkında çarpıcı bilgiler edinmemiz mümkün olmaktadır. Bu seyyahlardan XlV. yüzyılın ilk yarısında gelen İbn Batuta, Kastamonu’yu büyük ve güzel bir şehir olarak anlatmaktadır. Katip Çelebi ise Cihannüma adlı eserinde XVll. yüzyıldaki Kastamonu’yu tasvir ederken şehirde birçok cami ve medresenin bulunduğunu belirtmektedir. Ayrıca Katip Çelebi burayı “Türkmenlerin Kaidesi” olarak ifade eder. Eserinde şu bilgilere yer verir:

“…Bu şehir, Anadolu’nun en büyük, en güzel beldelerinden biridir. Yaşamak için pek çok kolaylıkları olan, eşya fiyatlarının en ucuz olduğu yerler arasında bulunmaktadır. …Bu şehirde kırk gün kaldık. İki dirhem vererek besili bir koyun alıyor, ve yine iki dirhemle bize yetecek kadar ekmek sağlıyor ve bu nevale bizlere tam bir gün yetiyordu. Kafilemiz on iki kişi olup, iki dirhemlik bal helvası alsak hepimiz doyuyorduk. Bir dirhemlik kestane ile ceviz aldık mı, hepimiz yesek dahi yine de artıyordu. Kışın en şiddetli günlerimizi geçirdiğimiz halde bir yük odunu bir dirhemle satın almak mümkündü. Bugüne kadar dolaştığım bunca ülkede bu şehir kadar ucuzuna rast gelmemiştim”1. Ünlü seyyah Evliya Çelebi de Kastamonu’ya gelmiştir. Fakat şehir hakkında fazla bilgi vermemekte, yalnız bine yakın meslek grubu olduğunu yazmaktadır.

XlX. yüzyılın başlarından itibaren Kastamonu’ya gelen Avrupalı seyyahlar da bu şehirle ilgili çeşitli bilgiler vermektedirler.Bunlardan J. Macdonald Kinneir, 1814 tarihinde dik yamaç ile kaya üzerinde harap bir kalenin bulunduğunu belirtmektedir. Evlerin taştan veya ahşap olarak inşa edildiğini, şehirde otuz kadar minareli cami saydığını, kendisi burada iken pazarların mal ile dolduğunu, ancak kışın uzun sürdüğü zamanlarda halkın açlıkla karşı karşıya kaldığını anlatmaktadır. E. Bore ise şehrin dar ve kıvrımlı sokaklardan oluştuğunu zikreder. Yine bu yüzyılda Kastamonu’ya gelmiş olan Ainworth, şehirde başlıca ticaret konusunun yün olduğunu, ayrıca bakırcılık, dericilik ve dokumacılık yapıldığını, basma ve boyacılık atölyelerinin bulunduğunu belirtir2. Kastamonu’nun tarihini incelediğimiz XVll. yüzyılın ll. yarısında Osmanlı İmparatorluğu artık kuruluş ve yükseliş devirlerindeki gücünü ve istikrarını kaybetmiştir. Gerek idarî yönetimde gerekse askerî sistemde bozukluklar ortaya çıkmaya başlamıştır.

ll. İdari Yapı

A) Osmanlı İdarî Yapısı İçinde Kastamonu

Osmanlı Devleti’nin mülkî taksimatında memleket eyaletlere, eyaletler sancaklara sancaklar kazalara ve kazalar nahiyelere ayrılmıştı. Osmanlı idaresinin klasik döneminden beri en alt birim kentsel alanda mahalle, kırsal alanda ise köy toplulukları idi. Bu idarî taksimat içinde eyalet en üst birim idi. Eyaletin bir alt birimi olan sancaklar, ülke idaresinin temel birimiydi ve devlet teşkilatının çekirdeğini oluşturmaktaydı.

1 İsmet PARMAKSIZOĞLU, İbn Batuta Seyahatnâmesi’nden Seçmeler, Ankara 1999, s. 53 2 Besim DARKOT, “Kastamonu”, İslam Ansiklopedisi, C. Vl, İstanbul 1993, s. 401

Sancağın en büyük mülkî amiri “Sancak Beyi” idi. Sancak beyinin askerî ve idarî olmak üzere iki aslî görevi vardı. Sancaktaki tımarlı sipahilerin tabiî amiri durumundaki sancak beyi, kendi kapı halkı ve sancağındaki zaim, sipahi ve cebelülerle birlikte sefere katılmak zorundaydı. İdarî görevi ise reayanın rahat ve huzur içinde yaşamasını sağlamak, subaşılar vasıtasıyla asayişi temin etmekti1.

Osmanlı padişahlarının çocukları olan şehzadeler, devlet idaresini öğrenmek maksadıyla sancaklara gönderilirlerdi. Kastamonu sancağı da bu sancaklardan biriydi. Ocak 1469’da Fatih Sultan Mehmet’in küçük oğlu şehzade Cem, dokuz-on yaşlarında iken Kastamonu sancak beyliğine tayin olunmuş ve Karaman valiliğine gönderilene kadar 6 yıl bu şehirde kalmıştır2. Ayrıca ll. Beyazıt’ın oğullarından Şehzade Mahmut’un da henüz gençlik yıllarında iken Kastamonu’da görev yaptığını görmekteyiz3.

Sancaklar birçok kazadan meydana geliyordu. Kaza, ticarî ve kültürel üstünlüğü ile çevrenin merkezi olmuş bir kasaba veya şehir ile böyle bir topluluk merkezini çevrelemiş köylerin teşkil ettiği bir birlikti ve başında kadı bulunmaktadır. İncelediğimiz sicilde Kastamonu’da şu kazaların adları geçmektedir:

1. Kastamonu                   7. Cide                       13. Eflani 19. Küre

2. Akyürek                       8. Çakallı                   14. Genbolu 20. Sevahil

3. Araç                            9. Çakline                  15. Göl 21. Sırt

4. Ayandon                     10. Daday                    16. Hoş Alaca 22. Sinop

5. Boyabad                     11. Devrenkânî Araç      17. İnebolu 23. Sorku

6. Boyalı                        12. Devrenkânî             18. Küre-i Cedid 24. Taşköprü

Kazalar bir alt birim olarak nahiyelerden meydana gelmekteydi. Nahiye, Osmanlı İmparatorluğu’nda coğrafî ve idarî anlamda küçük veya büyük bir çevreyi, bazen de çok geniş bir alanı ifade etmektedir4. Nahiye mıntıkası birkaç köyü ihtiva etmekteydi. Teşkilatın başındaki mülkî amirin ünvanı “Nahiye müdürü” idi. XVll. yüzyılın ikinci yarısında Kastamonu sancağında şu nahiyeler tespit edilmektedir:

1. Akkaya  2. Eğindün 3. Gökçe Ağaç 4. Kozyaka

Aynı şekilde incelediğimiz sicilde XVll. asrın ikinci yarısında Kastamonu merkez kazaya bağlı şu köylerin olduğu görülmektedir:

1. Ağul 2. Ahlat 3. Akçakavak 4. Akçataş 5. Akdoğan 6. Araplar 7. Ballık 8. Başmakçılar 9. Başviran 10. Batak 11. Bayındır 12. Bâylar 13. Belat 14. Bulacık 15. Burmaca 16. Bürnek 17. Çatakviran 18. Çorumlu 19. Darıbükü 20. Debbağ İshak 21. Depe 22. Derbend Kavağı 23. İkirciler 24. Elbi 25. Elmayakası 26. Esin Gazi 27. Evirialan 28. Eyti 29. Eyükler 30. Eyükoğlu 31. Eyük Süfla 32. Gelinviran 33. Geyikli 34. Gödel 35. Gömece 36. Halaçlı 37. Hamid 38. Havli 39. İnceoğlu 40. İsmailli 41. Karaçoban 42. Karaçomak 43. Karaevli 44. Karakoz 45. Karasu 46. Kırık 47. Kızılcaviran 48. Kızılkilise 49. Kızoğlu 50. Kimene 51. Kovacık 52. Köylüözü 53. Kuşkara 54. Kuyucuk Molla 55. Ortaca 56. Ömerşeyh 57. Polatlar 58. Sahip 59. Sabaca 60. Saraycık 61. Sarukavak 62. Seraceddin 63. Serimeddin 64. Serti 65. Soğanlu 66. Şadi Bey 67. Yolacık 68. Yörükviran 69. Yuva 70. Zimyan Balat 71. Zimyat Kara

1 Yücel ÖZKAYA, Osmanlı İmparatorluğunda Âyânlık, Ankara 1994, s. 16
2 Muammer YILMAZ, Cem Sultan, Ankara 2001, s.11
3 Abdülkerim ABDULKADİROĞLU, “Bursalı Beliğ’in Eserinde Kastamonu ve Kastamonulu Zevat”, Türk Tarihi ve Kültüründe Kastamonu Tebliğler (19-21 Ekim 1988 Kastamonu), Ankara 1989, s. 67
4 Tayip GÖKBİLGİN, “Nahiye”, İslam Ansiklopedisi, C. lX, İstanbul 1993, s. 37

Mahallelerde, Osmanlı toplumsal sınıflaşmasına göre biçimlenmiş, belirgin bir mekan farklılaşması yoktur. Dinsel farklılıklar hariç, imparatorluğun her sınıf ve her bölgesinden insanlar, belli kurallar çerçevesinde birlikte yaşarlardı. Ancak çoğunlukla aynı mahallede aynı dinden, etnik kökenden yada mezhepten olanlar bulunurdu. XlX. yüzyılın ilk yarısına kadar mahalleleri yönetenler imamlardı. İmamlar, padişah beratı ile tayin edilirdi. Doğum-ölüm gibi nüfus kayıtlarını tutarlardı. Ancak imamın en önemli görevi mahalle sakinlerinin vergilerini toplamaktı1. Her mahallenin bir mescidi, vakıf tarafından yönetilen ve çocuklara ilk tahsilin verildiği bir mektebi ve bir çeşmesi bulunurdu. Mahalledeki suyolu, çeşme gibi alt yapısal tesislerden mahalleli ortak olarak sorumluydu. H.1096 (1685-1686) Kastamonu şer’iyye sicilinde şu mahallelerin adı geçmektedir:

1. Abdülcebbar                  6. Arız                 11. Bekir Çelebi

2. Akmescid                     7. Arızlar              12. Büre Hacı

3. Aktekke                       8. Atabek              13. Cebrail

4. Alacamescid                 9. Atabek Müderris 14. Cemal Ağa

5. Alparslan                    10. Beder Gazi        15. Çevkani

16. Çivi                         32. Hasan Çelebi      48. Köycüğez

17. Deveciler                 33. Hidmedciler       49. Medrese-i Atabek

18. Dibakpolat               34. Hunsalar           50. Musa Fakih

19. Diğer Saraçlar          35. Hüseyin Bey      51. Muzafferiddin

20. Dubacılar                36. Hüseyin Çelebi   52. Püre

21. Elbistan                  37. İbn Sadi            53. Sadi Bey

22. Fevgani                  38. İbn Suli             54. Saraçlar

23. Frengşah                39. İbn Neccar         55. Seydiler

24. Gökdere                 40. İbn Nihad          56. Sofular

25. Hacı Dursun            41. İsfendiyar         57. Tahir Fakih

26. Hacı Hamid            42. İsfendiyar Bey    58. Topcuoğlu

27. Hacı Hamza           43. İsmail Bey          59. Topcuzade

28. Halaçlar                44. Kayalu               60. Türbe

29. Halife                   45. Hebkebirler         61. Yeni Çelebi

30. Hamid                  46. Kenare               62. Yuva

31. Hamza Ağa           47. Kırıkçeşme          63. Zeki malı

                                                             64. Zimyan Balat

1 İlber ORTAYLI, Türkiye İdare Tarihi, Ankara1979, s. 218

B) XVll. Yüzyılın İkinci Yarısında Kastamonu Sancağında Adı Geçen İdareciler

1. Kadı: Kaza idaresinin başıdır. Şer’i ve hukukî hükümleri tatbik edici demek olan kadı, aynı zamanda hükümetin emirlerini de yerine getiren bir makamdır. Kadıların tayin ve azilleri kazaskerler tarafından yapılırdı. Kadılar, görev yaptıkları kaza bölgesinin durumuna göre; kaza kadıları ve sancak-eyalet kadıları olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Kadıların görev ve yetkileri hukukî, askerî, beledî ve örfî olarak gruplara ayrılabilir. Hukukî açıdan kadı, şer’î mahkemenin başındaydı1. Her türlü anlaşmazlıklar ve ceza gerektiren suçlar “meclis-i şer” denilen kadının başkanlığındaki mahkemelerde çözümlenirdi. Alacak, borç ve miras davaları ile arazi anlaşmazlıkları, ehl-i örf ile reaya arasındaki sorunlar kadılar tarafından halledilirdi. Ayrıca ilmiye sınıfına mensup müderris, mütevelli ve diğer vakıf görevlilerinin tayin ve azilleri kadıların arzı ile mümkün olurdu. Osmanlı şehir idaresinde, belediye ve mülkî idare fonksiyonları birbirinden ayrılmamıştır. Kadı, şehrin yargı işleri yanı sıra asayişin ve belediye hizmetlerinin amiriydi.

2. Kassam: Vefat etmiş olan bir kimsenin terekesini varisleri arasında taksim eden memura kassam denilmektedir.Osmanlı Devleti’nin şer’iyye teşkilatında miras taksimi, biri kazasker kassamları ve diğeri de bir mahallin kadılığında yani şer’i mahkemelerde bulunan kasamlar olmak üzere iki sınıf kassam vardır. Kastamonu şer’iyye sicilinde her ikisi de yer almaktadır.

3. Kale Dizdarı: Kale komutanı olan dizdarın görevi, düşman saldırılarına karşı kaleyi savunmaktı. Kastamonu’da temelleri Bizans devrinde atılmış bulunan bir iç kale mevcuttu. Dolayısıyla askeri açıdan önemli bir yere sahip bulunan Kastamonu’da kale dizdarının, önemli bir yeri vardı. Çünkü kale dizdarının sorumlulukları, kalenin hudut boylarında bulunması ve bulunduğu yerin önemi ölçüsünde artmaktaydı. Kendisine merkezden hüküm gönderilirdi.

4. Muhassıl: Arapça tahsil edici demek olan muhassıl, devlete ait vergi ve resimleri tahsil etmekle görevlendirilen memurdur. Muhasıllar, tayin edildikleri yere giderek her mahalle ve köyün nüfus ve servetine göre bir vergi tarh ettirirlerdi. Alınan vergiler defterlere yazılır, bunlarda merkeze gönderilerek maliyeye takdim edilirdi2.

5. Naib: Kadının mahkeme işlerinde vekili ve en önemli yardımcısıdır. Kadı bulunmadığı zaman duruşmaları idare ederek serbest dirlikler içerisinde yer almayan köylerdeki davaların yerinde görülmesi için olay yerine giderdi. Naibler, gördükleri davalardan kadılar gibi harç alırlar, bu harçlardan kazaskere de hisse verirlerdi3. Naibler görevlerine göre kaza naibleri, kadı naibleri, mevali naibleri, bâb naibleri, ayak naibleri ve arpalık naibleri olmak üzere altı kısma ayrılırdı4.

6. Şehir Kethüdası: Selçuklularda İğdişbaşı denilen bu görevli, şehir halkını hükümet nezdinde temsil ederek halk ile hükümet arasındaki iletişimi sağlardı. Yapmış olduğu görevler göz önüne alınacak olursa, bugünkü belediye başkanına benzetilebilir. Şehir kethüdasının görevleri arasında şehrin dirlik ve düzenini korumak, devletle halk arasında idarî ve malî konularda aracılık etmek, şehre gelen mübaşir, ulak vb. resmî görevlilere hizmet etmek, barınma ve beslenme meselelerini halletmek, bir şehirden diğer bir şehre giden üst düzey yöneticilerin yol masraflarını karşılamak yer almaktaydı1.

1 Mustafa AKDAĞ, Türkiye’nin İktisadî ve İçtimaî Tarihi, C. ll, İstanbul 1979, s. 96
2 M. Zeki PAKALIN, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, C. ll, İstanbul s. 644.
3 M. Zeki PAKALIN, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, C. ll, İstanbul s. 644.
4 İ. Hakkı UZUNÇARŞILI, Osmanlı Devleti’nin İlmiye Teşkilatı,Ankara 1988, s.117

7. Şehir Subaşısı: Kazalarda idarenin başında bulunan memurdur. XVl. yüzyılın sonlarına kadar merkezden tayin edilmiştir. Bu asırdan sonra sancak beyi ve beylerbeyine bağlı bir memur olarak atanmıştır. Subaşının asayişle ilgili görevleri yalnız şehir içine mahsus değildir. İki önemli görevi vardı. Birisi malî görev olup bad-ı heva adı altında toplanan cürm-ü cinayet, niyabet, resm-i arusane gibi vergileri toplardı. İkincisi ise kolluk görevi idi. Kadının hükümlerinin ve merkezden gelen emirlerin uygulanmasını sağlamak, suçları önlemek, suç işleyenleri takip edip yakalamak, kovuşturmak ve kadının suçlu görüp hüküm verdiklerini cezalandırmaktı. Kadının hükmü olmaksızın kimseyi cezalandıramazdı2.

lll. İktisadi Yapı

Osmanlı Devleti’nin iktisadî ve stratejik bakımdan önemli bir sancağı olan Kastamonu, XVll. yüzyılda yapılan seferlerde önemli rol oynamıştır. Osmanlı toplumunun genelinde olduğu gibi Kastamonu’da da tarım ve hayvancılığın ön planda olduğu görülür. Tarım alanında özellikle buğday ve arpa büyük ölçüde üretilmektedir. Bunlardan sonra sırasıyla çeltik, soğan ve sarımsak üretimi gelir. Şer’iyye sicilinde, sefer sırasında ordunun ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla adı geçen ürünlerin belirli fiyatlarla alındığı görülmektedir.

Bölgenin coğrafî ve fizikî şartları itibarıyla hayvancılık da önemli bir uğraş ve gelire alanıdır. Bu bölgedeki atların, Arap atlarından üstün olacak şekilde yetiştirildiği ve ihraç edildiği belirtilmektedir. Bölgeden, at ve katır dışında koyun ve keçi gibi küçük baş hayvanların da ihraç edildiği kaydedilmektedir3. Sicilde geçen hükümlerden, ordunun katır ihtiyacını karşılamak amacıyla Kastamonu sancağından istekte bulunulduğu anlaşılmaktadır.

Yine sicilde, askere alınan kişilerin mesleklerine yada lakaplarına bakıldığında Kastamonu’da çeşitli sanayi kollarının faaliyette bulunduğu görülür. Şemseddin Sami, “Kamûsü’l-A’lâm” adlı eserinde XIX. yüzyılda Kastamonu’da 1919 dükkan ve mağaza, 45 han, 15 hamam, 2 imaret ve bedesten, 28 fırın, 3 su değirmeni, 4 kiremithane ve pek çok debbağhanenin olduğunu ifade etmektedir4. Madencilik ve ticaret önemli gelir kaynağıdır. Kastamonu’ya bağlı Küre kazası bakır madeni yönünden zengindir. Bundan dolayı bakırdan imal edilen eşyalar şehrin ekonomisinde önemli yer tutar. Ayrıca bez ve kumaş gibi ürünlerin boyanması için boyahaneler mevcuttur. Bölgede hayvancılığın önemli bir yer tutması nedeniyle dericilik de mahallin ihtiyacını karşılayacak düzeyde yapılmaktadır. Ancak Kastamonu’da en önemli üretim ve ihraç malı dokumalardır.

A) Ziraî Üretim

Kastamonu zirai üretim açısından önemli ve zengin bir yerdir. Bu topraklarda yetişen ürünlerin belli başlıları şunlardır:

1 Rıfat ÖZDEMİR, XlX. Yüzyılın İlk Yarısında Ankara (1785-1840), Ankara 1986, s. 158
2 İlber ORTAYLI, Türkiye İdare Tarihi, Ankara 1979, s. 198-199
3 Necdet SEVİNÇ, Osmanlılarda Sosyo-Ekonomik Yapı-l, 1978
4 ŞEMSEDDİN SAMİ, Kamûsü’l A’lâm, C.V, İstanbul 1994, s. 3662 572

1. Hububat Üretimi

a) Buğday (Hınta): Buğday, Osmanlı ekonomisinde tarım ürünlerinin vazgeçilmez bir unsurudur. Bunun nedeni halkın temel gıda maddelerinin buğdaydan yapılması ve her türlü iklim şartlarında yetişmesidir.

b) Arpa (Şa’ir): Osmanlı devletinde buğdaydan sonra en çok üretilen tarım ürünüdür. Arpanın özellikle hayvan yemi olarak kullanılması ve hemen her iklimde yetişmesi bunda etkili olmuştur. Ancak Kastamonu kazasında arpa üretimi buğdaydan fazla olduğu görülür. Bunun sebebi hayvancılığın kazada önemli bir yer tutması gösterilebilir.

c) Çeltik: Önemli bir hububat ürünüdür. Kastamonu’da nehir ve dere kenarlarında belli bir üretime sahiptir. Bugün de bu özelliğini korumaktadır. Ancak arpa ve buğday kadar üretilmemektedir. Bundan dolayı sefer sırasında bu hububattan Kastamonu yöresinden çok fazla istekte bulunulmamıştır. Yalnızca Devrenkâni kazasından istenildiği görülmektedir. Fakat ne miktarda istenildiği belli değildir.

Bunların dışında Kastamonu ve çevresinde sarımsak (sir), soğan (piyaz) üretiminin az da olsa yapıldığı bilinmektedir. Ayrıca Ergani eriği, misket elması gibi bir çok meyve de yetişmektedir.

B) Vergiler

Osmanlı Devleti’nin gelir kaynakları içerisinde önemli bir yer tutan vergilerin toplanmasında devletin genelini kapsayan bir politika izlemek mümkün değildir. Genelde her bölgenin kültür, iklim ve diğer iktisadî ve sosyal şartları dikkate alınarak ayrı ayrı vergi kanunnameleri düzenleme yoluna gidilmiştir. Bu şekilde sipahi ile reaya arasındaki ilişkiler de düzenlenmiştir. Ayrıca bu kanunnamelerde çiftçilerin hak ve sorumlulukları, hangi üründen ne oranda vergi verecekleri gibi hususlarla sanayi ve ticaret faaliyetlerinin nasıl vergilendirileceği ve ehl-i örf denilen devlet memurlarının reayaya karşı olan davranışları ele alınmıştır1. Sicilden, devletin zamanın teşkilat ve maliye sisteminin gereğine uyarak, vergi toplama işini büyük ölçüde dirlik sahiplerine ve vakıflara bırakmış olduğunu görüyoruz.

Hububat üzerinden alınan vergiler, eyalet ordularının savaş masraflarının karşılanmasında büyük rol oynadığı gibi memleket içinde meydana gelen isyanların bastırılması için harekete geçen orduların iaşelerinde de önemli bir rolü vardır.

XVll. yüzyıl Kastamonu şer’iyye sicilinde şu vergilerin adları tespit edilmektedir:

1. Öşür: Kelime anlamı olarak öşür onda bir demektir. Öşür veya aşar adı altında her türlü toprak mahsulünden devlet adına veya hesabına alınan vergilerdir2. Miri arazi rejiminin uygulandığı her yerde devlet ziraatla uğraşan çiftçilerden elde ettikleri ürünün öşrünü almaktadır. Fakat uygulamada, devlet tamamen kendisine ait olan bu vergileri sipahi, zaim, has sahibi gibi bazı yükümlülükleri yerine getiren kişilere bırakmıştır. Bunu sicilde de görmek mümkündür. Kastamonu’dan bu yüzyılda hububat öşrü olarak buğday öşrü, arpa öşrü, çeltik öşrü alındığını görüyoruz. Ayrıca bostan ve meyve öşrü, Bal öşrü (Öşr-ü kovan) alındığı da anlaşılmaktadır.

1 M. Ali ÜNAL, XVl. Yüzyılda Harput Sancağı (1518-1566), Ankara 1989, s. 117
2 Ö. Lütfü BARKAN, “Öşür”, İslam Ansiklopedisi, C. lX, İstanbul 1993, s. 485

2. Şahsa Bağlı Alınan Vergiler: Bunlardan biri Çift Resmidir. Bu vergi sicilde aynı zamanda Kulluk akçası şeklinde de geçmektedir. Osmanlı İmparatorluğu’nda Müslümanların ziraat yaptıkları araziden alınan resimdir. Bu köylü ile sipahi arasındaki hizmetlerin Osmanlı Devleti’nde paraya çevrilmiş halidir. Resm-i çift, bir taraftan toprağa bağlı bir vergi diğer taraftan da şahsi bir vergi veya bir hane vergisi olarak görülür1.

Diğer bir vergi de Bennak Resmidir. Kanunnamelerde birkaç şekilde geçmektedir. Bennak, evli fakat çift tasarruf etmeyen veya nim çiftten az yer tasarruf eden raiyettir. Mücerretten farkı yalnızca evli oluşudur2. Mücerret evlenir evlenmez derhal bennak adı altında vergi mükellefiyeti bakımından yeni bir durum kazanır3. Kastamonu Şer’iyye sicilinde bennak ve diğer vergilerin her kazanın kaldırabileceği miktarda alınması istenmiştir.

Sicilde adı geçen bir diğer vergi ise Mücerred Resmidir. Bu vergi de aynen Bennak vergisi gibi baş vergisidir. Mücerredler, buluğ çağına ermiş ve bir iş tutabilecek güce sahip reaya oğullarıdır4.

Kastamonu Şer’iyye Sicilinde gerek Resm-i Çift gerek Resm-i Bennak gerekse Resm-i Mücerred tek başına toplanmamıştır. Bu nedenle her birinden ayrı ayrı ne kadar toplandığını tespit edemiyoruz.

3. Hayvancılıkla İlgili Vergiler: Kastamonu Şer’iyye Sicilinde en sık geçen vergilerden biri Adet-i Ağnam vergisidir. Osmanlı Devleti’nde koyun ve keçiden alınan vergiye verilen addır. Ağnam resmi alınırken, kuzulu koyun kuzusu ile oğlaklı keçi de oğlağıyla beraber sayılırdı.Yani kuzudan ve oğlaktan ayrıca vergi alınmazdı5.

Hayvancılıkla ilgili diğer bir vergi de Yaylak ve Kışlak Resmidir. Bu vergiye “Ağıl Resmi” de denilmektedir. Ele aldığımız sicilde her üç ifade de kullanılmıştır. Koyun ve keçiye sahip reaya koyun ve keçiden alınan ağnam resminden başka ayrıca ağıl resmi de verirdi. Kışlak resmi veya Resm-i Ağıldan sipahinin toprağına gelip kışlayan sürülerden alınan resim kastedilmektedir. Bu vergi yerli halkın koyunlarından alınmamaktadır6.

4. Maktu Vergiler: Bu verginin Osmanlı vergi sisteminde ifade ettiği anlam “götürü usulü”dür. Öşür gibi ürünün bolluğu veya kıtlığı oranında miktarı değişen vergilerin aksine maktu vergiler önceden belirlenmiştir. Yapılan hizmet veya elde edilen ürün az veya çok olsa bile sabit kalmaktadır7. Bu vergiler değirmen resmi, bezirhane resmi, bahçe resmi, hamam, dükkan, kapan, bozahane resimleridir. 1685-1686 tarihli incelediğimiz sicilinde yalnızca kapan resminin alındığı görülmektedir.

5. Mukata’alar: Mukata’a genel olarak geliri kimseye dirlik olarak verilmeyip, doğrudan devlet hazinesine alınan vergi ve gelir kaynaklarına denilmektedir. Tımar sisteminin uygulandığı yerlerde hükümet maden işletmeleri, tuz, şap vs. kaynaklar,

1 Halil İNALCIK, “Osmanlılarda Raiyyet Rüsumu”, Belleten, C. XXlll / 9, Ankara 1959, s. 581
2 M. Ali ÜNAL, XVl. Yüzyılda Harput Sancağı (1518-1566), Ankara 1989, s. 130
3 Halil İNALCIK, “Osmanlılarda Raiyyet Rüsumu”, Belleten, C.XXIII / 9, Ankara 1959, s. 581
4 İsmet MİROĞLU, Kemah Sancağı ve Erzincan Kazası (1520-1566), Ankara 1990, s. 180
5 Neşet ÇAĞATAY, “Osmanlı İmparatorluğunda Reayadan Alınan Vergiler ve Resimler”, AÜDTCFD, C. V / 5, Ankara 1947, s.482
6 Neşet ÇAĞATAY, “Osmanlı İmparatorluğunda Reayadan Alınan Vergiler ve Resimler”, AÜDTCFD, C. V / 5, Ankara 1947, s.484
7 M. Ali ÜNAL, XVl. Yüzyılda Harput Sancağı (1518-1566), Ankara 1989,s. 139

şehirdeki bedesten, tabakhane, boyahane, kasaphane, şemhane gibi ticarî ve sınaî işletmeler, tamga, mizan, baç gibi gümrük vergileri ile iskele gibi gelir kaynaklarını dirlik olarak tevcih etmeyip mukata’a adı altında merkez hazineye alıyordu1.

Kastamonu Şer’iyye Sicilinde bazı mukata’aların adları geçmektedir. Bunlardan biri Boyahane mukata’asıdır. XVl. ve XVll. yüzyılın en önemli sanayi kolu olan dokuma sanayiinde kullanılan iplerin renklendirilmesi ve kumaşların boyanması için boyahaneler işletilmekteydi. Bunların gelirleri çok defa padişah haslarına dahildi. Sicilde bu verginin Mart başlangıcında alındığı belirtilmiştir. Ancak burada mukata’anın gelirleri padişah hazinesine dahil edilmemiştir.

Bir diğer mukata’ada Mumhane (şemhane) mukata’asıdır. Mum eski devirlerde en önemli aydınlatma aracıdır. Cami, mescid, türbe ve zaviye gibi çeşitli yerlerde ve evlerde kullanılırdı. Sicilden, şemhane mukataasının Mart başlangıcında toplandığı ve 50 kuruş alındığı anlaşılmaktadır.

6. Arızî Vergiler: Bunlar Bad-ı Heva, Cürm-ü Cinayet, Resm-i Arûs, Tapu Resmi, Resm-i zemin gibi vergilerdir. Bu gruba giren vergi ve resimler, duruma bağlı olduklarından önceden bilinmemekte, deftere tahmini bir rakam yazılmaktadır.

Cürm-ü Cinayet resmi, Osmanlı ceza kanunlarına göre, suçluların işledikleri suçun derecesine ve suçlunun malî kudretine göre ödemeye mahkum olduğu para cezası idi. İncelediğimiz sicilinde geçmektedir. Fakat bu verginin ne miktarda alındığı belirtilmemiştir.

Resm-i Aruz, serbest tımarlarda sipahinin nikahlanan genç kız veya dul kadından aldığı resimdir. Genç kızdan, dul kadından aldığının iki katını alırdı. İncelediğimiz sicilde bu verginin vakfın geliri için toplandığı görülmektedir.Amasya’da bulunan Bayezid Han’ın vakfı için Kuşkara ve Kimene arazilerinden alınmıştır.

Tapu resmi, çiftlik tasarruf eden reayanın sipahisine, miktarı mahalline göre değişen bir defaya mahsus olarak verdiği resme denir. Tapu resmi ödeyen çiftçi, artık o toprağı ölünceye kadar işler ve evladına da kalır2.

Resm-i Zemin (Dönüm resmi), tahrirlerde bennak veya mücerred kaydedilen reayanın tasarruf ettiği arazi için ödediği vergiye denir. Şer’iyye sicilinde zemin tapusu şeklinde geçmektedir ve vakfa tahsil edilmiştir.

7. Avarız-ı Divaniye (Tekalif-i Örfiye): Bunlardan avarız, Tanzimat’ın ilanına kadar olağan üstü hallerde ve bilhassa harp masrafları için hükümdarın emri ile halkın doğrudan doğruya devlete vermeye mecbur tutulduğu her türlü hizmet, eşya ve para şeklindeki vergidir3. Osmanlı İmparatorluğu, olağan üstü hallerde ortaya çıkacak olan masrafı karşılamak için ülkenin bütün imkan ve kudretini seferber etmiştir. Bu nedenle kendisi için gerekli olan para, hizmet, eşya ve mahsul miktarının genel tutarı saptanır. Bu yekun divanın eli altında bulunan bir deftere göre, muhtelif yerler arasında paylaştırılırdı. Bu şekilde memleket nüfusu daha önceden tespit edilen vergi birimlerine bölünmüştür ki buna “avarız hane” denilmektedir. Ele aldığımız sicilide, Tekalif-i Örfiye ve Avarız-ı Divaniyenin emlak ve arazi sahibi kadı, asker, imam, hatip ve seyidlerden de alındığı görülmektedir.

1 M. Ali ÜNAL, “XVll. Yüzyılın Başlarında Harput Mukata’asına Ait Bir İcmal Muhasebe Defteri”, OMÜEFD, S. 3, Samsun 1988, s. 93
2 M. Ali ÜNAL, XVl. Yüzyılda Harput Sancağı (1518-1566), Ankara 1989,s. 150
3 Ö. Lütfü BARKAN, “Avarız”, İslam Ansiklopedisi, C.ll, İstanbul 1993, s.7

Nüzul ve sürsat vergileri de Teklif-i Örfiye vergilerindendir. Nüzul, un ve arpa; sürsat ise un, ekmek, arpa, koyun, yağ, bal, saman olarak alınan vergidir. Nüzul, devletçe hiçbir karşılık ödenmeden alındığından bir fedakarlık olarak görülür. Genellikle mal olarak yani aynî olarak alınması gerekmekteydi. Ancak para ekonomisinin yaygınlaştığı dönemde nakdî olarak alındığı da görülmüştür. XVl. yüzyılın sonundaki tatbikatta nüzul adı altında halktan talep edilen un ve arpa hareket halindeki orduların menzillerine değil hudut boylarında çarpışan ordulara ulaştırılmak üzere çeşitli stratejik yerlere, devlet tarafından yapılmış olan anbarlara konmakta veya hudut boylarında savaşan ordu birliklerine teslim edilmektedir1. Bu verginin toplanmasının öneminden dolayı, Divan-ı Hümayun’dan nüzul ve sürsat vergileri için verilen emirler, genellikle kadıya hitaben yazılmıştır. Bu vergiden sorumlu tutulan kadılar tarafından emredilen yere nakil ve teslim edilmiştir. Kastamonu şer’iyye siciline göre Kastamonu livasından avarızların toplanması ile saray kapıcı başılarından Mehmet görevlendirilmiştir. Hazine defterine göre Kastamonu livasındaki dört bin beş yüz kırk iki hanenin her birinden altışar yüz akça alınmıştır.

Sürsat vergisinin özelliği, yürüyüş halinde bulunan orduların yol boyunca iaşesini sağlamak üzere halktan alınmış olmasıdır. Nüzulden farklı olarak mutlak bir mükellefiyet olmayıp, bedeli bulunan bir mükellefiyettir.Bu amaçla ordunun takip edeceği askeri yol, bu yol üzerinde konaklayacağı yerler, mevziler, kısa bir süre için dinleneceği noktalar önceden tayin ediliyordu. Bu konaklarda ordunun yiyecek ve yem olarak sarf edeceği zahire, un, ekmek, arpa, koyun, yağ, bal, ot, saman, odun tespit ediliyor ve kadılara emirler gönderilerek bu zahirenin temini görevi veriliyordu. Sicilde, askerin geçeceği kazalara yakın yerlerden aynî sürsat alınması, uzak yerlerden ise bedellerinin toplanması kadılıklara bildirilmiştir. Sonuç olarak bu bölgeden on iki yük seksen iki bin üç yüz on akça (1.282.310) sürsat bedeli toplanmıştır.

lV. Sosyal ve Kültürel Yapı

A) Sosyal Yapı

1. Dini ve Etnik Yapı: Osmanlı Devleti’nin bir çok şehrinde olduğu gibi Kastamonu’da XVll. yüzyılda dini bakımdan ikiye ayrılmaktaydı: Müslüman halk ve gayr-i müslim tebaa.

Sicilde, gayr-i Müslim tebaaya “ehl-i zimmet” ya da “zımmî” gibi adlar verilmiştir. Bunların büyük çoğunluğunu Ortodoks Rumlar oluşturmaktaydı. Ayrıca Katolik, Protestan ve Gregorian mezheplerinin mensupları da vardı. Hıristiyanların dışında Yahudiler de mevcuttu. Gayr-i Müslim tebaa, Osmanlı Devleti’nin hukukuna riayet etmek durumundaydı. Bununla beraber eğitim, ibadet ve aile hukukuna ilişkin alanlarda özerk bir statüye sahiptiler. Müslüman ve gayr-i müslim tüccar ve zanaatkârlar aynı loncaya mensup aynı haklardan yararlanmaktaydı ve aynı çarşıda ya da bedestende iş yapmaktaydılar2.

Müslümanların büyük çoğunluğunu Türkler oluşturuyordu. Ancak sicilde alış-veriş için gelmiş olan Acemler gibi çeşitli etnik gruplara mensup Müslümanlara da rastlanmaktadır.

1 Lütfi GÜÇER, XVl-XVll. Asırlarda Osmanlı İmparatorluğunda Hububat ve Hububattan Alınan Vergiler, İstanbul 1964, s. 69
2 Bilal ERYILMAZ, Osmanlı Devleti’nde Millet Sistemi, İstanbul 1992, s. 32 576

2. Meslekî Yapı ve Sosyal Statü: Osmanlı toplumu genel olarak asker ve reaya olmak üzere ikiye ayrılırdı. Askerî sınıf, yöneticileri kapsamaktaydı. Reaya ise köylüler, şehirliler ve göçebelerden meydana gelmekteydi. Bunlar da çeşitli meslekî zümrelere ayrılırdı.

a) Çiftçiler: Osmanlı toplumunun genelinde olduğu gibi Kastamonu’da da halkın büyük bir kısmı tarım ve hayvancılıkla uğraşmaktaydı. Kastamonu’da çiftçiler genelde arpa, buğday ve pirinç üretmekteydi. Bunun yanı sıra hayvancılıkta önemli bir yere sahipti. Özellikle koyun ve arı yetiştiriciliği önemlidir. Ancak incelediğimiz Kastamonu şer’iyye sicili 1686-1687 yıllarını kapsadığı için daha çok askerî konulara yer verilmiştir. Dolayısıyla vermiş olduğumuz bu bilgiler daha ziyade savaş sırasında istenmiş olan vergilerde geçmektedir. Çiftçilikle ilgili fazla bir bilgi yoktur. Fakat savaş sırasında çiftçilerden donanma için asker istendiğine rastlanmaktadır.

b) Esnaf ve Zanaatkârlar: Şehirli halk içinde esnaf ve zanaatkârlar önemli bir yer tutmaktadır. Bunların lonca teşkilatları vardı. XVl. yüzyıla kadar Müslüman ve Hıristiyan halk aynı loncaya üye olabilirdi. Fakat daha sonra loncalar ayrıldı. Kastamonu’da esnaf gruplarının faaliyetleri hakkında incelediğimiz sicilde geniş bir bilgi yoktur. Ancak sefere alınan kişilerin meslek gruplarına baktığımızda bakırcı, basmacı, boyacı, çömlekçi, debbğ, dellal, demirci, fırıncı, kantarcı, kasap, nalbant, saraç, urgancı gibi mesleklerin yaygın olduğu görülmektedir

c) Tüccarlar: Osmanlı da esnaf genellikle imalatçıydı. Devletler arası ticaret yapanlara tacir denilmektedir. Kastamonu Şer’iyye Sicilinde geçen daha çok farklı yerlerden gelip, ölen kişilerin mirasının ne olacağı ya da geldikleri yerlerde kendilerinden haksız vergi alınması gibi sebepler sonucu mahkemeye intikal etmiş ticaret olaylarıdır. Bunların dışında ticaretle ilgili bir bilgi yoktur. Ancak Kastamonu, Karadeniz’e açılan limanlarının bulunması, hammadde ve küçük sanayi kollarının mevcut olası gibi nedenlerle gelişme göstermiştir.

d) Göçebeler: Göçebeler, XVll. yüz yılın sonlarından itibaren toprağa yerleştirilmeye çalışılmış, ancak başarılı olunamamıştır1. Bunlar büyük ölçüde hayvancılıkla uğraşıyorlardı. İncelediğimiz sicilden Kastamonu’da göçebe Türklerin bulunduğunu anlıyoruz. Zaten daha önce de belirtildiği gibi Kastamonu, “Türkmenlerin başkenti” şeklinde çeşitli kaynaklarda geçmektedir. Kastamonu Şer’iyye Sicilinde Türkmenlerin, ticaretle uğraştığını ve diğer yerlerden Kastamonu’ya ticaret maksadıyla geldiklerini görüyoruz. Ayrıca Türkmenlerden Mamay cemaatinin ticaret yaptığını ve İstanbul’a koyun götürüp sattığı anlaşılmaktadır. Bütün bunlardan ve Yörükviran gibi bazı köy isimlerinden bu yüzyılda Kastamonu’da Yörük ahalisinin yoğun olarak bulunduğu anlaşılmaktadır.

B) Vakıf Müessesesi ve Kastamonu’da Kültürel Hayat

Vakıf, Vlll. asrın ortalarından XlX. asrın sonlarına kadarki dönemde İslam ülkelerinin sosyal ve iktisadî hayatında önemli bir rol oynayan dinî-ictimaî bir müessesenin adıdır2. Vakıf, hayır sahiplerinin insanlığın ve toplumun menfaati için şahsi servetini, tasarruf hakkından vazgeçerek hiçbir menfaat beklemeksizin gönüllü olarak kamusallaştırmasıdır.

1 Cengiz ORHONLU, Osmanlı İmparatorluğu’nda Aşiretlerin İskanı, İstanbul 1987, s. 45
2 Bahaeddin YEDİYILDIZ, “Vakıf”, İslam Ansiklopedisi, C. Xlll, İstanbul 1993,s.170

Kastamonu Şer’iyye Sicilinde bir çok hükümde vakıf geçmektedir. Bundan anladığımız kadarıyla vakıfların bakımı ve işletilmesi için çeşitli adlar altında hizmetliler tayin edilmiş ve bunlara maaş bağlanmıştır. Her vakfın zamanında kurucusu tarafından tayin edilmiş ya da şartlara göre sonradan devlet veya kadı tarafından vakfın başına konmuş bir mütevellisi vardı. Bu kişi kurumun tek sorumlusu ve idarecisidir. Mütevelli bütün görevi kendisi yapamayacak durumda ise yerine bir mütevelli kaymakamı koyarak işi yürütüyordu. Büyük vakıflarda mütevelliden hemen sonra vakıf nazırı gelmekteydi. Görevini kötüye kullananlar veya kötü alışkanlıkları olanlar ise görevden alınmışlardır. Vergilerin toplanmasında iltizam usulü uygulanmaktaydı. İncelediğimiz sicile göre iltizam olarak verilen vakıftan asar-ı şer’iyye, rüsum-u örfiye, cürm-ü cinayet, bad-ı heva, tapu-yu zemin, beytü’l mal, hassa ve mal-ı gaib, mal-ı mefkûd, kul ve cariye hadikanesi, adet-i ağnam, resm-i arusane ve resm-i küare vergileri vakıf için toplanmıştır.

C) XVll. Yüzyılın İkinci Yarısında Kastamonu’da Eşkıyalık

1683’te meydana gelen Viyana kuşatması ve ardından devam eden Avusturya seferi ve savaşları, Osmanlı Devleti’ni ve toplumunu oldukça etkilemiştir. İncelediğimiz şer’iyye sicilinde bunun olumsuz etkisini her yönden görmek mümkündür. XVll. yüzyılın sonlarında Kastamonu’da eşkiyalık olayları oldukça artmıştır. Eşkiyalık hadiselerini çeşitli bölümlere ayırmak mümkündür. Dışarıdan gelip Kastamonu’yu soyan eşkiyalar, Kastamonu’da türeyip kasaba, yol ve köyleri soyan eşkiyalar; Kastamonu’da bulunan katip, subaşı vb. gibi devlet adamlarının halktan çeşitli adlarla haksız yere vergi toplamaları ve firar eden askerlerin meydana getirmiş olduğu eşkiyalık olaylardır ki bunlar halkı oldukça rahatsız etmiştir.

Ekonomik ve siyasal durumun bozulması ve hükümetin dış işleriyle uğraşmasından cesaret alan gerek sipahiler gerekse bu bölgede bulunan kimi kişiler, eşkiyalığa başlamıştır. Ele aldığımız sicilde Kara Mustafa, Akkaş, Yadigaroğlu, Todori Bölükbaşı, Kulaksız, Bozoğlan, Midilra gibi eşkiyaların adları geçmektedir. Bunlar daha ziyade yol kesen eşkiyalarıdır. Yoldan geçen kişilerin özellikle de tüccarların can ve mallarına zarar vermektedirler. Daha çok da Köstebek Hanı ile Te’ali Hanı dolaylarında tüccarlara saldırmaktadırlar. Ayrıca bunların gayr-i Müslim tebaaya da saldırdıkları görülmektedir. Hatta gayr-i Müslim tebaa geçmiş oldukları bazı yerlerde kendilerine yapılan saldırıları önlemek amacıyla müslümanlar gibi giyinmek için izin istemiş ve buna müsaade edilmiştir. Yine bu iki han arasında Türkmenlerden Mamay cemaati İstanbul’a koyun getirip sattıktan sonra dönerlerken yol kesen eşkiyalarının saldırılarına maruz kalıyorlar. Türkmenlerin bir kısmı öldürülüyor, bir kısmı yaralanıyor ve eşyaları yağmalanmıştır.

Ayrıca sefere katılmakla görevlendirildiği halde gelmeyip firar eden ve evlerinde saklanan askerlerin meydana getirmiş olduğu eşkiyalık olayları da yaygındır. Bunların dışında başka şehirlerden gelip iş arayan gençler, çalışacak yer bulamadıkları için hanlarda ve bekar odalarında yerleşerek “levend” kümeleri meydana getirmişlerdir. Bu durum hırsızlık, haramilik ve eşkiyalığın artmasına, içki ve ahlaksızlıkların alıp yürümesine elverişli bir ortam hazırlamıştır.

Son olarak sicilde devlet adamlarının yapmış olduğu kanunsuz olaylara da rastlanmaktadır. Sicile baktığımızda hükümetin kanunları eskiden olduğu gibi tatbik edilmekte olduğunu ve memurlara emirler gönderildiğini görmekteyiz. Fakat buna rağmen memurlar kanunları hiçe sayarak hareket etmişler ve verilen emirlere uymamışlardır. Paşa ve adamlarının sık sık teftişe çıkmamaları gerekirken eşkıya yakalamak, sefere memur asker sürmek veya başka sebeplerle yanlarına aldıkları kalabalık bir atlı birliği ile kaza ve köylere gidip, köylülerden bedava yem ve yemek alıyorlardı ki bu fakir halk için bir zulümdü. Hükümlerde beylerbeyi ve diğer devlet görevlileri bu konuda sık sık uyarılmıştır.Yine sicilde Acem tüccarlardan Kastamonu subaşısı tarafından kanuna uymayan vergiler alındığı, bunun düzene konması için Kastamonu kaymakamı Osman Ağa tarafından hüküm gönderildiği görülür.

Aşağı yukarı her alanda görülen bu olaylar, vakıflara da yansımıştır. Vakıf mütevellilerinin halktan çeşitli adlar altında haksız vergi topladıkları görülmektedir.

Askeriyeye mensup kişilerin de eşkiyalık faaliyetlerine karıştıkları görülmektedir. Bunlar da özellikle saruca ve sekbanlardır. Bunların eşkiyalıkları özellikle 1687 yılından itibaren çok artmıştır. Ancak devlet seferde bunlara ihtiyaç duyduğundan pek ses çıkaramamıştır. Bunlar paşa adına halktan toplanan salmalarla geçinip, çoğu zaman vilayet içinde gezginci hayat sürdürdüklerinden her konakladıkları yerde bazı kişilere misafir olup, masrafsız geçinmişlerdir. Bunlardan yakalananların cezalandırılması için hükümler gönderilmiştir.

D) Hukukî Olaylar

En fazla yer tutan miras hukukudur. Bunlar yerel tarihin öğrenilmesinde önemli bir yere sahiptir. Çünkü tereke kayıtlarından ve miras taksim işlerinden halkın o dönemde kullanmış olduğu eşyaları tespit etmek mümkündür. Sicilde geçen tereke kayıtlarına ve miras taksim işlemlerine göre Kastamonu halkının kullandığı eşyalar şöyle belirtilebilir:

a) Mutfak eşyaları

Bağdadî cam, havan, sabun, bakır evani, ibrik, sahan, bakır tava, kahve ibriği, sandık, bakraç, kantar, sepet, birinç tepsi, kepçe, sini, cam tas, Kütahya fincanı, saf küreği, çakşır, leğen, şamdan, çanak, maşa, şişe, çubuk, mertabanî sahan, tabe, fincan, nühas kazgan, tas, hamam leğeni, sofra beşkiri, tencere

b) Ziynet Eşyası

alaca kutu, altun küpe, incili altun saç bağı, alçak altun bilezik, altun pazubend, incili kafes, al diraye, altun yüzük, sim kemer kuşak, altun bilezik, ayna, sim salkım,

c) Yatak ve Oturma Odası Takımları

ağaç sandık, dülbent, minder, alaca entari, fanus, Mısır hasır, alaca kilim, ferace, peşkir, alaca kutu, gömlek, peştemal, alaca yastık, hâlı, sanduka, basma yastık, hâlı seccade, saat, bez, Halep atlası, saç bağı, boğça, hamam gömleği, sansar kürk, boyalı bez, hamam leğeni, sarı seccade, cenber, havlu, sepet sandık, cüppe, kadife kavuk, sincap kürk, deri yastık, kadife yastık, tilki ve kedi derisi, diz bağı, kadife yorgan, ocak yaşmağı, don, kapu perdesi, yeşil atlas, düğme, kırmızı ihram ,yüklük, döşek, kırmızı kilim, zıbın

Miras hukuku dışındaki hukukî olaylardan biri de vasi tayinleridir. Vasi, her türlü tasarrufu yerine getirebilirdi. Yetim malını ve mal varlığını artırmak gayesiyle ticaret yapabilirdi. Ancak vasinin eline geçen bu mal emanetti. Kasıtlı olarak ziyan ederse tekrar yerine getirmesi zorunluydu. Vasi doğru, dürüst ancak yetersiz ise yanına kadı tarafından yardımcı tayin edilebilirdi1. Bütün bunlarla küçük yetimlerin haklarının korunması hukukî teminat altına alınmış oluyordu.

Mülk alım satımları da Kastamonu Şer’iye Sicilinde yer alan diğer bir hukukî olaydır. Kastamonu’da satılan mallar genellikle peşin para ile yapılmaktaydı. Mesela Araplar köyünde oturan Mehmet bin Musa Fakih, mülkü olan anbar, han, bahçe, tarla ve dağda olan üçte bir hissesini İshak Efendi’ye kırk adet guruşa nakit olarak satmıştır. Mal değişimi ya da hibe şeklinde satışlar birkaç yerde geçmektedir. Örneğin Atabek Gazi mahallesindeki Şaban Beyzade Mustafa Ağa samanhane, bir kapı ahır, fırın, avlu içindeki bir kapısı aşağıda bir kapısı yukarıda olan yerini bir gümüş yaldızlı kuşak ve yüz guruş karşılığında Recep’e satmıştır.

Adam öldürme ile ilgili fazla bir hüküm görülmemektedir. İki hüküm kasten adam öldürme ile ilgilidir. Bir hüküm ise kasta benzer adam öldürme ile ilgilidir.

Aynı şekilde nafaka ile ilgili de üç adet hükme rastlanmıştır. Bunlar aynî olarak alınmıştır.

lV. Kastamonu’da Askeri Faaliyetler

XVl. yüzyıla kadar Osmanlı ordusu dünyanın en büyük ordularından biri iken XVll. yüzyıla gelindiğinde her alanda görülen bozulmalar, orduda da görülmeye başladı. Bu durum 1683 Viyana kuşatması sırasında ve sonrasında daha da su yüzüne çıkmıştır. Hatta devlet seferler sırasında asker toplarken bile güçlüklerle karşılaşmıştır. Firar olayları ise oldukça yaygınlaşmıştır. Bunun üzerine bir takım tedbirler alınma yoluna gidilmiştir.

1 Halil CİN-Ahmet AKGÜNDÜZ, Türk Hukuk Tarihi, C. l-ll, İstanbul 1990, s. 129

Buna göre sefer sırasında firar eden kişilerin mallarına el konularak hazineye alınmış, tımarına el konularak faydası görülen kişilere verilmiştir.

Seferler için asker toplama görevi, incelediğimiz sicilden de anlaşılacağı üzere kadı, yeniçeri serdarı, kethüda, beylerbeyi, mütesellim ve vilayete verilmiştir. Sipah ve silahtarlar, sefere katılırken kendilerine ait olan mızrak, bayrak ve diğer harp araçlarını da beraberlerinde getirmeleri istenmiştir. Zamanında gelmeyenlerin veya firar edenlerin isim ve resimleri merkeze bildirilmiş, sefere katılanlara ise devlet gerek nakdî gerekse aynî olarak yardımda bulunmuştur.

Devletin yiyecek, cephane, levazım ve çadır malzemesini nakledebilmesi için yük hayvanı ve araba tedarik etmesi gerekiyordu. Özellikle yük hayvanı bu devirde önemli bir taşıma aracıydı. El koyma ve kira ödeme alışılmış metotlardı. Bu amaçla H. 1096 (1685) senesinde Kastamonu’dan sekiz baş katır alınmıştır. Yine aynı sene bu bölgeden kara kerç beygiri de alınmıştır.

Kara ordusunun yanı sıra donanma da son derece önemli idi. Osmanlı devleti’nin kuruluşu ile beraber küçükte olsa bir deniz kuvveti meydana getirilmişti. Daha sonra devletin gelişmesine paralel olarak deniz gücü gelişmiş ve XVl. yüzyılın ortalarında en üst seviyesine ulaşmıştı. Devlet donanma için gerekli bütün eşya ve levazımatı hazırlayacak ocaklık mahaller kurmuştu. Bunun dışında Osmanlı donanmasında hizmet eden bir çok görevli vardı. Ancak Kastamonu şer’iyye sicilinde yalnız kürekçilerden bahsedilmektedir. Harp esiri olan forsalardan başka devlet, kendi tebaasından genellikle yirmi haneden bir kürekçi alırdı. Geri kalan ondokuz hane ise bu kürekçilerin altı aylık iaşesini temin için para verirdi1. Ancak Kastamonu Şer’iyye Sicilinde savaş nedeniyle olacak ki her on haneden bir nefer kürekçi alınmıştır. Kastamonu’dan alınan kürekçilerin her bir neferine üç bin akça verilmesi belirtilmiştir. Bunun yüz altmış akçası kanuna göre yol gideri olarak verilecek, bunlar keselere konup mühürlendikten sonra kadırga reisine teslim edilecektir. Ayrıca harp masrafları ve giderleri için kazanın her bir hanesinden seksener akça yardım bedeli, küsür hanenin her birinden beş yüz akça kürekçi avarız bedeli alınmıştır. Toplam altı bin otuz akçadır. Bunlar toplanırken reayadan fazla para alınmaması için kadılar uyarılmıştır. İncelediğimiz sicilde ikaz niteliğinde hükümler bulunmaktadır. Bu hükümler, kadıların tavırlarını göstermesi açısından önemlidir.

Sonuç

Kastamonu bölgesi oldukça eski bir yerleşim yeridir. Tarih boyunca bir çok devlet ve dinin etkisi altında kalmıştır. Coğrafî konumunun dağlık olması, ikliminin elverişsizliği ve önemli ticaret yollarının dışında bulunması gibi sebeplerden dolayı fazla gelişme kaydedememiştir. Ancak egemenliği altına girmiş olduğu devletler için her zaman önemli bir yerleşim merkezi konumuna gelmiştir. Tarihini Orta Paleolitik devre kadar indirmek mümkündür. Türklerin eline ise 1071’den sonra, 1082 yılında geçmiştir. Bundan sonra Kastamonu yöresinde Türk hakimiyeti başlamıştır.

İdarî taksimatta Kastamonu, Anadolu Beylerbeyliğine bağlı bir sancak durumundaydı. Sancağın alanı geniş bir coğrafî bölgeyi kapsamaktaydı. Bunda bulunduğu yerin dağlık bir alan olmasının payı büyüktür. İncelediğimiz tarihler arasında Kastamonu Sancağına bağlı olarak 24 kaza, 5 nahiye, 72 köy ve 62 mahalle tespit edilmektedir.

1 İ. Hakkı UZUNÇARŞILI, Osmanlı Devletinde Merkez ve Bahriye Teşkilatı, Ankara 1984, s. 482

Bu durumda Kastamonu’da şehirleşme oranının yüksek olduğunu söyleyebiliriz. Ayrıca yine incelediğimiz sicilde, Kastamonu sancağının bazen arpalık olarak beylerbeyine verildiği de görülmektedir.

Osmanlı Devleti’nin genelinde olduğu gibi Kastamonu’da da iktisadî yapıyı büyük ölçüde tarım ve hayvancılık meydana getirmekteydi

En çok üretilen ürün tahıl, tahıllar içinde de arpadır. Bunun nedeni bölgede hayvancılığın önemli bir yer tutmuş olmasıdır.

Bu yüzyılda devletin doğuda ve batıda sürekli savaşması sebebiyle vergiler daha çok savaş masraflarını ve ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla toplanmaktadır. 1685-1686 yılları arasında batıda Avusturya ile savaşlar devam etmekteydi. Bunun etkilerinin Kastamonu’ya da yansıdığını görülmektedir. Özellikle bu bölgede nüzül ve sürsat vergileri sıkça toplanmıştır.

Sosyal hayata gelince; Kastamonu’da halkın büyük bir çoğunluğu Müslümandı. Gayrimüslim nüfusta yer almaktadır. Ancak bunlar daha çok metropolitliklerde yaşayan din adamlarıdır. Bundan başka halk, meslekî yapı ve sosyal statü bakımından da farklılık göstermekteydi. 1685-1686 Kastamonu şer’iyye sicilinde bir çok esnaf ve zanaatkâr zümresi kaydedilmiştir. Defterde genellikle meslekler şahıs isimlerinin altına yazılmıştır. Aynı zamanda tüccar ve göçebe halk da Kastamonu’da önemli bir yer tutmaktaydır. Çeşitli sanayi kuruluşları mevcuttu. Özellikle şemhane önemli bir gelire sahipti.

Sosyal hayatta önemli bir yer tutan kuruluşlardan biri de vakıflardı. Vakıfların sicilde geçmesi Kastamonu’da sosyal ve kültürel hayatın canlılığını göstermektedir.

XVll. yüzyılda Osmanlı topraklarının genelinde olduğu gibi Kastamonu’da da eşkiyalık faaliyetleri oldukça fazladır. Bunda savaşların etkisi büyüktür. Kastamonu’daki eşkiyalık olaylarını daha çok yol kesen eşkiyaları ile sekban ve sarucalar meydana getirmekteydi. Ayrıca devlet adamlarının da halktan haksız vergiler aldığı görülmektedir.

XVll. yüzyılda Kastamonu’daki hukukî olaylar genelde miras, mülk alım-satımı ve adam öldürme başlıkları altında toplanabilir. Özellikle miras paylaşımı sırasında belirtilen eşyalardan Kastamonu’da halkın bu yüzyılda hangi eşyaları kullandığını öğrenmemiz mümkündür.

Bu yüzyılda meydana gelen Osmanlı-Avusturya savaşlarının etkisini aşağı yukarı sicildeki bir çok hükümde görmek mümkündür. Kastamonu’dan gerek kara ordusu gerekse donanma için asker tedarikine gidilmiştir. Savaş masraflarını karşılamak için de avarız vergisi toplanmıştır. Ayrıca nakil işinde kullanılmak üzere Kastamonu ve çevresinden katır alınmıştır. Dolayısıyla Kastamonu bu yüzyılda meydana gelen savaşlarda üzerine düşen görevi yapmış, ancak Osmanlı toplumunun genelinde olduğu gibi sosyal, ekonomik ve siyasi yönden büyük ölçüde etkilenmiştir.

*Pelin İSKENDER O.M.Ü. Eğitim Fakültesi, O.S.A.E.B., Tarih Eğitimi Anabilim Dalı, Samsun. (Ekim 2005 Cilt: 13 No: 2 Kastamonu Eğitim Dergisi 565-582)

Kaynaklar

1. H. 1096 Kastamonu Şer’iyye Sicili

2. H.1285 (1868) Tarihli Kastamonu Vilayet Salnamesi

3. ABDULKADİROĞLU Abdülkerim, “Bursalı Beliğ’in Eserinde Kastamonu ve Kastamonulu Zevat”, Türk Tarihi ve Kültüründe Kastamonu Tebliğler (19-21 Ekim 1988 Kastamonu), Ankara 1989 582 Pelin İSKENDER

4. AKDAĞ Mustafa, Türkiye’nin İktisadî ve İçtimaî Tarihi, C. ll, İstanbul 1979

5. BARKAN Ö. Lütfü, “Öşür”, İslam Ansiklopedisi, C. lX

6. ÇAĞATAY Neşet, “Osmanlı İmparatorluğunda Reayadan Alınan Vergiler ve Resimler”, AÜDTCFD, C.V / 5, Ankara 1947

7. ÇETİN Atilla, Başbakanlık Arşivi Klavuzu, İstanbul,1979

8. DARKOT Besim, “Kastamonu”, İslam Ansiklopedisi, C. Vl

9. ERYILMAZ Bilal, Osmanlı Devleti’nde Millet Sistemi, İstanbul 1992

10. GÜÇER Lütfi, XVl-XVll. Asırlarda Osmanlı İmparatorluğunda Hububat ve Hububattan Alınan Vergiler, İstanbul 1964

11. GÜRKAN Feyyaz , “Şer’iyye Mahkemeleri Sicilleri Üzerine Bir Araştırma”,lX. Türk Kongresi Kongreye Sunulan Bildiriler (21-25 Eylül 1981 Ankara), Cilt ll, Ankara 1988

12. İLGÜREL Mücteba, “Şer’iyye Sicillerinin Toplu Kataloguna Doğru” , İÜEF Tarih Dergisi, S. 28, İstanbul 1975

13. İNALCIK Halil, “Osmanlılarda Raiyyet Rüsumu”, Belleten, C. XXlll / 9, Ankara 1959

14. GÖKBİLGİN Tayip, “Nahiye”, İslam Ansiklopedisi, C. lX

15. İSKENDER Pelin, XVll. Yüzyılın İkinci Yarısında Kastamonu Şer’iyye Sicili (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), C.l-ll, Samsun 1994

16. MİROĞLU İsmet, Kemah Sancağı ve Erzincan Kazası (1520-1566), Ankara 1990

17. ORHONLU Cengiz, Osmanlı İmparatorluğu’nda Aşiretlerin İskanı, İstanbul 1987

18. ORTAYLI İlber, Türkiye İdare Tarihi, Ankara 1979

19. ÖZDEMİR Rıfat , XlX. Yüzyılın İlk Yarısında Ankara (1785-1840), Ankara 1986

20. ŞEMSEDDİN SAMİ, Kamûsü’l-A’lâm, C.V, İstanbul 1994

21. ÖZKAYA Yücel, Osmanlı İmparatorluğunda Âyânlık, Ankara 1994

22. PAKALIN M. Zeki, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, C. ll, İstanbul 1993

23. PARMAKSIZOĞLU İsmet, İbn Batuta Seyahatnâmesi’nden Seçmeler, Ankara 1999

24. SEVİNÇ Necdet, Osmanlılarda Sosyo-Ekonomik Yapı-l, 1978

25. UZUNÇARŞILI İ. Hakkı, Osmanlı Devletinde Merkez ve Bahriye Teşkilatı, Ankara 1984

26. ________________, Osmanlı Devleti’nin İlmiye Teşkilatı,Ankara 1988

27. ÜNAL M.Ali, XVl. Yüzyılda Harput Sancağı(1518-1566),Ankara 1989

28. _____________ ,“XVll. Yüzyılın Başlarında Harput Mukata’asına Ait Bir İcmal Muhasebe Defteri”, OMÜEFD, Samsun 1988, S. 3

29. YEDİYILDIZ Bahaeddin, “Vakıf”, İslam Ansiklopedisi, C. Xlll, İstanbul 1993

30. YILMAZ Muammer, Cem Sultan, Ankara 2001

*Pelin İSKENDER O.M.Ü. Eğitim Fakültesi, O.S.A.E.B., Tarih Eğitimi Anabilim Dalı, Samsun. (Ekim 2005 Cilt: 13 No: 2 Kastamonu Eğitim Dergisi 565-582) XVII. YÜZYIL ŞER’İYYE SİCİLİNE GÖRE KASTAMONU

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Kastamonu Yöresi Geleneksel Maşrapa Konuşturma ve Keloğlanın Evlenmesi Oyunu

Maşrapa Konuşturma Oyunu: Köy dışından yabancı misafir geldiğinde kadınlar arasında oynanan bir oyundur. Oyunbaşı, öncelikle …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Babanın etkisi başka

Yıllar önce, ‘Ailede annenin pozisyonu ve yeri daha çok şefkat etmek şeklinde, babanınki de otoriteye …

Kapat