Ana Sayfa / İLİM - KÜLTÜR – SANAT – FİKRİYAT / Makaleler / Sahabeye niçin yetişilmez? – 4

Sahabeye niçin yetişilmez? – 4

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İctihad yapmada ve Kur’an ve sünnetten hüküm çıkarmada yani Cenab-ı Hakk’ın emir ve yasaklarını kelamından anlamak hususunda Sahabelere yetişilemez.

Beşinci sebep: İctihad yapmada ve Kur’an ve sünnetten hüküm çıkarmada yani Cenab-ı Hakk’ın emir ve yasaklarını kelamından anlamak hususunda Sahabelere yetişilemez. Bu bahsi daha önce izah ettiğimizden bu makamda sadece kısa bir işaret ile iktifa ediyoruz:

O zamandaki o büyük inkılap Allah’ın razı olduğu şeyleri ve İlahî hükümleri anlamak üzerine dönüyordu. Bundan başka hiçbir şey akılları ve kalpleri meşgul etmiyordu. Bütün zihinler Kur’an ve sünnetin hükümlerini anlamaya müteveccih idi. Bütün kalpler, “Rabb’imizin bizden istediği nedir?” diye merak ederdi. Zamanın durumu bu hâli ders verecek ve hissettirecek bir tarzda cereyan ediyordu. Bütün konuşmalar ve sohbetler bu manalar üzerine vuku buluyordu. Her şey, her hâl, bütün muhavereler, konuşmalar, sohbetler ve hikâyeler bu manaları ders verecek bir tarzda cereyan ettiğinden her şey onlara bir muallim oluyor ve bu sayede ictihad kabiliyetleri kendiliğinden kemale ulaşıp fikirleri nurlanıyordu. Âdeta ictihad ve hüküm çıkarmadaki yetenekleri kibrit gibi olup bir çakmakla yanıyordu.

Bu asırda ise bir Sahabenin bir günde veya bir ayda kazandığı ictihad mertebesini o sahabenin zekâ derecesinde ve kabiliyetinde olan başka bir adam on senede, belki yüz senede kazanamaz. Çünkü şimdi ebedî saadete bedel dünya saadeti medar-ı nazardır. Beşerin dikkati başka maksatlara müteveccihtir. Tevekkülsüzlük içindeki geçim derdi ruhu sersem ediyor. Felsefi akımlar ve maddecilik akla körlük veriyor. Ve bunlar neticesinde beşerin toplum hayatı o şahsın zihnine ve kabiliyetine ictihad hususunda bir kuvvet vermediği gibi dağınıklık veriyor ve şaşırtıyor. Ona muallim değil, zihnini körelten bir unsur oluyor. Bu sebeple de Sahabenin on senede kazandığını öteki yüz senede kazanamıyor.

Sahabelerin kurbiyet-i İlahiye noktasındaki makamlarına velayet ayağıyla yetişilemez.

Altıncı sebep: Sahabelerin kurbiyet-i İlahiye noktasındaki makamlarına velayet ayağıyla yetişilemez. Son derece ince olan bu meselenin izahına geçmeden önce “Akrebiyet” ve “Kurbiyet” kelimelerinin manalarını öğrenmemiz gerekiyor.

Akrebiyet: Cenab-ı Hakk’ın insana olan yakınlığıdır.

Kurbiyet ise: Bir şeye kendi gayretiyle yakınlaşmaktır.

Mesela güneş bize çok yakındır. Işığı ile başımızı okşar ve göz bebeğimizde parlar. Biz ise güneşe çok uzağız. Aramızda 150.000.000 km var. Şimdi güneşin yakınlığını kazanmak iki cihetle olur:

Birincisi: Akrebiyettir. Yani güneşin bize yakınlığı cihetiyle ona yakın olmaktır.

İkincisi: Kurbiyettir. Yani güneşin bize olan uzaklığı sebebiyle bizim ona yaklaşmamızdır. Bu cihetten güneşe yakın olabilmek için çok mertebeleri aşmak ve semada çok uzun bir seyahat yapmak gerekir ki, güneşe yakınlık kazanılabilsin.

Aynen bunun gibi, Cenab-ı Hakk’ın da bize karşı iki ciheti vardır: Birinci cihetle Cenab-ı Hakk bize yakındır, hem de her şeyden daha fazla yakındır. İsim ve sıfatlarının tecellisi ile bizleri ihata etmiştir. İkinci cihetle ise biz O’ndan nihayetsiz uzağız.

Allah’ın yakınlığını kazanmak ise iki suretle olur:

Birisi: Akrebiyetin inkişafıyladır, yani Allah’ın bize yakınlığı cihetiyledir.

İkincisi: Kurbiyet cihetiyledir, yani bizim uzaklığımız noktasında mertebeleri geçerek bir derece yakınlığa müşerref olmaktır.

Peygamberimizin hakiki varisleri olan Sahabeler Efendimizin (s.a.v.) sohbetine mazhar olmak cihetiyle birinci surete mazhardırlar. Onların Cenab-ı Hakk’a olan yakınlığı akrebiyet cihetiyle, yani Allah-u Teâlâ’nın yakınlığına mazhar olmak cihetiyledir. Diğer velilerin yakınlığı ise kurbiyet cihetiyle olup mertebeleri katederek bir derece İlahî yakınlığa mazhar olmaktır ki, genellikle velayetin seyr-ü sülûkü ve nefsi ve afaki tefekkürler ile cereyan ediyor.

Sahabelerin mazhar olduğu birinci suret vehbidir, yani Allah vergisidir. Çalışarak ele geçen bir şey değildir. Rahmanî bir cezbedir ve mahbubiyet makamıdır. Burada yol kısadır, fakat çok yüksek ve metindir; çok halistir ve gölgesizdir.

Evliyaların yolu olan ikinci yol ise vehbi değil, kesbidir. Yani çalışarak ve zahmet çekerek ele geçer. Uzundur ve gölgelidir. Acayip harikaları, keramet ve keşifleri çok ise de kıymetçe evvelkisine yetişemez.

Bu iki yolun farkını şu misalle anlayabiliriz:

Mesela dünkü güne bugün yetişmek için iki yol vardır:

Birincisi: Zamanın cereyanına tabi olmayarak kudsi bir kuvvet ile zamanın üstüne çıkıp dünü bugün gibi hazır görmektir.

İkincisi: Bir sene ileri gidip dönüp dolaşıp düne gelmektir, fakat yine dünü elde tutamaz; onu bırakıp gider.

Aynen bunun gibi, zahirden hakikate geçmek de iki suretledir:

Birincisi: Doğrudan doğruya hakikatin cezbesine kapılıp tarikat berzahına girmeden hakikatin kendisine ulaşmaktır. İşte bu yol sahabelerin yoludur.

İkincisi: Çok mertebelerden seyr-ü sülûk suretiyle geçmektir. Bu yol ise velilerin yolu olup birinci yola kıyasla mertebesi çok düşüktür.

Bu ince hakikatin daha geniş izahını ilgili kitaplara havale ediyor ve bu uzun meseleyi burada kısa kesiyoruz.

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Risâle-i Nur’da Ramazan Bayramı Bahisleri

RİSALE-İ NUR’DA RAMAZAN BAYRAMI BAHİSLERİ 28. Lema 10. Nükte Nev-i beşerin ağlanacak gülmelerine, endişe-i istikbal …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Ticaret Gemilerinde Ramazan / Vehbi KARA

Gemilerde özellikle deniz ortasında oruç tutmak geminin rotasına göre değişkendir. Çünkü seyir süresince günler uzar …

Kapat