Ana Sayfa / Uncategorized / 2015 Seçim Sonuçları ve Bir Değerlendirme / Vehbi KARA

2015 Seçim Sonuçları ve Bir Değerlendirme / Vehbi KARA

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Vehbi KARA

2015 Seçim Sonuçları ve Bir Değerlendirme

2015 Seçimleri resmi olmayan seçim sonuçları açıklandı. Ak Parti Hükümeti, tek başına iktidara ulaşamadı. Buna mukabil saçma sapan bir seçim barajı sayesinde ırkçı ve bölücü bir parti % 13 gibi bir oyla kilit parti haline geldi.

Elbette böyle bir sonucu dahi ülkemizin yararına değerlendirecek siyaset adamları vardır. Üstelik 12 yıl ülkemizi başarı ile yöneten ve şimdi Cumhurbaşkanı olan Erdoğan güzel ve hayırlı çözümler üretecektir. Asa en tekrehü şey’ün ve hüve hayrün leküm-Umulurki sizin kerih gördüğünüzde hayırlar vardır.

Bu meseleyi siyasetçilere bırakıp önemli gördüğüm ve çok değer verdiğim bazı asker arkadaşlarıma anlatmaya çalıştığım bir konuya “eyalet sistemine” yani adem-i merkeziyetçilik konusuna eğilmek istiyorum. Bu konuda daha önce makale yazdım fakat güncel olması nedeni ile tekrar etmek mecburiyeti duyuyorum.

Anadolu Selçuklu Devleti yıkıldıktan sonra Anadolu beylikleri adı verilen onlarca devlet türedi. Bu beyliklerin bir kısmı oldukça büyük hatta devlet ölçeğinde güçlü bir yapıları vardı. (Karamanoğlu gibi)
Bu beylikler “tevaif-i mülük kavgası” adı verilen ve iki yüzyıl boyunca savaşlara sebep olan saltanat ve hükümdarlık savaşlarına tutuştular. Hepsi de Türk beyliği olmasına rağmen en ufak bir bahane ile savaşmaktan çekinmediler.
Şükür olsun ki Osmanlı Beyliği ve onun hem savaşta hem de yönetimde dirayetli yetenekli yöneticileri tek bir devlet çatısı altında bu beylikleri birleştirdi ve savaşlara son verdi. Elbette bu savaştan en fazla istifade eden Haçlılar ve İslam’a savaş açmış topluluklardı.
Yavuz Sultan Selim Han ki şöyle demiştir:

Milletimde ihtilâf ü tefrika endîşesi
Kûşe-i kabrimde hattâ bîkarar eyler beni
İttihâdken savlet-i a’dâyı def’e çâremiz,
İttihâd etmezse millet dağ-dâr eyler beni.

Diyerek bu kavgaya bir son vermiş Türk ve Müslüman toplumları tek bir bayrak altında toplamaya muvaffak olmuştur. Kabri pür nur olsun, Rabbim rahmetini esirgemesin…

 

Şimdi aradan 450 yıl geçtikten sonra bu sefer yine eyalet sistemi adı altında Türk ve Müslüman toplumlar arasında nifak çıkarmak birbirine düşman etmek gayesi güdülmektedir. Öncelikle eyalet sistemi daha sonra da eyaletle sınırlı kalmayıp bağımsız devlet kurulması amaçlanmaktadır. Bu sayede tek bir devleti (Türkiye Cumhuriyetini) yutamayan veya istediği planları rahatlıkla uygulatamayan İslam düşmanları çok daha kolaylıkla amaçlarına ulaşma imkânı bulacaklardır. Bunun örneği tarihte çoktur. Önce parçalamayı sonra da yutmayı çıkarlarına alet etmeyi Batılı devletler daima uygulamış ve kirli amaçlarına kolayca ulaşmışlardır.
Müslüman toplumlarını bir Avrupa toplumu gibi göremeyiz. Örneğin bir Alman toplumunda seviye ve irfan birbirilerine çok yakındır. Medenileşmiş olduklarından kanunlara uyma konusunda sorun yaşamamaktadırlar. Buna mukabil Anadolu’da yaşayan İslam toplumları henüz aynı seviyeye gelememişlerdir. Feodal toplum özelliklerini taşıyan halk gruplarının yanı sıra şehirlerde Batılı tarzda yaşayan insanlara dahi rastlanmaktadır. Ne zaman gelir ki seviye ve irfan bir olur işte o tarihte eyalet sitemi yararlı olur devletimiz parçalanmadan Amerika ve Almanya’da olduğu gibi bölgesel yönetimlerle yönetilebilir.
Aksi takdirde savaşların kavga ve gürültülerin eksik olmadığı bir Ortadoğu coğrafyasında “eyalet sistemi” tam bir felaket olacaktır. Zaten HDP isimli parti öncelikle bu amaçla hareket etmekte ve Batılılar tarafından hararetle desteklenmektedir. Şimdi bize düşen vazife “eyalet sistemi” ve benzeri yaklaşımlardan uzak durarak üniter devlet yönetimini temin etmeye gayret etmektir.
Güneydoğu’ya giderek çalışma yapan ve sorunları çözmeye çalışan ASDER üyesi arkadaşlarımızın aynı soruları Anadolu’nun Batısında, Kuzeyinde ve Güneyinde sorsalar alacakları cevaplar çok farklı olacaktır. Bu nedenle çalışma yapılan grupların tarihi ve sosyal yapıları da incelenerek erken bir karara varmamak, eyalet sistemini bir başka deyişle “adem-i merkeziyeti” savunmamak gerektir.
Bu konuda 100 yıl önce Prens Sabahattin’e mektup yazarak düşüncelerini aktaran Bediüzzaman’a kulak vermeliyiz. Çünkü bu topraklar doğmuş ve büyümüş her şeyi şeriatın kuralları ile muvazene eden hayatını İman ve Kuran’a hizmet için adamış hapis ve sürgünlerde geçirmiş bu zatı dinlememek büyük hatadır. Onun mektubunu izah eden bir makalem şöyledir:

Bediüzzaman, adem-i merkeziyetçilik yani eyalet sistemi hakkında; birlik rabıtalarını ve yollarını ortadan kaldıracak, keşmekeşi doğuracak, Anadolu Beyliklerinin birbirleri ile savaşmasını ifade eden “tavaif-i mülük” kavgası olacak şekilde değerlendirmiştir. Eyalet sistemini Münazarat isimli eserinde eleştirirken “beylik ve muhtariyetin ammizadesi (kardeş çocuğu)” olarak gördüğünü ifade etmiştir.
Bitlis’te dünyaya gelmiş eğitimini, çocukluğunu ve gençliğini bu topraklarda geçirmiş bir insan olarak Bediüzzaman’ın ülkemizin Kürt coğrafyası hakkındaki görüşleri elbette çok önemlidir. Zamanın gördüğü en büyük İslam Alimlerinden biri olması yanında sosyal ve siyasi olaylara bakış açısı ile insanlık alemine büyük katkılarda bulunmuş Bediüzzaman’ın eyalet sistemi hakkındaki görüşleri de dikkat çekicidir. Onun eserlerinden istifade etmek her vatan evladının boynuna bir borçtur. Bakın Osmanlı aydınlarından Prens Sabahattin’e yazmış olduğu mektupta neler söylemiş:
“Prens Sabahaddin Bey’in su-i telakki olunan güzel fikrine cevab:
Hayat ittihaddadır. Benim gibi bir bedevinin fikri, fıtrat-ı asliyeye daha yakın olduğu için muhakemesi de tabii olduğundan, sun’iden daha mükemmel olacaktır. Şöyle ki:
Efrad mabeyninde muhabbet-i millî, zerrat mabeynindeki (atomlar arasındaki) cazibe-i cüz’iyeleri (küçük çekim kuvveti) gibi, bir muhassal (biraraya getirilmesiyle) teşkiliyle.. cihet-ül vahdetimiz (birlik yönümüz) olan usul-ü merkeziyeyi intac edeceğinden, ittihad ve muhabbet-i millî revabıtını tahkim eylemekle zülal-i medeniyet o mecrada seyelan ederek şu anasır-ı muhtelifeyi (farklı unsurları) bir seviyeye getirdiğinden aheng-i terakki hoş bir nağme ile ecnebilerin sımah-ı hassasında (kulaklarında) tanin-endaz edecektir.
Hem de her kavmin mabih-il bekası olan âdât-ı milliye ve lisan-ı kavmiyeye ve istidad-ı efkâra muvafık, hükümet teşebbüsata başlamalı.. tâ ki makine-i terakkiyat-ı medeniyetin buharı hükmünde olan müsabakayı intac edecek bir hiss-i rekabet peyda olabilsin.
Yoksa bu revabıt ve mecariyi fekkedecek (rabıtaları ve yolları ortadan kaldıracak) adem-i merkeziyet fikri, veyahut onun ammizadesi unsura mahsus siyasi kulübler – zaten merkezden nefret var- istibdad ciheti ile ve şiddet-i ihtilaf-ı unsur ve mezheb sebebiyle birden bire kuvve-i anilmerkeziyeye inkılab edeceğinden, tevsi-i me’zuniyet kabına vahşetin galeyaniyle sığmayacağından Osmanlılık ve meşrutiyet perdesini birden feveran ile yırtacak; bir muhtariyete ve sonra istiklaliyete ve sonra tevaif-i mülûk suretini giydiğinden hiss-i rekabet daiyesiyle vahşetin ve adem-i müsavatın mahsulü olan fikr-i istila yardımıyla bir mücadele-i keşmekeş intac edeceğinden öyle bir zenb-i azîm olur ki, hürriyetteki hasene-i uzmaya menafi-i umumi mizaniyle tartılsa müvazi, belki ağır gelecektir.
Seviye-i irfanı bir mütemeddin devlet, -Alman gibi- libas-ı siyaseti kâmet-i istidadımıza ya kısa veya uzun olacaktır. Zira seviyemiz bir değildir. Tıbbın eski bir düsturudur ki; her illet, zıdd-ı tabiatiyle tedavi olunur. Binaenaleyh mizac-ı ittihad-ı millete ârız sümun-u istibdad ile istidad ve meyl-i iftirak marazı izale veya tevkif lâzım iken, adem-i merkeziyet veyahut onun kardeşioğlu gayr-ı mahlut siyasi kulübler sirayetine yardım ve önüne menfezler, kapılar açmak, muhalif-i kaide-i hikmet ve tıb olduğun- dan bir deha-yı mücessemin ki, fatiha-i zaferi istihsal, hasene-i uzma-yı hür- riyet ve ittihad-ı millî iken.. böyle bir iftirakın zenb-i azîmiyle hatime çekmek, onüç asır evvel ölmüş asabiyet-i cahiliyeyi ihya ile fitneyi ikaz etmek ve Asya’nın mahall-i saadetimiz olan sema-i müstakbeldeki cinanı, cehenneme döndürmek, hamiyet ve ulüvv-ü cenablarına yakıştıramıyorum.
Onun te’vili güzel, fikren taakkul edebiliyoruz. Amma istidadımızla amelen tatbik edemeyiz. Tatbikine çok zaman lâzım…
Biz ki ekseriz, muvahhidiz. Tevhidle mükellef olduğumuz gibi, ittihadı te’sis edecek muhabbet-i milliye ile de muvazzafız. Eğer unsur lâzım ise, unsur için bize İslâmiyet kâfidir”.
Bu yazı o günün lisanı ile yazılmış olsa da dört başlıkta şu hususları anlamak mümkündür:
I- Merkezden nefret eden unsur ve milletlerde ayrılık fikirleri bütün bütün alevlenir; onları tatbike dökme imkânı bulurlar.
II- Bu ayrılık fikirlerinin tatbike dökülmesi sonunda, öyle bir vahşet doğar ki, “adem-i merkeziyet” ve “tevsi-i mezuniyet” fikri kabına sığmayıp patlar.
III- Oluşan bu vahşet, Osmanlılığın ümit bağladığı meşrutiyet perdesi üzerine öylesine bir baskı yapacak ki, bu perde tazyike dayanamayıp yıkılacaktır. Bunun sonucu olarak da muhtariyete kapı açılacak, sonra da istiklaliyete dönüşecektir.
IV- Daha sonra da krallıklar halinde sayısız küçük devletçikler oluşacaktır. Bu devletçikler arasında bir rekabet hissi ve eşitsizliğin sonucu istila fikriyle keşmekeş bir mücadele başlayacaktır.
Arapçada meşhur bir söz vardır; “Men talebeş’ şey’e min gayri evanihi ukibe bihirmanihi” yani kim olgunlaşmadan bir maksudu talep ederse mahrumiyetle cezalandırılır. İşte aynen bunun gibi zamanı gelmeden iyi bir şeye dahi teşebbüs etseniz muvaffak olamazsınız.
Eğer Alman devleti gibi seviyemiz bir olursa o vakit “eyalet sistemi” veya “adem-i merkeziyet” uygulanabilir ve faydalı olur. Yoksa elbisesi kısa gelmiş bir biçare insan gibi aleme maskara oluruz. Özellikle hürriyet kavramının doğru dürüst telakki edilmediği ve ırkçılığın son derece kuvvetli olduğu bir zamanda eyalet sistemini kabul etmek parçalanmaya ve bölünmeye sebep olacaktır.
Biz ki çoğunluk olan Müslümanlar Allah’ın birliğine inanırız, muvahhidiz. Tevhidle, birlikle mükellef olduğumuz gibi, ittihadı tesis edecek muhabbet ve sevgi ile vazifeliyiz. Eğer ırk, kavim lâzım ise, unsur için bize İslâmiyet kâfidir, vesselam…

Yazar : Vehbi KARA

Dr. Vehbi KARA, 1965 Yılında İstanbul’da doğdu. İlk ve orta eğitimini yine İstanbul’da tamamladıktan sonra 1982 yılında Deniz Harp Okuluna girerek askeri öğrenci olarak eğitimine devam etti. 1986 Yılında Kontrol Sistemleri bölümünden Elektrik-Elektronik Mühendisi olarak mezun olduktan sonra Teğmen rütbesi ile Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na bağlı savaş gemilerinde ve karargâh birimlerinde deniz subayı olarak görev yaptı. Savaş gemilerinde güdümlü mermi ve top atışlarında birincilik kazanmıştır. 1997’de Yüzbaşı rütbesinde iken askerlik mesleğinden ayrıldı ve ticaret gemilerinde çalışmaya başladı. Gemi Kaptanı olarak çeşitli ülkelere ait 30’dan fazla ticari gemide görev yapmış çalıştığı firmalardan ödüller almıştır. 2011 Yılında Araştırmacı kadrosu ile İstanbul Üniversitesinde göreve başladı ve halen de bu üniversitenin Su Ürünleri Fakültesinde ve Mühendislik Fakültesinde denizcilikle ilgili meslek dersleri öğretmenliği görevini yürütmektedir. 1997 Yılında İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Uluslararası İlişkiler Bölümünde “Petrole Dayalı Stratejiler ve Uluslararası İlişkilerde Petrolün Rolü” isimli çalışması ile yüksek lisans eğitimini tamamlamıştır. 2015 Yılında İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Çalışma Ekonomisi ve Endüstri ilişkileri Bölümünde “Çalışma İlişkileri Açısından Kapitalizm Sonrası Dönem: Malikiyet ve Serbestiyet Devri” başlıklı çalışması ile doktora eğitimini tamamlamıştır. Uzakyol Kaptanı yeterliliğinde gemi kaptanlığı, Denizci Eğitimci Belgesi ve Elektrik-Elektronik Mühendisliği sertifikaları mevcuttur. Denizcilik, askerlik, tarih ve iktisat konularında çeşitli dergi, gazete ve internet sitelerinde makaleler yazan Vehbi KARA’nın “Bahriyede 15 Yıl” ve “Altı Ayda Altı Kıta” isimli iki kitabı bulunmaktadır. Evli ve iki çocuk babasıdır.

Tüm Yazıları Göster
Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Önceki yazıyı okuyun:
Ahî Mehmed Çelebi

Ahî Mehmed Çelebi (ö. 930/1524)Fâtih, II. Bayezid, Yavuz ve Kanûnî devirlerinde yaşayan ve iki defa hekimbaşılık yapan …

Kapat