Ana Sayfa / İLİM - KÜLTÜR – SANAT – FİKRİYAT / Makaleler / Eczacılık ve Eczacılık Tarihi

Eczacılık ve Eczacılık Tarihi

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

ECZACILIK VE ECZACILIK TARİHİ

Eczacılık, ilâç hazırlama sanatı.

Arapça’da eczacılık karşılığında saydele kelimesi kullanılmakta olup bu dile Sanskritçe’den geçmiştir. Fenn-i saydelânî ve fenn-i ispençiyârî de denilen eczacılık ilk dönemlerde hekimler tarafından yürütülüyor ve hekimler hastaları için öngördükleri ilâçları “kökçü, otçu” veya “attar” adı verilen esnaf grubundan sağladıkları ilâç ham maddeleriyle kendileri hazırlıyorlardı.

Hekimlik ve eczacılık sanatlarının birbirinden ayrılması, ancak IX-XII. yüzyıllar arasında ve her ülkede değişik zamanlarda gerçekleşmiştir. İslâm dünyasında bu ayrılma Abbâsîler döneminde IX. yüzyılda başlamış ve bu dönemde hekimlerden ayrılan eczacılar attarlardan da ayrı kabul edilmiştir. Yine bu dönemde Halife Me’mûn (813-833), ilâçların devlet kontrolünde yapılması ilkesini getirerek tıbba ve eczacılığa önemli bir katkıda bulunmuştur.

Bir attar dükkânından pek farklı olmamakla birlikte ilk eczahanenin 148 (765) yılında Bağdat’ta faaliyete geçtiği sanılmaktadır. IX. yüzyıldan itibaren ise içinde ayrı bir ilâç yapım laboratuvarı bulunan eczahanelerin açıldığı, buralarda toz, şurup, macun, akrâs* ve fitil gibi sayısı yetmiş dolayında olan ilâç çeşidinin üretildiği, ayrıca bunlardan ağız yoluyla kullanılanların kolaylıkla alınmasını sağlamak için tat ve koku veren maddelerle karıştırılarak hazırlandığı bilinmektedir.

Kaynaklarda ilâçların basit (el-edviyetü’l-müfrede) ve birleşik (el-edviyetü’l-mürekkebe) olmak üzere iki ana bölüme ayrıldığı görülür. Basit ilâçlar, modern eczacılıkta “drog” denilen bir tek maddeden ibaret olup aynı zamanda birleşik ilâçların ham maddesini teşkil ederler. Önceleri yalnız bitkisel ve kimyasal kökenli olan basit ilâçlara sonradan hayvansal droglar da eklenmiştir. Birleşik ilâçlar ise yapısında birden fazla basit ilâç bulunan maddelerdir ve tedavi açısından birçok etkiye sahip oldukları için kullanım alanları çok daha geniştir.

İslâm eczacıları yeni ilâç şekillerini ve yeni drogları tedavi alanına soktukları gibi ilâç yapımında kullanılan alet ve teknikleri de geliştirmişlerdir. Örnek olarak Ebü’l-Kāsım ez-Zehrâvî’nin (ö. 400/1010 ?) et-Tasrîf adlı ansiklopedik eserinin (Millet Ktp., Ali Emîrî, nr. 2854) 28. risâlesinde resimleri bulunan ve haklarında bilgi verilen üç alet gösterilebilir.

Bunlardan ikisi tenzu kursu (pastil) yapmakta kullanılan tahta kalıp (bk. AKRÂS), diğeri ise suda kaynatılan veya su içinde uzun süre beklemeye bırakılan bitkisel maddelerin tortularını süzmeye yarayan üç katlı bir süzgeçtir.

Ortaçağ’ın Müslüman eczacıları ilâç şekilleri, ilâç yapımında kullanılan aletler ve uygulanan yöntemlerle ilgili buluşları sayesinde eczacılık sanatının gelişmesine önemli katkıda bulunmalarından başka ilâçlar ve bunların tedavideki etkileri üzerine kitap yazmak suretiyle de Doğu droglarının ve ilâç hazırlama tekniklerinin Avrupa ülkelerinde tanınmasına imkân sağlamışlardır.

Hz. Peygamber’in hastalıklarla ilgili hadislerinde, ilâç olarak kullanılan yetmiş civarında maddenin adı geçmekte ve İslâm dünyasında VIII. yüzyıldan itibaren ilâçlar hakkında birçok eserin kaleme alındığı görülmektedir. Mâsercis’in (II./VIII. yüzyıl) Kitâbü Kuve’l-‘akākīr ve menâfi’ihâ ve mazârrihâ adlı eseri bu konuda yazılan ilk müstakil kitaptır. Yine ilk eserlerden olan Ya‘kub b. İshak el-Kindî’nin (ö. 260/873 ?) Kitâbü Cevâmi’i’l-edviyeti’l-müfrede li-Câlînûs’u, Galen’in basit ilâçlar hakkındaki kitabından yapılan bir özettir; Kindî ayrıca birleşik ilâçlar konusunda da Kitâbü’l-Akrâbâzîn’i yazmıştır.

Huneyn b. İshak ve Câbir b. Hayyân gibi bazı IX. yüzyıl hekim ve bilginleri “el-Edviyetü’l-müfrede” adıyla birçok eser yazarken Sâbûr b. Sehl bir akrâbâzîn* kaleme almış, Ali b. Rabben et-Taberî de (ö. 247/861’den sonra) Firdevsü’l-hikme adlı ünlü eserinin altıncı nevinin ikinci ve üçüncü makalelerini ilâçlara ayırmıştır. Ebû Bekir er-Râzî ise (ö. 313/925) bir tıp ansiklopedisi mahiyetinde olan el-Hâvî’de alfabetik sıraya göre 829 ilâcın adını vermiş ve özelliklerini anlatmış, ayrıca el-Akrâbâzînü’l-kebîr ve el-Akrâbâzînü’s-saġīr adıyla iki kitap daha yazmıştır.

Kayrevanlı İbnü’l-Cezzâr (ö. 369/979) el-İ’timâd fi’l-edviyeti’l-müfrede adlı kitabında 294 basit ilâcı anlatmıştır. Ali b. Abbas el-Mecûsî’nin (ö. 384/994 ?) Kâmilü’s-sınâ’ati’t-tıbbiyye’sinin ikinci cüzünün ikinci makalesinde basit ilâçlar, onuncu makalesinde de birleşik ilâçlar hakkında çok değerli bilgiler bulunmaktadır. İbn Sînâ’nın (ö. 428/1037) el-Kānûn fi’t-tıbb’ının ikinci kitabı alfabetik olarak basit ilâçlar konusuna ayrılmış ve burada 800’ün üzerinde ilâca yer verilmiştir. Bîrûnî de (ö. 453/1061?) es-Saydele adlı eserinde 720 drogu alfabetik sırayla açıklamıştır. Ayrıca eczacılığın babası olarak kabul edilen Bîrûnî’nin bu eserinde eczacılık mesleğini tarif ettiği ve eczacının görevlerini çok açık bir şekilde belirttiği görülmektedir.

Bundan yaklaşık 150 yıl sonra yazılmış olan İbnü’l-Baytâr’ın (ö. 646/1248) el-Câmi’ li-müfredâti’l-edviye ve’l-agziye adlı kitabında ise 1400 kadar bitkisel drog hakkında bilgi bulunmaktadır. Özellikle son iki kitapta Galen döneminden beri tedavide kullanılanlardan başka demirhindi, havlican, ebûcehil karpuzu, kâfur, karanfil, kargabüken, kebâbiye, küçük hindistan cevizi, kroton yağı, misk, râvend ve sandal gibi birçoğu Doğu ülkelerine has drog tanıtılmıştır. İbnü’l-Baytâr’ın basit ilâçlar konusunda el-Mugnî fi’l-edviyeti’l-müfrede adlı bir eseri daha vardır. Kûhîn el-Attâr’ın (ö. 658/1260’tan sonra) Minhâcü’d-dükkân ve düstûrü’l-a’yân fî aǾmâl ve terâkîbi’l-edviyeti’n-nâfi’a li’l-ebdân adlı eseri de eczacılar için yazılmış önemli bir el kitabıdır.

Başlıcaları sıralanan bu eserlerin hemen hepsi Grekçe’ye ve Latince’ye, hatta bazıları İbrânîce’ye çevrilmiş ve bunlar Avrupa’da sonraki dönemler için örnek teşkil ettikleri gibi vazgeçilmez birer kaynak olarak da asırlarca kullanılmıştır. Müslüman hekimlerin tıp, kimya ve eczacılık alanındaki üstün başarıları sayesinde bugün Batı literatüründe başta chemie “kimya” (el-kîmiyâ) kelimesi olmak üzere alcali “soda; kül, kalya” (el-kalî), alcool “alkol” (el-kühl “göz ilâcı”), syrop “şurup” (şerûb) ve elixir “öz, hulâsa” (eliksîr) gibi Arapça kökenli 800 ilâç ve kimyasal madde ismi bulunmaktadır.

Osmanlılar’da Eczacılık. Evliya Çelebi, XVII. yüzyıl ortalarında ilâç hazırlama ve satma işiyle uğraşan esnafı attarlar, ilâç suları satanlar, macuncular, gülsuyucular, amberciler, buhurcular, ilâç yağları satanlar, esrarcılar, afyoncular, tutyacılar ve otbulucular olarak sıralamaktadır. Bu dönemde İstanbul’da bulunan attar dükkânı sayısı 2000 civarındaydı ve ayrıca 300 kadar da gezici attar vardı; toptancılar ise Mısır Çarşısı’nda satış yapıyorlardı.

Osmanlılar döneminde bugünkü anlamda eczahanelerin kuruluşu XVIII. yüzyılın ortalarından itibaren başlamış ve Kırım Savaşı (1854) sırasında İstanbul’a gelen Fransız ve İngiliz askerî hekim ve eczacılarının etkisiyle sayıları artmıştır. 1868 yılında İstanbul’da elli, Üsküdar’da on kadar eczahane olduğu ve bunların Osmanlı vatandaşı veya yabancı uyruklu gayri müslimlerce işletildiği bilinmektedir. Müslümanlar ancak 1880’li yıllardan itibaren eczahane açmaya başlamışlardır. 1900 yıllarında İstanbul’daki eczahane sayısı 200 civarındadır ve bunlardan yalnız on tanesinin sahibi Türk’tür.

XX. yüzyılın ilk yıllarında “eczacı dükkânı” denilen eczahaneler biri müşteri kabul kısmı, diğeri laboratuvar olmak üzere iki bölümden meydana geliyor ve bu iki kısım birbirinden ahşap bir camekânla ayrılıyordu. Laboratuvarda hazırlanan ilâçlar, duvarları cilâlı ağaçtan yapılmış camlı dolaplarla kaplı olan kabul bölümünde müşteriye verilirdi.

Dolap raflarında genellikle Fransa’dan getirilmiş porselen ilâç kavanozları ve hazır ilâçlar, alt kısımdaki çekmecelerde de bitkisel droglar ve sağlık malzemesi bulunurdu. Zehir etkisi taşıyan ilâçlar ise bugün de olduğu gibi özel dolaplarda saklanırdı. Her eczahanenin bir iki devamlı hekimi vardı ve bunlar civardan gelen hastalara genellikle eczahanenin üstündeki muayene odasında bakarlardı. Bu uygulama hastalarla hasta sahiplerine büyük bir kolaylık sağlamakta ve eczahaneyi mahallenin sağlık merkezi haline getirmekteydi.

1900 yıllarına kadar matbûh (dekoksiyon), menku‘ (infüzyon), müstahleb-sübye (emülsiyon), beyzî (ovül), sıbg, sıbga (tentür), hukne (lavman), lapa, kutur (göz damlası), mürevvih (liniment), hulâsa, şurup, macun ve hap adlarıyla gruplandırılan ilâçlar her hasta için reçetesine uygun biçimde özel olarak yapılırdı. Zamanla belirli bir formüle göre yapılmış hazır ilâçlar tedavi alanına girmeye başladı. “Müstahzarât-ı tıbbiyye” denilen bu ilâçların hekimler ve halk tarafından beğenilmesi üzerine sayıları kısa sürede çoğaldı ve eczacılar ilâç yapan kişiler yerine ilâç satan kişiler haline geldiler.

İlk dönemlerde özellikle Fransa, Almanya ve İngiltere gibi ülkelerden getirilen hazır ilâçların rağbet kazanması üzerine İstanbul’daki bazı eczacılar da bunların terkiplerine benzer nitelikte hazır ilâç yapmaya başladılar. İstanbul’da imal edilen yerli hazır ilâçlara “müstahzarât-ı tıbbiyye-i Osmâniyye” adı verilmiştir. 1895 yılından sonra Eczacı Ethem Pertev (Ertem) tarafından yapılan “Pertev şurubu” (syrop Pertev) ve Eczacı Ali Süreyya (Kalemcioğlu) tarafından yapılan “iksîr-i Süreyyâ” (elixir toni-digestif ferrugineux) adlı iki hazır ilâç büyük bir üne kavuşmuş ve dış ülkelere dahi ihraç edilmiştir.

İslâm ülkeleri arasında ilk defa eczacılık öğretimi, İstanbul’da 1839 yılında Mekteb-i Tıbbiyye-i Adliyye-i Şâhâne’de açılan üç yıl süreli eczacı sınıfı ile başlamıştır. Daha önce eczacılar Avrupa ülkelerinde de olduğu gibi usta-çırak yöntemiyle yetişiyordu. Bu sınıfa başlangıçta yalnız askerî yatılı öğrenciler alınıyor ve mezun olduklarında askerî hastahanelerde görevlendiriliyorlardı. 1858 yılından itibaren alınan sivil ve gündüzcü öğrenciler de eczacılık okumaya başlamışlardır.

Bu dönemde sivil eczacı ihtiyacını karşılamak için çıraklıktan yetişen kişilere de eczacı dükkânı açma izni veriliyor, ancak bunların Mekteb-i Tıbbiyye-i Adliyye-i Şâhâne hocaları arasından seçilen bir heyet tarafından imtihan edilmeleri ve eczacı ustası olduklarına dair bir tezkire almaları gerekiyordu. Bu şekilde eczahane açma hakkını alan kişilere “ikinci sınıf eczacı”, eczacı sınıfından veya dış ülkelerdeki bir eczacı okulundan diploma alanlara ise “birinci sınıf eczacı” unvanı veriliyordu. 1863 yılından itibaren 1277 (1861) tarihli Beledî İspençiyarlık Sanatının İcrasına Dair Nizamnâme uyarınca çıraklıktan yetişen kişilere “eczacı ustası” unvanı verme yöntemi kaldırılmıştır.

1867’de Mekteb-i Tıbbiyye-i Mülkiyye-i Şâhâne’de de bir eczacı sınıfı açılmış, 1908 yılında ise askerî ve sivil tıp okullarının birleştirilmesi üzerine eczacılık sınıflarının ikisi de kapatılarak idarî yönden yeni kurulan Tıp Fakültesi’ne bağlı Eczacı Mekteb-i Âlîsi açılmıştır. 1909’da Kadırga’daki eski Mekteb-i Tıbbiyye-i Mülkiyye-i Şâhâne binasında (Menemenli Mustafa Paşa Konağı) eczacılık öğretimine başlayan bu okul, 1960 yılına kadar Türkiye’de eczacılık öğretimi yapılan tek kurum olarak kalmıştır.

(TDV İslam Ansiklopedisi, yıl: 1994, cilt: 10,  sayfa: 386-388)

ECZACILIK TARİHİ

I- ECZACILIĞIN KÖKENLERİ
Tıp ve eczacılığın kökenleri hakkında kesin bilgiler bulunmamaktadır. Tarihten önceki dönemlerde yaşamış olan topluluklardan kalan bazı kalıntılardan yararlanarak bazı sonuçlara varılsa da, bunların ne ölçüde doğru olduğunu bilmek imkanı bulunmamaktadır.

Bazı hayvan kemik fosillerinden görülen belirtilere göre, hastalıklar ve hastalık amilleri insandan önce dünyada bulunuyordu. Bu nedenle çok eski çağlarda da, insanların hastalıklar ile savaşta bazı yöntemlerinin bulunduğunu kabul etmek gerekir. Bu dönemlerde de bazı şahısların diğerlerini iyi etmek için gayret sarf ettikleri düşünülebilir. Bu ilk iyileştiricilerin Büyücüler (Afsuncu) olduğu sanılmaktadır.

Bunlar, hasta kişiyi iyileştirmek için yalnız büyüden (sihir) yararlanıyorlardı ve hiç bir maddi (ilaç) kullanmıyorlardı. Bu nedenle bu ilkel dönemlerde, eczacı veya eczacılıktan söz edilemez.

İlaçlar ile ilgili en eski bilgiler milattan 3000 yıl kadar önce yazıldığı saptanmış olan Sümer tabletlerinde bulunur. Daha sonraları, Mısır Papirüslerinde, Çin, Hint, Arap ve Acem yazmalarında bu konuda geniş bilgi vardır.

II- ESKİÇAĞ’DA ECZACILIK
Diğer alanlarda olduğu gibi eczacılık sanatının da uygar insanlığın beşiği olan, yakın doğuda, (Mezapotamya, Anadolu ve Mısır) doğduğu kabul edilmektedir. Eski çağda ilaçların genellikle bitkisel kökenli droglardan hazırlanması nedeniyle, bu dönemde eczacılık drogları tanıma ve bunlardan basit yöntemlerle, ilaç hazırlama düzeyinde bulunuyordu.


III- ORTAÇAĞ’DA ECZACILIK
Avrupanın tam bir cehalet dönemi yaşadığı bu çağda, islam ülkeleri Eskiçağ uygarlığı dönemi bilginlerinin eserlerini koruma, kendi dillerine çevirme ve bunları anlama işlemlerini büyük bir başarı ile yapmışlar ve bilhassa anatomi, botanik, kimya, ve eczacılık alanlarında önemli ilerlemeleri gerçekleştirmişlerdir.

A- AVRUPA
Bu dönemde herşey gibi hekimlik ve eczacılıkta bir kargaşa ve gerileme içinde idi. Ortaçağda kiliselerde meydana gelen (Manastır Tababeti) eczacılığın yapıldığı ve ilerletildiği yegane kurum olmuştur. Manastırların bahçelerinde tıbbi bitkiler yetiştirilmiş, droglar elde edilmiş, ve hekim rahipler ilaçlar hazırlamışlardır.

Bu dönemlerde hekimler hastanın kullanacağı ilaçlarıda hazırlamakla beraber, ilaçlarında hazırlandığı drogları (kök ve otları) toplama işini çok önceleri terketmişlerdir. Bu gibi bitkisel drogları toplayıp, kurutup, tam veya toz edilmiş halde satan bir esnaf gurubunun daha Romalılar döneminde ortaya çıktığını görüyoruz.

“Rhizotome” veya “Herbarii” denilen bu esnaf bitkileri toplar, kurutur, drogları hazırlar, ve satışa arz ederdi. Bu esnaf osmanlı döneminde “Kökçü” olarak tanınan esnaf karşılığıdır. Bunların yanında “Pigmentarii” veya “Seplasiarii” denilen diğer bir esnaf gurubu daha bulunuyordu. Bunlar kendi ülkelerinde elde edilen drogların yanında, dış ülkelerden gelen drog ve baharatları da dükkanlarıda satıyorlardı. Bu gurup Osmanlı İmparatorluğunda “Aktar” lara karşılık olan esnaftır.

Roma İmparatorluğu döneminde yukarıda sayılan drog satıcısı esnaf yanında bir de “pharmacopoles” denilen esnaf gurubu meydana gelmiştir. Bunlar ilkel maddelerden ilaç hazırlayıp hastalara verirlerdi. Bu esnaf, dükkan sahipleri (Sellularii) veya geziciler (circulatores) olmak üzere ikiye ayrılıyordu. İkinci gurubun dükkanı yoktu, sokak sokak gezerek, bu günkü seyyar satıcılar gibi hazırladıkları ilaçları gezerek satarlardı.

Altıncı yüzyıldan itibaren hekimler ilaç hazırlama görevlerini hemen hemen terketmişlerdir. Bu dönemde hekimler reçete yazmaya, ve pigmentariuslarda reçeteye göre ilaç hazırlamaya başlamışlardır. Yani artık hekimler ilaç hazırlama sorumluluğunu bırakmışlar ve o zamana kadar yanlız ilaç ilkel maddesi drogları satan kişiler reçete doğrultusunda ilaç hazırlama işini de almışlardır. Bununla beraber bu ayrılık çok yavaş gerçekleşmiş, hekimlik ve eczacılığın birbirinden tam olarak ayrılması için yüzyıllar geçmesi gerekmiştir.

İlk hastalık iyileştiricilerin ilaç kullanmaya başlamaları ile eczacılık mesleği doğmuş olmakla beraber, aynı şahsın hem hekimlik ve hem de ilaç hazırlama işlemlerini yapması nedeniyle bu iki mesleğin ayrılması çok uzun zaman almıştır.

Hekimlerin ilaç yapımını terketmelerinden bir süre sonra, bir çok esnaf gurubu ilaç hazırlama işini üstlenmiş ise de bu işi de zamanla bilhassa (Apothicaire) denilen esnaf gurubu üzerine almıştır. Bunlar ilaçları hekimin reçetesine uygun olarak hazırlar ve hastalara verirlerdi. Bu nedenle bu zümre basit bir tacir değil bir sanat erbabı olarak kabul edilirdi.

Alman imparatoru Friedrich II’nin (1211- 1250) 1230- 1240 yıllarında yayınladığı emirnamelerin eczacılık mesleği yönünden büyük bir önemi vardır. Bu emirnameler ile eczacılık mesleği, tıp mesleğinden belirgin bir şekilde ayrılmıştır.

Paris Belediye reislerinden Etienne Boileau’nun 1268 yılında yayınladığı (Livre des Metiers) meslekler kitabında Apothicaire’ler bağımsız bir meslek olarak gösterilmektedir.

B- BİZANS
Hıristiyan imanına dayanan Bizans tababeti dünyadan ümidini kesmiş, hasta, günahkar ve talihsizlere hitap eden dogmatik bir tababet idi. Hastalık ve ölüm genellikle tanrı işi kabul edilirdi. Allah yapacağını bilirdi. Ölüm saçmışsa demekki istediği öyle idi. Kul buna karşı gelme cesaretini nasıl gösterebilirdi? Bu nedenle bu dönemde hastalığın seyrini tetkik etmeye ve ilaçlara önem verilmiyordu.

C- İSLAM
Bu devirde Bağdat’taki ilk halifelerin himayesi altında, Hippocrate, Galen, Dioscorides, ve diğer önemli tıp üstatlarının eserleri, grekçe asıllarından veya Süryaniceden Arapçaya çevrilmiştir. Bu çeviriler sayesinde asılları kaybolmuş olan bir çok Grek ve Roma eseri zamanımıza kadar gelebilmiştir.

Müslümanlar tarafından ilk hastane El- Velid bin Abdülmelik tarafından 706 yılında Dimaşk (Şam) da kurulmuştur. Sonradan Mısır, Suriye, Irak ve Anadolu’da bir çok hastane yapılıp çalışmaya açılmıştır. Bütün bu hastanelerin kurulma ve işletilmelerinin başlıca nedeni, fakir ve kimsesizleri, tıbbi imkanlara kavuşturmaktır. Bunlar aynı zamanda iç hastalıkları ve göz hastalıkları hekimleri, cerrah ve eczacıların çalıştığı birer tıp merkezleridir. Zamanla bu konuda öğretim de yapan müesseseler haline gelmişlerdir.

Lokman Hekim, İslam âleminde, eczacıların piri sayılamktadır. İslam talabetinin ilerlemesinde Türk kökenli hekimlerin (Ibn-i sina, Razi gibi) de büyük katkıları olmuştur.

DÖNEMİN ÜNLÜ ÂLİMLERİ
Dinaveri (Dinavari)- Abu Hanife Ahmed bin Davud (820 – 895) Dinaver İran’da doğmuş, Basra, Küfe, ve İsfahan şehirlerinde yaşanmış bir âlimdir. Din, dil, astronomi, matematik ve botanik ile ilgili 20 den fazla eseri vardır.

Abu Reyhan Biruni (973- 1051) Hive Türkmenistanda doğup Gaznede ölmüş olan bir tabii ilimler bilginidir. 100 den fazla eseri bulunmaktadır.

İbn Sina, Abu Ali (980- 1037) Buharalı büyük âlim, filozof ve hekimdir. Batı âleminde Avicenna olarak tanınmaktadır.

Al- Gafikî, Abu Cafer Ahmed bin Muhammed (Ölümü – 1165) Devrinin en büyük eczacı ve nebatatçısıdır.

IV – XIX YÜZYILLARDA AVRUPADA ECZACILIK
XV. yüzyılda başlayan Rönesans (Yeniden Doğuş) hareketi, XVI. Yüzyılda bütün Avrupayı sarmış, ve her alanda olduğu gibi tıp ve eczacılık alanlarındada büyük değişiklikler meydana gelmiştir. Eczacılık tıptan tamamen ayrılmış, tıbbın metodlarını terkederek kimya alanındaki çalışmalara yönelmiştir.

Bu dönemde yalnız eczacılık sertifikasına sahip olanların eczane açabileceği, ilacın yalnız eczacı tarafından yapılabileceği, eczane işletmesinin yalnız eczacıya ait olduğu, hastanelerin yalnız hastanede yatan hastalara ilaç verecek eczaneler açabileceği gibi, bu günde geçerliliğini koruyan prensipler kabul edilmiştir.

Diğer mesleklerde olduğu gibi, başlangıçta eczacılık mesleği de tamamen pratik olarak öğreniliyordu. Yani mesleği öğrenmek isteyenler bir ustanın yanına çırak olarak giriyor, uzun yıllar süren çıraklık döneminden sonra, kalfa ve nihayet bir pratik imtahandan geçirilerek usta (Osmanlılar döneminde bu şahıslara eczacı ustası ismi veriliyordu.) ünvanını alıyor ve eczane açma hakkını kazanıyordu.

Avrupa ülkelerinde XVI. – XVIII. Yüzyıllarda çıraklık 14- 16 yaşlarında başlar ve 4- 10 yıl sürerdi. Eczacı çoğalmasını ve buna bağlı olarak rekabeti önlemek için, ustaların genellikle bir tek çırak almasına izin verilirdi. Bu nedenle mesleği öğrenmek için yanına çırak girilecek bir eczacı ustası bulmak pek kolay değildi. Çırak olarak genellikle zengin ailelerin (çıraklık ücretini ustaya kolaylıkla ödeyebilmesi için) hekim veya eczacıların çocukları veya bunların akrabalarının çocukları kabul edilirdi. Çırağın ayrıca, reçeteleri okuyup anlayabilecek kadar Latince bilmesi ve bundan başka dindar olması istenirdi.

Genellikle 3-4 yıl içinde çırak kalfa unvanını alırdı. Bu dönemde kalfa ustasının gözetiminde çalışsa da, ustaya yardımcı olur ve bu nedenle ustadan küçük bir ücret alırdı. Kalfalık dönemi genellikle 6 yıldı.

Çıraklık döneminin sonunda, ustasından başarı sertifikasını almış olanlar, şehrin tanınmış eczacıları ve Tıp fakültesinin bazı öğretim üyelerinden oluşan bir jüri karşısında, bir sınava alınırdı. İmtihan teorik (reçete okuma, Latince, ilaç hazırlama tekniği) ve pratik (tıbbi bitkileri ve drogları tanıma) olarak yapılırdı. Bu imtihanları kazananlar, jüri önünde, yapılması ustalık isteyen bir ilacı hazırlayarak bu alandaki bilgi ve becerilerini gösterirlerdi. Yapılan ilaç (şaheser) kabul edildikten sonra, çırak eczacı ustası unvan ve haklarını kazanırdı.

TÜRKLERDE ECZACILIK
Tıp ve eczacılık tarihi kitaplarında Arap, Çin, Hint ve İran Tababet ve eczacılığı hakkında etraflı bilgiler bulunurken, Türk eczacılığı veya Türk Tababeti hakkında hemen hemen hiçbir bilgi yoktur. Bunun başlıca nedeni bu konuya ait yayın ve materyal noksanlığı ve bu konuya ilgi duyan araştırmacıların azlığıdır.

A- ORTA ASYA TÜRKLERİ DÖNEMİ
Orta Asya Türklerindeki hekimlik ve eczacılık hakkındaki bilgilerimiz çok azdır.Bu konu ile ilgili en önemli kaynağımız, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi hocalarından merhum Ord. Prof. Dr. Reşit Rahmeti Arat’ın 1930- 1932 yıllarında Berlin de yaptığı yayınlara dayanmaktadır.

R.R.Aratın yaptığı çevirilere göre Türk- Uygur döneminde Orta Asyada ki eczacılık hakkındaki bilgilerimizi aşağıdaki şekilde sıralayabiliriz.

1- İlaç Şekilleri: Merhem, İnfüzyon, Dekoksiyon, Toz, Karışım, Usare, Macun, Hamur, Hap, Pastil, Süpposituvar.

2- İlaç Hazırlama Teknikleri: Ateşe gömerek, kaynatma, kaynatarak köpük elde etme, gölgede kurutma, belli bir miktara kadar uçurma, sıcak külde pişirme, hafif ateşte ısıtma, yanmayı önlemek için sürekli karıştırma, maddeyi yakarak kül elde etmek

3- Aletler: Elek, havan, kaynatma kabı, ateş kabı, ağırlık ölçüleri, bakır kap, kaynatma kabı, süzme kabı, kıyma tahtası, değirmen, kaşık, kevgir, süzgeç, çanak, tava, keten torba

4- Ölçüler: Türk- Uygurlar kendilerine has ağırlık ve hacim ölçülerini kullanıyorlardı. İlaçların alınacak miktarları içinde, kaşık, bıçak ucu, mercimek kadar, büyük bir kap kadar, gibi terimler kullanmışlardır.

5- Droglar: Bunlar bitkisel (60 kadar), hayvansal (70 kadar) ve anorganik (10 kadar) kökenli olmak üzere 3 grup altında toplanmaktadır.

Burada dikkati çeken husus hayvansal kökenli drogların bitkisel kökenli olanlarından sayıca fazla olmasıdır. Halbuki aynı dönemde Avrupa ve Doğu ülkelerinde, bitkisel drogların miktarı hayvansal drogların miktarından çok daha fazladır. Bu vesile ile Türk – Uygurların hayvancılıkla olan yakın ilgisi ile açıklanabilir.

B- SELÇUKLULAR

İLAÇLAR VE ECZACILIK
Selçuklular döneminden eczacılık ve kullanılan ilaçlar hakkında bize bilgi veren en önemli eserler El- Biruni ile İbn El-Baytar’ın kitaplarıdır.

Biruni’nin kitabının önemi devrinde kullanılan ilaçlar hakkında verdiği bilgiler yanında mesleğinin, etraflı ve gerçek, bir tarifini de vermesidir. İslam dünyasında, haklı olarak Eczacılığın Babası ünvanını almış olan Biruni (973- 1051) zamanımızdan yaklaşık bin yıl önce eczacıyı aşağıdaki şekilde tarif etmiştir.

Saydelani veya saydenani (eczacı) diye; basit ilaçların (drogların) hangi nev’inin iyi olduğunu ve bunlardan hangisinin üstün tutulması ve seçilmesinin gerektiğini öğrenmeyi ve Tıp ilminin tanınmış kişileri tarafından ortaya konulup herkesçe kabul edilmiş bulunan terkipleri, en geçerli metod ve teknikleri kullanarak, en iyi şekilde hazırlamayı kendine san’at edinmiş kişiye derler. ‘

C- OSMANLILAR

İLAÇLAR: Osmanlı İmparatorluğunun ilk dönemlerinde hekimlik yapmak için bir hekimin yanında çalışarak bir şeyler öğrenmeye veya bir Tıp Medresesi’ ne devam ederek bir belge almaya ihtiyaç yoktur. ‘ Mütetabbib ‘ denilen bazı şahıslar dilediği gibi hasta tedavi ederlerdi. Bunlar ilaç hazırlayıp hastaya verdikleri gibi tılsım ile de uğraşırlardı.Tedavi için hastalara şifa tası ile okunmuş sular içirir veya üzerinde dini yazılar bulunan gömlekleri hastalara giydirerek tedavi etmeye çalışırlardı. Bunların bir kısmı hekimliğin kendilerine babadan kalma bir meslek olduğunu da iddia ederlerdi.

Hekimlik veya ilaçlar hakkında hiçbir geçerli bilgisi bulunmayan bu kişilerin hasta tedavi etmesini önlemek amacıyla 1573 yılında Sultan Selim II ( 1524- 1574 ) Hekimlik yapacak kişilerin hekimbaşı tarafından imtihan edilmesi ve imtihanı kazananlara bir belge verilmesine ve ancak belgesi olanların hekimlik yapabilmesine dair bir hüküm çıkartmıştır.

Bir çok kişinin, halk sağlığına zarar verebilecek bir biçimde, mütetabbiblik yapmaya devam ettiklerinin görülmesi üzerine Osmanlı Tıp Meclisi toplanarak ‘ Tababeti Belediye İcrasına Dair Nizamname ‘ hazırlanmış ve bu tüzük 1861 yılında yürürlüğe girmiştir.

Bunlar Osmanlı İmparatorluğunu döneminde Hekimlik ve Eczacılık sanatlarının yürütülmesine dair düzenleyici ilk tüzüklerdir.

Osmanlı İmparatorluğu döneminde ilaç, ilkel maddelerin sağlanması ve halk ilaçlarının yapılması işi aktar denilen bir esnaf gurubu tarafından yürütülüyordu. Bunların miktarı 19. yy ortalarında, yalnızca İstanbul’da, 500 civarında idi .

Drog ticaretinin merkezi İstanbulda Mısırçarşısı’nda bulunuyordu.

Aktar (Attar): İlaçların yapılmasında kullanılan bitkisel, hayvansal ve madensel ilkel maddeleri (drog) satanlar için kullanılan kelimedir.Bu kelimenin arapçası (Attar) Güzel kokular satan kelimesinden geldiği bazı sözcüklerde kayıtlı ise de S. Ünver bunun doğru olmadığını, bu kelimenin akkar kelimesi ile ilgili olduğunu söylemektedir.

Bizanslılar Döneminde drog ticaretinin merkezi İstanbul idi. Bu şehirde drog ticareti ile uğraşanlar kokucular (bunlar koku, boyar madde ve baharat satma hakkına sahiptirler), aktarlar (eczaneler), baharatçılar ve kökçüler olarak sınıflandırılıyorlardı. Bunların kar hadleri devlet tarafından saptanıyordu. Saptanan kar miktarı, diğer esnaftan daha yüksekti.Mesela baharatçılara saptanan kar haddi % 16 iken kasap, balıkçı, mezeci ve fırıncılara saptanan kar haddi % 4 idi.

Evliya çelebi xvıı. Yüzyılın ortalarında istanbul’da sağlık ile ilgili maddeleri satan dükkanların miktarı hakkında aşağıdaki adetleri vermektedir.

Attar: 2000, ilaç suları satan : 500, macuncular: 300, gül sucular: 41, amberciler: 35, buhurcu: 25, ilaç yağları: 8, ayrıca birde ot bulucular esnafı bulunduğunu kaydeder.

Mısır Çarşısı: İstanbul’un Eminönü semtinde bir kapalı çarşıdır. Bu çarşının yerinde Bizanslılar döneminde Makron emvolos adıyla bilinen bir kapalı çarşı bulunuyordu ve semtte yahudiler oturuyordu. Çarşının yapılmasıyla burada oturan Yahudiler buradan Balata nakledilmişlerdir. Çarşı, Yenicami (Valide Camii)’nin yapılışı sırasında bu camiiye gelir getirmek amacıyla yapılmıştır. Camiinin yapılışı Sultan Murad III ‘ün eşi (Sultan Mehmed III‘ün Annesi) Safiye Sultan tarafından başlatılmıştır.İnşaata 10 muharrem 1006 (1597 m) tarihinde Mimar Davut Ağa tarafından başlanmış ve uzun bir duraklamadan sonra Sultan Mehmet IV. Ün annesi Hatice Turhan Sultan tarafından Mimar Mustafa ağa’ya tamamlattırılmıştır( 1663- 1664 ). Çarşının hakiki mimarı Mustafa ağadır.

Yeni camii külliyesine dahil olan Mısır Çarşısı, sonradan ilave olmayıp, camii ile birlikte yapılmıştır.

Bina önceleri medrese olarak kullanılmıştır. Burada yaşayan mollaların ayaklanması üzerine çarşıya çevrilmiştir.Mısırçarşısı L biçiminde bir bina olup 6 kapısı vardır. İlk devirde çarşıya Valide Çarşısı veya Yenikapı Çarşısı ismi verilmiş ise de 18.yy ortalarından itibaren Mısırçarşısı ismiyle tanınmıştır. Buna sebep burada satılan drog ve baharatın genellikle Mısır yoluyla gelmekte olmasıdır.

Bina çarşı haline getirildikten sonra aktar ve pamukçulara tahsis edilmiştir. 6 kapısından 3 tanesi (Yenicami, Haseki, Çiçekpazarı) pamukçulara, 3 tanesi (Balıkpazarı, Hasırcılar, Ketenciler) aktarlara ayrılmıştır. Bu dönemde çarşıda bulunan 100 dükkandan 49 u aktarlara geri kalanları ise pamukçu ve yorgancılara verilmiştir.

Aktarlara ait olan dükkanlar, iki kısımdan ibaretti. Önde ahşap o,parke halinde satış yapmaya ve drog kaplarını sıralamaya yarayan bölüm, arkada ise depo ve imalathane olarak kullanılan kısım bulunuyordu. Geceleri dükkanların önleri ahşap kepenkler ile kapatılırdı.Dükkanların önlerinde ahşap süslemeler bulunur, droglar ise özel biçimli cam kavanoz, toprak çömlek, tahta veya teneke kutularda saklanırdı. Bazı dükkanların saçaklarında dükkanların kolayca tanınmasını sağlayan bir sembol (yangın kulesi, küçük bir kayık, devekuşu yumurtası, makas, püskül gibi) bulunurdu. Bu semboller yardımıyla halk dükkanı kolayca bulabiliyor ve başkalarına tarif edebiliyordu.

2- ECZACILIK VE ECZANELER

Anadoluda ilk eczaneler Selçuklu döneminde kurulan hastanelerde açılmıştır. Bunların ilki de Kılıç Arslanın kızı Gevher Nesibe Sultan ın vasiyeti üzerine, 1206 yılında Kayseride yapılmış olan Gevser Nesibe Sultan Şifahanesi’nde bulunmaktadır.

Hastane eczanelerinde drog sağlamak ve ilaç hazırlamak işleri ile görevli uzman kişiler bulunuyordu. Hastane vakfiyelerinde bunların isimleri, görevleri, özellikleri ve aldıkları ücretler hakkında bilgiler vardır.

Bursa Darülşifası vakfiyesi’nde (1400) bu hastanede ilaç hazırlama işleri ile ilgili olarak saydalan, şerbetiyan, uşşaban olmak üzere üç unvan sayılmaktadır.

Fatih (1470), Süleymaniye (1555) ve Edirne (1486) Darülşifalarının vakfiyelerinde drogları sağlayan, ilaç ve macunları yapan kişiler için Aşşab, Şerbetçi, Edviyeküp gibi meslek isimleri kayıtlıdır.

Bu kişiler genellikle ilaç hazırlamakla görevli iseler de, yaptıkları ilaç şekline veya işe göre, isimleri değişmektedir. Yani ilaç hazırlayan kişiler arasında bir uzmanlaşma bulunmaktadır.

Süleymaniye Darüşşifası’nın vakfiyesinde bu hastanede çalışanar arasında Eczacıdan başka Eczacı Kalfası , İlaç Kilarcısı, ve İlaç Vekilharcı gibi ilaçların yapımı, muhafazası ve satın alınması gibi işler ile ilgili kişilere de yer verildiğini görüyoruz.

İstanbul’da Avrupa’dakilerine benzer ilk özel eczanelerin XVIII yüzyılın ortalarında yabancı uyruklu eczacılar tarafından açıldığını ve Kırım savaşı (1854) sırasında Avrupa devletlerinin orduları ile birlikte İstanbul’a gelen yabancı hekim ve eczacıların etkisi ile sayılarının arttığı sanılmaktadır. Bu tarihlerde İstanbul’da tamamı yabancı uyruklulara ve azınlıktan olan kişilere ait 45 eczane bulunuyordu. Bu eczanelerin çoğu Beyoğlu (Pera) ve Galata semtlerinde toplanmıştı.

İstanbul’da halen çalışmakta olan en eski eczane 1757 (1171 hicri) yılında Bahçekapı semtinde (Hamidiye cad. no: 32) açılmış olan ‘ İki Kapılı Eczahane’dir. Bu eczanenin ilk defa kimin tarafından açıldığı bilinmemektedir.1891 yılında Eczacı Gorgi Tülbentçiyan’a geçmiştir. 1902 yılında ise Batis Gorgi Tülbentçiyan (1883 – 1957) (Sivil Tıbbiye Mektebi, Eczacı kısmı 1902 yılı mezunu) devralmıştır. Bu eczacı, eczanenin 1957 yılına kadar sahibi olmuş ve 1946 yılında Bahçekapı’dan Talimhane semtine (Aydede cad no: 8) nakletmiştir. Bu eczacını vefatı üzerine oğlu Jorj Tülbentçi (İstanbul eczacılık okulu 1953 mezunu) tarafından yönetilmeye başlanmıştır.

İki kapılı eczane bugün Taksim, Talimhane semtinde (Şehit muhtar cad. no: 13) halk sağlığına hizmet etmektedir. Eski döneme ait, isminden başka hemen hemen hiçbir şeye ait değildir.

1850 yıllarından önce İstanbul’da eczacılık genellikle, bir eczane idaresi için gerekli her türlü bilgiden yoksun, pratisyenler tarafından yapılıyordu. Bu tarihlerde Askeri Tıbbiye Mektebinin Eczacı sınıfında diplomalı eczacı yetiştiriliyor ise de, bunlar yalnız ordunun ihtiyacını karşılıyor ve bu nedenle de şehir eczaneleri usta- çırak usulune göre yetişmiş eczacılar tarafından işletiliyordu.

1831 yılında Beyoğlu semtinde çıkan büyük yangında bu bölgede bulunan hemen bütün eczaneler yanmış ve Askeri Tıbbiye Mektebi kimya hocalarından A. Celleja Bey’in Hekimbaşı Behçet Mustafa Efendi’ye ricası üzerine, Beyoğlu ve Galata semtlerinde eczane sayısını 25 olarak saptayan fermanın çıkarılması sağlanmıştır.

Bu ferman uyarınca bu bölgede uzun süre eczane miktarı 25 olarak muhafaza edilmiştir. Bu sınırlama sonucu olarak eczane açmak gedik usulü uygulanmaya başlanmıştır. Yani bu bölgede eczane açmak için burada eczanesi olan birisinden veya eczane sahibinin varislerinden eczane açma hakkını satın almak gerekiyor ve Ruhsat devri için bazen çok yüksek fiyatlar isteniyordu.

1852 yılından sonra bu bölgede gedik uygulaması zayıflamış ve sınırlamaya karşın yeni eczanelerin açıldığı görülmüştür. Bu dönemde eczacılık ustası (Maitres en pharmacie) miktarı fazlalaşmış ve bu nedenle de bu kişiler eczacılık yanında hekimlik de yapmaya başlamışlardır.

Bu dönemlerde eczanelerde gece nöbeti uygulaması henüz uygulanmıyordu, ilaç ve drog fiyatlarıda fevkalade yüksek bulunuyordu.

2 şubat 1861 (22 Recep 1277) tarihinde yürürlüğe giren (Belediye ispençiyarlık sanatının icrasına dair nizamname) (Reglement sur l’exercice de la pharmacie civile) ile eczacıların çalışmaları bir nizama sokulmak istenmiş ve bunun için bir çok yeni hüküm ve zorunluluklar getirilmiştir. Bu tüzük ile Eczacılık bağımsız bir sanat ve meslek olarak kabul edilmiş ve eczanelerin Avrupa düzeyinde kurumlar haline getirilmesi ön görülmüştür.

Bu dönemde eczaneler, reçete kabul ve ilaç yapım bölümü (laboratuvar) olmak üzere iki kısımdan ibarettir. İki bölüm arasında bulunan küçük bir pencere laboratuvar ile giriş kısmı arasındaki ilişkiyi sağlamaktadır. Reçeteler bu küçük pencereden laboratuvara verilir ve yapılmış ilaçlarda yine bu pencereden alınırdı.

Droglar özel tahta kutularda veya çekmeceli dolaplarda saklanıyordu. Çekmeceler veya kutuların üzerinde drogların isimleri Latince veya Fransızca olarak yazılırdı.

Merhemler ve ya hulasalar özel porselen kaplarda saklanırdı. Bunlar genellikle Fransada yapılmış, silindir biçiminde, üzeri yaldız yazılı ve kapaklı porselen kavanozlardır.

Sıvı ilaçlar ve yağlar değişik şekilli cam şişelere konuluyordu. Bunların üzerilerine konulan etiketler genellikle Fransızca yazılmıştır.

Her eczanede gram, miligram ve santigrama hassa olmak üzere 3 adet terazi bulunurdu. Kullanılacak maddenin hassasiyetine göre bu terazilerden birinde ölçüm yapılırdı.

İlaçlar hazırlandıktan sonra, şekline göre, kutu veya şişeye konulur, ağzı veya kapağı, mühür mumu veya eczanenin özel mühürü ile, mühür bozulmadan açılmayacak şekilde, mühürlenirdi. Bu usul 1940 yıllarına kadar sürdürülmüştür.

TÜRK ECZACILAR
Osmanlı İmparatorluğu döneminde Türk ve Müslüman eczacıların adedi çok azdır. Bunun başlıca iki nedeni bulunmaktadır. Birinci neden, Türk ve İslamların eczacılığı esnaflık kabul ederek bu mesleğe itibar göstermemeleri, ikincisi ise ‘Eczacılık stajı‘ için çalışılacak eczane bulmanın zorluğudur. 1890 yıllarına kadar İstanbul’da eczane sahiplerinin hemen tümü gayrimüslim idi. Bunlar yanlarına Müslüman çırak almayı kabul etmedikleri gibi, Müslümanlar da genç çocuklarını, çırak olarak, Gayrimüslim bir kişinin yanına göndermeyi arzu etmiyorlardı.

İlk Türk eczane sahiplerinden Ethem Pertev de çıraklık yaparak staj belgesi almak için bir eczane bulmakta güçlüklerle karşılaşmıştır. Sonunda amcası, zamanının tanınmış hekimlerinden Dr. Hacı Nafiz Paşanın (1839-1929) araya girmesi ile mesele halledilmiştir.

Dr. Nafiz Paşa hükümet katında girişimlerde bulunarak Türk gençlerinin eczane stajlarını askeri ve sivil hastanelerin eczanelerinde yapabilmelerini sağlamış ve bu şekilde Türk gençleri de eczacı sınıfına girme olanağına kavuşmuşlardır.

Askeri Tıbbiye Mektebinden 1840, Sivil Tıbbiye Mektebinden 1870 yılından itibaren, az miktarda Türk ve Müslüman eczacı mezun olmuş ise de bunlar genellikle ordu ve devlet hastanelerinde görev almışlardır. Bu nedenle de şehirlerdeki özel eczaneler uzun süre yalnız yabancı uyruklu ve ya azınlıklardan olan eczacılar tarafından açılmış ve yönetilmiştir.

Türk eczacılar, İstanbulda özel eczahane açmaya 1888 yılından itibaren başlamışlardır. Bu yıl İstanbulda aşağıda isimleri yazılı, iki Türk eczacısı özel eczane sahibi bulunuyordu.

Ali Kadri: Kumkapı no: 29
Arif Kalfa: Avrat pazarı no: 78

1890 yılında İstanbulda yaklaşık olarak 265 eczane bulunuyordu. Bunlardan, aşağıda isimleri yazılı, yalnız 4 tanesi Türktür.

Eşref İbrahim: Kantarcılar no: 62
Hamdi, Ahmet: Zeyrek sokağı no: 1 , Unkapanı
Reşit Mehmet: Salma Tomruk
Sait Mustafa: Yeni mahalle no: 92, Hasköy

1885 nüfus sayımına göre İstanbul’un nüfusu 873.565 kişidir. Buna göre bu dönemde İstanbulda yaklaşık 3300 kişiye bir eczane düşmektedir.

Aynı yıl Anadolu illerinde bulunan eczane sayısı söyledir.
Adana: 5, Ankara: 2, Bursa: 7, Diyarbakır: 8, Edirne: 7, Erzurum: 4, İzmir: 40, konya: 2 ve Trabzon: 3

10 yıl sonra, yani 1900 yıllarında, İstanbul’daki özel eczane sayısı 217 civarına düşmüştür. Bunlar arasında aşağıda isimleri yazılı, yalnız 10 eczanenin sahibi Türktür.

Ahmet Hamdi: vezneciler
Ali Haydar: Bâb-ı Ali Caddesi no: 32
Ali Süreyya: Divan yolu no: 171
Beşir Kemal: Bahçekapı
Cemal Mehmet Kazım: Üsküdar İskele Cad.
Ethem Pertev: Aksaray no: 188
Hasan Rauf: Divanyolu
Mehmet Kazım: Beşiktaş İskele Sokağı karşışı no: 90
Lütfi İbrahim: Pangaltı , Çayır cad.
Nüshet Ahmet: Divan Yolu, no: 108

ECZACILIK ÖĞRETİMİ
Avrupa’da olduğu gibi, Osmanlı İmparatorluğu döneminde de, 19.yüzyılın ortalarına kadar, eczacılık mesleği bir ustanın yanında tamamen pratik olarak öğreniliyordu. Teorik öğretim Mekteb-i Tıbbiye-i Adliye-i şahane de ‘Eczacı Sınıfı‘nın açılması ile başlamıştır.

1- Mekteb-i Tıbbiye-i Adliye-i Şâhâne (Askeri Tıp Mektebi 1839)
2- Mekteb-i Tıbbıye-i Mülkiye-i Şâhâne (Sivil Tıp Mektebi 1867)
3- Haydarpaşa Askeri Sağlık Mektebi (1876)
4- Şam Tıp Mektebi (1903)
5- Eczacı Mektebi (1909)

Bu yüksek okullara gitmek için Rüştüye (ortaokul) ve idadi (lise) mekteplerini bitirmiş olmak gerekirdi. Bu Mekteplerde öğrenime devam etmek isteyenler için, özel olarak bu mekteplere öğrenci yetiştiren Rüştüye ve İdadiler de var idi.Eczacı ve veteriner Rüştiyesi Eyüp’te, Tıbbıye İdadisi (Tıp Lisesi) ise Çengelköy’de bulunuyordu.

ECZACILIK MEKTEBİ
(Eczacı Mekteb-i Alisi, Ecole Superiure de Pharmacie)

İkinci Meşrutiyet’in ilanından (23 temmuz 1908) sonra Mekteb-i Mülkiye Maarif Nezareti’ne bağlanmış, Mualimler Meclisi kurulmuş ve bu Meclis, öğretim ve eğitim ile ilgili kararlar almaya başlamıştır.

Maarif Nezaret-i Meclis-i İlmî Reisi (Maarif Nâzırı) Emrullah Efendi’nin bir yazısı üzerine 9 kasım 1908 günü toplanan Muallimler Meclisi Eczacı ve Dişçi Mekteplerinin bütçelerini ayrı ayrı yaparak Emrullah Efendi’ye gönderme kararı almıştır.

Bu Şekilde, bütçelerin ayrılması sonucu, Eczacı ve Dişçi Mektepleri, 9 kasım 1908 tarihinde özerk birer kurum haline gelmiştir.

MESLEK KURULUŞLARI

Osmanlı İmparatorluğu döneminde, eczacılar tarafından aşağıdaki cemiyetler kurulmuştur.

1- Societe de Pharmacie de Constantinople (Cemiyet-i Eczaciyan der Asitane Adliyye) İstanbul eczane sahipleri tarafından 9 haziran 1879 günü İstanbul’da kurulmuştur.

Cemiyet, eczaneleri mali yönden güçlendirerek geçinmelerini sağlamak ve aralarındaki haksız rekabeti önlemek için: Eczane adedinin sınırlanmasına, bütün eczanelerin uyacağı bir ilaç tarifesinin yürürlüğe konulması, diplomasız eczacıların çalışmalarının önlenmesi, gece nöbet tutulması, aktar, depo ve hekimlerin ilaç satmasının önlenmesi gibi konularda pek çok emek harcamış ve bazı yönetmelik tasarıları hazırlamış ise de, karşılaştığı yasal ve mesleki güçlükler nedeni ile bu arzularını gerçekleştirme olanağı bulamamışlardır.

2- Devlet-i Osmaniye Eczacıları Cemiyeti (Societe Pharmaceutique de l’Empire Ottoman)

1908 yılında Meşrutiyet’in ilanı ile birlikte, memlekette yeni bir ortam meydana gelmiş ve meslek mensupları aralarında birlik ve yardımlaşmayı sağlamak için cemiyetler kurma girişimlrine başlamışlardır.

Eczacılar da zamanın tanınmış eczacılarında Hamdi, Ethem Pertev ve Beşir Kemal’in öncülüğünde, bir ‘Eczacılar Cemiyeti‘ kurmak için Haliç Feneri’nde bir açık hava gazinosunda bir toplantı yapmışlardır.Bu toplantıya 250’nin üzerinde eczane sahibi (yaklaşık İstanbul’daki eczanelerin bütün sahipleri) katılmışlardır. Bu toplantıda Devlet-i Osmaniye Eczacıları Cemiyeti adı altında bir cemiyet kurulmasına karar verilmiş ve cemiyetin idari heyeti seçilmiştir.

Devlet-i Osmaniye Eczacıları Cemiyeti (Societe Pharmaceutique de l’Empire Ottoman) ismini alan bu ikinci cemiyete, Türk olmayan hemen bütün eczacılar, birinci cemiyetten ayrılarak girmişlerdir. Bu nedenle ilk cemiyette 20 kadar Türk aza kalmıştır.

3- Societe Pharmaceutique de l’Empire Ottoman – (Devlet-i Osmaniye Eczacıları Cemiyeti)

Bu cemiyet Kasım 1909 tarihinde, çoğunluğu Türk olmayan eczacılar tarafından, İstanbul’da kurulmuş, ilk başkan olarak Piere Apery seçilmiş ve eczacıların sorunları üzerinde çalışmaya başlamıştır.

4- Dersaadet Ecza Tüccarânı Cemiyeti (Association des Droguistes de Constantinople) İstanbulda ecza ticareti ile uğraşan kişiler 12 Mart 1921 günü toplanarak bir Ecza Tüccarları Cemiyeti kurulmasına karar vermişlerdir.

KODEKS
Osmanlı İmparatorluğu döneminde resmi bir kodeks (pharmacopoea) hazırlanmamıştır. Fransız kodeksi (Codex Francais) resmi kodeks olarak kabul ediliyordu. Cemiyet-i Tbbiye-i Mülkiye ‘nin kararlarına göre eczacılar bütün preperatları Fransız kodeksine uygun hazırlamak zorunda idiler. Ayrıca F. Dorvault ‘nun kitabı (L’officine, Reportoire general de pharmacie pratique) ndan da yararlanılıyordu. Bu dönemde kodeks niteliği taşıyan iki kitap yayınlanmıştır.

1- Pharmacopoea Castrensis Ottomana (Pharmacopee Militaire Ottomane) : Dr. C.A. Bernard tarafından 1844 yılında İstanbul’da basılmıştır. 161 sayfa olup metin kısmı Latince ve Fransızcadır. Ayrıca drogların Türkçe isimleri (Latin harfleri ile) verilmiştir.

2- Dustur- ül- Edviye: Mekteb-i Mülkiye, Fenni ispençiyari muallimi Dr. Binbaşı Hüseyin Bey tarafından yapılmış, 1866 tarihli, Codex, Pharmacopee Francaise (Fransız kodeksi) nin Türkçe ye çevirisidir.

CUMHURİYET DÖNEMİ
Cumhuriyetin ilk yıllarında Sıhhat Vekaleti ( Sağlık Bakanlığı ) müfettişliğine atanmış olan Ecz. İsmail Hakkı Yeşilyurt, 1924 yılında eczacılık ve eczanelerin durumunu söyle anlatmaktadır.

1924 yılı Ekim ayı başında, yani nundan tam 21 yıl önce (sıhhat vekaleti) müfettişliğine tayinin sırasında durum kısaca şu şekilde idi:

a- Ecza Ticarethaneleri: Mütareke yıllarında her müsaade isteyen esnafa birer Ecza Deposu ruhsatı verilmiş olup yalnız İstanbul’da 70 kadar Ecza Deposu vardı. Bunlardan yalnız 10 tanesi Muhteviyatı itibari ile Ecza Deposuna benziyor idise de, geri kalanı kirli bir şekilde ancak aktar dükkanına benziyor idi.

b- Eczaneler: İstanbul ve çevresinde bulunan eczanelerin sayısı 300 civarında idi. Bunlar bazı bölgelerde birbirine sıkışık olduğu gibi alışverişleri kıt ve dükkanları da hemen hemen boş bir vaziyette ve malî bakımdan acınacak bir halde idiler.

c- Galenik maddeler ve tıbbi müstahzarlar: Bunlardan galenik maddeler kodekse göre yapılmış ve oldukça muntazam bir halde idi. Yerli müstahzarların sayısı pek az olup bunlar ruhsatnameli idiler. Yabancı müstahzarlara gelince, bunlar gelişi güzel ve müsaadesiz girmiş olduklarından bunların ne formülleri belli ve de ne sayıları malum idi

d- Kontrol ve teftiş: O vakit yürürlükte olan 22 Recep 1277 (1861) tarihli (Belediye ispenciyarlık nizamnamesi) teftiş ve kontrolde esas olup çok eskiden yapılmış olan bu nizamnamenin mevzuatı mahdut ve zamanın ihtiyacını karşılamaktan çok uzak idi.

e- Meslekte iktisadi durum: Merhum Ethem Pertev ve Beşir Kemal gibi çalışkan birkaç meslekdaş bulunması ile beraber esaslı teşebbüslere girişmek için elde işe yarar bir sermaye de yok idi

Her alanda olduğu gibi, eczacılık alanında da Cumhuriyet dönemi ile birlikte, köklü değişiklikler olmuş ve Türk eczacılığının da çağın koşullarına uygun bir duruma gelebilmesi için her türlü gayret gösterilmiştir.

Cumhuriyet döneminin ilk yıllarında memleketimizde eczacılık, ecza ticareti, depoculuk ve ilaç ve galenik preperatlar yapımı büyük ölçüde azınlıklar ve yabancı uyruklu kişiler elinde veya kontrolünde idi.

Yunanistan ile yapılan nüfus mübadelesi ve 1928 yılında uygulanan eczanelerin sınırlandırılması kararı, bu durumu Türklerin lehine çevirmiş ve azınlıklar tarafından yönetilen bir çok eczane, depo ve imalathane Türklerin idaresine geçmiştir.

Bu yeni dönemde Türk eczacısı sonsuz bir gayret, Türklerin bu alanda da başarılı olabileceği inancı, sabır ve özveri sonucu çağdaş eczacılık kurumları oluşturarak bunları yönetmeyi başarmıştır.

Bütün maddi ve manevi güçlüklere karşılık, bu gün iftahar duyduğumuz eczacılık müesseselerini kurarak memleket sağlığına hizmet etmişlerdir.

Bunların içinde Hüseyin Hüsnü Arsan, Kemal Atabay, Hasan Derman, Ferit Eczacıbaşı, M. Nevzat Pısak, Dr. İ. Ethem Ulugay, İsmail Hakkı Yeşilyurt gibi şöhretleri sayabiliriz.

Cumhuriyet Hükümeti, eczacılık öğretim kurumu olarak, Kadırga semtinde köhne bir konakta öğretim yapmaya çalışan bir kurum (Eczacı Mekteb-i Âlîsi) devr almıştır. Zamanın Mektep Müdürü Dr. Server Hilmi (Büyükaksoy) nin gayretleri ve Hükümet yardımları ile Eczacı Mektebine Beyazıt Meydanında bir bina sağlamış ve mektep 1926 yılında bu binaya taşınmıştır. 1933 reformu ile eczacılık öğretimin yüksek bir seviyede yapılabilmesi için Avrupadan öğretim üyeleri (K. Bodendorf, C.H. Brieskorn, P. Duquenois, A. Heilbronn ve L. Rosenthaler) getirilmiş olmasına karşılık öğretiminde istenen olanaklara (yeterli bina, araştırma laboratuarı, apareyler ve öğretim elemanları gibi) sahip olunamamıştır. Bu nedenle Ecz. Prof. Dr. Sarım Çelebioğlu, 1950 yılından itibaren, eczacılık öğretiminin çağdaş düzeye erişebilmesinin ancak Eczacı Okulu’nun Fakülte haline getirilmesi ile mümkün olacağı düşüncesini tekrar ortaya atmıştır.

Profesör Çelebioğlu, sonunda okulun fakülte haline getirilmesi için verdiği uğraşta başarılı olmuş ve bir süre Eczacılık Fakültesi öğretim üyesi olarak çalışma mutluluğuna erişmiştir.

Eczacılık öğretim kurumunun Fakülte haline getirilmesinin yararlarını savunanlardan biri de Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Materia Medika (İlaç bilgisi) öğretim üyesi Prof. Dr. Mustafa Suner olmuştur. Onun başarılı ve akıllı çalışmaları sayesinde Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Profesörler kurulu Ankarada bir Eczacılık Fakültesi açılması için karar almış ve bu karar uyarınca Türkiyenin İlk eczacılık Fakültesi olan Ankara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi, 1960 yılında öğretime başlamıştır. Bunu 1962 yılında İsatnbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi izlemiştir.

ECZACILIK VE ECZANELER

Cumhuriyetin ilk dönemlerinde eczaneler sadece büyük şehirlerde toplanmış olup, bazı il ve bir çok ilçede eczane bulunmuyordu.

1924 yılında İstanbul’da 300 kadar eczane (1927 yılında İstanbul’un nüfusu 690.857 kişidir) vardı. Bu eczanelerin durumunu Sağlık Bakanlığı Müfettişi Ecz. İ. H. Yeşilyurt tarafından şöyle belirtilmektedir:

İstanbul ve çevresinde bulunan eczanelerin sayısı 300 kadar olup bunlar bazı bölgelerde birbirine sıkışık olduğu gibi, alışverişi kıt ve dükkanlarıda hemen hemen boş bir vaziyette ve mali bakımdan da acınacak bir halde idiler.

Bu duruma bir çare bulmak, eczacıları ve eczaneleri mali bakımdan kuvvetlendirmek ve halk sağlığına yardım eden kurumlar haline getirmek için 1927 yılında 964 sayılı ‘Eczaneler ve Eczacılar hakkında kanun‘ çıkartılmıştır.

ECZACILIK ÖĞRETİMİ
Cumhuriyet döneminin başlangıcında Eczacı Mektebi, Tıp Fakültesine bağlı olarak 1909 yılında yerleştiği Kadırga Meydanın’ndaki Menemenli Mustafa Paşa (halen yerinde Kadırga ilkokulu bulunmaktadır) konağında Diş hekimliği ile birlikte öğretim yapıyordu.

Mektebe 1924 yılından itibaren lise çıkışlı öğrenciler alınmaya başlanmıştır. Öğretim süresi 3 yıldır ve öğretim programı olarak Paris Eczacılık Fakültesi programlarına yakın bir program uygulanmaktadır. Öğretim programında zaman zaman değişiklik yapılmıştır. Bazı derslerin okutuldukları yıllar değiştirilmiş ve bazı yeni dersler konuları (1926 yılında ilave edilen hayati kimya ve hidroloji gibi) programa alınmıştır.

Türkiyede eczacılık öğretim kurumları uzun süre Eczacı Mektebi, Eczacı sınıfı veya Eczacı Şubesi, gibi isimler altında ve fakat daima Tıp Mektebi veya Fakültesi’ne bağlı olarak idare edilmiştir.

ECZACILIK GÜNÜ
Bir çok meslekte olduğu gibi, eczacılık mesleğininde birarada toplanıp sorunlarını, meslekteki ilerlemeleri, gelecekte yapılması düşünülen işlerin toplu olarak görüşülebileceği bir ‘Eczacılık Günü‘ olmasını eczacılar eskiden beri istemektedirler.

Türk Eczacıları Birliği’nin 3. Büyük Kongresi (Kasım 1958), bir eczacılık günü tarihinin belirlenmesi hakkında karar alınmıştır. Bu karar Türk Eczacılar Birliği Merkez Heyetinin eylül 1967 tarihli toplantısında görüşülmüş ve Türkiye de ilk eczacılık eğitiminin yapıldığı kurulış olan Mekteb-i Tıbbiye-i Adliye- i Şahane (Askeri Tıp Mektebi) nin Sultan Mahmud II tarafından açıldığı gün olan 14 mayıs günü Eczacılık Günü olarak kabul edilmiş ve ilk Eczacılık Günü toplantısı 14 mayıs 1968 tarihinde İstanbul da yapılmıştır.

(İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi yayınlarından derlenmiştir.)

Şifahane

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Leyle-i Berat Hakkında (Âyet, Hadis, Risale-i Nur)

BERAT: Nişan, rütbe ve imtiyaz için verilen resmî belge, kurtuluş. Sitemizde Berat Gecesi ile İlgili yazılar …

Yorumlar

  1. avatar

    Bu yazıyı okudukça -ki hala bitirebilmiş değilim ve sindire sindire, öğrene öğrene okuyacağım inşallah- yeni başladığım ve hakkında hiçbir şey bilmediğimi fark ettiğim mesleğime ve mensubu olmaktan gurur duyduğum yüzyıllardır devam eden İslam medeniyetine olan saygım artmaya devam ediyor.

    Bir kimyon cinsinin iki türünün bile kitaba kaydedilirken sanatla çizilmesi, etkilerinin yazıldığı yazının hattının güzelliği ve fayfalarının büyük bir ilmin hülasası olması kaç sanatın birbirinin içinde kaybolduğunu ve kaybettiğimiz medeniyetimizin büyüklüğünü yine yeniden fark etmemi sağladı.
    Şafi-i Hakiki’den mesleğimin yolunu nuruyla aydınlatmasını niyaz ederim.
    {Benim tarafımdan da, yeni bir talebem olan eczacıya selâm et}
    Mektubat – 45
    Ve bu yolda Üstadımızın selâm edeceği talebelerden olmayı da.

    Vesselam…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Hz. Ömer Hakkında Doğru Sandığımız Yanlışlar

Hz. Ömer (ra) Hakkında Doğru Bildiğimiz Yanlışlar İslam’ın yüz akı şahsiyetlerinden biri olan Hz. Ömer …

Kapat