Ruh Nedir veya Ne Değildir?

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

29. SÖZ BAĞLAMINDA RUH NEDİR VEYA NE DEĞİLDİR?

Öz
Ruh ve ruhaniyet ile ilgili genel bir çerçeve çizilerek Risale-i Nur külliyatında yer alan tespitlere göre ruhun tarifi yapılmaktadır. Daha sonra ruhun mahiyeti ve hakikati ile bir kısım özellikleri üzerinde durularak ruh bahsinin diğer iman hakikatleri, esasları ve akideleriyle irtibatlarının tespiti ortaya konmaktadır. Son olarak da ruh ve ruhaniyet bahsinin ehl-i sünnet akidesine uygun anlaşıldığında itikadî ve amelî hayatımıza neler kazandırdığı, yanlış ve eksik anlaşıldığı zaman ise istikametten ayrılarak ifrat ve tefrit savrulmaları üzerinde durulmaktadır.

Anahtar Kelimeler
Ruh, ruhaniyat, emir, kanun, iman”

GİRİŞ:

Bu derste 29. Söz’ün başında yer alan قُلِ الرُّوحُ مِنْ اَمْرِ رَبِّى De ki: Ruh rabbimin emrindendir.”1

       Nail YILMAZ

Ayetinin Kur’an, hadis ve Risâle-i Nur kaynaklarına göre tefsirini mütalaa edebilmek için, bu konudaki birbirinden farklı fakat birbirinin mütemmimi olan bahisleri bir araya getirerek müzakere edeceğiz. Bu konu ile ilgili olarak:

1. Giriş bölümünde ruh ve ruhaniyet ile ilgili genel bir çerçeve çizildikten sonra R. Nur külliyatında yer alan tesbitlere göre ruhun tarifi yapılacak (yani ruhun ne olup olmadığına dair.)

2. Ruhun mahiyeti ve hakikati ile bir kısım özellikleri üzerinde durulacak.

3. Ruh bahsinin diğer iman hakikatları, esasları ve akideleriyle irtibatlarının tesbiti.

4. Ruh ve ruhaniyet bahsinin ehl-i sünnet akidesine uygun anlaşıldığında, itikadi ve ameli hayatımıza neler kazandırdığı, yanlış ve eksik anlaşıldığı zaman ise istikametten ayrılarak, ifrat ve tefrit savrulmaları üzerinde durulacak.

1. Bölüm:

GENEL OLARAK RUH VE RUHANİYET

Âlem-i gaybın bir nev’i olan ruhlar, maddi ve manevi vücudumuzun asılları hayatları ve cevherleridir.2 Ehl-i sünnet İslam âlimlerinin çoğunluğuna göre Ruh ve ruhaniyatın gaybi varlıklar olması ve cismani duygularımızla hissedilememesinden dolayı, mahiyetleri tam olarak idrak edilemez. Bu hususu İsrâ Sûresi 85. Ayet şöyle anlatıyor: “Sana ruh hakkında soru sorarlar. De ki:  Ruh Rabbimin emrindendir. Size ancak az bilgi verilmiştir.”   

Bununla beraber insan hayatı, anne karnında bir meleğin ruh üflemesiyle başlayıp, ömrünün sonunda da yine bir melek vasıtasıyla ruhunun kabz edilmesi sebebiyle, insanoğlu her zaman bu gaybi varlığın mahiyetini merak etmiştir. 

İslam âlimleri ruhun; bedende veya bedenle beraber yaratılışından dolayı, bedenle olan irtibatı sebebiyle sadece beden üzerinden tahliller yapmanın, ruhun melekûtî boyutunu görmezlikten gelineceğine ve zamanla, ruhun gayba iman yönünü zayıflatabileceğini hatta ortadan kaldırabileceğini ifade etmişler.3

Yani ruh hakikatinin insanın kendi bedeninde cereyan ediyor olması onu gaybilikten çıkarmıyor. Ruh ile ilgili ne kadar çok şey bilinirse bilinsin yine de ruhun gaybiliğine nazaran ‘az bilgi’ hükmündedir. Çünkü Allahtan başka kimse mutlak gayba muttali olmadığından ruhun gerçek mahiyetini Allah’tan başka kimse bilemez. Bazı tefsirlerde ise, az bilgi’ verilen, Yahudi âlimlerinin olduğunu söylemişlerdir. Çünkü ruh hakkında soruyu onlar sormuştur.4

Bununla beraber ruh hakkında insanlara verilen o ‘az bilgiyi’ öğrenmek ve öğretmek için, bütün İslam âlimleri asırlar boyu çok derin ve uzun araştırmalar yapmışlar. Tabiinden Hasan-ı Basrî ile başlayan bu süreç, Ebû Hanîfe ve Ahmed b. Hanbel, başta olmak üzere, Mâtürîdî ve Eş’arî âlimleriyle devam ederek, bu konuda birçok müstakil eserler telif edilmiş.  

Üstad hazretlerinin muhakkik ve dehşetli dâhîlerden dediği İbn Kayyim el-Cevziyye isimli Zâtın;5 ‘Kitâbü’r-Rûh’u, İmam-ı Gazali’nin Mearicü’l-Kuds ve Fahreddin-i Razinin en-Nefs gibi eserleri ruhu anlamak ve anlatmak için telif edilen eserlerden bazılarıdır. 

Kur’an’da ve Hadislerde Ruh: 

“Kur’ân-ı Kerîm’de ruh kelimesi yirmi bir yerde geçer. İslam âlimleri, Kur’an’da geçen ruh kelimelerinin (şu)sekiz manaya geldiğini belirtir. Bunlar:

    • “Canlıların hayatiyetini sağlayan ruh,
    • Cebrâil (rûhu’l-kuds, er-rûhu’l-emîn), 
    • Büyük bir melek, 
    • Vahiy, 
    • Rahmet,
    • Emir (kanun),
    • Üflemekle meydana gelen bir tür yel,
    • (Ve) Hayattır.

 (Ayrıca) Cenâb-ı Hakk’ın uyku halindeki insanın nefsini aldığını (ez- Zümer 39/42) ve ölümünden sonra ibret olması için Firavun ’un bedenini geride bıraktığını (Yûnus 10/92) bildiren âyetlerde ruh-beden ayırımına işaret edilmiş. (Taberî, XI, 106; Mâtürîdî, Te’vîlâtü’l-Kur’ân, VII, 105)”.6

Üstad hz de R. Nur külliyatında bu manalardan en çok, ruhun doğrudan mahiyeti ile ilgili olan cihetini,  yani onun bir emir veya kanun oluşunu nazara vermiş.

 Hadis-i Şeriflerde Ruh:

Buhari ve Müslim gibi sahih hadis kaynaklarında açık bir şekilde ruh ve beden ayrımının yapıldığına dair hadis-i şerifler vardır. Konu ile ilgili hadis-i şeriflerin birisinde belirtildiğine göre:

“Anne (karnındaki) cenine 120 günlük teşekkül döneminden sonra Allah’ın gönderdiği bir melek tarafından ruh üflenir; ölüm anında da meleklerce ruh bedeninden alınır (Müsned, II, 323, 398; Buhârî, “Bed,ü’l-halk”, 6, “Enbiyâ,”, 50; Müslim, “Kader” 

Çeşitli hadislerde ruh kelimesinin yanı sıra onun yerine nefis ve “neseme” kelimeleri de kullanılmış.7

 Muhakkik hadis âlimleri hadiste ruha teşbih edilen ‘nesim’ veya ‘neseme’ kelimelerini ruhun letafetini anlatmak için kullanıldığını söylemişlerdir.  Çünkü ‘nesim’ rüzgâr ‘neseme’ rüzgârın esmesidir.8

Hava ile ilgili Hadis-i şeriflere atıfla, tasavvufi gelenekte: İnsanın cismani cihetini oluşturan;  bazı latifelerini toprağa, nefsi ateşe,  suyu kalbe teşbih ettikleri gibi, ruhu da havaya teşbih ederek, seyr-i sülük yolculuğunda manevi bir makam olarak kabul etmişlerdir..9

Üstad hz de, R.Nur külliyatının bir kısım yerlerinde bazı ayetlerin tefsirini ve birçok iman hakikatlarını şerhini, tasavvufi gelenekte olduğu gibi, ruhu havaya teşbih ederek izah etmiştir. Çünkü ruh ve hava arasında birçok ortak noktalar ve benzer özellikler vardır. Mesela:

  • Ruhun âlem-i emirden geldiği gibi, hava sahifesinin de Emr ve iradenin bir arşı olması.10
  • Ruhaniyata hava sahifesinin bir âyine olması.11
  • Lem’alar’da; bir kısım marifetullah delil ve bürhanlarının ‘hava gibi olması sebebiyle ne hissedilir, ne görünür, ne de tutulamayacağı, Ancak ruh ile teveccüh edilerek teneffüs edebilebileceği.12
  •  Mesnevi-i Nuriye’de ise; İnsan maddî hayatında; her zaman havaya muhtaç olduğu gibi, hayat-ı ruhiyesi cihetiyle de her anda “Hüvallah” ve “Bismillah” gibi hava-i nesîme ihtiyacı vardır. Çünkü ruh ancak bu kudsi kelimat-ı İlahiye ile nefes alıyor.13
  • Tasavvuf ehlinin, ‘seyr-i sülük’ ile terakki ederek, hava unsurundaki esma-i hüsna tecellilerini müşahade ettiği gibi, Bediüzzaman hz de  ‘Hüve Nüktesindeki’ ifadelerine göre; ‘hareket-i fikrîye ve ruhiye’ ile yapmış olduğu seyahatinde hava âlemini temaşa ederek birçok iman hakikatlarını ilmelyakîn, aynelyakîn ve hakkalyakîn, müşahade ettiğini söylemiştir.14

Risale-i Nur Külliyatı’nda Ruh Nevi ve Türleri:

Nasıl ki cismani varlıkların çok farklı cins, nev ve türleri olduğu gibi, ruhunda nevilere göre farklılıkları ve türleri vardır. 

R. Nur külliyatında genel olarak dört nevi ruhun olduğu belirtilir. Üç çeşitte ruh manasında program ve emirlerden bahsedilir. Bunlar:

  1. Akıl irade ve şuur sahibi olup hayra da, şerre de kabiliyetleri olan insanlar ve cinlerin ruhu.
  2. Akıl irade ve şuur sahibi olup sadece hayra kabiliyetleri olan meleklerin ruhu ile15 sadece şerre kabiliyetleri olan ervah-ı habise.”16
  3. Aklı olmadığı halde şuurlu fiilleri işleyen hayvanatın ruhu.17
  4. Bediüzzaman Hz. Sünuhat ve Mektubat gibi eserlerinde; bütün kâinatı ihata eden kollektif veya külli bir ruhun olduğunu belirterek,18 diğer eserlerinde de kâinatın kollektif veya külli ruhunun farklı cihetlerini nazara verir, mesela:

Sözler isimli eserinde İslam dininin Küre-i arzın ruh-u fıtrîsi olduğunu,19 kâinatın külli ve kollektif olan ruhunun ruhunu ise, Vahy-i Kur’an ile Hakikat-ı Muhammediye olduğunu şu şekilde ifade eder: “Maddî ve manevî hayat-ı Muhammediye (A.S.M.) ruh-u kâinattan süzülmüş hülâsat-ül hülâsadırVe vahy-i Kur’an dahi, hayatdar hakaikının şehadetiyle hayat-ı kâinatın ruhudur ve şuur-u kâinatın aklıdır.”20

Tasavvufi ıstılahda ve sûfi gelenekte de çok kullanılan; Üstadın da ‘kâinatın ruhu’21 dediği ‘Vahy-i Kur’an ve Hakikat-ı Muhammediye’ gibi külli ruhu anlatmak için kullanılan terkip ve kavramları, İbrahim Canan hocamızın hadis külliyatında Seyyid-i Şeriften yaptığı nakilde şöyle der. Âlem-i kebirdeki külli ruh:Ruh-i a’zam, Nefs-i vahide, Nefs-i külliye, levh-i mahfuz, hakikat-ı esmaiyye’ gibi kelime ve terkiblerle tabir ve ifade edilir. Bu isimlerle ifade edilenHakikat-ı Muhammediye’ ise; âlem-i sağir olan insandaki tezahürü, ruh, akıl, kalp, nefis, sadr, sır ve hafâ gibi isimler alır.22

Tasavvuf erbabı, âlem-i emirden gelen kalp, ruh, sır, hafî ve ahfâ gibi latifelerin seyr-i sülük yolculuğu ile aşılması gerektiğini, sonrasında âlem-i kebirde onlarında asılları olan esmâ ve sıfat tecellilerini kat etmesi gerektiğine inanırlar.  Zira küçük âlem olan insandaki bu duyguların asıllarının, âlem-i kebirde olduğunu belirtmişlerdir.23

Üstad hz de aynı manaları Miraç bahsinde: “âlem-i süflînin manevî tezgâhları ve küllî kanunları, avalim-i ulviyededir”24 diyerek, insanda bulunan ruh, akıl, kalp, nefis, sadr, sır ve hafâ gibi cüz’i kanun ve programların asılları ve küllilerinin, âlem-i ulvîde olduklarını söylemiştir. Çünkü:

Zât-ı Ahmediye (as) miraç mucizesiyle açmış olduğu o yolun kapısını dönüşte açık bırakmış. Arkasındaki evliya-i ümmeti, ruh ve kalb ile o cadde-i nuranide, Mi’rac-ı Nebevî’nin gölgesinde seyr ü sülûk edip istidadlarına göre makamat-ı âliyeye”25 çıksınlar diye. 

 Ruh manasındaki diğer program, emir ve fiili durumlar:

Üstad hz külliyatın muhtelif yerlerinde ruhun bir kudret programı değil, bir kader program olduğunu söyler.26 (Not: bu konuda geniş açıklama 9. Sh gelecektir.)

Nebatat ve ağaçların ruh programı:

“Evet en büyük bir ağacın ruh programını bir nokta gibi en küçük bir çekirdekte dercedip, muhafaza eden Zât-ı Hakîm-i Hafîz; vefat edenlerin ruhlarını nasıl muhafaza eder denilir mi?”27 “Evet, koca bir ağacın bir derece ruha benzeyen programını ve kanun-u teşekkülâtını, bir nokta gibi en küçük çekirdekte dercedip muhafaza eden bir Zât-ı Hakîm-i Zülcelal, bir Zât-ı Hafîz-i Bîzeval hakkında “Vefat edenlerin ruhlarını nasıl muhafaza eder” denilir mi?28

Çekirdeklerdeki ruhun manevî (hükmî) olması:

“Eğer o çekirdek, o manevî cihazatını فَالِقُ الْحَبِّ وَالنَّوَى nın emr-i tekvinîsini imtisal edip hüsn-ü istimal etse; o dar âlemden çıkacak, meyvedar koca bir ağaç olmakla küçücük cüz’î hakikatı ve ruh-u manevîsi, büyük bir hakikat-ı külliye suretini alacaktır”29

Akıl irade ve şuur sahibi olan( insan, melek, ruhani ve cin gibi) varlıkların ruhu ile nebatat ve ağaçların ruh-u manevîsi ve ruh-i emrisi arasında iki önemli fark vardır, bunlar;

  • Akıl irade ve şuur sahibi olan varlıkların ruhlarına;  ‘vücud-u haricî ve ‘vücud-u hissî30 giydirilmiş olmasıdır. 
  • Akıl irade ve şuurları olmayan nebatat ve ağaçlardaki ruhi programlar: ‘kavanin-i hakaik, nevamisi mahiyet, desatir-i teşekkülat ve ruh-i emri’ gibi isimlerle ifade edilir. Bu ruhi programların vücud-u haricîsi’ ve ‘vücud-u hissîleri’ yoktur.31  

 Ruhun işlevini gören fiziki kanunlar. 

 Kâinattaki fiziki kanunlar eğer şuurlu ve hayatlı olsalardı onlara’ da ruh denilirdi. Veya canlı varlıklarda olan ruhların hayatları ve şuurları alınsaydı, onlarda diğer fiziki kanunlar gibi birer kanun olurlardı.32

Şahs-ı manevî ruhun bir nev’i olması:

3.“Evet müteaddid eşya bir cemaat şekline girse, bir şahs-ı manevîsi olacaktır. Eğer o cem’iyet, imtizaç edip ittihad şeklini alsa, onu temsil edecek bir şahs-ı manevîsi, bir nevi ruh-u manevîsi ve vazife-i tesbihiyesini görecek bir melek-i müekkeli olacaktır.”33

Risale-i Nur kaynaklarına göre ruh nedir veya ne değildir? (Tarifi)

    • Ruh, vücud-u haricî giydirilmiş bir kanundur. Fakat o sadece bir kanun değil, şuuru başına takmış, nuranî bir kanundur.34
    • “Ruh, kat’iyyen bâkidir”35
    • Sabit ve hem daim olan diğer fıtrî kanunlar gibi, ruh dahi hem âlem-i emirden, hem irade vasfından gelir. Kudret ona vücud-u hissî giydirir.36
    • Ruhun mahlûkıyet ve mec’uliyet cihetleri vardır. Beden-i misalîsi ve gılaf-ı latifi, ruhun mahlûkıyetine bakar. Hayatların asılları ve cevheri olma ciheti, mec’uliyetine bakar.37 Ruh kadim değil, hadistir. Ezeli değil, ebedidir.38 Ruhlar a’raz değil cevherdir.39 Sadece cevher değil “Bir cevher-i cihanbahadır.”40
    • Ruhun zatı cisim değildir; fakat gılaf-ı latifi ve beden-i misalîsi vardır.41
    • Her şey gibi ruhun da mülk ve meleküt cihetleri vardır. Ekser cismani varlıkların aksine bu, mülk ve meleküt vecihleri şeffaftır.42
    • Ruh cisme Mahkûm değil hâkimdir.43
    • Ruh cesede dayanmaz, onunla kaim değil, belki cesed ruha dayanır. Çünkü ruh binefsihi kaim ve daim olduğundan Canab-ı Haktan başka hiç bir şeye dayanmaz.44
    • Ruh kesret ve terkib olmadığı için, tahrib ve inhilale maruz değildir. Çünkü vahdet ve besatet yol vermez ki, tahrib ve inhilale maruz kalsın.45 (Buradaki “besatet – basit” kelimesi, terkip olmama anlamındadır.)
    • Ruhlar bu dünyaya bir defa gelir.46 Tenasühile bir bedenden başka bedenlere geçmez.47 Çünkü ruh âlem-i emirden sebepsiz doğrudan geldiği için; doğmaz, doğurmaz. Buna göre ruh; insan yapısının ‘ihtira’ ve ibda‘ boyutunu, bedenler ise ‘inşa ve ‘san’at’ boyutunu oluşturur.48
    • Ruh hayatın hâlis ve sâfi bir cevheri ve sabit ve müstakil zâtıdır.49
    • Ruhların ulvîsi olduğu gibi süflîsi de vardır.50
    • Ruhumuzun ruh-u ve ziyası İman-ı billahtır.51
    • Ruh bütün kâinatta tecelli eden esma-i hüsnayı, kendi ayinesinde hepsini birden gösterebilir.52
    • Ruhlar hayatların asılları ve zâtlarıdır.53
    • Ruh ekser esma-i İlahiyenin tecelliyatını cismaniyet ile hisseder.54
    • Madde inceleştikçe, ruh âlemine, şuuur âlemine yaklaşılır.55
    • Ruhlar terakki ederek daire-i esbabı yırtıp maddiyattan ve vesaitten tecerrüd ederek, tesirinden kurtulabilir.56
    • Ruhlar dünyada olduğu gibi ahirette de cismaniyet ile beraberdir.57
    • Cesed ruhla mütelezzizdir, ruh vicdanla mütelezziz.58
    • Terakki etmiş bir ruh mahlûkatın ve masnuatın tesbihatlarını görür, duyar ve anlayabilir.59
    • Nuraniyet kesbeden ruhlar, temessül, inbisat ederek başka ayinelere aks edebilir.60
    • İmanlı ruhlar maziye nüfuz ve müstakbele hulûl edebilir.61
    • Ruh bastı zaman sırrına mazhar olabilirse zamandan ve mekândan münezzeh olur.62
    • Ruh hava, esîr, âlem-i misal gibi bazı âyineler vasıtasıyla külliyet kesbeder.63
    • Ruhlar ufûl edenlerden ve zeval bulanlardan yüz çevirir.64
    • Suretperestlik sukut-u ruha sebebiyet verir.65
    • Ruh mevt hengâmında bütün bütün çıplak olmaz, yuvasından çıkar, ruha münasib bir gılaf-ı latifi ve beden-i misalîsini giyer.66

Ruh Allah’tan mıdır yoksa Onun bir emri midir?

İsra suresi 85. ayette: قُلِ الرُّوحُ مِنْ اَمْرِ رَبِّى  “De ki: Ruh rabbimin emrindendir ” Buyruluyor. Ruhun Allahtan mı, yoksa onun bir emri mi? olduğu ile ilgili tartışmalara açıklık getiren, esbab-ı nüzül kaynaklarında şu bilgilere yer verilmiş. 

“Kureyş (müşrikleri) Yahudilere giderek ‘bize bir şeyler verinde şu adama soralım demişler.’ “Onlar da “Ruhtan sorunuz” demişler.”67 Eğer ruh: “Allah’tandır” derse “kendisinden olan bir şeyi Allah nasıl cezalandırır?” diye sorun dediler. Kureyş bu soruları Peygamber Efendimiz (as) sorunca قُلِ الرُّوحُ مِنْ اَمْرِ رَبِّى De ki: Ruh rabbimin emrindendir” ayeti kerimesi nazil oldu. Peygamber’imiz bu ayetle ilgili şu açıklamayı yapmıştır. “Ruh Allah’ın bir mahlûkudur. Allah’tan değildir” diye buyurmuştur.68

Bu ayetin tefsiri ile ilgili İbrahim Canan hocamız, Fahreddin-i Razi’den şu açıklamayı nakleder: “Ruh Rabbimin emrindendirkavl-i şerifindeki “emir” den maksad “fiiledir”, tıpkı şu âyette olduğu gibi: “Firavunun “emri” hiç de dürüst değildi” (Hûd 97; yani ameli ve işi demektir. “Ruh Rabbimin işidir” derken; “başka mahlûklar Allah’ın işi değil mi?” diye bir itiraz hatıra gelebilir. 

(Elcevap) Başka mahlûkatın ortaya çıkışı bir kısım sebeplere dayandırılmış, mahiyeti hakkında izah yapabilme imkânları tanınmıştır. Ruh Cenab-ı Hakk’ın “ol” emrine dayandırılmış, araya başka vasıta ve esbab bırakılmamıştır. Onun için o “emir âlemindendir ve Allah’ın bir fiilidir.”69

2. Bölüm:

MAHİYET İTİBARİYLE RUH 

Giriş kısmında da belirtildiği gibi, ruh ve ruhaniyat gibi gaybi varlıklar, cismani duygularımızla hissedilemediği için mahiyetlerini tam olarak idrak edemeyiz. Bu bölümde ruhun bir nevi sıfatları olan bazı özelliklerini müzakere ederek mahiyeti hakkında kısmen de olsa bir kanaat edinmeğe çalışacağız. 

 İslam âlimleri Ruh ile ilgili en genel tarifin: “Ruh, kalp ve sır, bir hakikatin çeşitli görüntüleri” olduğunu söylemişlerdir.70 Bununla beraber R. Nur külliyatında ruh ile ilgili yapılan tariflerden, ruhun sultan gibi en geniş ve külli bir mahiyeti; olduğu diğer latife ve hissiyatların ise ruhun, farklı sıfatları olduğu anlaşılmaktadır.  

İnsanın en kıymetli malının,  ruhu olması: Üstad hz Şualar ’da; “İnsanın en kıymetli ve üstünde titrediği malı, onun ruhudur. Onu zayi’ olmaktan ve fenadan ve başıboşluktan muhafaza etmek”71 istediğini söylüyor.  

Buna göre madem insanın en kıymetli malı ruhudur ve o malını korumak için üstünde titriyor. O zaman o en kıymetli varlığı korumanın en birinci şartı onu tanımaktan ve bilmekten geçiyor. Risale-i nur külliyatında ruhun mahiyeti ve özellikleri ilgili yüzlerce farklı tanımlamalar var. Bunların bir kısmını ya aynen veya özetle nakledeceğiz.

Ruhun hayattan, akıldan, şuurdan ve hislerden süzülmüş sabit ve müstakil bir zât olması:

“Evet nasıl ki hayat, bu kâinattan süzülmüş bir hülâsadır ve şuur ve his dahi, hayattan süzülmüş hayatın bir hülâsasıdır ve akıl dahi, şuurdan ve histen süzülmüş, şuurun bir hülâsasıdır ve ruh dahi, hayatın hâlis ve sâfi bir cevheri ve sabit ve müstakil zâtıdır.”72

Âlem-i emirden gelmesi ve bâki bir kanun olması:

“Ruh zîhayat, zîşuur, nuranî, vücud-u haricî giydirilmiş, câmi’, hakikatdar, külliyet kesbetmeğe müstaid bir kanun-u emrîdir.”73

Diğer kanunlardan farkı:

Ruhun diğer cansız olan emrî kanunlardan (fiziki kanunlardan) farkı; ruhun zîhayat, zîşuur ve vücud-u haricî giydirilmiş olmasıdır. Diğer fiziki kanunlar cansız, şuursuz ve vücud-u haricîleri yoktur. “Ruh ’da başından şuuru indirse, yine lâyemut kanun olur.74

Ruh ve ruhanîlerin, madde ile mukayyed yarım nuranî varlıklar olması:

“Madem, güneş gibi âciz ve müsahhar mahlûklar ve ruhanî gibi madde ile mukayyed nim-nuranî masnular”75

Mülken ve melekûten yaratılışı vasıtasız ve sebepsiz olması: Hayat ve nur ve vücud gibi, ruhun’da iki veçhi şeffaf ve güzel olduğundan mülken ve melekûten vasıtasız dest-i kudretten çıkıyorlar.76

Ruh ve Ruhanilerin yaratıldığı maddi ve manevi latif varlıkların neler olduğu:

“Elbette o Kadîr-i Hakîm bu kusursuz kudretiyle, bu noksansız hikmetiyle; nur gibi, esîr gibi ruha yakın ve münasib olan sair seyyalat-ı latife maddeleri ihmal edip hayatsız bırakmaz, camid bırakmaz, şuursuz bırakmaz. 

Belki madde-i nurdan, hattâ zulmetten, hattâ esîr maddesinden, hattâ manalardan, hattâ havadan, hattâ kelimelerden zîhayat, zîşuuru kesretle halkeder ki; hayvanatın pekçok muhtelif ecnasları gibi pekçok muhtelif ruhanî mahlûkları, o seyyalat-ı latife maddelerinden halkeder. Onların bir kısmı melaike, bir kısmı da ruhanî ve cin ecnaslarıdır.”77

Maddenin aslı, bir mana olduğu gibi o mananın da aslı hayat, ruh ve şuur olması: “Bittecrübe, madde asıl değil ki, vücud ona müsahhar kalsın ve tâbi’ olsun. Belki madde, bir mana ile kaimdir. İşte o mana, hayattır, ruhtur. Hem bilmüşahede madde, mahdum değil ki herşey ona irca’ edilsin.  Belki hâdimdir, bir hakikatın tekemmülüne hizmet eder. 

O hakikat, hayattır. O hakikatın esası da ruhtur. Bilbedahe madde hâkim değil ki, ona müracaat edilsin, kemalât ondan istenilsin. Belki mahkûmdur, bir esasın hükmüne bakar, onun gösterdiği yollar ile hareket eder. İşte o esas; hayattır, ruhtur, şuurdur.”78

Hayatın zâtı, cevheri ve asılları oluşu:

Hayatın zâtı ve cevheri olan ruhu mevt-i ebedî ile i’dam edip; kendinden o sevgili muhibbini ve habibini ebedî küstürsün, darıltsın, dehşetli rencide ederek sırr-ı rahmetini ve nur-u muhabbetini inkâr etsin ve ettirsin? Hâşâ, yüz bin defa hâşâ ve kellâ”79

 “İşte  göz önünde her vakit gördüğümüz bu hadd ü hesaba gelmeyen yeni yeni hayatlar ve hayatların asılları ve zâtları olan ruhlar, birden ve hiçten vücuda gelmeleri ve gönderilmeleri, bir Zât-ı Vâcib-ül Vücud ve Hayy u Kayyum’un vücub-u vücudunu ve sıfât-ı kudsiyesini ve esma-i hüsnasını; lemaatın güneşi gösterdiği gibi gösteriyorlar.”80

  Ehemmiyetine binaen mahiyet itibariyle ruh bölümünü özetleyecek olursak:

  • Ruh ve ruhaniyat gaybi varlıklardır. 
  • Ruhumuzun bedende veya bedenle olan irtibatı onu bizim için gaybilikten çıkarmaz. 
  • Ruh, kalp, vicdan ve sır, bir hakikatin çeşitli görüntüleridir.
  • Bedendeki ruh bir sultan, diğer latife ve hissiyatlar ise ruhun, farklı sıfatlarıdır.
  • İnsanın en kıymetli ve üstünde titrediği malı, onun ruhudur.
  • Ruh hayatın hâlis ve sâfi bir cevheri ve sabit ve müstakil zâtıdır.
  • “Ruh zîhayat, zîşuur, nuranî, vücud-u haricî giydirilmiş, câmi’, hakikatdar, külliyet kesbetmeğe müstaid bir kanun-u emrîdir.”
  • Ruh başından şuuru indirse, lâyemut bir kanun olur.
  • Ruhun mülk ve melekût cihetleri şeffaf ve yaratılışları sebepsizdir. 
  • Ruhlar; nur, esir, hava, kelime ve manalar gibi seyyalat-ı latife maddelerinden yaratılırlar.
  • Maddenin aslı, bir mana olduğu gibi o mananın da aslı hayat, ruh ve şuurdur.
  • Ruhlar hayatların asılları ve zâtlarıdır. 

3. Bölüm:

RUHUN DİĞER İMAN HAKİKATLARI, ESASLARI VE AKÎDELERİYLE İRTİBATI:

Ruhun bedendeki tasarrufunun, tevhid ve marifetullah ile irtibatı:

“İnsanın nasıl ruhu bütün cesedine öyle bir münasebeti var ki: Bütün a’zasını ve eczasını birbirine yardım ettirir. Yani, irade-i İlahiye cilvesi olan evamir-i tekviniye ve o emirden vücud-u haricî giydirilmiş bir kanun-u emrî ve latife-i Rabbaniye olan ruh, onların idaresinde onların manevî seslerini hissetmesinde ve hacetlerini görmesinde birbirine mani olmaz, ruhu şaşırtmaz. 

Ruha nisbeten uzak-yakın bir hükmünde. Birbirine perde olmaz. İsterse, çoğunu birinin imdadına yetiştirir. İsterse bedenin her cüz’ü ile bilebilir, hissedebilir, idare edebilir. Hattâ çok nuraniyet kesbetmiş ise, herbir cüz’ü ile görebilir ve işitebilir. 

Öyle de: اْلاَعْلَى Cenab-ı Hakk’ın madem onun bir kanun-u emri olan ruh, küçük bir âlem olan insan cisminde ve a’zasında bu vaziyeti gösteriyor. Elbette âlem-i ekber olan kâinatta o Zât-ı Vâcib-ül Vücud’un irade-i külliyesine ve kudret-i mutlakasına hadsiz fiiller, hadsiz sadâlar, hadsiz dualar, hadsiz işler, hiçbir cihette ona ağır gelmez, birbirine mani olmaz. O Hâlık-ı Zülcelal’i meşgul etmez, şaşırtmaz. Bütününü birden görür, bütün sesleri birden işitir. Yakın uzak birdir. İsterse, bütününü birinin imdadına gönderir. Herşey ile her şeyi görebilir, seslerini işitebilir ve her şey ile herşeyi bilir ve hâkeza.”81

Ruhun varlığını bilmek ve iman etmek diğer ruhani varlıkları ve âlemlerin vücudunu zaruri kılar: (Melek ve ruhaniyet gibi)

“Sen kalbinden dersin: “Ben semavatı inkâr ediyorum, melaikelere inanmıyorum. Semavatta birinin gezmesine, melaikelerle görüşmesine nasıl inanayım?” (Elcevap: Nasıl ki) “İnsanda cisimden başka kalb, ruh, hayal, hâfıza gibi manevî vücudlar da var. Elbette insan-ı ekber olan âlemde ve şu insan meyvesinin şeceresi olan kâinatta, âlem-i cismaniyetten başka âlemler var.”82

Üstad hz Mesnevî’de: Âfâkî malûmatın, yani hariçten, uzaklardan alınan malûmatın, evham ve vesveselerden hâlî olamadığını, amma bizzât vicdanî bir şuura mahal olan enfüsî ve dâhilî malûmatın ise evham ve ihtimallerden uzak olduğunu söyler.83 Buna göre insanın bizzat yaşayarak hissederek ve aklederek fark ettiği kalb, ruh, hayal ve hâfıza gibi hissiyatlarının varlığını anlaması, dış dünyadaki melek ve ruhaniyatın varlık ve vücudunu zaruri kılar. 

Ruhun nübüvvet ve Kuran ile irtibatı:

3. sahifede de kısmen temas edildiği gibi; “Maddî ve manevî hayat-ı Muhammediye (A.S.M.) ruh-u kâinattan süzülmüş hülâsat-ül hülâsadırVe vahy-i Kur’an dahi, hayatdar hakaikının şehadetiyle hayat-ı kâinatın ruhudur ve şuur-u kâinatın aklıdır.”84

“Eğer kâinattan risalet-i Muhammediye’nin (A.S.M.) nuru (ruhu) çıksa, gitse, kâinat vefat edecek. Eğer Kur’an gitse, kâinat divane olacak ve Küre-i Arz kafasını, aklını kaybedecek. Belki şuursuz kalmış olan başını, bir seyyareye çarpacak, bir kıyameti koparacak.”85

Ruhun ahiret bağlamında ezel ve ebediyet ile irtibatı:

Üstad hz külliyatın muhtelif yerlerinde ruhun en büyük en ziyade ve en nihai arzusunun ve gayesinin firak-ı ebedîden, fena-yı mutlaktan ve zevalden kurtulmak, rızay-ı İlahiyeyi  kazanarak beka bulmak; ömr-ü ebedî ile ebed-ül âbâdda saadete mazhar olmak olduğunu ifade etmiştir. 

Asa-yı Musa isimli eserinde; “Nev’-i beşerin en büyük mes’elesi(nin) Cehennem’den kurtulmak”86 ve saadet-i ebediyeyi kazanmak olduğuna dikkat çekilirken, Şualarda ise, insanın varlık ve yokluk arasında bir tercih yapmak zorunda kaldığında ruhunun “Cehennem de olsa beká”87 isteyeceği belirtilmiştir. 

29. Söz’de, ruhun bir sıfatı olan vicdanı ile yaptığı mükâlemede: İnsanın fıtrat-ı zîşuuru olan vicdanı, saadet-i ebediyeye bakar, gösterir. Evet, kim kendi uyanık vicdanını dinlerse “Ebed! Ebed!” sesini işitecektir. Bütün kâinat o vicdana verilse, ebede karşı olan ihtiyacının yerini dolduramaz. Demek o vicdan, o ebed için mahlûktur.”88

Külliyatın birkaç yerinde ise, İnsan ruh ve kalbinin aşk-ı bekaya çok meftun olduğunu, hatta bu iştiyak ve hissiyat-ı insaniyenin ebedperest’  derecesinde olduğunu söylemiştir.89

Ve yine 29. Söz’de: “Elbette ruh-u insanî, değil yalnız beka ile belki ebed-ül âbâd ile alâkadar olmak lâzım gelir.”90

 Çünkü: “Gayet cem’iyetli ve gayet yüksek bir mahiyete mâlik ve haricî vücud giydirilmiş ve zîşuur ve zîhayat ve nurani kanun-u emrî olan ruh-u beşer, ne derece kat’iyyetle bekaya mazhar ve ebediyetle merbut ve sermediyetle alâkadar olduğunu anlamazsan, nasıl “Zîşuur bir insanım” diyebilirsin?91

Çünkü: “Hayat, Zât-ı Hayy-u Kayyum’a baktıkça ve iman dahi hayata hayat ve ruh oldukça beka bulur, hem bâki meyveler verir, hem öyle yükseklenir ki, sermediyet cilvesini alır, daha ömrün kısalığına ve uzunluğuna bakılmaz.”92

Çünkü: “Mü’min olan bir insan (ruhunun) dünyanın kuruluşundan sonuna kadar uzanan manevî bir ömrü vardır. Ve insanın bu manevî ömrü ezelden ebede uzanan bir hayatın nurundan meded ve yardım alır.”93

Bu iktibas edilen metinlere göre Üstad hz ruhun ölümsüzlük ve sonsuza kadar yaşama ve hep var olma arzusunu beş farklı kademede tahlil etti. Bunlar:

  • Uyanık bir vicdandan daima  Ebed! Ebed” sesinin geleceği. 
  • Ruh-u insanîn, değil yalnız beka ile belki “ebed-ül âbâd ile alâkadar olduğu. 
  • Hatta hissiyat-ı insaniyenin  ‘ebedperestderecesinde olduğu.  
  • İmanın hayata hayat ve ruh oldukça beka bulupsermediyet cilvesini” alacağı. 
  • Mü’min olan bir “insan ruhunun ezelden ebede uzanan bir hayat nurundan” meded ve yardım alacağı şeklinde, ifade edilmiştir. 

Ruh ve kader ilişkisi:

Ruh ve kader arasında birçok ortak özellikler var. Bunların hepsini zikretmek ayrı bir ders konusu olacak kadar uzun gider. Bunların bir kısmına temas ederek müzakereye devam edeceğiz.

Bu ortak noktalardan birisinin, insanın ruh ve bedeninde bulunan istidat ve kabiliyetlerin menşe ve mehazlarıyla ilgilidir. Yani bu bölüm, insanda bulunan istidat ve kabiliyetlerin ruha mı yoksa bedene mi ait olduğu konusu ile ilgilidir. 

Kudretten ehemmiyetli cihazat ve kaderden kıymetli proğramlar:

Üstad H. 23. Söz’de “insanın mahiyetine, kudretten ehemmiyetli cihazat ve kaderden kıymetli programlar tevdi”94 edildiğini ifade eder. Bu cümle ile nasıl ki insanın cismani cihazat ve kabiliyetleri kudret âleminden geldiği gibi manevi ve ruhani cihetinin de kaderle takdir edildiği belirtilerek ruhun ve ruha bağlı istidatların bir kader programı olduğu ifade ediliyor. 

Nur Külliyatı’ndaki tariflere göre insan şu âlemin âlem-i asgarı, Kâinat ’da âlem-i ekberidir. Mektubatta yer alan şu cümlede “Şu kâinat denilen âlem-i ekber ve insan denilen onun misal-i musaggarı olan âlem-i asgar, kudret ve kader kalemiyle yazılan âfâkî ve enfüsî vahdaniyet delailini gösteriyorlar.”95

Bu tarife göre de âlem-i asgar ve âlem-i ekberdeki:

  • Fiziki ve cismani cihet kudret kalemiyle, 
  • Ruhi ve melekuti cihet ise kader kalemiyle yazıldığı anlaşılıyor.

32. Sözde bahsedilen “İmam-ı Mübîn” ve “Kitab-ı Mübîn” aynı hakikatın bir başka veçhidir. Yani

“İmam-ı Mübin”, kader-i İlahînin bir defteri, bir mecmua-i desâtiridir. O desatirin imlâsı ile ve hükmü ile zerrat, vücud-u eşyadaki hidemâtına ve harekâtına sevkedilir. Amma “Kitab-ı Mübin” ise, âlem-i gaybdan ziyade, âlem-i şehadete bakar. Yani, mazi ve müstakbelden ziyade, zaman-ı hazıra nazar eder ve ilim ve emirden ziyade, kudret ve irade-i İlahiyenin bir ünvanı, bir defteri, bir kitabıdır. “İmam-ı Mübin” kader defteri ise, “Kitab-ı Mübin” kudret defteridir.96

Bu tespitlere göre ruh ile kader arasında birçok ilişkiler ve ortak noktalar olduğu anlaşılmaktadır.  Mesela:

1.İnsanın cismani cihazat ve kabiliyetleri kudret programı olduğu gibi ruhu ve ruha bağlı diğer manevi hissiyat ve istidatları da bir kader programıdır.

2.İsra suresi 85. Ayetinde: Ruhun, Rabbimizin emrinde olduğu ve bize ondan çok az bir ilim verildiği belirtilmiştir. 

3.Bazı hadislerde ise: “Kader hususunda (fazla) konuşmayın. Zira kader Allah’ın sırrıdır (sırrullah) Allah’ın sırrını fâş etmeye kalkmayın”97 buyrulmuş.

Bu ayet ve hadise göre ruh ve kaderin iki veçhi var:

Birinci vecih: Ruh ve Kader gibi imanî rükünler âlem-i emirden geldikleri için akılla onların mahiyeti tam olarak idrak edilemez. İmanın gaybi ve taabudi kısmını teşkil ettikleri için, daha ziyade nakli ve icmali bilgi ile iktifa edilip, itikat edilerek teslim olunur. Çünkü bu imani rükünler, çok fazla İlmî kâidelere ve fikri gayrete dayanan ilmî” ve “nazarî” hususlardan olmayıp kalpte hissedilen halî” ve “vicdanî” cüzlerdir.

Yani, ruhun ve kaderin bir sır yönü yani hakikat ve mahiyetlerinin ne oldukları yönü vardır. Bu yönü itibariyle bize az bilgi verilmiş ve bu cihet ile ilgili fazla derine dalınmaması ve fazla soru sorulmaması istenmiştir. Bu kısım sadece Canab-ı Hakkın bildiği ilahi bir sırdır.98

İkinci vecih: Ruhun ve kaderin bizim itikat alanımızı oluşturan diğer veçhi ise bilakis bilinmesi anlaşılması ve talim edilerek itikadi ve ameli cihetidir.

Fakat bu cihet ruhun mutlak manadaki hakikat ve mahiyeti değilde; özellikleri vazifeleri ruha bağlı olan akıl, kalp vicdan ve nefis gibi hissiyatlarını bilmek sorumluluklarını öğrenmek ve ona göre amel etmek, aslında kendini bilmektir. Bu da asıl dünyaya geliş gayemizin özetidir. Çünkü hadiste, Peygamber Efendimiz (as): “Nefsini (kendini) bilen rabbini bilir ve nefsini (kendini) en iyi bileniniz rabbini en iyi bileninizdir”99 buyurmuştur. 

Kaderin ’de aynen ruh gibi iki veçhi vardır

  • İhtiyari kader 
  • Izdırari kader

Birinci ciheti: İhtiyarî kader dediğimiz kısmıdır. Bu kısım ise bilakis vazifelerimizin sorumluluklarımızın olduğu alandır. Yani akıl, nefis, irade ve ihtiyari fiillerin tercihlerine göre şekillenen dünyevi ve uhrevi hayatımızdır. Bu kısım ise bizzat öğrenilmesi anlaşılması ve günlük hayata aktarılması gereken kısımdır. Ne kadar çok anlaşılsa o kadar iyidir.

İkinci cihet ise: Izdırari kader dediğimiz, insan iradesinin dışındaki alandır.( insanın nerde ne zaman dünyaya geleceği, hangi milletten olacağı, cinsiyeti gibi ) İşte Peygamber Efendimizin (as) “Kader hususunda (fazla) konuşmayın. Zira kader Allah’ın sırrıdır (sırrullah) Allah’ın sırrını fâş etmeye kalkmayın.”  hadisi şerifiyle bizi uğraşmaktan men ettiği kader bu kısımdır.100

4. Bölüm:

NİÇİN RUH VE RUHANİYET BAHSİNİ OKUMALIYIZ? 

Ruh ve ruhaniyet ile ilgili meseleler birçok imani hakikat ve akideler ile ya doğrudan veya dolaylı olarak irtibatı sebebiyle külliyatta neredeyse her iki sahifenin birinde yer almış. Yaklaşık 6000 sahifelik R. Nur külliyatında; 2400 defa doğrudan Ruhtan, 1200 defa da ruhaniyetten bahsedilmiş. Bu kadar yoğun tahşidatın sebeb ve hikmetlerinden bir kısmına kısaca özetle temas edeceğiz. 

1. Ruhu izin verildiği kadar anlamak veya anlamaya çalışmak, aynı zamanda aklı anlamak, kalbi anlamak, vicdanı nefsi ve eneyi anlamaktır. Ruhu anlamadan diğerlerini anlamak çok müşküldür çünkü ruh; akıl kalb, vicdan ve nefsin anası esası ve sultanıdır. Bütün manevi duygularımız, ruh toprağı üzerine serilmiş veya serpiştirilmiş gibidir.

2. Üstad Hz. 29. Söz’de altı iman esasından ikisi olan, hem melaikeyi hemde haşir akidesini, ruhu merkeze alarak anlatıyor yani insanda ruhun varlığı, isbat edilirse, o zaman, meleklere imanı izah ve isbat etmek kolaylaşıyor.

3. Haşir akidesini da ruhun bekasıyla anlatıyor. Ruhun niçin ve neden baki olması gerektiği anlatıldıktan sonra, ahiretin varlığı ve lüzumu onun üzerine bina ediliyor. .

4. Ruh ve kader gibi, âlem-i emirden gelen imani hakikatların ortak noktaları olan:

Üstadın da Mektubat’ta bahsettiği; “makul-ül mana” ve “taabbüdî”101 kısımları arasındaki ilişki ve irtibatı sağlam kurabildiğimiz zaman İslam’ın akli ve nakli cihetlerini anlamamız kolaylaşacaktır. Çünkü dinin önemli bir kısmı aklî değil naklîdir. İman eden herkesin, cüz’i akılları onları idrak edemese de sırf emrolunduğu için iman edip amel etmekle mükelleftirler. 

5. Peygamber Efendimiz (as): “Nefsini (kendini) bilen rabbini bilir ve nefsini (kendini) en iyi bileniniz rabbini en iyi bileninizdir”102 buyurmuştur. Bu hadisi şerife göre ruhun bedene olan nisbeti ve tasarrufunu bilmek, Canab-ı Hakk’ın kuluna ve kâinata olan nisbeti ve tasarrufunu bilmesini kolaylaştıracağı gibi,  bu bilgi nisbetinde de marifetinin ve imandaki derecelerinin artacağı anlaşılmaktadır.

6. Ruh ve beden tanımlarını yapmadan:

Mülk ve melekût, âlem-i gayb ve âlem-i şehadet, mana-yı harfî ve mana-yı ismî, İmam-ı Mübîn ve Kitab-ı Mübîn’i yani ruhun kader programı, bedenin ise kudret programı olması gibi, bize eşyanın hakikatini bildiren km. taşlarının ne anlama geldiğini külli manada anlayamayız. 

7. Ruh ve beden birlikteliğinin hikmeti ve hakikati anlaşılmadan; Üstadın hz Emirdağ lahikasında ifade ettiği, miraç ve haşr-i cismani gibi Kur’ani hakikatler akıldan uzak zannedilir.103

8. Ruhun bedende faaliyet ve tasarrufunun, perdesiz yaratılışlara örnekliği:

Birincisi: Ruh vasıtasıyla Üstadın Lamalarda Kâinatta en mühim hakikat ve en kıymetdar mahiyet dediği aslında ruhun sıfatları olan nur, vücud ve hayat ve rahmet gibi, şeylerin perdesiz, vasıtasız, doğrudan doğruya kudret-i İlahiye ve meşiet-i hâssa-i İlahiye ile nasıl yaratıldığı anlaşılır.104

İkincisi: Yine ruhun bir sıfatı olan hayat vasıtasıyla, Perdesiz ve vasıtasız yaratılışlara diğer bir misalde, terettüb-ü esbab ve teselsül-ü ilelin karışmadığı, “rızk ve şifa ve bilhâssa hidayet ve iman” gibi nimetlerin de doğrudan doğruya Canab-ı Hakkın bir hediyesi ve fiili olduğu görülür.105

Üçüncüsü ise; Âlem-i emirden gelen perdesiz yaratılışlara, sebep sonuç kaidesinin ve yeknesaklık perdesinin, yırtıldığı ‘şüzuzat-ı İlahiye Kanunlarına’  da bu açıdan bakabiliriz. 

9. Ruhun bir sıfatı olan hayat vasıtasıyla eşyanın mülkten melekûta geçerek nasıl tasaffi ettiğini görürüz.106

10. Ruhun zamandan ve mekândan münezzeh oluşu farklı örnekleriyle iyi anlaşılırsa Canab-ı Hakk’ın da adem-i tecezzisi ile adem-i tahayyüzünü anlamak kolaylaşır. Yani bir anda bir zat binler ve milyonlar işleri ve fiilleri nasıl yaptığı tayy-i zaman bast-ı mekân sırrında saklıdır.

11. Nuraniyet sırrı ile madde ile mukayyet, nîm nurani olan ruhların, bile ‘aks ve temessül’  kanunuyla: 

  • Bir anda binler ayinelerde tezahür etmesi, 
  • Hem hayy, hem ayn olmaları, 
  • Bir yerde iken pek çok yerlerde bulunabilmeleri,  
  • Az ve çoğun bir olması, farkı olmaması107 gibi hakikatler ile:

Tayy-i zaman ve bast-ı mekân sırrını daha anlaşılır kılıp, ruhun bedenin idare ve tasarrufunda bir anda milyonlar hatta trilyonlarla  işleri birbirine mani olmadan nasıl yaptığı örnekliğinde, Canab-ı Hakk’ın da bu âlem-i nasıl idare ettiğini yani; “Kudret-i İlahiyeye nisbeten yıldızlar, zerreler gibi kolay” idare edildiği daha kolay anlaşılır.108

12. 29. Söz’de Ruhun cesede dayanmadığı, onunla kaim olmadığı, belki cesedin ruha dayandığı ifade edildikten sonra, ruhun, binefsihî kãim ve hâkim olduğu örnekleriyle anlatılır.109 Buradaki izahlardan sonra Cenab-ı Hakk’ın kayyûmiyetiyle kıyamı binefsihî olan sıfatlarını kısmen de olsa idrak etmek kolaylaşır.

13. Son üç madde Canab-ı Hakk’ın zamandan ve mekândan münezzeh oluşunu anlamak için, çok önemli misallerdir. Bu misallerle, Canab-ı Hakk’ın selbi sıfatlarından olan, kıdem ve beká ile kıyamı binefsihi sıfatlarını anlamış oluruz. Çünkü:

1.Kıdem ve beka: Allah’ın zamandan münezzeh ezeli ve ebedi olduğu yani O’nun bir başlangıcı ve sonunun olmadığı,  dolaysıyla On ’un bir zamana dayanmadığı anlamındadır.. 

2.Kıyam binefsihî: Yani O kendi kendine kaimdir. Herhangi bir mekâna dayanmadığı anlamına gelir.. Bu şekilde Canab-ı Hakk’ın, kıdem ve beka ile kıyamı binefsihi gibi üç selbî sıfatını daha iyi anlamış oluruz. 

14. Yine 29. sözde Canab-ı Hakk’ın bu âlem ile münasebetinin kanunî olduğunu,110 yani bu âlemi kanunlarla idare ettiği ve bu idarenin de mübeşeretsiz olduğu ifade edilir. Ruh da kendisi bir emir ve kanun olması sebebiyle bedeni mübeşeretsiz idare eder. Bedenden gelen manevi sesleri duyar, icabeti de manevidir, yani tasarrufu mübaşeretsizdir.111

Çünkü. “esbab-ı maddiyenin elbette tesirleri, mübaşeretle ve temasla olur”112 yani sebep ve sonuç ilişkisine dayanan eşyanın mülk ciheti ile ilgili yaratılışlar sebepler vasıtasıyla  (inşa) bizzat temasla mübaşeretle olur

Fakat eşyanın melekût ciheti ile ilgili tasarruflar emir ve iradeyle olur. Çünkü emir ve kanunla tasarruf etmek bizzat bilfiil değil mübeşeretsiz yapmakla olur.  Nasıl ki; Güneş’in gezegenlerini döndürmesi, bir kanunla olduğu için, mübaşeretizdir; yâni bu iş, dokunmaksızın, temassız yapılır. Ruhun bedendeki icraatı ve tasarrufu da aynen bunun gibi mübaşeretsiz yani temassız yapılır.  

Ruh ölçeğindeki bu mübaşeretsiz tasarrufun keyfiyeti anlaşılırsa Canab-ı hakkın bu âlemi kanunlarla mübeşeretsiz, nasıl idare ettiği daha kolay anlaşılır. 

15. Üstad Hz. 9. Lem’a’daki Cenab-ı Hakkın ruhlara tecellisi ile diğer cismani varlıklara olan tecellisiyle ilgili misalde; güneşin cam ayinesinde görünen ve her an değişen ve dönüşen tecellisi ile fotoğraf ayinesinde görünen bir derece sabit görüntüsü arasındaki farkı fark etmekle; “Hakikî hakaik-i eşya(nın), esma-i İlahiye (olduğu), Mahiyet-i eşya (nın),  ise, o hakaikin gölgeleri.”113 olduğu daha yakîni bir şekilde anlaşılır.  

16. Nurani ruhların aksi ve temessülü sırrıyla; bu akis ve temessülün hem hayy hem ayn olmakla beraber, ne ayn nede gayr da olmadığı anlaşıldığında,114 Cenab-ı hakkın da sıfât-ı seba’sının zatına olan nisbetinin ne ayn ne gayr olmadığı115 daha kolay anlaşılır. 

Ve nihayet kurbiyet ile nihayet budiyet sırrının anlatıldığı, Kaf Sûresi, 50/16 ayetinde buyrulan;

وَ نَحْنُ اَقْرَبُ اِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ “Biz ona şahdamarından daha yakınız“.  Ferman-ı İlahîsinin, yakîniyeti zâtiye mi, yoksa yakiniyeti ilmiye mi olduğu anlaşıldığında, Muhiddin-i Arabi’nin dikkatinden kaçan bir tevhid hakikatini öğrenmiş oluruz.116

17. Ruhun bedeni idare ve tasarrufunda; Canab-ı hakkın kudret sıfatından gelen ve bilkuvve olan kabiliyetlerin,  kaderden tevdi edilen istidatlar ile bilfiile inkılâb ediş sırrı örnekliğinde, Canab-ı hakkın fiilî sıfatlarının “kadim” mi yoksa “hâdis” mi olduğu daha kolay anlaşılır. 

18. Müminlerin özelliklilerinin sayıldığı Bakara suresi 3. Ayetinde onların gayba iman ettikleri zikredilir. Ruh da gayba iman edilecek konular içeresinde çok önemli bir bölümdür. Cenab-ı Hakk, insanın ruhunu, kendinden bile gizleyerek onun varlığına iman etmemizi emretmiştir. İnsan kendi ruhunun varlığını idrak ve özelliklerini fark edebildiği nispette de akaidin konusu olan diğer melek, cin ve ruhani cemaatlar gibi gaybî varlıkları idraki ve imanı kolaylaşacaktır. 

19.R.Nur Külliyatında ve diğer âriflerin eserlerinde ruh iki ana başlık altında tahlil edilmiş. Birisi insanlardaki cüz’i ruh diğeri külli ruh. Üstad hz. bu külli ruhu; kâinatın ruhu’117Vahy-i Kur’an veya Hakikat-ı Muhammediye’ gibi isimlerle ifade eder. 

Bir insan ne kadar kendindeki cüz’i ruhunu yani kendini bilse, o derecede o külli ruha yaklaşarak imani dereceler ve yakîn mertebeleri ile marifeti artarak külli ruhun feyiz ve nurlarından istifade eder. 

Bu feyiz ve nurlar; velilerde ilham, diğer müminlerde ise, ilim, hikmet, basiret ve feraset gibi faziletler şeklinde görünür. 31. Söz’de miraç mucizesinde anlatıldığı gibi,  peygamberlerin velayet cihetiyle kesbettikleri külliyet ve mazhar olduğu kerametler mucizeye inkılâb ederek ‘Vahye’ mazhar olurlar.  Çünkü Üstad hz Külliyatın muhtelif yerlerinde, “Ruhun zîhayat, zîşuur, nuranî, vücud-u haricî giydirilmiş, câmi’, hakikatdar, külliyet kesbetmeğe müstaid bir kanun-u emrî” olduğunu söyler.118

20. Mesnevi’deki bir cümlede ise: “Madem dünya hayatı ve cismanî yaşayış ve hayvanî hayat böyledir; hayvaniyetten çık, cismaniyeti bırak, kalb ve ruhun derece-i hayatına gir. Tevehhüm ettiğin geniş dünyadan daha geniş bir daire-i hayat, bir âlem-i nur bulursun”119 deniliyor. 

Yani maddenin ve cismaniyetin kayıtlı, şekilli zamanlı, mekânlı ve sınırlı boyutlarını, manay-ı harfi nazarla aşarak, müşahhastan ve teşehhusattan,  kurtulup, mutlak ve muhit olan mücerredata yani âlemin melekuti boyutuna çık bak. 

Ruhun yanlış anlaşılması ile şirke düşen Hristiyan ve Yahudilerin ayrıca, İslam âlemi içinde ehl-i sünnetin dışında yanlış veya eksik, ruh anlayışının meydana getirdiği itikadi hatalar. 

1.Gerek ehl-i kitabın gerekse İslam âlemi içindeki ruh ile ilgili yanlışlıklar, ruh ve beden beraberliğinin hikmeti ve lüzumu doğru anlaşılamaması ile ilgilidir. 

2.Hristiyanlar; Enbiya suresi 91. Ayette bildirilen: فَنَفَخْنَا ف۪يهَا مِنْ رُوحِنَا “Biz ona ruhumuzdan üfledik” Hakikatini anlayamadıkları veya yanlış anladıkları için, akide de teslis şirkine ve dalaletine düşmüşlerdir. 

3.Ruh ve beden birlikteliğinin hikmeti ve hakikati anlaşılmaz ise; Üstad hz Emirdağ Lahikası’nda ifade ettiği, miraç ve haşr-i cismani gibi Kur’anî hakikatler akıldan uzak zannedilir.120 Çünkü bazı ehl-i ilim, miraç mucizesinin sadece ruhani olacağını söylemeleri, hâlbuki ehl-i sünnetin itikadı hem ruh hem bedenen olduğudur. Bu problem, bedenin ruh derece-i hayatına çıkıp çıkamayacağı ile ilgilidir.

4.Ve yine Ruh ve beden birlikteliğinin hikmetini ve hakikatini anlayamayan Hristiyan ve Yahudiler, ahireti ruh ve bedenle değil, sadece ruhani ve ‘mecazi’ olacağına inanırlar.121

5.İbn-i Sina, Farabî’ ve emsali bazı İslam filozofları ile Eflatun ve Aristo’nun da aynı kanaatte olmaları. Bunun için, İmam-ı Gazali de birçok ayet ve hadislerin açık ve zahiri beyanlarıyla va’z edilen haşr-i cismaniyeye karşı çıktıkları için onlara tekfire varacak kadar şiddetli eleştirilerde bulunmuş.122

6.Batıda panteizm sapkınlığı, İslam tasavvufunda Ehl-i sünnet çizgisiyle çok fazla örtüşmeyen vahdet-i vücud gibi hatarlı meslek ve meşreplerin ortaya çıkması.

7.Geçmişte ve günümüzde de bir kısım ehl-i iman ve ehli ilim kabir sorgu ve sualinin sadece ruha olacağı şeklindedir. Hâlbuki ehl-i sünnetin itikadı hem ruh hem bedene olduğu.

8.Tarihte ve günümüzde ’ruh göçü’ denilen tenasühcülük fikri ve ruh çağırma denilen şarlatanlıklar ruh hakikati ‘nin iyi anlaşılamaması ile ilgilidir.

9.17. Yüzyılda batıda yaygınlaşan bazı felsefi akımlar “Ruh ve maddenin farklı şeyler olduğunu, haliyle farklı yasalar tarafından idare edildiğini söyleyerek” tamamıyla yaratıcıdan kopuk bir kâinat anlayışını benimsemişler. Ve kâinatın “bir makine olarak algılanmasının, (gerektiğini)  ruh ile alakalı olmadığını söylemişlerdir.” Ve nihayet; tabiattan ve kâinattan “Tanrı’yı kovduklarını” söyleyecek kadar hezeyanlar savurarak adeta semaya hırlamışlardır.123

10.Ruhun bir fiili olan, rüyalar üzerine şer’i hüküm bina ederek bu durumdan kendine vazife çıkarıp bir kısım yaptırımlara girişmek hatta devletin güvenliğini tehlikeye atacak kadar akıldışı işlere kalkışmakda yine ruh hakikatinin ve fiillerinin şer’i karşılığının iyi anlaşılamaması ile ilgilidir.

11.Çok uç bir örnek olsa da bazı tasavvuf ehlinin seyri sülûk esnasındaki ruhu İlah sanmaları vartasıdır. Uzun yıllar bu vartadan kurtulamamaları yine Ulûhiyet ve mahlûkıyet sıfatlarını tefrik edememeleriyle ilgilidir.124

Dipnotlar

1. İsra suresi 85
2. Sözler. 110
3. dia: 35. Cilt. Sh: 191
4. Elmalı Hamdi Yazır. Hak Dini Kuran Dili. İsra Suresi 85. Ayetin tefsiri
5. Mektubat. 124 -Emirdağ Lahikası-1. 205
6. dia: 35. Cilt. Sh: 187.
7. ,, ,, ,, ,, : 188
8. Kitab’ ruh ibn kayyım el cezvi: Sh. 143
9. İmam-ı Rabbani risaleleri Necdet tosun: sh.47-53.
10. Sözler. 160
11. ,, . 195
12. Lemalar.128
13. Mesnev-i Nuriye. 127
14. Sözler. 162
15. Mesnevi-i Nuriye. 138
16. Lem’alar. 82-Sözler. 258
17. Lemalar. 368
18. Sühühat: 11 Mektubat 238
19. Sözler. 731
20. Lem’alar. 336
21. Mektubat 238
22. İbrahim Canan Hadis küll. 7. Cilt: sh.26-27
23. Ekrem Sefa GÜL. YAKÎNÎ İMANIN İMKÂN VE MAHİYETİ: sh.197
24. Sözler. 580
25. ,, 580
26. ,, 322
27. ,, 81
28. ,, 516
29. ,, 321
30. ,, 702
31. Lemalar. 833 ( yeni Asya neşriyat baskı)
32. Sözler. 702
33. ,, 165
34. ,, 702
35. ,, 515
36. ,, 702
37. Barla Lahikası: 258
38. Sözler.544
39. Mektubat: 285
40. Muhakemat: 168
41. Sözler. 517
42. Mesnevi-i Nuriye. 254
43. Sözler. 557
44. ,, 517
45. ,, 517
46. ,, 202
47. ,, 401
48. Lemalar. 194
49. Sözler. 109
50. ,, 202
51. ,, 742
52. ,, 562
53. ,, 676
54. ,, 498
55. ,, 509
56. Mektubat.83 Mesnevi-i Nuriye. 256
57. Sözler. 498
58. ,, . 745
59. ,, 355
60. ,, 194-198-506
61. ,, 210
62. ,, 502-609-611
63. ,, 609
64. ,, 217
65. ,, 410
66. ,, 517
67. Elmalı Hamdi Yazır. Hak Dini Kuran Dili.5. cilt.319
68. Kitb’ı Ruh İbn Kayyım el Cezvi. Sh. 219
69. İbrahim Canan. Hds Kll. 4. Cilt.58-59
70. Sefa-Gül Sh: YAKÎNÎ İMANIN İMKÂN VE MAHİYETİ. 191. Kuşeyri, Risale, s.175-176; Hâkim et-Tirmizi, Beyânü’l-Fark Beyne’s Sadr ve’l Kalb ve’l Fuâd, THK dia.35.cilt. sh:192
71. Şualar. 257
72. Sözler. 109
73. ,, . 517
74. ,, . 702
75. ,, . 611
76. Mesnev-i Nuriye. 254
77. Sözler. 507
78….. 509
79… . 107
80. ..  676
81… . 688
82… . 569
83. Mesnev-i Nuriye. 123
84. Lem’alar. 336
85. Sözler. 110
86. Asa-yı Musa. 50
87. Şualar. 223
88. Sözler. 522
89. Lemalar. 275
90. Sözler. 518
91… . 516
92. Lemalar. 275
93. Şualar. 756
94. Sözler. 322
95. Mektubat 232
96. Sözler. 548
97. İbrahim Canan. Hds Kll. 4. Cilt.58-59
98. Hadislerle İslam 1. Cilt. 22. Sh: 606 diyanet yayınları.
99. İmam-ı Gazâlî. Mearicül-Kuds. Sh.9
100. İbrahim Canan. Hds Kll. 13. Cilt.540-541
101. Mektubat. 397
102. İmam-ı Gazâlî. Mearicül-Kuds. Sh.9
103. Emirdağ lah:73
104. Lemalar. 110
105. Şualar. 21- Sözler. 527
106. 28. Sözün haşiyesine bak. Ayrıcı ‘hayat serpme’ sünuhata bak
107. Şualar. 159
108. Mektubat. 245
109. Sözler. 517
110.. . 527
111.. . 687
112. Lem’alar. 179
113. Sözler. 627
114.. . 194
115. Îşarat-ül İ’caz. 15
116. İmam-ı Rabbani. Mebde ve Mead terc. Mustafa Özgen. 184
117. Mektubat.238
118. Sözler. 517
119. Mesnev-i Nuriye. 178
120. Emirdağ Lah. 73
121. Îşarat-ül İ’caz. 58
122. Dia: 5. Cilt. Sh. 99
123. Mehmet Salih Ökten. Doktora tezi. sh.40
124. İmam-ı Rabbani risaleleri Necdet Tosun: Sh. 53

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Dâru’s-Siyâdeler (Seyyidlik Evleri)

Dâru’s-Siyâdeler (Seyyidlik Evleri) Doç. Dr. Murat Sarıcık   “Dâru’s-Siyade”, “Nakîbu’l-Eşrâflar”(1) ve Seyyidler için, ilk kez …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Nur Talebelerinden, Mahmud Efendi’ye Dua

Üstad Bediüzzaman’ın hizmetkârı ve talebesi Hüsnü Bayramoğlu Ağabey’in iştirak ettiği Risale-i Nur dersinin akabinde yapılan …

Kapat