Ramazan Fıkraları

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İşkembe terbiyesi

İbadetiyle gösteriş yapmak isteyen biri: “30 yıldır ağzıma, doyuncaya kadar lokma koymadım” deyince Bektaşi: 

“Sen sadece işkembeni ıslah etmişsin. Nefsini ne zaman ıslah edeceksin?”

Nasıl Yetişeceksin

Sultan II. Mahmud Han zamanında bir zât, Ramazanda bazı ahbab ve tanıdıklarını iftara davet etmiş. Meşhur şair İzzet Molla da davetliler arasındaymış.

Yatsı ezanı okunmuş, cemaatle namaza başlamışlar. İmamlık eden zât, namazı neredeyse iki secdeyi bir edecek kadar acele kıldırıyormuş. Çok kısa zamanda sonuncu rekatın tahıyyatına gelmişler. O aralık dışarıdan bir adam gelip namaz kıldıklarını görünce:

-Hazır abdestim varken ben de cemaate yetişeyim, diye düşünüp safa dahil olacağı sırada cemaat selam vermiş. 

İzzet Molla dönüp adama şöyle demiş:

-Be adam! Biz içinde iken yetişemiyoruz, sen dışarıdan gelip nasıl yetişeceksin?

Bir gün fazla tutmuş

Adama sormuşlar :

-Kaç gün oruç tuttun?

-Hastalığım nedeniyle, ancak bir gün tutabildim! demiş.

Aynı soru, orada bulunan Bektaşi’ye sorulunca, hiç istifini bozmadan yanıt vermiş :

-Bu arkadaş benden bir gün fazla tutmuş!

Bir eşek bir öküz

İki ham sofu, ramazanda bedava yiyip içeriz, diye bir Bektaşi köyüne misafir olurlar. Hoşbeşten sonra, içlerinden biri tuvalete gider. Bektaşi, bunların halini anlamak için odada kalana sorar:

– Senin arkadaşın nasıl bir adam? İlmi var mı, yok mu?”

O da kendini üstün göstermek için 

-Bırak şunu, eşeğin tekidir”, cevabını verir. 

Biraz sonra öteki softaya da aynı soruyu sorar: 

– Senin bu arkadaşın nasıl bir adam? Bilgisi var mı, yok mu? 

Bu softa da öteki gibi;

“Bırak şunu, öküzden farkı yoktur”, cevabını verir. 

Akşam olunca iftar sofrası kurulur. Fakat tepsinin üzerinde arpa ile samandan başka bir şey göremeyen softalar hayretle sorarlar: 

– Bunlar ne erenler? 

Bektaşi gülerek cevap verir: 

– Biriniz eşek, ötekiniz öküz. Sizin için bunlardan daha iyi aş olur mu?”

Bizi de yedirirsin!

Eskiden toplu ramazan yemeklerinde, iftar ziyaretlerinden artan yemekleri, yemek masasına hizmet eden çocuklar yermiş.. Yani artan yemekler onların hakkı imiş. 

Bir iftar yemeğinde çorba içildikten sonra hoca cemaata:

– Çorbayı arttırmayın israf haramdır. Yemeği bitirmek sünnettir, der.

Böylece çorba tamamen biter.

Sıra sebze yemeğine gelir, hoca yine:

-Arttırmayın sünnettir” der yemek biter.

Sıra pilava gelir, tatlıya gelir. 

Hoca:

-Sünnettir, diyerek, her şeyi cemaata yedirir ve hizmet yapan çocuklar aç kalırlar. 

Yemekten sonra hocanın ellerini yıkaması için su döken çocuklarla hoca şakalaşmak ister:

-Balam sizin adınız ne, der.

Çocuklar: 

– Farz, hoca efendi, derler.

Hoca:

-Balam hiç farzdan ad olur mu?” der.

Çocuklar da:

-Olur ya, sünnet diyelim de bizi de cemaata yediresin öyle mi ?” derler.

Bizim eve de buyursun!

Bir zat Ramazan’da hiç evine gelmez, boyuna davetli davetsiz iftarlara gidermiş. Bir akşam birisi evine gelerek:

-Bu akşam sizin efendiyi filan yerde iftara davet ediyoruz, buyursunlar,deyince, 

Evin hanımı: 

-Ramazan neredeyse bitecek, efendiyi gören yok. Siz görebilirseniz söyleyin. Bir gece de bizde iftara buyursun!

Çayımı içim gelirem

Bir gün Erzurum kahvelerinden birinde insanlar iftar vaktinin gelmesini beklerken o anda içeriye biri hızla ve şiddetle girmiş:

-Abi çabuk goşu gelin bi tenesi orucuni basir cigara içirdi gözümün ögünde.

Kahveden biri cevap verir:

-Ola tamam bi dur neye fenikisen ambu çayımi içim gelirem.

Çömlek hesabı

Ramazan günlerini hesaplamak için bir çömleğin içine her gün bir taş atar, Hoca. Bir avuç taş doldurur çömleğin içine Hoca’nın yaramaz oğlu, muziplik olsun diye. Bir zaman sonra arkadaşları: 

-Bugün Ramazan’ın kaçı acaba? diye sorarlar Hoca’ya. Hoca’da: 

-Şimdi eve gider öğrenirim, der ve evinin yolunu tutar.

Çömleği boşaltır; bir sayar, iki, üç sayar… Taşların yüz yirmi beş tane olduğunu görür. Şaşkın bir halde döner arkadaşlarının yanına Hoca.

– Arkadaşlar, bugün, Ramazan’ın kırk beşi” der.

Hoca’nın bu cevabına gülüşür ve aralarından biri:

-Aman Hocam, bir ay otuz gündür. Hiç Ramazan’ın kırk beşi olur mu? diye itiraz eder.

Hoca, biraz şaşkınlık biraz da kızgın bir ifadeyle:

-Ben yine insaflı davrandım. Benim çömlek hesabına bakacak olursak; bugün Ramazan’ın yüz yirmi beşi!” der.

Deniz oruç bozar mı?

Birgün Erzurumlu Naim Hoca`ya sormuşlar; 

-Denize girersek orucumuz bozulur mu?´ diye.

Naim Hoca şöyle cevap vermiş;

– Ula uşahlar, Remazanda siz denize girersez orucuz bozulmaz. Amma deniz size girerse orucuz bozilir. Ona göre…

Gökte Misafir Edilen Ne Yer?

Nasreddin Hoca, Ramazan ayı boyunca vaazlar etmek, namazları, teravihleri kıldırmak üzere evine uzak bir köyde işe başlamış. Hoca’ya köyde bir oda tahsis etmişler. Görevi kısa süreli olduğundan Hoca ailesini getirmemiş, odasında tek başına kalıyormuş.

Köyde vaaz ederken bir ara Hz. İsa’nın göğe çekildiğinden söz etmiş. Camiden çıkınca yaşlı bir kadın yanına yaklaşıp :

– Hoca efendi, Hz. İsa göğe çekildi dedin, ama orada ne yeyip ne içtiğini anlatmadın!

Hoca: 

– Bre kadın, günlerdir bu köyün misafiriyim. Bir gün olsun misafirimiz ne yer ne içer demediniz de, gökte misafir edilen Peygamberin ne yeyip ne içtiğini soruyorsun ! demiş

Halim Mecalim yok

Sohbet sırasında Bektaşi’ye sormuşlar:

-Baba Erenler niçin oruç tutmazsın?

Bektaşi’de mazeret hazırdır:

-Vallahi tutmak isterim ama halim mecalim yok.

Bektaşi’yi zorda bırakmak için bir soru daha sorarlar:

-İftara çağırsalar gider misin?

-Doğrusu ne yapar eder giderim.

Bektaşi’nin bu cevabına itirazlarını bildirirler:

-Bu nasıl olur? Allah’ın emrini dinlemiyorsun da kulların davetini kaçırmıyorsun!

Bektaşi’nin cevabı hazırdır:

-Bunda şaşılacak ne var? Bilirsiniz ki Cenabı Hak merhametlilerin merhametlisidir ve affedicidir. Fakat insanlar böyle midir? Onlar, en küçük bir sebepten güceniverirler. Bunun için kulların davetlerini kaçırmamak gerekir.

Oruç gitti ama

Oruç tutan Bektaşinin biri pek fena susamış. Vakit geçirmek için kırda giderken bakmış gürül gürül akan bir çeşme… Adeta kendinden geçmiş bir halde ağzını dayayıp lıkır lıkır içmeye baslamış

-Aman erenler ne yaptın? Oruç gitti, diye seslenmiş.

Bektaşi, ağzınıniki yanından süzülen sular bağrına doğru inerken cevap vermiş:

-Oruç gitti, ama fakire de can geldi!

Oruçluyken Kaç Hamsi Yersin?

Dursun, Temel’e sormuş: 

-Oruçlu oruçlu kaç hamsi yiyebilursun Temel?

-100 tane yiyebilurum.

-Hadi ordan, yesen yesen 1 tane yiyebilursun, gerisini oruçsuz yemiş olirsun,” demiş.

Bu espri Temel’in çok hoşuna gitmiş. Bir gün yolda giderken Cemal’i görmüş ve hemen sormuş: 

-Uşağum oruçlu oruçlu kaç hamsi yiyebilursun?

Cemal: 

-50 tane, demiş.

-Ha uşağum 100 tane deseydun sana müthiş bir espri yapacaktum!

Pabuçları yürüteyim derken…

Bir Ramazan gecesi Ayasofya Camii’nde teravih namazı kılındıktan sonra dua esnasında açıkgöz yankesicinin biri, yanındaki adamın cebindeki bir enfiye kutusunu el çabukluğu ile aşırır. Bununla da yetinmez, kalkarken adamcağızın kunduralarını da paltosunun altına saklar. Malları çalınan, her iki hırsızlığın da farkındadır. Önce hiç ses çıkarmaz. Fakat tam caminin iç kapısından çıkarlarken, hırsızın hafifçe omzuna vurur ve koluna girer. Hırsız, şaşırarak döner. Efendi, gayet nezaketle:

-Siz, namazdan evvel benden enfiyeniz var mı diye sormuştunuz, fakat kutuda enfiyem tükenmiş, takdim edememiştim. İnanmanız için enfiye kutusunu da size vermiştim, sonra namaza durmuştuk. Şimdi eksik olmayın, kunduralarımı da almış, taşıyorsunuz. Zahmetinize teşekkür ederim. Bu lûtfunuza artık hacet kalmadı.

Pek tabiî olarak, hırsızın yüzü alı al, moru mor! Enfiye kutusunu ve kunduralarını geri alanın bu sözlerini işiten halktan bir kısmını hem güldürür, hem hırsızın yakasına yapışırlar ve onu doğruca karakola götürürler.

Komedinin devamı buradadır. Komiser, hırsıza çıkışır:

– Be herif! Bu kaçıncı rezaletin? Kaçıncı kundura hırsızlığın? Neye yaparsın bu işi?

Hırsız, boynunu bükerek:

– Hakkınız var efendim, der. Kusurum var, kötü bir alışkanlık! Fakat çok şükür bu defa cemaatten dayak yemeden pabuçları geri verdim, enfiye kutusunu da. Şaşkınlığım yeter. Ancak, Allah aşkına siz de halime merhamet buyurun, hiç olmazsa bir kerecik burada dayak yemiyeyim.

Ramazan-ı Şerifi Memnun Etmek
Bir çok Ramazanı birlikte geçirmiş olan bir hanımla beyi konuşuyorlarmış. 

Bey, hanımına:

-Hanım, bunca senedir oruç tutuyoruz. Acaba Ramazan-ı Şerif’i hiç memnun edebildik mi? diye sormuş.

Hanım:

-A efendi! Düşündüğün şeye bak, o mübarek hiç memnun olmasaydı, her sene 10 gün önceden gelir miydi? demiş…

 

Senede iki kez
  
Bayramın yaklaştığı günlerden birinde, iftar sırasında, misafirlerden biri:

-Keşke, Ramazan, senede iki kez gelse.

Aynı sofrada misafir bulunan Bektaşi, hemen şu cevabı verir:

-Öyleyse Ramazan gider gitmez neden bayram yaparsınız? İnsan, sevdiği gidince bayram mı yapar hiç!…

Sohbet Arkadaşı 

Osmanlı’da her devletlünün Allah dostu bir sohbet arkadaşı vardır. Paşa’nın musahibi Haşmet Baba adlı haramdan sakınıp, sözünü sakınan, hikmet ehli bir zattır. Koca Ragıp Paşa “Bu ayda tebasında  bulunanlara kolaylık gösterenler affonulur” müjdesi mucibince Haşmet’i de yanına alarak, tebasındakilerin çarşı-pazar defterlerini kontrole gider. Paşa’nın her ramazan yaptığı bu gizli işini sadece Haşmet Baba bilir. 

Ragıp Paşa bir manava girip: 

“Selamün aleyküm, veresiye defteriniz var mı?”

“Vardır” cevabını alınca, o defterde ne borç varsa öder. Esnaf da Paşa’nın huyunu bilip, gizlilik tembihine uyar. Borcu ödenenler, Allah’a hamdü senâ eder. Nüktedan Ragıp Paşa işi bitince Haşmet’e takılmadan edemez. 

– Bre Haşmet ölümü düşünürüm de. Kabir taşıma ne yazdırayım?

– “Dün altımda olanlar, bugün üstümde” yazdır Paşam! 

– “Hoş bir cevap verdin. Senin de borcun var mı?” 

– “Vardır elbet, bakkal tayfasına 2 altın, manava 3 altın…” 

– “Sana kul borcunu değil, orucu sordum yahu!..”

– “Siz sadece kul borcunu sorarsınız, orucu ancak Yüce Allah sorar.”

Teravihi Unuttu

İki kafadar Ramazan’da kadı kıyafetine girerek köy köy dolaşmaya ve birkaç basit soru sorup cevap veremeyen köylüleri falakaya yatırıp para kazanmaya başlamışlar. Kadı Efendinin bu durumdan haberi olunca, bunları yakalatmış ve:

-Bu sabah namazının, bu öğle namazının, bu ikindi namazının, bu akşam namazının, bu yatsı namazının, diyerek kırk sopa attırıp bıraktırmış.

İki kafadar köyden uzaklaşınca birisi:

-Tabanlarım sızlıyor, şurada oturup dinlenelim, deyince diğeri:

-Yürü yürü! Dinlenmenin sırası mı şimdi? Kadı Efendi teravihi unuttu. Hatırlarsa vay halimize!

Tiryakinin Hali

Ramazan hilâli görülmeyince oruç tutmanın caiz olmayacağını bilen bir tiryaki, hilâli görmemek için evinin pencerelerini kapayıp perdeleri de sımsıkı örter, geceleri mahalle kahvesine giderken de başını önüne eğermiş. Nasılsa bir su birikintisi içinde hilâlin aksini görünce ürkerek şöyle demiş:

-Hey mübarek! Gözüme mi gireceksin? Anladık işte Ramazan başlamış!

Yalansa

Abartıcı bir kişi olarak tanınan hattat İzzet Efendi bir dostuna:

– Dün gece sabaha kadar oturdum, bir Kur’an yazıp bitirdim, demiş.

Az sonra dostu söze girmiş :

– Geçen Ramazan’da Kandilli’ye, bir iftar yemeğine gidiyordum. Boğaziçi’nde öyle bir fırtına çıktı ki… Dalgalar bindiğim kayığı sahildeki minarelerin şerefelerine kadar çıkardı. Kayık dalgalar arasında sallanırken iftar oldu, toplar atıldı. Ben de sigaramı kandillerden yakıp orucumu bozdum.

Mustafa İzzet Efendi bağırmış :

-Yalan!

-Yalansa, senin dün gece yazdığın Kur’an-ı Kerim çarpsın.

Yumuşasın Diye

Adamın biri Ramazan günü erik yiyormuş. Bunu gören adam: 

-Yahu, Müslüman olan böyle oruç yer mi? demiş.

Adam: 

-Hayır oruçluyum, cevabını verince adam, avurdunun şişliğini işaret ederek:

-Ağzındaki nedir? diye sormuş.

Adam: 

-Eriktir, iftara kadar yumuşasın diye ağzımda tutuyorum! demiş.

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Ramazan Bayramı ve Peygamber Efendimizin Bayramı

Peygamber Efendimizin Bayramı Bayram bir sevinç ve neşe günüdür. Yüce duyguların coştuğu, sevgi ve saygı, …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Bir Ramazan Gecesi

Yazar: Ruşen Eşref Ünaydın Pencereden İstanbul'un minarelerine bakıyordum: Şurada burada şerefeler birdenbire aydınlanıveriyor, güya karşı ufukta …

Kapat