Ana Sayfa / HABERLER & Yorumlar / Abdullah Yeğin Ağabey, Üstad Bediüzzaman’ın Vefatını ve Sonrasını Anlatıyor

Abdullah Yeğin Ağabey, Üstad Bediüzzaman’ın Vefatını ve Sonrasını Anlatıyor

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Vefatının sene-i devriyesinde, âhir zaman müminlerinin aldatmaz mürşidi Üstad Bediüzzaman Said Nursî (r.a) Hazretlerini rahmetle anıyoruz.

BEDİÜZZAMAN: “RİSALE-İ NUR KÂFİ, BANA LÜZUM KALMAMIŞ”

Üstad Hazretlerinin Urfa’ya geleceğini ilk defa ne zaman duydunuz?

Üstadın Urfa’ya geleceğini başkasından duymadım, yalnız, bizi ilk defa Urfa’ya gönderirken demişti “siz gidin ben de geleceğim.” Bir de son Urfa’ya gelmeden bir ay bir vesile oldu, ziyaretine gitmiştim. Sordum “Siz Ankara’ya gidiyorsunuz, Konya’ya gidiyorsunuz her tarafa gidiyorsunuz, Urfa’ya da söz verdiniz geleceğim dediniz, Urfa’lılar sizi bekliyor, Urfa’ya ne zaman geleceksiniz?”

Üstad, “orada Risale-i Nur yok mu?” dedi. “Var” dedim. “Risale-i Nur kafi. Bana lüzum kalmamış” dedi. “Gelmeyecek misiniz?” dedim. Sükût etti hiçbir şey söylemedi. Böyle söyledikten sonra düşündüm, Üstad “geleceğim” demişti ama söylemiyor.

Yani o şekilde ayrıldık. İşte bir ay sonra bir gün öğle vakti pazartesi günü Ağaoğlu camisinin avlusunda abdest alıyordum tam ayaklarımı yıkayacağım, Zübeyir abi kapıdan koşarak geldi, caminin kapısından, içeri girmiş, “Üstad geldi, Üstad geldi nereye gideceğiz” dedi. Ben “geliyorum” dedim hemen ayaklarımı yıkadım çıktım cami avlusundan baktım arabayla Üstad gelmiş oraya, caminin önünde. Hemen beni de aldılar. Binerken Urfalı birisi dedi ki, “İpek Palas’a gidin, iyi bir oteldir” dedi, bize tarif etti.

BU KİM?” DİYE SORDULAR “BEDİÜZZAMAN” DEDİK “YA ÖYLE Mİ” DİYEN KAYBOLUYOR

Arabada Üstadımız, Zübeyir abi, Hüsnü var, bir de Bayram Yüksel vardı… İpek Palas oteline doğru gittik. İpek Palas’ı sorduk “şurada” dediler, gösterdiler. Doğru İpek Palas’ın önüne vardık, Üstadı arabadan indirirken, orda birkaç insan vardı bir kısmı tanıdık, bazıları tanımadık, polisler var. “Bu kim? Bu kim?” diye sordular. “Bediüzzaman Said Nursi” dedik. “Ya öyle mi” diyen kayboluyor. Hemen dağılıp gittiler. Sanki Üstad’ı arıyorlarmış gibi, öyle bir şey oldu. Sonra sanırım bir iş için ben başka bir yere gittim. O nedenle orada otelle kim anlaştı, kim pazarlık etti, nasıl yerleştirdiler, onları bilmiyorum. Döndüğümde onlar otele yerleşiyorlardı. Vakit öğlene bir saat kala falandı. Pazartesi günüydü.

ÜSTAD LİSAN-I HALİYLE, “BANA BAĞLANMAYIN, BEN FANİYİM” DİYOR

Size “Başınız sağolsun diyecekler” sözü tahakkuk ediyordu, bunu ne zaman söylemişti?

O sözü ziyaretine gittiğimizde konuşurken arada bunu da söyleyivermişti. “Sana başın sağ olsun diyecekler” demişti.

Demek ki daha o zaman sizin ev sahipliği yapacağınızı ve taziyeleri kabul edeceğinizi gaybi olarak bilmiş ve söylemiş. Isparta’ya son gittiğiniz ziyarette veya daha önceki ziyaretlerinizde hiç elini öptüğünüz oldu mu? Yani, Üstadla ilk mülaki olduğunuzda elini öper miydiniz?

Çok zaman elini öperdik ama vermek istemezdi. Bazen kucaklardı. Başımızın tepesini öperdi. Yalnız o hasta halinde benim arabada aklımdan geçen, aslında Üstad lisan-ı haliyle bize diyor ki, “bana bağlanmayın, ben faniyim gideceğim, ben acizim diyor” diye kendi kendime tefekkür ediyordum. “Bana bağlanmayın” diyor. Lisanı hal ile Üstad bize ders veriyor diye düşünüyordum.

Beni tanıyacak halde değildi çok ağır hastaydı ateşi vardı ve bitkin vaziyetteydi. Bir gün sonra beni çağırdılar. “Üstad çağırıyor” diye, o zaman Üstad beni tanıdı elini öptüm kulağıma fısıltıyla, “merak etmeyin küfür ölmüştür” dedi. Bundan sonra “bir halt edemezler” dedi ve ona benzer şeyler söyledi, hatırımda yok ama hatırladığım kadarıyla bizi sevindirecek şeyler söylemişti.

BU URFA’YI ÜSTAD NE KADAR SEVİYOR BAŞKA YERDE BÖYLE YAPMAZDI

Otelin önünde tanıdık tanımadık polisler var demiştiniz? Üstadın Urfa’ya geldiğini emniyete onlar mı bildirdi?

Ankara’dan haber vermişler veya sormuşta olabilirler “geldi mi” diye. Zaten emniyet alarmda, adeta her taraftan soruyorlardı. Doğrusu ben bilemiyorum. Sadece biliyorum ki, o gün iyiydi, duyan Üstadı ziyarete geliyordu.

Halkın haberi nasıl oldu?

O zaman Urfa bu kadar büyük değildi birisi duydu mu hepsi duyuyordu, yayılıyordu bir anda. Mesela caminin önüne geldiğinde görenler olmuştu, onlar hemen söylemişlerdir. Ama duyan geliyor. Risale-i Nuru okuyan, okumayan dershaneye derse gelenler hemen gelmeye başladılar. Biz diyoruz ki “Üstad çok rahatsız, rahatsız etmeyelim sonra görüşürsünüz, Üstad burada kalacak.” Bazılarını savıyoruz “gidin” diyoruz, fakat bazıları “ben gitmem” diyor. “Ben Üstadın elini öpeceğim” diyor. Üstada haber veriyoruz, Üstad da “gelsinler” diyor. Sonra çaresiz herkesi bıraktık. Zaten kimseye “gelmesin” demedi. Hep “gelsinler” dedi. Elini kaldırmış böyle gelen elini öpüyor. “Ya” dedik “bu Urfa’yı Üstad ne kadar seviyor başka yerde böyle yapmazdı.”

ÜSTAD URFA’YA GELDİ SİYASETE KARIŞACAK DİYE DÜŞÜNÜYORDUK

Elini öptürmesi, ziyaretine gelenleri geri çevirmemesi hilafı adet bir şey miydi?

Evet, öyle hilafı adet bir şeydi. Daha önce hiç öyle yapmamıştı.

Üstadın son yolculuğa çıktığını bilmediğiniz için size tuhaf geliyor belki de?

Evet, hiç aklımıza gelmiyor. Daha çok şunlar aklımıza geliyor. “Üstad Urfa’ya geldi siyasete karışacak herhalde. Burada vazifesi var.” Öyle şeyler düşünüyoruz, aklımızdan geçiyor. Çok şeyler geliyor aklımıza ama vefat edeceği hiç aklımıza gelmiyor. Ama Abdulkadir Badıllı’ya demiş ki “ben Urfa’ya gelirsem siyasete karışmam” demiş, bunu daha sonra öğreniyoruz.

BEDİÜZZAMAN İÇİN POLİSE SİLAH ÇEKTİ

O iki günü nasıl geçirdiniz, bizimle biraz paylaşır mısınız?

Telâşe içerisinde geçti. Her işe biz koşuyorduk. Ne iş var biz oradayız, koşuşturuyoruz. Telefon edenler oluyor, onlara cevap veriyoruz. Bu günkü gibi cep telefonu yok veya telsiz telefon yok sabit telefonlar kaldığımız yere telefon geliyor gidip cevap veriyoruz.

İlk gün akşama kadar bir şey yoktu. O günün akşamı mıydı yoksa ertesi gün müydü tam bilemiyorum. Birden polisler gelmeye başladı. Gelir gelmez de hemen bize tebligatta bulundular. Dediler “İçişleri Bakanlığından emir var Hoca Efendinin burada kalmaması lazım, burada durmasın, derhal buradan gidin.”

Zübeyir abi ile konuştular. Polisler ikinci gün Hüsnü kardeşten arabanın anahtarını almışlar. Bir karışıklıklar vardı, hissediyorduk, ama ben o işlerle uğraşmadığım için fazla detaylı bilmiyorum.

Daha sonra bu emir İçişleri Bakanlığından geldiği için, biz her tarafa, tanıdıklarımıza, çevre illere Maraş’a Ankara’ya, tanıdık bütün Nur talebelerine telefon ediyoruz. İçişleri Bakanlığı “böyle böyle demiş, Üstadımız Urfa’da hastadır rahatsızdır, şimdi yola çıkamaz gelemez gidin Menderes’le veya içişleriyle temasa geçin, müsaade etsinler burada kalsın” diye telgraflar çekiyoruz, telefonlar ediyoruz. Daha sonra oranın Demokrat Parti başkanı Mehmet Hatipoğlu geldi. “Bediüzzaman bizim misafirimizdir, biz onu hiçbir yere veremeyiz. Bizim misafirimiz Allah misafiridir, kimseye vermeyiz” dedi.

Sonra Emniyete gitmiş Zübeyir abi ile emniyet müdürü ile aralarında tartışma olmuş silahını masanın üstüne koymuş, “benim icabında silahım konuşur. Buradan gitmez. Bu bizim misafirimiz” demiş. O şekilde sert çıkışları olmuş. Ben beraber gitmediğim için daha sonra bunları duydum.

BAŞBAKAN MENDERES’E TELGRAF ÇEKTİM

Bu şekilde mücadelemiz devam etti, her tarafa telefon çekiyoruz. Pazartesi, salı günü böyle, mücadeleyle geçti. Hep geliyorlar konuşuyoruz. Üstadı ziyaret ediyorlar, ziyarete geliyorlar. Salıyı çarşambaya bağlayan gece merhum Adnan Menderes’e telgraf çekmek için postahaneye gittim. Saat gecenin dördüydü, Ramazan ayındayız. Telgrafta ne yazdığımı şu anda iyi hatırlamıyorum. Sadece bir kaç cümle hatırımda. İşte “Üstadımız Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri Urfa’ya geldi, bu insan dinine, vatanına geçmişte çok hizmet etmiş hala da ediyor, iman ve Kur’an yolunda hayatını hizmete vakfetmiş, bu uğurda çok zahmet görmüş bir insandır. Bunun suçu nedir ki burada durmasın deniyor? Niye böyle yapıyorsunuz? Bu zulüm nedendir? Bu zulmün neticesi ne olacak? Kimse ceza görmeyecek mi?” işte böyle bir şeyler soruyorum.

Kırk lira verdiğimi hatırlıyorum, o zaman kırk lira çok kıymetli bir para, bir telgrafa vermiştim. Menderes’e Park Palas otelinde, İstanbul’da toplantı varmış. Telgrafı oraya çekiyorum.

ÜSTADIN DAHA VAZİFESİ ÇOK, ONLARI BİTİRMEDEN VEFAT ETMEZ!

Tabi cevap gelmiyor. Gece geç vakit idi dediğim gibi döndüğümde kardeşlerin hepsi oradaydılar. Zübeyir, Hüsnü, Bayram orada duruyorlar, “Üstad nasıl oldu?” diye sordum. “Üstad bayıldı” dediler. “İstirahat ediyor, gürültü etmeyelim, konuşmayalım” dediler. Ben yanına gittim elini tuttum ve bileklerine baktım bilekleri atmıyor, damar atmıyor. Göğsüne baktım hiç hareket yok, nefes alıp vermiyor, kalbini dinledim kalp atmıyor durmuş “ya Üstad hiç böyle bayılır mı? Üstad vefat mı etmiş acaba?” dedim. Zübeyir abi, “yok Üstad eskiden de böyle oluyordu, Üstadın daha vazifesi çok, onları bitirmeden vefat etmez. Şimdi duralım” dedi.

İNNA LİLLAH VE İNNA İLEYHİ RACİUN, ÜSTAD VEFAT ETMİŞ

(Abdullah Yeğin Bediüzzaman Said Nursi’nin vefat anlarını anlatıyor…)

Saat dört sıralarıydı sanırım. Sabaha kadar bekledik, sesimizi çıkarmadık. Üstadın vefatını hiç kimseye söylemiyoruz. “İstirahat ediyor” diyoruz, “rahat olun, Üstad rahat” dedik. Bayram vesaire hiç biri bir şey demiyorlar. Susuyorlar. Sabah oldu yine Ütadı ziyaretler başladı. Gelen geliyor biz kimseye diyemiyoruz. Orada iyi tanıdığımız münzevi Mehmet Efendi isminde kurra hafız bir hoca efendi vardı. Osmanlı zamanında imamlık yaparmış, yaşlı bir zat, biz onu ara sıra ziyaret ederdik. Risale-i Nur okurdu, çok severdi Üstadı. Mahmut Hasırcı’yla beraber otele gelmiş. Kapıda karşıladım, “ben Üstadı ziyarete geldim. Bana Üstadı gösterin” dedi. Dedim “Üstadımız rahatsız baygın halde yatıyor hastadır, şimdi olmaz” dedim. “Yok. Ben rahatsız etmeyeceğim. Siz bana kapıyı açın şu mübareğin yüzünü bir göreyim. Buraya kadar gelmişim bir yüzünü gösterin başka bir şey istemiyorum” dedi.

Sonra orda diğer kardeşler de vardı. Kapıyı açtık şöyle yüzünü gösteriverdik, “İnna Lillah ve İnna ileyhi raciun. Üstad vefat etmiş. Niye söylemiyorsunuz?” dedi. O öyle deyince polisler de duydu. Herkes duydu. Doktor çağırdık geldi, baktı. Doktora dedik ki “Üstad yatıyor, baygındır.” Doktor da anlayamadı ve “Eskiden de böyle oluyorsa öğlene kadar bekleyelim” dedi. Velhasıl öğleye kadar bekledik. Ondan sonra vali miydi emniyet müdürü müydü tam hatırlamıyorum geldi baktı. Artık “gidin” demekten de vazgeçtiler. Vali Şerafettin isminde bir zattı, Üstada hürmet eden, cenaze namazında da bulunmuştu. Menderes merhum haber göndermiş demiş ki “Üstad vefat etmiş istedikleri gibi merasim yapsınlar, yardımcı olun sen de git demiş.” Valiyi göndermiş. Yani bunlar hep yardımcı olarak.

ÜSTAD MEZARIM GİZLİ OLACAK DEMİŞ, SİZ NİYE AÇIK MEZARA KOYUYORSUNUZ?

Türkiye’nin her tarafından geliyorlar istişare ediyoruz, bize soruyorlar, “Üstad mezarım gizli olacak demiş, siz niye açık mezara koyuyorsunuz?” diyorlar.

Abdulkadir Saraç vardı, “Üstadın mezarı nerede olacak” diye tartışırken “Üstadın mezarı dergâhta. Oraya mezar yapılmış” dedi. Şeyhmus isminde bir şeyh vardı, Nakşî Şeyhi o zat rüyasında İbrahim Peygamberi (AS) görmüş ona “camiyi tamir et demişler” o da cemaatle beraber bir cemiyet kurmuş, Dergâh camisini tamir ettirmiş. Tamir ettirirken kubbeli iki yer yaptırmış, iki oda görmüşsünüzdür. Demişler “bu kubbeli yeri sen kendin için mi yapıyorsun? Türbe olacak gibi bir yer.” “Yok, buranın sahibi gelecek” demiş. O şeyh Müslim. “Buranın sahibi gelecek” demiş. İşte o, Abdulkadir Saraç da orayı kastederek “Üstadın yeri belli. İşte o yerdir, orası yapılmış hazır” dedi.

Orası deyince orada mezar kazınmaya başlandı. O mezarın kazıldığı yerin ilerisine cami yapıldı. Orada Üstadı yıkadılar. Başta Molla Hamit diye bir zat vardı, Arapça dersi verirdi, işte oranın imamı, Dergah camisinin imamı, bir de Elazığ’dan gelmiş, Hacı Ömer, vaiz, gezici vaiz o da gelmiş ordaydı. İşte onlar hep orda toplanmışlar Üstadı yıkıyorlar. Hep beraber biz de yardım ettik su döktük.

ÜSTADIN VEFAT ETTİĞİNİ BİLİYORUZ DA CANLI GİBİ PEK BİR FARK ETMEDİM

– Yıkanırken bizzat gördünüz yüzünü. Hatırlıyor musunuz?

– Evet, evet hatırlıyorum. Eski hali gibi gözleri açık gibi, aynı bildiğimiz Üstad. Vefat etmiş gibi değil vefat ettiğini biliyoruz da canlı gibi pek bir fark etmedim. Zübeyir abi Molla Hamid Efendiye haber göndermiş, Üstad Şafii olduğu için, “Üstadı o yıkasın” diye. Molla Hamit de itikaftaymış, demiş “ben itikaftayım itikafım bozulur mu” diye istihareye yatmış, rüyasında Üstad kendisini görmüş, demiş ki “Mülteka kitabının filan sayfasını aç bak.” Oraya bakmış, “itikafta olan cenazeye giderse, cenazeyi yıkarsa itikafı bozulmaz” fetvasını görmüş. Uyanınca doğru gidip o kitaba tekrar bakmış hakikaten doğru. Onun üzerine gelmiş. Başkasından duydum hatırayı kendisinden sormadım.

Molla Hamid Efendi Üstadı çok severdi, Cevşen okurdu, Risale-i Nur okurdu, dinlerdi. “Şeyh Seyda” diye bir zat var, onun müridiydi.

O GECE HATİMLER İNDİRİLDİ ULU CAMİNİN BİR KÖŞESİNDE, DUALAR EDİLDİ

– Şeyh Seyda Cizre’de değil mi?

– Evet, Cizre’de olabilir. İşte onun müridiydi, devamlı bu Seyda’ya mektup yazardı Molla Hamid Efendi. Devamlı o da Üstada selam gönderirdi. Bizlere selam gönderirdi. Selamlaşırdık çok muhterem bir zatmış. Onlar o gün yıkadılar.

O gün çarşambaydı. Çarşambayı Perşembeye bağlayan gece yıkanmış ve kefenlenmiş olarak Ulu Caminin avlusuna getirdik. Millet hep iştirak ediyor, yardım ediyor. Biz mümkün mertebe Üstadın hemen kaldırılmasını istemiyoruz, bekletiyoruz, kardeşlerin, arkadaşların gelmesini bekliyoruz. Bir kısım arkadaşlar uzak yerlerden telefon ediyorlar “geleceğiz, bekletin” diyorlar. “Cenaze namazına yetişelim” istiyorlar. Onlar da acele ediyorlar böyle bir karmaşa var. Velhasıl o gece hatimler indirildi Ulu Caminin bir köşesinde, dualar edildi herkes geldi her taraftan gelenler vardı. Toplandı insanlar, gazeteciler vardı devletin adamları vardı, çok insan geldi o zaman toplandılar. Biz bekletmekten yanayız. Bir sonraki gün Vali Bey geldi.

ULU CAMİ ÖNÜNDE CENAZE NAMAZI KILINDI

– Üstad yıkandığı, kefenlendiği zaman her hangi bir olay yaşandı mı?

– Ben bir şey hatırlamıyorum. Vali bey geldi. Mehmet Kayalar vardı Diyarbakır’dan, Vali ile konuştu, münakaşa eder gibi. Vali bey, “fazla bekletilirse mevsim yaz, havalar sıcak, kokuşma falan olur, fazla bekletmeyelim” dedi. Mehmet Kayalar dedi ki “o öyle bir zattır ki ona hiçbir şey olmaz.” Methetti. Valiyi tersledi. “Sen ne karışıyorsun der” gibi. Çok sertti, asker menşeli olduğu için o böyle yüksek sesle konuşurdu.

Netice bekledi, beklettik Perşembe günü sabahleyin mi öğle vakti mi tam hatırlamıyorum. Baktık dediler “Ulu cami önünde cenaze namazı kılındı” ben cenaze namazını kim kıldırdı hala bilmiyorum. Soruyorum herkes başkasını söylüyor, Ya Molla Hamid Efendi mi, Ömer Efendi mi, vaiz mi? Kim kıldırdı daha bilmiyorum bilen vardır muhakkak. O zaman telaşlıyım sağa sola koşturuyorum. Bir şeyler araştırıyorduk, misafirleri yönlendiriyordum. Misafirleri aç bırakmamak için Urfalılar o zaman caminin avlusuna kazanlar koydular, yemekler yaptılar, kimseyi aç bırakmayacak şekilde, çok misafirperverler Urfalılar. Velhasıl çok hürmet ettiler, hizmet ettiler Allah razı olsun. Dershanede konuşuyoruz, Mehmet Kayalar, Ceylan Çalışkan, Tahiri abi Üstadın eski talebeleri… İşte kim geldiyse.

BUNDAN SONRA KİM İDARE EDECEK NURCULARI?

– Hulusi abi de var mıydı?

– Hulusi abi sonradan geldi. “Bundan sonra kim idare edecek Nurcuları” diye Mehmet Kayalar böyle bir söz attı. Dedi ki “biz şarkı hallettik, iş garpta” dedi. Batıda da birleşin bir cemaat gibi olun ve “ben burada reisim” der gibi konuşuyordu. Ceylan oradan söze karıştı, “şimdi, bizim mesleğimizde şahıs yok, ferdiyet yok, biz şahs-ı maneviyiz, cemaati, istişare idare eder. İstişare ile bundan sonra cemaat idare edilir” dedi.

Sonra mezar konusu gündeme geldi. Bize sordular,

– “Üstad mezarının gizli olmasını istemiş vasiyet etmiş siz aşikâre yapıyorsunuz.” Biz dedik ki

– “Üstad ihlâsından öyle söyler. Üstad teşhiri sevmiyor, herkes tarafından bilinmek istemiyor. Elbette bu söylediklerinin bir hikmeti vardır.” Yani o şekilde cevap verdik. Hulusi abiye sormuşlar başka zaman, demiş

– “Bekleyin muhakkak bir hikmeti vardır, çıkar” demiş. Velhasıl böyle çok münakaşalar, konuşmalar oldu. Tabi üzerinden çok zaman geçti ben bu konuşmaların çoğunu unuttum zaten. İşte hayal meyal hatırımda kalanları söylüyorum.

MEZARA KARŞI YAPILAN YANLIŞLAR

O sıralarda çok değişik insanların geldiğini ve bir takım yeşil kuşların cenazenin üzerinde gezdiğini, Halilürrahmana konduğunu söylüyorlar. Siz böyle bir şey fark ettiniz mi?

Ben sonradan duydum farkında değildim. Telaşeden hiç öyle bir şey hatırlamıyorum. Sonradan böyle çok şey söyleyenler oldu. Şimdi Üstadın mezarı oradayken oradayız bekliyoruz. Üstad mezara konuldu, onu söyleyeceğim; Geliyorlar Üstadın mezarı üstüne bir kilo şeker koyuyorlar. Üstadın mezarı topraktı henüz taştan yapılmamıştı. Birisi geliyor bir şişe su koyuyor. Götürüyor o suyu hastasına içiriyor. Şekeri götürüp şerbet yapıyor hastasına içiriyormuş. Sonra bazıları geliyor mezarın üstündeki toprağı cebine koyuyor. Mezarın üzerinde toprak kalmıyor. Biz söylüyoruz “böyle yapmayın” kimse bizi dinlemiyor. Polisler, askerler nöbet bekliyor. Biz de ordayız. “Yav tapıyorlar” polisler öyle diyor. Bazıları Şafii. Şafii mezhebine göre altı ay içinde mezara karşı namaz kılınırmış. Köylerden geliyorlar cenaze namazı kılıyorlar, mezara karşı. Böyle şey görmemişiz. Polisler o kılınan cenaze namazını sanıyorlar ki Üstada tapıyorlar.

27 MAYIS’TAN SONRA “BURADA KİMSE KALMASIN” DEDİLER

Yani bunları ne için söylüyorum; Üstadımızın “benim mezarım gizli olacak” demesi dört ay evvel bize mektup yazarak “benim mezarım açık olmayacak” demesi, kardeşine Konya’da söylemesi, bu hususta mektup da var. Emirdağ lahikasında o mektup var. Yani biz o manzarayı gördükten sonra mezarı demir parmaklıklarla örttük, kapısını da kilitledik. Anahtarı da cebimize koyduk. Ama insanlarla baş etmek mümkün değildi. Bu defa başka şeyler yapıyorlardı. Toprağını alamıyorlardı ama dediğim şeyleri yapıyorlardı.

Bu defa Polisler geldi dediler ki “siz buradan gideceksiniz.” “Niye” dedik. “Vali Beyin emri” dediler. Üstadın mezarı definden sonra yapıldı, her şey tamam. Ondan sonra bize dediler ki “siz burada durmayacaksınız.” Yukarıdan emir mi geldi, ne oldu bilmiyorum. Benle Zübeyir abi kalmıştık Urfa’da. Dediler “Vali emrediyor buradan gideceksiniz.” 27 Mayıs’tan sonra bunu söylediler. “Burada kimse kalmasın” dediler. Biz oradan gittik. İkimiz de memleketimize gittik. Zübeyir abi Konya’ya gitti, ben de Kastamonu Araç’a gittim.

BAKTIM O BENİ TAKİP EDEN POLİS KARŞIMA ÇIKTI

Bir kaç gün geçtikten sonra birisi Cumhuriyet Gazetesi verdi bana; “Said Nursi’nin mezarı yıkıldı, cesedi meçhul bir semte götürüldü” haberi var. Ben onu görünce dedim “Üstadın kerameti çıktı.” Üstad mezarım gizli olacak diyor ya. Nereye götürüldüğü belli değil. 111 gün geçti ondan sonrasını anlatıyorum. Üstad mezardan çıkarılıp götürüldüğünde ben takvime bakmıştım tam 111 gün ediyordu. 

Onun üzerine kendi kendime dedim ki “bana Üstad sen Urfa’dan ayrılma. Senin vazifen Urfa’da” demişti. “Oysa ben buraya geldim. Sadakatsizlik oluyor. Gizli gideyim. Hiç olmasa Urfa’da bir müddet kalayım” dedim.

Bir otobüsle gittim gece Urfa’ya vardım. Bir tanıdığın evinde 20 gün kadar kaldık. Bekliyorum, gelen giden oluyor, gizli kalıyoruz. Dedim bundan sonra bu kadar zaman geçti Üstadın mezarını da kaldırdılar. “Ne olacak dışarı çıkayım.” Çıktım hemen baktım o beni takip eden polis karşıma çıktı, 15-20 adım gittim baktım karşımda polis. Benim orda olduğumun farkına varmışlar demek. “Sen ne geziyorsun burada” dedi. “Gezmek yasak mı? Ne var ne olmuş?” dedim. Hemen beni aldı karakola götürdü, Valiye haber verdiler. İşte “burada durması yasak olan Abdullah Yeğin gelmiş.” O da demiş “askeri ceza evine hapsedin.” O zaman Valiler değişmişti asker Vali atanmıştı. Bir ay askeri cezaevinde hapsettiler. Sade beni hapsetseler neyse, yaşlı bir zat vardı Halil Babe derlerdi. Bizimle çok alakadardı, Üstadı çok severdi. Risale-i Nuru okurdu, tüccar bir zat, onu da hapsettiler. Demişler “bunları himaye ediyor” onu da benimle beraber hapsettiler, ikimiz beraber bir ay kaldık.

ŞİMDİ SİZ GİDİN, ZAMAN DEĞİŞİP, ORTALIK DÜZELİNCE GELİRSİNİZ

– Evinde kaldığınız zat mıydı?

– Hayır, başka bir zat, onu eskiden beri tanıyoruz, evlenmemiş, kardeşi vefat etmiş olduğundan kardeşinin çocuklarına bakıyor. Bekâr bir zat, fakat çok takva, İstanbul’da da akrabaları var, çarşıda manifaturacılık yapıyor, o da bizimle beraber hapsoldu. Bir ay hapsolduktan sonra, çıkardılar. Polisler yine geldiler “gideceksin” dediler. “Biz ne yapmışız biz vatandaş değil miyiz?” diye itiraz ettik. “Yok gideceksiniz. Vali beyin emri var eğer gitmezlerse yine hapsedin” dediler. İstişare ettik, istişarede dediler “şimdi siz gidin, sonra zaman değişip, ortalık düzelince gelirsiniz.”

İlk gidişimiz şöyle olmuştu. Bize gidin dedikleri zaman 27 Mayıs’tan sonra 15-20 kişi Jandarma karakolunda topladılar, o zaman bizim ifademizi aldılar. Meşhur şahısları Sivas’ta topladılar kampta. Mehmet Kayalar oraya gitti. Biz Urfa’da iken bir Üsteğmen vardı ifademizi alan Akif üsteğmene dedik ki, “bizim buradan gitmemizi istiyorlar.” Daha Zübeyir abi gitmeden, daha ilk defa… Üsteğmen, “bunlar askerdir, bunlar emir verir askerler yapar bir şey diyemiyoruz, şimdi gidin sonra ortalık düzelince gelirsiniz” dedi. 27 Mayıs’tan sonra asker olduğuna göre, her yere asker bakıyor artık, ifademizi aldıktan sonra “ben sizin kitaplarınıza baktım ifadeleriniz hiç bir suç teşkil etmiyor, siyasiler bunu abartıyorlar. Bu kitaplarda bir suç yok. Ben iade edeceğim kitapları” dedi. Teypler var, camide ders okutuyorduk. Ne varsa iade ettiler, Üsteğmenin sözüne itimat ettik, “madem öyle gidiverelim” dedik. Oradan çıktık herkes gitti memleketine. Ben gitmedim. Daha doğrusu ben geri geldim. Zübeyir abi yoktu o zaman. Gizlice dönüp gelmiştim ondan sonra beni tekrar gönderdiler. İşte o gittiğim, tekrar gönderdikleri zaman ben dedim “nereye gideceğiz.” Dediler, “nereye gidersen git yeter ki Urfa’dan git.” Dedim, “en yakın neresidir?” Gaziantep. Oraya gittim.

GİTTİKÇE ÜSTADI DAHA ÇOK BÜYÜTÜYORUM

– Gaziantep’ten önce Urfa’yla ilgili sorumuz var. Rıdvaniye Medresesinde ilk dersi yaptınız, ondan biraz bahseder misiniz?

– İlkin Emniyet Oteli diye bir otelde kaldık, sonra caminin meşrutasında yaptık. Medrese olarak ders yapıyorduk, polisler geriden bakıyorlardı biz ders okuyorduk.

– Şimdi Urfa’da kaldınız, Rıdvaniye medreselerinde ders yaptınız, o odalar bugün Nur medresesi olarak hizmet veriyorlar. En son ne zaman gittiniz? O günleri nasıl hatırlıyorsunuz? Nerdeyse elli yıl geçti. O mekânları görmek size nasıl bir duygu verdi?

– Ben şimdi oraları ziyarete gidince Üstadımızın verdiği haberlerin çıktığını hatırlıyorum, Risale-i Nurun dünya çapında genişlediğini hatırlıyorum. Üstadımızın öyle lalettayin bir âlim olmadığını gözümüzle görüyoruz. Üstadın hakikaten söylediklerinin hep doğru olduğunu, doğru çıktığını, anlıyoruz. Üstadımızın hakikaten kıymetini biz bilemedik, keşke o zamana dönsek de, Üstad’ın yanında Üstaddan ayrılmadan Üstad ile daima hizmet etsek diye düşünüyorum. Katiyen Üstadın büyüklüğünü anlıyorum. Gittikçe Üstadı daha çok büyütüyorum. Dünyanın halini görüyoruz, dünya hadiselerini görüyoruz. Gittik dünyanın bazı yerlerine, gezdik, gördük hep oralarda Nur hizmeti başlamış. Yani bu üstadın kerameti değil de nedir?

Tamamı için tıklayınız

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

“Ne Hürriyeti, Ne Hürriyeti!”

MUS­TA­FA CHİT TÜRK­ME­NOĞ­LU AĞABEY ANLATIYOR   ACİP BİR İS­TİH­DAM HA­Dİ­SE­Sİ: NE HÜRRİYETİ! (…)   “Mat­baa …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Prof. Dr. KİTAPÇI: Benim için en ilginci ve bir o kadar da yürek dağlayan…

Gençliğinde bir buçuk yıl Üstad'ın yanında ve hizmetinde bulunan Prof. Dr. Zekeriya KİTAPÇI Anlatıyor: Üstad'ın …

Kapat