Ana Sayfa / Yazarlar / Açık Büfe Helal mi? / Mehmet Ali Bulut

Açık Büfe Helal mi? / Mehmet Ali Bulut

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Demokrasiye karşı çıkan; onu İslam muhalif sanan/gösteren radikal Müslümanlar olduğunu biliyoruz. Tabii ki haklı oldukları hususlar var.

Fakat İslam yurtlarında bu kadar hukuksuzluk, insan onurunu tazib eden baskı ve bir tür krallık uygulamalı var oldukça, cumhuriyet adı altında seçilimle gelip kendini bir tür kral mevkiine çıkaran idareciler bulundukça, İslam adına demokrasi aleyhtarlığı yapmanın itibar görmesi mümkün  görülmüyor.

Zira İslam devletleri, hala, ferdin hakkına ve meşru hürriyetine bigâne duruyorlar. Dolayısıyla, bireysel hakkın ve şahsi meşru hürriyetin en az nas kadar ehemmiyetli sayıldığı bir İslam yönetimi bu ülkelerde hâkim olmadıkça, demokrasiden yana olmak aynı zamanda insandan yana olmaktır.

Ve tabii bu böyledir diye, demokrasiye karşı çıkanları bütün bütün haksız görmek de mümkün değildir. Çünkü demokrasi aynı zamanda bir düzendir. Ve maalesef demokrasi diye bize getirilen düzen, -teorik olarak– insana saygıyı telkin eden fikirleri dışında, nerede ise tamamen Kur’ranî telkinlere zıt bir yaşam empoze etmektedir… Yahut bizdeki tezahürü bu…

Malum, demokrasi, din adamlarının müdahalesi ile ağırlaştırılmış ve vahi ile -nerede ise- tüm bağları kesilmiş bir dine karşı oluşmuş tepkisel bir düzendir. Papazların sultasını yok etmek için başlatılan ve zihniyet olarak pagan Roma kültürünü ve ateist/panteist Yunan felsefesini esas alan yeni bir hayat tarzının eseri ve icadı olan demokrasi bu yüzden de Rahmani ve fıtri değildir. Fakat teorik olarak insan onurunu yücelttiği için yabana atılacak gibi de değildir.

Evet, demokrasi insana ve insan özgürlüğüne ciddi bir vurgu yaptığı için takdire şayandır. Fakat o konuda da çizgiyi tam tutturabilmiş değildir. Çünkü insan için tanımladığı özgürlük, tahrip edicidir, ıslah edici değil. Yani kasdı öyle olmasa da bir ‘müfsid’dir, ‘muslih’ değil. İnsanı örenleştiren, yozlaştıran ve yalnızlaştıran bir yanı var. Çünkü insanı kendisine karşı sorumlu tutmaz.

İslam ise kişiyi, kendisine karşı da mesul tutar. Batının getirdiği hürriyet anlayışı -maksadı o olmasa da- “başkasına zarar vermiyorsan her şeyi yapabilirsin” şeklindedir. İşte yalnızca bu hürriyet anlayışı dahi, kabataslak bir bakış açısına sahip bir Müslümanı, demokrasi aleyhtarı yapabilir. Tabii ki işin aslı bundan ibaret değildir ama yansıma budur. Çünkü Müslüman bilir ki insan mesuldür. Başta  kendisinden! “Qû enfusekum ve ehlikum nara…” ayeti açık bir şekilde insanı kendi nefsine karşı da mücadeleye çağırır.

Hiçbir demokratik düzen, insana böyle bir emir telkin etmez. İnsanı “iyi” kabul eder. İyi olanın bozulabileceğini hesaba katmaz. Bu da onun vahiyden habersizliğinden; şeytan ve nefs konusundaki bilgisizliğinden -veya tanımazlığından- kaynaklanıyor.

Esasında Batı medeniyeti, temelleri ve amaçları bakımından ‘hüda‘yı değil, “heva ve hevesi tatmin etmeyi” prensip edinmiştir. Ama insanların faziletli olmasını bekler. Çünkü demokrasi ancak tüm bireylerim erdemli olması halinde yaşanası bir düzendir. Bu da mümkün görünmediğine göre bu düzende birçok insanın İblis’in tuzağına düşmesi; onun hizmetkârı olması kolaylaşır. İşte, ancak yasaklarla dinini korumaya, kendini muhafazaya alışmış bir Müslüman için bu ciddi bir tehlikedir… Kimsenin kimseye karışmadığı serbest bir ortamda dinine sahip çıkmaya alışık olmayan bir Müslüman her serbestlikten rahatsızlık duyar. Nitekim, islam yurtlarında hürriyet kavramının yeni yeni yayıldığı dönemlerde, bir çok alim, bu koruyuculuk dürtüsü ile “Hürriyeti” küfrün bir hassası saydılar.

Bu yaptıkları doğru değildi amma tamamen haksız da sayılmazlardı. Çünkü batının eliyle bize sunulan hürriyet, yukarıda sözünü ettiğim tanrı tanımaz bir hürriyet idi.

Hâlbuki hürriyet imanın bir hassasıdır. Kula kulluğu red eden bir hürriyet. Acaba şundan daha geniş bir hürriyet var mı?

Yok, ama işin pratiğine bakıldığında, diyebilirim ki hürriyetleri tanıma konusunda biz Müslümanlar demokrasinin çeyreğinde bile değiliz! O yüzden de her sistem mağdurumuz, her mazlumumuz kendisini batıya atmanın bir yolunu arıyor.

Açık Büfe: İbils’in Tuzağı

Bu bir realite! Fakat bu realite biz Müslümanlara ağır faturalar ödetiyor. Çünkü demokrasi evet, insana bir takım özgürlüklerini veriyor ama onu aynı zamanda nefsinin kölesi haline de getiriyor. Nitekim çoğu yaşam biçimleri ve usulleri Şeytan’ın Vahyi’ altında düzenlenmiş, biçimlenmiş gibi.

Sadece hürriyet algısı değil, taharetten tutun ta yemek yeme düzenine varıncaya kadar -illa sol el ile yiyeceksin-, o medeniyet ve kültür içinde oluşturulmuş yöntem ve kriterler, hep sonuçta insanı, İblis’in kucağına düşürecek yöntemlerdir… Batı Medeniyeti Allah’ı tanımıyor ki -bilmiyor değil, tanımıyor- İblis’i tanısın da insanı ondan sakındırsın. (Ara not:Mamafih batılı temiz zekâlar ve selim kalpler de bu gidişin gidiş olmadığını anlamaya başladılar. Fakat şimdilik çıkmazdan nasıl çıkacaklarını bilemiyorlar. Yoksa artık işin farkındalar ki batılı tip, artık hiçbir hayra masadak değil. Nitekim inşallah bu arayışlar onları, zorlayacak ve Kur’an’ın rahmet ve hidayet membaı olduğunu keşfedecekler. Hz. İsa’nın Mehdi (as)’ye iktida etmesinin asıl manası da bu olsa gerek…)

Batı medeniyetinin, dünyevi yaşama dair telkin ettiği yöntemlerin hemen hemen hepsi aynı zamanda İblis’in tuzağı haline gelmiş, yaşam bütünüyle israf üzerine inşa edilmiş.

Bunun örnekleri sayısız. Cenab-ı Hak, kuldan neyi israf etmemesini istemişse, Batılı yaşam tarzı, insanı onu israfa teşvik ediyor. Onlardan biri de açık büfe kültürüdür.

Bana göre nasıl ki 19. yy’ın sonlarında servis edilen etnisiteye dayalı milliyetçilik akımları İslam dünyasının yüreğinden vurup tar u mar etmişse, bu açık büfe kültürü ile de doğrudan Müslümanın nefsi hedef alınarak Müslüman tip tar u mar edilmek istenmiş. Maksatları bu olmasa da doğuracağı netice bu olacak diye korkuyorum.

Çünkü Müslüman her şeye rağmen, -özellikle yeme içme konusunda- helal ve harama riayet ederek kendisini bugüne kadar sağ salim getirebildi. Ama deccal ve düzeni şemdi gıdalar üzerinden insanlığa saldırmaya başladı.

Bu kere maksat büyük: İnsanı sadece ahlaken değil, yapı olarak da ‘esfel-i safilin’e, yani hayvandan da aşağı bir duruma düşürmek!

Bunun mümkün olabileceği nas ile de sabittir. ‘Sümme redednahum esfele safilin’ ayeti bunun açık kanıtıdır. İblis, en baştan insan tabiatının bu açmazını biliyordu. Gelişen bilgi teknolojileri sayesinde, kendi evliyası/ hizmetkarı haline getirdiği ateist bilim adamlarına da bunu gösterdi. İnsanın tabiatının değişebileceği, başkalaşabileceği biliniyor artık. Hem de çok basit. Genetik sarmala açıp istediğiniz değişikliği yapabileniz mümkündür. Ve hangi gıdaların en kolay genetik sarmallara monte olunabileceğini de biliyorlar. Bunun için yüksek bir akustik ortam yetiyor. Bunu da wolkmenlerle sağladılar. Kulaktan yüksek devinimli bir müzik verilirken bir yandan da nasıl bir maksada hizmet ettikleri hala bilinmeyen koruyucu katkı maddeleri içeren gıdalarla insanları yavaş yavaş dönüştürüyorlar.

Açık büfeyi İslam Alimleri Mutlaka Tartışmalı

Bunun diğer bir yöntemi de açık büfe kültürü. Daha önce de bir iki vesile ile temas etmiştim. Bilhassa Müslümanlar için bu kültür, mahvedici neticeler doğuracak diye korkuyorum. Mekke’de Swissotel‘de kaldık. Kahvaltıda ve yemekte öyle imkânlar sunuluyor ki, insanların önüne, kendisini frenlemesini bilmeyen insanlar için tam bir yıkım oluyor. Derdim, Müslümanların sadece israf günahını işliyor olmaları değil. Onu daha önce yazmıştım. Ancak Can Boğazdan Çıkar, kitabını yazmış biri olarak, insanların sağlıklarını nasıl dinamitlediklerini görüp görüp kahroluyorum. Aynı tabağın içinde hem kırmızı et, hem balık eti, hem tavuk eti var. Yanında hem süt ürünlerini yiyor hem de meyve… Fesuphanallah!

Bir insan 10 gün böyle beslenmeyi sürdürse hasta değilse bile hasta olur. Bunun yaratacağı tiryakilik öyle bir dehşetli beladır ki, nereye varacağını düşünmek istemiyorum.

Günde bir kere bile tıka basa yemeyi çok gören bir Nebi(asv)’nin huzurunda insanlar, günde iki üç kere, her seferinde, beş kişilik bir Afrikalı ailenin yiyeceğini tüketiyor de doymuyor! Sonra da bakıyorum herkes başlarındaki belalardan, ibadetlerden lezzet alamamaktan yakınıyor. Yahu kardeşim, inanın bu yaşam tarzı ile çarpılman lazım amma Allah herkese bir ecel-i müsemma taktir ettiği için ömrünü sürdürebiliyorsun.

Eğer her hatamız hemen cezalandırılmış olsaydı, vallahi yeryüzünde bir tek insan kalmazdı…

Benzinle çalışan bir motora siz yakıt kokteyli yapıp veriyorsunuz, o motorun halini bir düşünün. İşte açık büfe her seferinde bunu yaptırıyor insana. Bu hem israf, hem hastalık hem, hem vebal ve yük!

Açık büfe, ciddi manada insanlığı tehdit ediyor. Bilhassa da Şeytanın açık çalışma alanı olan müminler için! İnsanların çoğu zaten İblis tarafından ele geçirilmiş.

Mümin, İblis‘i kahreden ve bir türlü tam olarak ele geçirememekten kahrolduğu bir müstahkem mevki. İşte şimdi, o müstahkem mevkiyi de düşürecek bir yöntem bulmuş gibi geliyor bana: Açık Büfe.

“Efendim dileyen dilediğini alsın, insanlar da biraz nefsine hakim olsur” diyorlar. Bu külliyen bir tuzaktır. Nefis tam da bu yöntemlerle Şeytanın kucağına düşüyor. Hiç birimizin iradesi Adem’in iradesinden daha güçlü değil. O dahi yasak meyveden yemişse, bu demektir ki, nefsin tuzağa en kolay düşürüleceği alan boğazdır. Yeme içme her fitneye ve kapı açar. Allah, kulun feyze mazhar olması için, onu sürekli perhize teşvik ediyor. İblis ise ona ye diyor. Kemal Özer kardeşimin “Şeytan Ye Diyor” adlı kitabı tam da bu hakikati yansıtıyor.

Allah kulunu iktisatlı olmaya çağırırken Şeytan “Ye!” diyor. Müminin kendisini koruması gerekiyor. Ama açık büfe ile bunun mümkün olabileceğini sanmıyorum.

Açık büfeler ‘Havva‘yı da yoldan çıkaracak niteliktedir ‘Adem’i de…

Ben tur şirketlerine kızmıyorum. Çünkü insanlar, en kolay turları ve yemeği en bol yerler istiyorlar. Onlar da ona hizmet ediyorlar. Bu konuda ne otellere bir şey diyecek halim var ne tur sahiplerine. Neticede onlar ticaretlerine bakıyorlar. Ama bence âlimlere ciddi bir iş düşüyor:

Özellikle fakihlerin şu meseleye bir hüküm getirmeleri gerekir.

Can Boğazdan Çıkar diye kitap yazan biri olarak bu meselenin ne büyük tehlikeler içerdiğini görebiliyorum. Ve ‘Ahkamsız Hükümler’ kitabının müellefi olarak ‘Açık Büfe Haramdır’ diyesim geliyor amma benim fetva verme yetkim yok.

Fakat aklım ve vicdanım diyor ki Açık Büfe israfa ve sıhhat bozulmasına yol açtığı için haramdır. Haram değilse bile mekruhtur. Mümin ise şüpheli şeyden uzak durmakla mükelleftir.

Hakikaten ehli hal ve akd şu meseleye bir hüküm getirmeli. “Nefsinize hakim olun efendim!” demek kolıydır. Siz olabiliyor musunuz? Bir zaman büyük bir ilahıyat fakültemizin dekanının, porno izlediği tespit edilmiş, gerekçesi sorulunca da ‘hikmet olsun diye’ izlediğini söylemişti.

Âlim bir adamın bile, nefsine mağlup olduğu bu zamanda, hayatında ilk defa öyle sofralar görmüş bir mümin pekâlâ yalancı bir cennete düştüğünü sanacak ve nefsine o güne kadar sahip olmadığı tiryakilikler ve alışkanlıklar kazandıracaktır.

Acizane bu meselenin mutlaka tartışılması gerektiğine inanıyorum. Çünkü zararları sigaradan eşeddir!

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Hasan Ünsî Efendi Hz. – I / Can Alpgüvenç

“BÜLBÜLEM HOŞ ZÂRA GELDİM, GÜLSİTANIM ANDADIR!”  Bunda hemân bu nişânım özge şânım andadır.  Ünsiyâ kân-ı …

Kapat