Ana Sayfa / Yazarlar / Adavet ve Muhabbet

Adavet ve Muhabbet

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

“Zira malûmdur ki, adâvet ve muhabbet, nur ve zulmet gibi zıttırlar.
İkisi, mânâ-yı hakikîsinde olarak beraber cem’ olamazlar.” (22.mektup)
“İlme (bürhan) ve ihlasa dayalı niyet ve nazar, hakikatin tek olsa da farklı renklere bürünebildiğini kabul eder. Risale-i Nur metinlerini doğru anlama ve yorumlamanın üçlü sacayağını bunlar oluşturur. Risale-i Nur metnine ihlas ve bürhan üzerinden muhatap olan, Risale-i Nur’un kendisini akıl ve diğer tüm insani hassaları ile birlikte Kur’an ve hadisle buluşturarak hakikat yolculuğuna çıkardığını bilir.”
Denilmiştir. Bu duruma göre bu vecize deki, kalplerde bulunan ‘NUR VE ZULMETİ’
“İlme (bürhan) ve ihlasa dayalı niyet ve nazarla,
bu üçlü sacayağı üzerinden ; örnekleyerek delillendirebilir misiniz?..
Üstadımızın ‘Hutbe-i şamiye’de işaret ettiği gibi;
Bu zamanın hatipleri, vaizleri, tebliğ rehberleri her şeyden önce şeriatı çok iyi bilen fıkıh erbabı ve bu zamanın fenni ilimlerini iyi bilen,
Kısaca Maddi manevi Kur’an’i ilimleri iyi kavramış, şer’i bir konuda bir şeyi tergib veya terhib etmekten sakınan, müdakkik ve muhakkik vasıflı kimseler olmalı ki;
zamanın hastalıklarına isabetli, istifadeli, keskin reçeteler yazabilsinler!..

Şu Ayet-i Kerime zulmetin kalpleri nasıl istila ettiğini, nurun gelmesiyle de;
güneşin karanlığı izale ettiği gibi, bütün dalalet ve batıla karşı, kalplere iman, huzur ve sürur doldurduğunu, muhakkik ve mudakkik alimlerin basiretli nazarlarından okuyabiliriz!..
“…Hükümdarlar bir memlekete girdiler mi orayı perişan ederler ve halkının ulularını hakir hâle getirirler.” (Neml,34)
“Efendimiz’in ﷺ torunlarından Seyyid Ahmed er-Rifai Hazretleri’nin(ks) damadı Zamanının büyük alimi muhlis, Seyyid Ali b. Osman bir soru üzerine, bu ayet hakkında şu tefsir de bulundu;
“Âyetteki ‘hükümdar’ Allah’ü Teâlâ’ ﷻ dır. Ve ‘memleket’ de senin kalbinden ibarettir.
Yani hükümdarların hükümdarı, ﷻ senin kalp memleketine hükmüyle girince,
orada yerleşmiş olan riya,
nifak, su-i ahlâk, iftira, fesat ve taşkınlığı perişan eder…
Ve Hak Teâlâ’ ﷻ nın rızasına aykırı ne varsa onu orada rahatsız eder.
‘O memleketin ulularını’ ki bunlar -nefsi emmarenin ipini
elinde tutan- şeytanlar dan ibarettir, rezil ve zelil eder!..” (Kur’an’la yaşayanlar)
“Şüphesiz müttakiler (takva sahipleri) için necat vardır!..” (Nebe,31)
Allah’ü Teâlâ ﷻ’nın kalplerde hükümran olması, iman-ı kamil, amel-i saliha
İle maruf ve münker davasında nefer olmakla mümkündür!..

“Öfkelerini yutanlar ve insanların kusurlarını affedenlere gelince,
Allah iyilik yapanları ve iyi kullukta bulunanları sever.”
Âl-i İmrân Sûresi, 3:134.
“Evet, tevhid-i imanî, elbette tevhid-i kulûbu ister.” (22.mektup)
Evet, Azze Celle; Kalplerde zulmet olan adaveti değil, nur olan muhabbeti ister!..

“Zekeriyâ a.s şöyle demiştir;
Bir şeyini kaybedip te, kaybettiğini aramaya koyulan kimse;
kendini öz’ünü kaybettiğinde onu aramazsa ona şaşarım, hayret ederim.

Davud’ a.s. a şöyle vahiy geldi; “-Ey Davud evini temizle ki Allah oraya nazil olsun.”

Davud’ a.s. da şöyle dedi;
-Rabbim, senin azametin ve celaline yaraşan ev hangi evdir?
ﷻ Buyurdu ki;
“-Mü’min’in kalbidir!..”
-orayı nasıl temiz tutarım?..
Rabbim ﷻ buyurdu ki;
“-Benim adıma olmayan herşeyi
—nefs-i emareye ait bütün mâsivâullahı- terk et!..” (siyer)

Kalp sahip olduğu NUR’un derecesine göre kıymet alır;
“Muhabbet şu kâinatın bir sebeb-i vücududur.
Hem şu kâinatın rabıtasıdır, hem şu kâinatın nurudur,
hem hayatıdır. İnsan kâinatın en câmi bir meyvesi olduğu için,
kâinatı istilâ edecek bir muhabbet,
o meyvenin çekirdeği olan kalbine derc edilmiştir.
İşte, şöyle nihayetsiz bir muhabbete lâyık olacak, nihayetsiz bir kemal sahibi olabilir.” (24.söz)
Kalbe, beytullah ve arş-ı Samedanî de denilmiştir.
Bir cevher-i mücerret olan kalb, bütün âlemleri içine alacak kadar geniş olmasındandır ki,
İslâm alimleri,
“İnsan âlemleri içine alan bir nüsha-i kübradır.” demişlerdir.

Kalbe, İslâmiyet’in mahalli olması hasebiyle SADR,
Rü’yetullah’a mazhar olmasıyla FUÂD,
dini bilmenin ve imanın mahalli olması noktasından HABBET-ÜL- KALP
ve Esma-i İlâhiye’ye ayine olması bakımından da MEHCETÜ’L KALP denilmiştir.

Kalp, imanın mahalli,
marifet ve muhabbetin,
sıfat ve Esma-i İlâhiye’nin tecelligâhı,
bütün feyizlerin ma’kesi ve manevî duyguların merkezidir.

İşte “Kalpler ancak Allah’ın zikriyle mutmain olur.” (Rad,22)
ayetindeki hakikat şu kudsi hadiste anlam bulmuştur;
“Ben yerlere ve göklere sığmadım, ancak mü’min kulumun kalbine sığdım.”
(El-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ 2:165; İmam-ı Gazâlî, İhyâ-u Ulûmiddîn, 3:14.)
Âyine-i Samed olan kalp, beden ikliminde itaat olunan bir melik gibidir.
Zira ruhun mekanıdır!..
Cenab-ı Hakk’ın marifet ve muhabbetine mazhar
ve ayna olan bu kalbin değeri, bütün tasavvurların fevkindedir!..

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Yol ve Yolcu

“O’na yaklaşmaya yol arayın.” Maide, 35 Yol nedir? Bir gösterge mi? Yoksa bir vasıta mı? …

Kapat