Ana Sayfa / Yazarlar / Akasya mı Akçaağaç mı?-1 / M. Nuri BİNGÖL

Akasya mı Akçaağaç mı?-1 / M. Nuri BİNGÖL

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Akasya mı Akçaağaç mı?-1

Akdeniz’e bakan yalıyarların birinin üzerinde kimbilir hangi tarihte kurulmuş yerleşim biriminde, ağaçlardan kopup gelen sesleri dinledikten hemen sonra hafızamdan baş uzatan bu ibâreler: “Amma o bülbülün cüz’î ( bir bölüm) maaşı ise, o tebessüm eden ve gülen güzel gül çiçeklerinin müşahedesiyle aldığı zevk ve onlarla muhavere ve konuşmak ve dertlerini dökmekle aldığı telezzüzdür. Demek onun nağamat-ı hazînanesi, hayvanî teellümâttan gelen teşekkiyât değil, belki ataya-yı Rahmâniyeden gelen bir teşekkürattır (Demek onun üzüntülü nağmeleri bir şikayet değil, Rahman olan Allah’ın ihsan ettiği hediyelere yaptığı birer teşekkürdür, şükürdür) .” 

 Akçaağaçları yahud Akasyaları bilirsiniz. Baştan ayağa bembeyaz bir “zannedilen” o ağaç var ya hani; en büyük meyvesi sürur veren serin gölgeleri olan…

 Kimi insanların da öyle olduğunu, kimi an ve anlayışların çoklarına o intibáı verdiğini düşünmemde, bilmem ne kadar haklıyım? 

“ Hiçbir müfsit ben müfsidim demez…” hakikatıyla atbaşı giden pek çok zannımız – ya da sanrımız- , karşımızdaki sur misâli sapasağlam ifâdeleri bile kendi dairesine alırsa diye endişelenmek, bilhassa bizim şiarımız olmalı.

“ Ümmetimin âlimleri, İsrailoğullarının nebîleri gibidir.” Hadis’iyle pekleşen “meslek-i hakikat” çığırının, bir bakıma değil, tıpatıp öylesi bir müjdenin “cüz’ü” olduğunu kabul etmeyen yok gibi… Hele “ Âlimler Peygamberlerin varisleridirler.” Emr-i Peygamberi’sini (asm) hatırlamak, “ állame” rütbesine hak kazandığı dünya âlemin tasdikinde olan bir Üstad’ın, ilk başta hatırladığım ifâdelerini de kendi çerçevesine alır.

Çünkü bizi öylesi bir benzetmeye götüren sır, o sesin getirdiği bir tedâiydi ve vecde getirici sedâsıyla “ Hâlikını tesbih”teydi. İlk defasında herhangi bir kuşa ait olduğunu sandığım sesler, “miheng”e vurduktan sonra öğrendim ki bir böceğe aitmiş.

***

           Sis basmış zirvelerin gönülleri çekişi bir değişiktir.

Eğer oralarda iseniz, öyle bir kapalı kutu içinde bulursunuz ki kendinizi, sisin ardındaki gözlerden ve itici “ilgi”lerden fersah fersah ırak görürsünüz. Tam tersi, o zirvelerden gerçekten ıraksanız, bu sefer de sisin ardını merak eden “muhayyile” ve “ musavvire” duygularınız size öyle sürprizler hazırlar ki bilinemez latifelerin bir kısmını doyuracak, bir kısmını atâletten kurtaracak, daha ayrı bir bölümünüyse, göz ve gönülleri aslî vazifesine çevirecek bir kabiliyet gösterir. 

Akıl ve muhakemeden süzülenlerin nelerde karar kıldığını bilmeyeniniz yoktur zannediyorum; onun için “ göz ve gönüller” dedim. Hâdiselerin “kışr”ını temizlemekle vazifeli kuru ve “âkıl” olması gereken ama – maalesef- çok kere o sıfatı gösteremeyen, duygu kırıntılarına kapılmayı “ akıllı olmakla” karıştıran ve çok kere, bizleri bu yüzden ağzı açık bıraktıran, göz boyamalarla çabucak kamaşabilen kaypak, insan “ene”sine teslim latifeyi zikretmeyi fuzuli görüyorum.

         Deryanın dalgaları üzerindeki köpüklere takılarak, denizin bağrındaki sayısız “ tecelli” izini düşünemeyen tefekkür ehli misâli ( Sözler, 319-332) yalnızca kimi için iç kanatan , kimine göre gönül açan, kiminin de yürek ve bileğini üzen o seslerle oyalanmak – ne yalan diyeyim- beni oldukça düşündürdü; işin hakikatı, biraz da utandırdı.

“İ’lem Eyyühel-Aziz!( Ey aziz kardeşim, bil ki!) Tefekkür, gafleti izale eder. Dikkat, teemmül ( inceden inceye düşünceye dalma); evham zulümatını dağıtıyor. Lâkin nefsinde, bâtınında, hususî ahvalinde tefekkür ettiğin zaman derinden derine tafsilât ile tedkikat yap. 

 Fakat âfâkî, haricî, umumî ahvalâta teemmül ettiğin vakit sathî, icmalî düşün, tafsilâta geçme ( ayrıntıya girip “ tecessüs” etme). Çünki icmalde, fezlekede olan kıymet ve güzellik, tafsilâtında yoktur. Hem de âfâkî tefekkür, dipsiz denize benziyor, sahili yoktur. İçine dalma boğulursun.”  

Demek ki insanı o feci akibete düşüren husus, bahsedilen yanlış tefekkürdür; “tefekkür” ölçüsüz bir düşüncenin eseri değil, ancak belli ve “mücerreb” ( doğruluğu tecrübeyle sabit) düsturlar tarafından kuşatıldığı ölçüde bir mâna ifâde eder.

Kupkuru hayranlıklar, endâzesiz kanaatlar, “ güzel görmeyen” bir zihin yapısıyla , oraya buraya çekilebilen, ve “nefs” elinde te’vil silahı olabilen temâşalar, “ müderris”lik yapacağım derken, “ Tevhid”den uzaklaştırıcı boyun kırmalara o kılıfı takmak değil… Birinci Şua’da bahsedildiği gibi, “ İbrahimvâri” bir hıllet zirvesi.

Rutubeti süpüren o esinti çıktıkça dağılıp giden sisler ardından daha bir şa’şa’lı görünen şu zirveler gibi tıpkı…

***

        “Hayalim, sanki aciz bir sinekti ve bir nebati örümcek onu ağlarında avlamıştı. Hareketsiz duran haşin ağaca baktım ve düşündüm : Bir limonlukta hapsedildiği için , uzaklarda kalan diğer hemcinsleri gibi , öğle güneşlerinde sıcak toprağa gölge salamayan, yağmurlarda ıslanamayan , fırtınalarda sarsılmayan, semayı, yıldızları, ayı görmeye görmeye unutan şu ağaç, bulunduğu köşede acaba mes’ut muydu? En hakir ottan, en muhteşem çınara kadar her nebatın muhtaç olduğu , hava ve ışıktan, kuş ve böcek ziyaretinden mahrum olarak, bu ağacın soba harareti ve insan nefesiyle yaşamaktan mes’ut olabileceğine hükmetmek için kendimce makul bir sebep bulamadım………. Nebatların zekâsı hakkında Maeterlinch’in anlattığı akıllara hayret verici müşahedelerden sonra bir ağacı mes’ut veya muzdarip tasavvur etmekte hiç bir garabet kalmıyor. Varlıkların sükununa aldanmamalı! Muzdaripler , yalnız ‘ muzdaribim’ diye bağırabilenler değildir. Bilinmez niçin, acıya hayat katan kudret, insandan başka hiç bir mahluka acının sırrını açıklamak imkânını vermemiştir. Her mahluk, hayatın kanlı yollarında , boynuna geçirilen ve sesini boğan bir ağır ‘sükut’ zincirini sürükleyip yürüyor.”

Yazar : Mehmet Nuri BİNGÖL

BİYOGRAFİ
1961’de Şanlıurfa/Birecik’te doğdu. İlkokul ve ortaokulu aynı ilçede okudu. 1982’de İstanbul Edebiyat Fakültesinden mezun oldu. Anadolu’nun çok yöresinde Türk Dili ve Edebiyatı öğretmenliği yaptı.
Yazgı, Köprü, Bizim Külliye dergilerinde hikâye, deneme ve makaleleri yer aldı. Gap Gündemi, Tasvir, Yeni Nesil gazetelerinde yazıları yayımlandı. Birecik yıllıklarına alınmış şiirleri, yaptığı derlemeleri ve değişik site ve kitaplara alınmış makale, mülakat ve köşe yazıları bulunuyor.
Kitaplaşan iki eseri ve tefrika romanları Mehmet Nuri EMİNLER mahlasıyla yayımlanmıştır. Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliğine devam ediyor. Birecik’te temsilciliği açıldığı ilk günden beri Eğitim-Bir-Sen üyesi. Dört kızı ve üç torunu bulunuyor. Şanlıurfa/ Birecik’te ikâmet ediyor.

Tarık Buğra ile yaptığı mülakatın iktibas edildiği eserler:
Politika Dışı (Tarık Buğra)
Tarık Buğra’yla Söyleşiler (Mehmet Tekin)

Hikâyelerinin İktibas Edildiği Eserler:
Kedinâme (M. Nuri Yardım, 2019)
Dergizan Yıllığı (Ramazan Seydaoğlu, 2020)

İktibas edilen mahalli derlemeleri:
Cumhuriyetin 50. Yılında Birecik Yıllığı
Cumhuriyetin 70. Yılında Birecik Yıllığı

Tefrika Romanları:
Yokuşta ( 1986)
Yokuşta Tırmanış-1 (1984)
Yokuşta Tırmanış- 2 (1988)
Kafkasya’da Sarp Ufuklar (1981)

Kitapları:
Sürgündeki Çeçenya (1. Baskı: 1996; 2. Baskı: 2000) Gençlik Yayınevi
Nur Üstad (Biyografi- Deneme; 2002) Erguvan Yayınevi
Siyahtan Turkuaza (15 Temmuz) [Hikâyeler] 2021. KDY yayıncılık
Ver Elini Türkmeneli [Gönül Sayhası-1] (Roman) 2021, KDY Yayıncılık
Azada Yürüyüş [Gönül Sayhası-2] (Roman), 2021, KDY Yayıncılık, "Bir Başka Çeşme" (2022- KDY- Öyküler)

Tüm Yazıları Göster
Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Manevi Buhranlar ve İman Hakikatleri

Manevi Buhranlar ve İman Hakikatleri Günümüzün hayat hızı ve anlayış tarzının getirdiği şeyler İslam’ın evrensel …

Önceki yazıyı okuyun:
İnsanlara Laiklik Dayatılamaz / Vehbi KARA

İnsanlara Laiklik Dayatılamaz Laiklik daima ciddi tartışmalara yol açmaktadır. Özellikle dine karşı her fırsatta mücadele …

Kapat