AKÇAAĞAÇ MI, AKASYA MI?-2
“Hayalim, sanki aciz bir sinekti ve bir nebati örümcek onu ağlarında avlamıştı. Hareketsiz duran haşin ağaca baktım ve düşündüm: Bir limonlukta hapsedildiği için, uzaklarda kalan diğer hemcinsleri gibi, öğle güneşlerinde sıcak toprağa gölge salamayan, yağmurlarda ıslanamayan, fırtınalarda sarsılmayan, semayı, yıldızları, ayı görmeyegörmeye unutan şu ağaç, bulunduğu köşede acaba mes’ut muydu? En hakir ottan, enmuhteşem çınara kadar her nebatın muhtaç olduğu , hava ve ışıktan, kuş ve böcek ziyaretinden mahrum olarak, bu ağacın soba harareti ve insan nefesiyle yaşamaktan mes’ut olabileceğine hükmetmek için kendimce makul bir sebep bulamadım ……….
Nebatların zekâsı hakkında Maeterlinch’in anlattığı akıllara hayret verici müşahedelerden sonra bir ağacı mes’ut veya muzdarip tasavvur etmekte hiç bir garabet kalmıyor.Varlıkların sükununa aldanmamalı!Muzdaripler , yalnız ‘ muzdaribim’ diye bağırabilenler değildir. Bilinmez niçin, acıya hayat katan kudret, insandan başka hiç bir mahluka acının sırrını açıklamak imkânını vermemiştir. Her mahluk, hayatın kanlı yollarında , boynuna geçirilen ve sesini boğan bir ağır ‘sükut’ zincirini sürükleyip yürüyor.” 1
Bu satırlar ve duygulanmalar güzide bir anın coşkulu yorumları belki; ama bunlara tam tekmil bir tefekkür demenin zorluğu da ortada. Herkes iyi bilir; zaman zamanı, hâl ve gün birbirini, saat ve an kendi bölümlerini bile – çok kere- karşılamıyor,birbirine denk olamıyor. (1.Gurabahane-i Laklakan, Ahmet HAŞİM, SHF: 105-106)
Tefekkür, tefekkür ama, zihinlere tebelleş olan böylesi mübalağalı “zann”lardan uzak olanı tabiî. Belki bir “ bütünleyici” edâ ve bir derde deva olanı. Hiçbir zaman subjektif ve tek yönü işaretleyici bir “tarafgirane” (taraflı) sıfatlı değil.
***
Sonradan öğrendim ki sesler kiminin “ cırcır” dediği, kimin “sırsır” diyeadlandırdığı o gözsüz böceğe aitmiş. İşin garibi, bulunduğum zaruretler icabı onları çok kere gece duyduğumdan yalnız karanlıkta ve akşam üstleri öttüğünü sanıyordum; yanılmışım. Pek çok insanın “akçaağaçları” ve açtığında akasyaları bembeyaz sanması gibi tıpkı… Halbuki “ yanar-döner” yapraklarının sırtı güneş ışığındaki renklerden tek birini, beyaz olanını gözlerimize taşıyıp aksettirdiği içindir o beyazlık. Akça çiçeklerinin efsunlu renkleriyle verdiği bir sıbga eseri…
Hele “Yatlimanı”na inen sokaktaki pansiyonların bahçesindeki ağaçlardansıyrılan böcek sesleri daha garipti; çığlık çığlığa feryat ediyorlardı sanki. O sitemötüşleri – biraz da böyle anlayalım- kimbilir ne içindi?
İşin gerçeğinin zıddına bir kavis çizdiğini bilmeme rağmen, Yûnus gibi:
“Ben bir ulu şara varam/ Feryad u figan koparam” diyemeyen bir zaruretingöbeğinde bulunanlar gibiydi hâlim. Akif gibi “Hüsran”ı da yazamazdım ya…
- Cemaat Değil Cemaattan Yana Olmak - 19 Eylül 2024
- Müzeden Ayasofya-yı Kebir’e… - 12 Eylül 2024
- Romancı Olmak – Olmamak – Olamamak - 25 Ağustos 2024
- Vâizler Neden “Etkisiz Eleman”? - 22 Ağustos 2024
- Nur Üstad ve Abdülhamid Meselesi - 11 Ağustos 2024
- Bahardan Sonra Yaz (Öykü) - 5 Ağustos 2024
- Sahabe Bir Sıfat; Hataları İse Ferdidir. - 4 Ağustos 2024
- İsmail Tohumu Fidana, Ardından Ağaca Duracaktır. - 31 Temmuz 2024
- Bazı Dikkatler-2 - 30 Temmuz 2024
- Adem-i Îtimat Meselesi - 29 Temmuz 2024