Ana Sayfa / Yazarlar / Akif’i Anmak O Ağızlara Yakışmaz..

Akif’i Anmak O Ağızlara Yakışmaz..

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Sevenleri ve Sevmeyenleri Uzerinden Akif’i ve Dönemini Anmak, Anlamak..

Bu gün merhum Akif’in Rabbi Rahimine kavuşmasının 85.yıl dönümü..
Herkes kendince Akif’i anıyor.
Bazıları Akif’i gerçekten arıyor, anıyor ama bazıları sadece anıyor görünüyor.

Akif’i anarken ufkumuzu, bakış ve görüş açımızı çok geniş tutmak zorundayız.
Zira Akif sadece bir isim ve resim değildir..

Babasının vefatıyla yıkılan hayatının direği bir daha doğrulamamış ve çilelerle geçmiş 63 yıllık bir ömür.

Başarılı bir öğrencilik, başarılı bir memuriyet derken adım adım yıkılışa giden devletini ayağa kaldırmak için çırpınışlarla geçen çileli bir ömür..
Cihan Harbi ve İstiklal Harbi’nin tüm çilelerini yüreğinin en derinlerinde hissetmiş, adım adım işgale uğrayan memleketin kurtuluşu için şehir şehir gezen, yüreği parçalanırcasına insanları vatan kurtarmaya davet için haykırışlarla geçen her günü bir yıl kadar uzun savaş yılları..

Kısa süren kurtuluş ve zafer sevinci, vekillik günleri..
Ardından istenmeyen adamlardan sayılmak, Mısır’a kaçış, hasret, çile..
Vatan hasretiyle geçen on yıllık ızdırabın tam ciğerinden vurup hasta edişi..
Yurda dönüş, hastalık, yoksulluk ve sessiz sedasız bir vuslat.

Akif’in hayatı çileli ama yüreği, kafası her zaman mamur ve mağrur..
Maddi hayatının omurgası hiç doğrulamamış olsa da imanı, karakteri dağlar kadar yüce,
kayalar kadar sağlam, elif gibi dostdoğru, dimdik, vav gibi tevazu ve mahviyet ehli..
Akif İstiklal Marşı’mızı yazmamış, Kurtuluş Savaşı için onca çileyi çekmemiş olsa da büyük bir şahsiyettir.
Bu payelerle anılması Rabbimiz katında makbuliyet ve yüceliğinin mükafatıdır dense yeridir..
Yüksek dağların başından duman eksik olmadığı gibi yüksek insanlar da çilesiz, düşmansız olmaz.
Akif’in de seveni kadar sevmeyeni vardır, pek çoktur..
Öncelikle Akif’in taşıdığı, temsil ettiği, tebliğ ettiği değerlere düşman olan, yan bakan herkes ve her kesim doğal olarak Akif’e de düşmandır, yan bakar.
Sosyal, siyasal konjoktür gereği açıktan söylemeseler de tüm ateistler, Marksistler, komünistler, laikler vb sol kesimler Akif’i asla sevmezler, düşmandırlar, yan bakarlar..

Batı hayranları, mandacılar, batı beslemesi sözde yazar, çizer, akademisyenler de Akif’i sevmezler, sevemezler.
Zira Akif Batı’nın maskesinin arkasındaki çirkin, iğrenç, vahşi, barbar yüzünü çok iyi gören ve korkusuzca ifşa eden bir fikir ve mücadele adamıdır.
Batılıların İstanbul’u işgal için Çanakkale önlerine gemileri ve ordularıyla gelmeden önce içerden satın aldığı kalemlerle, yazar, çizer tayfasıyla, bürokratlarıyla, medyasıyla geldiklerini ve amansızca saldırdıklarını çok iyi bilen ve onlarla da mücadele eden bir münevverdir Akif..

Akif’i sevmeyenler listesine son yıllarda yeni yeni gruplar ve şahıslar ekleniyor;
Abdulhamit sevenler ya da Abdülhamit Han’ı seviyor görünen bazı kişi ve gruplar Akif gibi, Bediüzzaman gibi, Enver Paşa gibi kahraman şahsiyetleri adeta aforoz ediyorlar.
Yetiştiği, yaşadığı dönemin sosyal, siyasal, medya ikliminin etkisiyle olsa gerek Akif’de belki haklı belki haksız gerekçelerle Abdülhamid Han’a muhalefet etmiş, hem de sert bir şekilde muhalafet etmiştir.

Maç bittikten sonra stüdyoda oturup ileri oynat, geri oynat, yaklaştır, uzaklaştır, bu kamera olmadı öteki kamera görüntüsünü ekrana ver diye maç analizi yapan uzmanların, saniyenin onda biri kadar bir zamanda karar verip uygulamak zorunda olan hakem ya da futbolcu kararlarını yorumlayıp asıp kesen uzmanlar gibi bu günden bakıp yüz yıl önceki olaylar, şahıslar hakkında hüküm veren, asıp kesen bir kısım tarihçiler, siyasiler, dindar görünümlüler de Akif muhalifi safta yerlerini aldılar, alıyorlar.

Oysa herkes bilir ve kabul eder ki
alim alimi, veli veliyi, sahabe sahabeyi tenkid etti diye kiymetten düşmez; kıymetten düşürülmez.
Rabbimiz her kulunu kendine, Rasulüne sav, dinine tabi olup olmadığı, itaat edip etmediği, hizmet edip etmediği kıstasıyla hesaba çeker;
iyiliği kötülüğüne, doğrusu yanlışına, hayrı şerrine üstün geleni affeder, mukafatlandırır, Cennetine koyar.
Biz de öyle yapmak zorundayız.
Hesabı mahşere, İlahi adalete bırakıp biz bize bakan yönünden ibret alır, ders alır ama nihayetinde her değerimize sahip çıkarız..
Biliriz ki kusursuz adam ararsak tarihte ve günümüzde adam bulamayız..

Bir dönemin insanlarını, alimlerini
Abdulhamit Han’a sadakat gösterip göstermediğine, onu sevip sevmedigine göre değil, Allah’a, Rasulullah, vatana, millete, dine devlete sadakat ve hizmetine göre degerlendirmek zorundayız.

Abdülhamid Hana sadakat ve taraftarlığın imanın şartlarından olmadığı gerçeğini umutamayız..
Diğer taraftan; Abdülhamid Han masum, günahsız, hatasız kullardan biri midir? Eleştirilemez biri midir?
Halkının ve askerinin “Gururlanma padişahım senden büyük Allah var” diye haykırmalarına izin veren bir devlet geleneğinde padişah eleştirildi diye birileri adeta aforoz edilebilir mi?
Kendisine akıl versin, rehber olsun diye mursidler arayan sultanlara, âlimlere fetva soran sultanlara, sultanların kararlarına itiraz eden, fetva vermeyen, hatta sultanları mahkum eden adil kadılara hurmetsizlik, ve hakaret değil midir bu yaklaşım.

Bizim inancımıza göre peygamberlerden başka günahsız, hatasız, masum insan yoktur.
Abdülhamid Han’ı masum, günahsız, yüzde yüz doğru, eleştirilemez, tartışılamaz, nasihat edilemez bir insan konumuna oturtmak Allah korusun
Şiilikteki ‘masum imam’ inancına meyletmek olur ki bu çok büyük firnelere kapı aralar.

Yeri gelmişken söylenmeli;
Teşbihte hata olmaz, teşbih ve temsilde hata aranılmaz.. Çünkü hatasız teşbih olmaz.
Son yıllarda bazı kişi ve grupların bilerek ya da bilmeyerek yapıp ettikleri Şiilerin Hz Ali’yi seviyoruz diye yoldan sapmalarına benziyor.
Birilerinin bilerek ya da bilmeyerek “Abdülhamit Şiası” oluşturma çabasında oldukları görülüyor.

Şiiler sahabe efendilerimizi Peygamberimize iman ve sadakatleri üzerinden değil, Hz Ali Efendimizin yanında veya karşısında duruşları üzerinden değerlendirerek sahabeyi ikiye ayırdılar, ikiye böldüler.
“Benim ashabım gökteki yıldızlar gibidir..” hadisine rağmen bir kısım sahabeyi gafil, hain hatta kâfir ilan edecek kadar ileri gittiler.
Hz Ebu Bekir, Hz Ömer, Hz Osman başta olmak üzere hayattayken Cennetle müjdelenen sahabe efendilerimize, Hz Aişe validemize lanet etmeyi ibadet sayarlar..
Abdülhamit Han’ı savunuyor görünen birilerinin de hızla bu yolda ilerliyor olduklarını görüyor, üzülüyor, endişe ediyoruz.
Bu gidişin sonunun Hz Ali’yi, Hz Hüseyin’i savunuyor, onların uğradıkları ihanet ve zulümlere karşı duruyor görünüp Yezid’in, Haccac-ı Zalim’in yaptıklarının kopyası işler yapan azgınlara benzemek olur mu?
Pek tabiki mümkün..
Yazık ki bizler de yüz yıl önceki, bin yıl önceki insanları yargılarken kendimize, bakmayı, nerede durduğumuzu, hayata, olaylara nasıl baktığımızı, eğri mi, doğru mu olduğumuzu sorgulamayı unutuyoruz..

İkinci bir konu;

Abdülhamit Han tahttan indirilirken bayram eden, İngiliz ve Fransızlar Osmanlıya karşı son Haçlı Seferine girisirken sevinçten dört köşe olup Osmanlıyla değil İngilizle işbirliği yapan, o günün Fetö’sü denebilecek dini görünümlü bir ihanet hareketi vardı; Vehhabîlik.

Yeni Haricilik diye de adlandırılan bu akım,
Osmanlı toplumunu, Türkleri, padişahı ve halifeyi müşrik sayıyor, ıslah etmek için İngiliz liderliğindeki Haçlı ordusuyla işbirliği yapmak pahasına, müslümana kılıç çekmeye fetva veriyordu bu Vehhabi kafa.
Birilerinin bu gün Araplar Türkleri arkadan vurdu, ihanet etti diye ırkçılık üzerinden yorumladıkları bu meselenin aslında ve arkasında misyonerlik vardı, İngilizler vardı; Vehhabîlik vardı.

O hainler ve o ihanet yüzünden Osmanlı yıkıldı..
Onlar yüzünden alimiyle, arifiyle, edibiyle, askeriyle, bürokratıyla, genci ve yaşlısıyla, kadını ve erkeğiyle bir millet toptan savaşa girişmek, Kurtuluş Savaşı vermek zorunda kaldı, bütün varlıklarını, rahatlarını, yarınlarını, evlatlarını din, devlet, vatan millet için feda ettiler..

Oysa bu gün; Akif çilesini çektiği, İstiklal Marşı’nı yazdığı bu güzel ülkemizde ve Türk-İslam coğrafyasında yazık ki o hain, çirkin Vehhabi kafası, ruhu, fikirleri at oynatıyor.

İlahiyat camiası içersinde pek çok akademisyen Şerif Hüseyin’in şeyhi, müftüsü, akıl hocası Abdulvehhab’ın fikirlerini benimsemişler, sahiplenmişler hatta misyonerliğini yapmaya soyunmuşlar..

• Kendisi gibi düşünmeyen herkesi kâfir olmakla itham edip gavurla değil sürekli müslümanlarla boğuşan,
• Şefaati inkar eden,
• Kaba saba bir dil ve üslub ile herşeye bid’at deyip türbe ve mezar yapmayı, buraları ziyaret etmeyi, camileri süslemeyi, kubbe ve minare yapmayı, makam ile ezan okumayı, Ramazan, Cuma ve kandil gecelerinde ezandan önce veya sonra tesbih çekmeyi, mevlid okumayı ve okutmayı, sünnet veya nafile namaz kılmayı, ayet ve hadisleri zâhirî anlamlarından farklı biçimlerde yorumlamayı tarikat şeyhlerine saygı göstermeyi vb bidat sayıp yıkıcı bir dil ve üslûb ile saldıran,

• Kur’an ve sünnet dışında dini yorum kabul etmeyen ancak Kur’an ve sünneti cahilce, yüzeysel olarak yorumlayan, ayetleri diğer dini gruplari dövmek için savaş aracı gibi, dayak aracı gibi kullanmaktan kurtulamayan,
• Cihad emrine çok vurgu yaptıkları için El Kaide, IŞİD, Boko Haram, Eş-Şebab gibi örgütleri doğuran ama gücü sadece gariban müslümanlara yeten, sadece müslümanlara saldıran,
• Sahibi dışarda, akıl vereni, yöneteni dışarda olduğu, İslam kültür, medeniyetini, itikadini, sosyal yapısını, İslam kardesligini vb yoketmek için kurulmuş, oluşturulmuş bir yapı olan Vehhabiligin fikirlerinin bu ülkede yayılması, Osmanlı’ya da, Abdülhamit Han’a da, Çanakkale ruhuna da, Kût-ül Ammare Ruhuna’da, Kafkas Orduları ruhuna da, Turk-İslam ülküsüne de, Kurtuluş Savaşı ruhuna da, sahih, müstakîm, dostdoğru din ve dindarlık anlayışımıza ve imanımıza da ihanettir..

Akif’i, imanını, cihadını, çilesini bu resme bakarak okumak zorundayız..
Akif çile çekerken İngilizin vaad ettiği altınlarının, sarayların, hayaliyle ümmete ihanet edenlerin fikirlerini savunarak Akif anılamaz, anlaşılamaz.
Akif’i anmak o ağızlara yakışmaz..

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Yavuz Sultan Selim, Bediüzzaman, Yahya Kemal ve Müceddidlik

MÜCEDDİD, yenileyen, yeni bir şekil veren, yeniden güçlendiren. Peygamberimizin sünneti terk edilip bid'atlar yayılıncaya insanlara …

Kapat