Ana Sayfa / Yazarlar / Akıl, Aklîleştirme ve Bediüzzaman 

Akıl, Aklîleştirme ve Bediüzzaman 

Akıl, aklileştirme ve Bediüzzaman 

Akıl yapılan işe ortaya konan sanat eserine göre ihata sahibi olmalıdır. Kant, sanat problemini güzelin fikir ve şekilden ibaret olan iki unsuruyla onu algılayan  a k ı l   Akıl Kant’dan ilham alan estetik çalışmaları büyük şair Schiller’de önem kazanır ve  d u y a r l ı k  fakülteleriyle çözülmesi başarılır. Kant’ın ve büyük filozofların akıl kosunudaki fikirleri büyük bir bahistir. Bediüzzaman asırlardır kavaranamaan ve nantıki olarak izah edilemeyen, aetizm ve nihilzm ve deizm, dalalat gibi fikri ve zihni fırtınaların saldırısındaki dini mübini ve felsefeyi, kelamı kavrayıcı  ve ihata edici aklı ile çözümledi. Bediüzzaman İbn-i Sina’ya Daha-yi Hikmet diyor özellikle batı İbn-i Sina’yı bizden daha iyi anlamış ve onun tesbittlerini ilimlere özellikle tıbba uygulamıştır. Ama bu hikmetin yani her türlü çıkmazın gerek dini ilmi hepsinin çıkmazları konusunda ihata etmeyen bir aklı olduğu için haşir konusunda bu bahsin akılla çözülemeyeceğini anlatır. Demek Bediüzzaman yüzyıllardır bu hakikat karşısında suskun olan  ilmi ve dini felsefenin akıl kavrayıcılığından daha ileride bir insandır ki, öldükten sonra dirilmeyi anlatmıştır. Bu konuyu kendini özetler.

Ey şu risaleyi insaf ile mütalaa eden kardeş. Deme niçin  bu Onuncu Sözü birden tamamiyle anlayamıyorum. Ve tamam anlamadığın için sıkılma çünkü İbni Sina gibi bir dahiyi hikmet  el haşrü lese ala mekayis-i akliye demiş iman ederiz fakat akıl bu yolda gidemez. Bütün ülemayı İslam haşir bir mesele-i nakliyedir delili nakildir, akıl ile ona gidilmez. Diyemüttefikan hükmettikleri halde elbette o kadar derin ve manen pek yüksek bir yol birdenbire bir cadde-i umumiye-i akliye  hükmüne geçemez Kur’an-ı  Hakim’in feyziyle ve Halık-ı Rahim’in  rahmetiyle şu taklidi kırılmış ve teslimi bozulmuş asırda o derin ve yüksek yolu  şu derece ihsan ettiğinden  bin  şükür etmeliyiz. Çünkü imanımızın kurtulmasına kafi gelir. Fehmettiğimiz miktarına  memnun olup tekrar mütalaa ile izdiyadına çalışmalıyız. (H 90)

Haşre akıl ile gidilememesinin bir sırrı şudur ki Haşr-i Azam‘ın tecellisiyle  olduğundan Cenab-ı Hakk’ın İsm-i Azam’ının ve her ismin  azami mertebesindeki  tecellisiyle zahir olan efal-i azimeyi görmek vegöstermekle  Haşr-i Azam bahar gibi kolay isbat ve kati izan ve tahkik-iiman edilir.”

Hayret edilecek bir konu Kur’an devamlı okuduğum için bir mektebi idadi talebesi gibi yani ilkokul haşir konusunu temsil ile anlatır. Zaten kuran emsal temsil kelimesini çok kullanır, biz kuranı size bütün emsallerle örneklerle anlattır, umulur ki düşünürsünüz der mütaaddid yerlerde. Mesela aşağıdaki ayet  Hac siresinden alınmıştır. Nasıl Allah örnekleyerek öldükten sonra dirilmeyi anlatır. Bunu bu filozoflar ve din adamları okumadılar mı. Ama Bediüzzaman “Aklın ihatasızlığı da inkara sebebtir” diyor, demek bu bahsi ihata edememişler, Bediüzzaman Akif’in dediği gibi edebiyatta ve felsefede batının büyük sanatcılarından ileridir, der Hugo, Kant, Dekart, Shakespeare gibi. Kader konusu da yine Bediüzzaman’ın çözümlediği bir konudur. O da ayrı bir bahis.

Yâ eyyuhâ-nnâsu in kuntum fî raybin mine-lba’śi fe-innâ ḣalaknâkum min turâbin śümme min nutfetin śümme min ‘alekatin śümme min mudġatin muḣallekatin veġayri muḣallekatin linubeyyine lekum venukirru fî-l-erhâmi mâ neşâu ilâ ecelin musemmen śümme nuḣricukum tiflen śümme litebluġû eşuddekum veminkum men yuteveffâ veminkum men yuraddu ilâ erżeli-l’umuri likeylâ ya’leme min ba’di ‘ilmin şey-â(en) veterâ-l-arda hâmideten fe-iżâ enzelnâ ‘aleyhâ-lmâe-htezzet verabet veenbetet min kulli zevcin behîc(in) (Hac suresi 5) 

Ey insanlar eğer sizöldükten sonra dirilmekten şüphe ediyorsanız bilin ki biz sizi  ilkin topraktan sonra bir nutfeden  sonra rahim cidarına  yapışan bir hücreden sonra esas unsurlarıyla hilkati tamamlanmamış bir çiğnem et görünümünde  bir ceninden yarattık ki kurdetimizi size açıkca gösterelim , dilediğimizi belli bir süreye kadar  ana rahminde durdururuz sonra da sizi bir bebek olarak  dünyaya çıkarırız . Sonra güç ve kuvveti kazanmaya kadar sizi büyütürüz içinizden kimi  henüz çocukken öldürülür , kimi de hayatın en düşkün biçimine götürülür, öyle ki daha önce bildiği  şeyleri bilmez hale gelir. Yeri de kupkuru görürsün  ama oraya Biz su indirince  çok geçmeden kıpırdanır  kabarır da  gözü gönlü açan her güzel çiftten  nice nebat bitiririz” Hac  5

Haşir insanın akli vicdani ve zihni melekeleriyle de ilgilidir. Onsuz onlar da karanlıkta kalır.

Buni yine Bediüzzaman anlatır;
İnsan, sair hayvanata muhalif olarak, hanesiyle alâkadar olduğu misilli, dünya ile alâkadardır. Ve akaribiyle münasebettar olduğu gibi, nev-i beşer ile de ciddî ve fıtrî münasebettardır. Ve dünyada muvakkat bekasını arzuladığı gibi, bir dâr-ı ebedîde bekasını, aşk derecesinde arzuluyor. Ve midesinin gıda ihtiyacını temin etmeye çalıştığı gibi, dünya kadar geniş, belki ebede kadar uzanan sofraları ve gıdaları, akıl ve kalb ve ruh ve insaniyet mideleri için tedarik etmeye fıtraten mecburdur, çabalıyor. Ve öyle arzuları ve matlapları var ki, ebedî saadetten başka hiçbir şey onları tatmin etmiyor. Hattâ, Onuncu Sözde   bir zaman, küçüklüğümde, hayalimden sordum: “Sana bir milyon sene ömür ve dünya saltanatı verilmesini, fakat sonra ademe ve hiçliğe düşmesini mi istersin? Yoksa, bâki fakat âdi ve meşakkatli bir vücudu mu istersin?” dedim. Baktım, ikincisini arzulayıp birincisinden “Ah!” çekti. “Cehennem de olsa beka isterim” dedi.
İşte, madem mahiyet-i insaniyenin bir hizmetkârı olan kuvve-i hayaliyeyi bu dünya lezzetleri tatmin etmiyor; elbette gayet câmi mahiyet-i insaniye, ebediyetle alakadardır.”

Bediüzzaman’ın fikirlerinde akıl ve tabiat arkadaştır, Kur’an da tabiatı hep nazara verir ama islam dünyası tabiatı itikada az dahil etmiş, kalbim hakimiyeti ile konuşmuş. Bediüzzaman ise akıl asrı olan yüzyıllarımızda aklı tatmin etmeden kalbe ve kutsi metinlere gitmez. Aşağıdaki gibi. 

Evet, her baharda bütün ağaçları ve otların köklerini aynen ihya ve nebatî ve hayvanî üç yüz bin nevi haşrin ve neşrin nümunelerini icad eden bir kudret, Muhammed ve Mûsa Aleyhimesselâtü Vesselâmların herbirinin ümmetinin geçirdiği bin senelik zaman, karşı karşıya hayalen getirilip bakılsa, haşrin ve neşrin bin misalini ve bin delilini iki bin baharda gösterdiği görülecek. Ve, böyle bir kudretten haşr-i cismânîyi uzak görmek, bin derece körlük ve akılsızlıktır.
Hem madem nev-i beşerin en meşhurları olan yüz yirmi dört bin peygamberler ittifakla saadet-i ebediyeyi ve beka-yı uhrevîyi Cenâb-ı Hakkın binler vaad ve ahdlerine istinaden ilân edip mucizeleriyle doğru olduklarını ispat ettikler gibi, hadsiz ehl-i velâyet, keşifle ve zevkle aynı hakikate imza basıyorlar. Elbette o hakikat güneş gibi zâhir olur; şüphe eden divâne olur.
Evet, bir fende ve bir san’atta mütehassıs bir iki zâtın o fen ve o san’ata ait hükümleri ve fikirleri, onda ihtisası olmayan bin adamın, hattâ başka fenlerde âlim ve ehl-i ihtisas da olsalar, muhalif fikirlerini hükümden iskat ettikleri gibi; bir mes’elede, mesela, Ramazan hilâlini yevm-i şekte ispat etmek ve “Süt konservelerine benzeyen ceviz-i hindî bahçesi rû-yi zeminde var” diye dâvâ etmekte iki ispat edici, bin inkâr edici ve nefyedicilere galebe edip dâvâyı kazanıyorlar. Çünkü ispat eden yalnız bir ceviz-i hindîyi veyahut yerini gösterse kolayca dâvâyı kazanır. Onu nefiy ve inkâr eden bütün rû-yi zemini aramak, tamakla hiçbir yerde bulunmadığını göstermekle dâvâsını ispat edebildiği gibi; Cenneti ve dâr-ı saadeti ihbar ve ispat eden, yalnız bir izini sinemada gibi keşfen, bir gölgesini, bir tereşşuhunu göstermekle dâvâyı kazandığı halde; onu nefiy ve inkâr eden, bütün kâinatı ve ezelden ebede kadar zamanları görmek ve göstermekle ancak inkârını ve nefyini ispat ile dâvâyı kazanabilir. Ve bu ehemmiyetli sırdandır ki, “Hususi bir yere bakmayan ve iman hakikatler gibi umum kâinata bakan nefiyler, inkârlar¦zâtında muhâl olmamak şartıyla¦ispat edilmez” diye ehl-i tahkik ittifak edip bir düstur-u esasî kabul etmişler.
İşte bu kat’î hakikate binaen, binler filozofların muhalif fikirleri, böyle imanî meselelerde birtek muhbir-i sâdıka karşı hiçbir şüphe, hattâ vesvese vermemek lâzımken, yüz yirmi bin ispat edici ehl-i ihtisas ve muhbir-i sâdıkın ve hadsiz ve nihayetsiz müsbit ve mütehassıs ehl-i hakikat ve ashab-ı tahkikin ittifak ettikleri erkân-ı imaniyede, aklı gözüne inmiş, inkârlarıyla şüpheye düşmenin ne kadar ahmaklık ve divanelik olduğunu kıyas ediniz.
Hem madem, gözümüzle gündüz gibi, hem nefsimizde, hem etrafımızda bir rahmet-i âmme ve bir hikmet-i şâmile ve bir inayet-i daime müşahede ediyoruz ve dehşetli bir saltanat-ı rububiyet ve dikkatli bir adalet-i âliye ve izzetli icraat-ı celâliyenin âsârını ve cilvelerini görüyoruz. Hattâ bir ağacın meyveleri ve çiçekleri sayısınca o ağaca hikmetler takan bir hikmet ve herbir insanın cihazatı ve hissiyâtı ve

Elhâsıl: Haşre mâni hiçbir şey yoktur; muktazî ise, herşeydir. Evet, mahşer-i acâib olan şu koca arzı âdi bir hayvan gibi imâte ve ihyâ eden ve beşer ve hayvana hoş bir beşik, güzel bir gemi yapan ve güneşi onlara şu misafirhânede ışık verici ve ısındırıcı bir lâmba eden, seyyârâtı meleklerine tayyâre yapan bir Zâtın, bu derece muhteşem ve sermedî Rubûbiyeti ve bu derece muazzam ve muhît hâkimiyeti, elbette yalnız böyle geçici, devamsız, bîkarar, ehemmiyetsiz, mütegayyir, bekàsız, nâkıs, tekemmülsüz umûr-u dünya üzerinde kurulmaz ve durmaz. Demek, Ona şâyeste, dâimî, berkarar, zevâlsiz, muhteşem bir diyâr-ı âher var, başka bâkî bir memleketi vardır.”

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
“Şimdi Bu Vakitte, Talebe-i Ulûmun En Hâlisleri…”

  “ŞİMDİ BU VAKİTTE,  TALEBE-İ ULÛMUN EN HÂLİSLERİ (HAKİKİ) RİSALE-İ NUR TALEBELERİDİR!..” -Yalçın BOSNALI Ağabeyimizin Hatırasına… …

Kapat