Alaaddin Başar vefat etti
Erzurum hizmetinin yarım yüz yılı aşan çınarlarından biri daha dârı uhraya göçtü.
Neylersin ölüm herkesin başında
Uyudun uyanamadın olacak
Kimbilir nerde nasıl kaç yaşında
Bir namazlık saltanatın olacak
Taht misali o musalla taşında
Kırkıncı Hoca’nın Bediüzzaman vadisinde rahleye oturmuş bir büyük dava adamı göçtü. Gerçekten büyük kelimesini istiab edecek bir keyfiyette karakter özelliklerinde olan bir insandı. Tip değildi karakterdi. Karakterler sıradanlaşmaz, her hâlu kârda her olay karşısında tavrını ortaya koyar, okyanus ne kadar dalgalı olursa olsun o kendini ve davasını korur yürür giderdi. Sıradanlık ve çocuksuluk onun hayatında yoktu. Her zaman ulvi ciddiyetini korurdu. Bu bir Allah vergisi haldi. Muhakkak Kırkıncı hocanın muakıbı vârisi idi. Hoca Efendi ona Alaattin Bey diye hitap eder. Onun karakterine uygun bir karşılama tavrı sergilerdi. Atatürk Üniversitesi onun gayreti ile Bediüzzaman’ın üniversitesi olmuştur. İstiklal mücadelemizin ilk tohumlarının atıldığı bu şehirde dinin de ateizm, nihilizm, deizme karşı tevhid bayrağı açması ve hayatın musolinli ırkçılığının mantığından kurtulması Bediüzzaman Kırkıncı Hoca ve Alaaddin Başar sayesinde olmuştur.
Lise öğrencisiydim, onun mantıklı anlatımlarından çok etkilenir ve ben de böyle biri olsam diye kendimi öyle görmek isterdim. Bir gün Künbet’te Kırkıncı Hoca kapıyı açtı bana elini uzatarak, emredercesine bir yumuşak tavırla “Çalış sen de Alaaddin gibi olacaksın” dedi. Bu bir ilahi itibardı. Bin beşyüz makale iki kitap ve sayısız konuşmalar ve izahlar ile ömrümüz bugünlere geldi. Biz onlara bir çömez olursak ahirette mutlu oluruz. Onlarla çok hatıralamız var aslında, bir roman olacak kadar zengindi ilişkilerimiz, hocamın edite ekibiydik Şener Abi, Alaattin Başar ve ben fakir. Hocanın çekirdeklerini sünbüller geliştirirdik. Hikmet Parıltıları bunlardan biridir. Aslında o kitap bir roman saklar. Bir Erzurum filozofu Kırkıncı Hoca diye Camilerin kapatılıp Kuran öğretimine hor bakıldığı alfabenin çöplüğe atıldığı bir devirde Bediüzzaman bu büyük millete bir büyük armağandı. Kurutulan Türkiye çölü onun sayesinde yeşerdi. Erzurum üniversitesi açılınca Kırkıncı Hoca’ya Bediüzaman “O üniversite benim üniversitem olacaktır” demiş, orada ekilen tohumlar bütün dünyaya yayıldlar hocanın vurucu mantık ve artistik yorumları zihinlerde yer tuttu ve her tarafı istila etti. Olay ilahidir ne dersen de. “Bir şem’a ki Mevla yaka üflemekle sönmez” Hakkarinin bir köyünde gariban bir köylünün eline eserlerine veren sadece ve sadece Bediüzzaman’dır. Ne kitaplar bastı Osmanlının akabinde müşevveşler hepsi kütüphanelerde tozlandılar. Bir Bitlisli kimsenin yapamadığını yaptı ve okullara dağ köylerine üniversitelere girdi. Ne yapsan beyhude, ışığı Allah yakacak yoksa olmaz.
يُحْيِى Yani, hayatı veren Odur. Ve hayatı rızıkla idame eden de Odur. Ve levazımat-ı hayatı da ihzar eden yine Odur. Ve hayatın âli gayeleri Ona aittir ve mühim neticeleri Ona bakar; yüzde doksan dokuz meyvesi Onundur. İşte şu kelime, şöyle fâni ve âciz beşere nidâ eder, müjde verir ve der:
Ey insan! Hayatın ağır tekâlifini omuzuna alıp zahmet çekme. Hayatın fenâsını düşünüp hüzne düşme. Yalnız dünyevî, ehemmiyetsiz meyvelerini görüp, dünyaya gelişinden pişmanlık gösterme. Belki, o sefine-i vücudundaki hayat makinesi, Hayy-ı Kayyûma aittir. Masarıf ve levazımatını O tedarik eder. Ve o hayatın pek kesretli gayeleri ve neticeleri var ve Ona aittir. Sen o gemide bir dümenci neferisin. Vazifeni güzel gör, ücretini al, keyfine bak. O hayat sefinesi ne kadar kıymettar olduğunu ve ne kadar güzel faideler verdiğini ve o sefine sahibi Zâtın ne kadar Kerîm ve Rahîm olduğunu düşün, mesrur ol ve şükret. Ve anla ki, vazifeni istikametle yaptığın vakit, o sefinenin verdiği bütün netâic, bir cihetle senin defter-i a’mâline geçer, sana bir hayat-ı bâkiyeyi temin eder, seni ebedî ihyâ eder.
YEDİNCİ KELİME
وَيُمِيتُ Yani, mevti veren Odur. Yani, hayat vazifesinden terhis eder, fâni dünyadan yerini tebdil eder, külfet-i hizmetten âzâd eder. Yani, hayat-ı fâniyeden, seni hayat-ı bâkiyeye alır. İşte şu kelime, şöylece fâni cin ve inse bağırır, der ki:
Sizlere müjde! Mevt idam değil, hiçlik değil, fenâ değil, inkıraz değil, sönmek değil, firak-ı ebedî değil, adem değil, tesadüf değil, fâilsiz bir in’idam değil. Belki, bir Fâil-i Hakîm-i Rahîm tarafından bir terhistir, bir tebdil-i mekândır.
Saadet-i ebediye tarafına, vatan-ı aslîlerine bir sevkiyattır. Yüzde doksan dokuz ahbabın mecmaı olan âlem-i berzaha bir visal kapısıdır.
SEKİZİNCİ KELİME
وَهُوَ حَىٌّ لاَ يَمُوتُ Yani, bütün kâinatın mevcudatında görünen ve vesile-i muhabbet olan kemâl ve hüsün ve ihsanın hadsiz bir derece fevkinde bir cemâl ve kemâl ve ihsanın sahibi ve bütün mahbuplara bedel, birtek cilve-i cemâli kâfi gelen bir Mâbud-u Lemyezel, bir Mahbub-u Lâyezâlin ezelî ve ebedî bir hayat-ı daimesi var ki, şaibe-i zevâl ve fenâdan münezzeh ve avârız-ı naks ve kusurdan müberrâdır. İşte şu kelime, cin ve inse ve bütün zîşuura ve ehl-i muhabbet ve aşka ilân eder ki:
Sizlere müjde! Mahbuplarınızdan nihayetsiz firakların yaralarını tedavi edip merhem süren bir Mahbub-u Bâkîniz var. Madem O var ve bâkidir; başkaları ne olursa olsun, merak çekmeyiniz. Belki o mahbuplarda sebeb-i muhabbetiniz olan hüsün ve ihsan, fazl ve kemâl, o Mahbub-u Bâkînin cilve-i cemâl-i bâkisinden çok perdelerden geçip, gayet zayıf bir gölgenin gölgesidir. Onların zevâlleri sizleri incitmesin. Çünkü onlar bir nevi âyinelerdir. Âyinelerin değişmesi, şâşaa-i cemâlin cilvesini tazeleştirir, güzelleştirir. Madem O var, herşey var.
DOKUZUNCU KELİME
بِيَدِهِ الْخَيْرُ Yani, her hayır Onun elindedir. Her yaptığınız hayrat l Onun defterine geçer. Her işlediğiniz a’mâl-i saliha, yanında kaydedilir. İşte, şu kelime, cin ve inse nidâ edip müjde veriyor. Diyor ki:
Ey biçareler! Mezaristana göçtüğünüz zaman, “Eyvah, malımız harap olup sa’yimiz hebâ oldu. Şu güzel ve geniş dünyadan gidip dar bir toprağa girdik” demeyiniz, feryad edip me’yus olmayınız. Çünkü sizin herşeyiniz muhafaza ediliyor. Her ameliniz yazılmıştır. Her hizmetiniz kaydedilmiştir. Hizmetinizin mükâfâtını verecek ve her hayır elinde ve her hayrı yapabilecek bir Zât-ı Zülcelâl sizi celb edip yeraltında muvakkaten durdurur, sonra huzuruna aldırır. Ne mutlu sizlere ki, hizmetinizi ve vazifenizi bitirdiniz. Zahmetiniz bitti; rahata ve rahmete gidiyorsunuz. Hizmet, meşakkat bitti; ücret almaya gidiyorsunuz.
Evet, geçen baharın defter-i a’mâlinin sahifeleri ve hidemâtının sandukçaları olan tohumları, çekirdekleri muhafaza eden ve ikinci baharda gayet şâşaalı, belki yüz derece aslından daha bereketli bir tarzda muhafaza eden, neşreden Kadîr-i Zülcelâl, elbette sizin de netâic-i hayatınızı öyle muhafaza ediyor ve hizmetinize pek kesretli bir surette mükâfat verecektir.
Alaaddin Başar hizmet ve meşakkati bitirdi şimdi dostlarıyla buluşmaya gitti. Mutluluk budur işte.
- On Dokuzuncu Söz Üzerine - 26 Eylül 2023
- Bir Gece Şiiri - 22 Eylül 2023
- Bülbül Şiiri / Mehmet Akif ERSOY - 11 Eylül 2023
- Hizmet Rehberinden – 2 - 3 Eylül 2023
- Malazgirt Savaşı ve Türk – Kürt Kardeşliği - 26 Ağustos 2023
- Hizmet Rehberinden - 24 Ağustos 2023
- Hikmet-i Amme, Umumî Hikmet - 17 Ağustos 2023
- Güzellik ve Peygamber - 13 Ağustos 2023
- Güzel ve Estetik Yorumlar - 11 Ağustos 2023
- Bakmak, Görmek ve Göstermek - 9 Ağustos 2023