Ana Sayfa / İLİM - KÜLTÜR – SANAT – FİKRİYAT / Seçme Yazılar / Alafranga Okumalar Üzerine Bir Hasbihâl

Alafranga Okumalar Üzerine Bir Hasbihâl

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

“Bir gün bir kitap okudum ve hayatım değişti.” Bu cümle kadar kitapların insan üzerindeki tesirini/hükmünü ifşa eden bir başka cümle yoktur, dense sezâdır. Doğrudur, “okumak” dediğimiz şey, bir müddet sonra varlığı oluşturan, değiştiren bir şeye dönüşür, dokunduğu her şeye kendinden bir şeyler katar, yaşanan hayatı bir başka âlem yapar. Kişinin kendisinden başlayarak kademe kademe bütün hayata yayılan bir şey hâline gelir. Hakikaten bu böyledir. Ona asıl ve mühim gücünü veren şey, okuma eylemini gerçekleştireni değiştirip dönüştürmek, kişiyi başladığı noktadan çok daha ayrı âlemlere taşımaktır. Elbette değişim de kaderdir. Asıl dikkat edilmesi gerekli husus, bu değişime rengini şeklini veren hususlardır. Yaratılış gayesine uygun olarak iyi ve güzele sevk ederse; ruhumuzu dolduran ıstırapları, buhranları, çelişkileri ortadan kaldırırsa çok matah bir şey olan okumak; aksi durumlarda ise kafa, ruh, ufuk, kimlik karmaşasının anahtarıdır. Malum, neyin nasıl okunduğu, ait olunacak iklimi-ufku da az çok belirler.

Olduğumuz ile olmak istediğimiz arasındaki dönüşümü, değişimi belirleyen de “okumak”tır. Bugünkü okumalarımızla eski zaman okumaları arasında ciddi mesafeler var. Dün olduğumuz yer ile bugünkü arasındaki farkı belirleyen de bu mesafelerdir. Alafranga hayat tarzı bize alafranga okumaları dayattı. Zihnimizin en ücra köşelerine kadar nüfuz eden bir okuma tarzıyla karşı karşıyayız. Onun içindir ki bugün okumak deyince ortalama bir Türk’ün aklına daha çok kafa karışıklığı gelir. Okumaya verilen yaygın ve genel ehemmiyet ve mânâlar ile okur-yazar taifesinin milletin değerleriyle bağı düşünüldüğünde bu tasavvur çok da şaşırtıcı değildir.

“Muasır medeniyet”in elbirliğiyle hazırladığı bir komplekstir okumak. Türkiye’de işler “ne olursa olsun gene oku gene oku” mantığıyla işliyor. Okumak, bizatihi tek başına yüce bir anlam taşıyor. Aklı başında zannettiğimiz pek çok kişi aynı şeyleri biteviye, tespih çeker gibi vird-i zebân ediyor: “Oku, oku, oku; ama ne olursa olsun gene oku, gene oku…” Çağımızın büyük hastalıklarından biridir okumak, hususen de son asırlarda ortaya çıkan “alafranga okumak”. Ne bulursa yiyen obur bir insana benziyoruz. 200 yıldır temelsiz, plânsız, programsız, vakitsiz ne bulursak okuduk. Kendimize, bu topraklara yabancı her şeyi büyük bir iştihayla okuduk. İsmi yabancıysa muhakkak bizden daha iyi yazıyordu, yazacaktı bakış açısı eşliğinde önümüze ne getirilirse okuduk. Hâliyle, okuduğumuz her kelime, her cümle bizi asıl olandan, kendimizden, kendimize mahsus olandan uzaklaştırdı. Başkalarının meseleleriyle dolmamızı, yoğrulmamızı sağladı. Zekâmızı, ufkumuzu daralttı; içimizi boşalttı.

Malum, okuduğumuz eserler ruhumuzu, kıymetler dünyamızı oluşturan; hayata, çevremize bakış açımızı belirleyen bir hususiyeti hâizdir. Okuduğunuz eserler, bir süre sonra fark edersiniz ki kaderiniz olmuştur. İlmî, fikrî, edebî hayatın teşekkülünde, şahsiyetin oluşumunda fevkalâde önemli bir basamak hüviyetindedir. Okunan eserlerin tesiri hayat boyu devam eder. Okuyucu bu devrede devşirdiği müstesna hayretlerle, his – fikirlerle duygu ve düşüncesini terbiye edip hayal dünyasını genişletir, şahsiyetini inşa eder.

Eski ile yeninin bir arada, birbiriyle mücadele ederek varlıklarını ikâme ettiği şu son iki asırlık modernleşme devrinde okumak dediğimiz eylemin malzemesini;

  1. geleneği temsil eden eserler,
  2. yeni devre ruh veren müelliflerin eserleri,
  3. batılı eserler

oluşturmuştur. İlk maddede yer alan, diğer bir deyişle halk irfanının tesisinde rolü bulunan “Tefsir, hadis, Muhammediye, MesnevîMevlîd-i Şerîf, Kısâs-ı EnbiyalarBostan ve Gülistan, Divanlar, Kerbelâ mersiyeleri, Mızraklı İlmihâl, Âşık Garip, Hz. Ali Cenkleri, Hamzanâme, Ebâ Müslim Horasannâme Battalnâme, Bin Bir Gece Masalları, Yunus Emre ilahileri” gibi eserler aşama aşama hayatımızdan çekilmiş ve yerini önce batı tesirinde şahsiyetlerini ikmal eden Namık Kemâl, Ziya Paşa, Ahmed Midhat Efendi, Abdülhak Hamid, Tevfik Fikret, Halit Ziya Uşaklıgil gibi yeni bir edebiyat, düşünce telâkkisiyle yazanlara bırakmış; sonrasında da ne acıdır ki batılı müelliflerin yazdıkları düşünce ve hayal iklimimizi istila etmiştir. Bu tabloya bakınca “okumamamak yeğdir okumaktan” demekten başka bir şey gelmiyor dilimize.

Matbuat âlemine bakıldığında artık batılı veya batıcı eserlerin his ve fikir dünyamızı kapladığı âşikârdır. Buna bir de televizyon, internet ve film dünyasını eklerseniz tablo tamamlanmış olur. Okunan her eser, izlenen her film-dizi, bizi anne milletten biraz daha uzaklaştırmış, gelenekle aramıza aşılması güç engeller çıkartmıştır.

Ne okuyorsan osundur. Diğer bir deyişle “bana okuduğun eserleri söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim!” Bugün batılı eserlerle zihni, gönlü, ufku doldurulanlar için tabiatıyla şark âlemi, bize mahsus âlem, pek çok tuhaflıkları barındıracak; garb âlemi ise bütünüyle hayatın cerzebe ve cezbesi olacaktır. Sadece lisan hususunda gelişen tavır bile bu fikrimizi teyit eder. Zamanımızın lisan konusunda önceliği batı dilleri, ama daha çok İngilizce ve bu lisanda ortaya konan düşünce, edebiyattır. Edebiyat ve ilim âleminde iştihar edip de bu lisandan şöyle veya böyle çeviri yapmamış, batılı yazarlara telmihte bulunmamış birini göstermek neredeyse imkânsızdır. Özellikle devlet dairelerinde, ticarette ve mekteplerde lisan öğrenmeye verilen ehemmiyet, lisan-aşina kimselere gösterilen teveccüh, basılı ve görsel yayınların Türk gençliğini ısrarla yabancı dillere, garb irfanına sevk etmeleri bu geniş alakayı beslemeye devam etmektedir. Günümüz eğitim telâkkisi adeta batı lisânıyla hemhâl olmayanları küçümsemeye ayarlıdır. Yabancı dil öğrenenler, okudukları kitaplar, izledikleri filmlerin tesiriyle devri, memleketin meselelerini büsbütün başka bir şekilde görmüşlerdir. Bir başka deyişle batı hakkındaki malumatları arttıkça mazi ve kültürümüzle bu neslin arasındaki irtibat kopmuş, ahlâkî ve siyasî hassasiyetleri değişmiştir. Bir dil sadece kelimelerden mürekkep değildir, o dilin arkasındaki inanç ve kültürü de ihtiva eder. Dille iştigal edenler sadece lisanı öğrenmekle kalmaz, aynı zamanda o lisanın arkasındaki kültürün de tesirine kapılırlar. Bu sebeple sosyal hayatı tesis eden müşterek unsurlar sarsılır, bir kısmı ortadan kalkar yerlerine yeni, bambaşka fikirleri yerleşir. İlmin muhtelif şubelerine mahsus olması gereken, daha muayyen bir çevreyi ilgilendirmesi gereken bu mesele her şeyde olduğu gibi topyekûn herkesin bilip öğrenmesi gerekir noktasına intikal ettirilerek nesiller üzerinde çok yıkıcı bir mahiyete bürünmüştür. Öyle olmaya da devam etmekte, batının hâkimiyet sahasını genişletmektedir.

“Batı”ya karşı gösterdiğimiz aşırı ilgi beklenilen neticeyi vermedi. 200 yıldır hayal kırıklıkları yakamızı bırakmasa da aynı şarkıyı terennüm etmekten bıkmadık, usanmadık. Hukuk, teknoloji, siyaset, dil, eğitim, ticaret, ekonomi gibi konularda batılılaştıkça kendimizden uzaklaştık, geriledik, âhlâk ve anânelerimizi kaybettik. Kazançlarımızın azlığı nispetinde kayıplarımız arttı. İlerleyeceğiz, medenîleşeceğiz, batılılaşacağız diyerek kendimize mahsus bir hayattan vaz geçtik. Hâsılı birkaç nesildir üzerimizde frenk kültürünün, garbın meşhur adamlarının, hatiplerinin, siyasilerinin, eserlerinin, fikirlerinin fevkalade tesirleri var. Büyük bir kısmı garptan gelen şeylere bir merak ve hayranlık duyuluyor. Bu merak ve hayranlık, idrak edilen zamanla o zamanın meselelerine nasıl baktıklarını tayin ediyor.

Okumak, çağımızda artık “aspirin cinsinden bir bid’at”tir. Bütün şark dünyası 200 yıldır ıstırap içinde… Kendi derdini koyup elin derdi peşinde koşmanın, başkalarının meselesi peşinde sürüklenmenin, kendinden uzaklaşmanın acı neticeleri olan ıstırap, cinnet ve buhranı içinde… Alafranga okumalarla dolu bir hayatımız var. Uzun ve dolambaçlı yollardan geçerek evimize ulaşmaya benzeyen türden bir okumak bu. Bu türden okumak, büyük bir hüsn-i niyetle başlanıp ıstırap, düşkünlük ve acıyla tamamlanan bir süreçtir günümüzde. Birçok güzel şeye gözlerini kapamaktır. Artık günümüzde bilmek/okumak, insanı acıyla yoğurur, çepeçevre kuşatır hâle gelmiştir. Kafa karışıklığını, kültür buhranını arttırıcı bir işlevi vardır okumanın. Berrak, sade, saf zihinlerin bozma işlevi vardır. Bizi garip idealizmler, huzursuzluklar, aşağılık duyguları, yeislerle çepeçevre kuşatan okumalarla dolu hayatımız. Türk’ün kitaplarla ünsiyetinin tarihini yazacak adam, elbette bu karmaşaya, buhrana, yani şahsiyeti ortadan kaldıran okumak meselesine mühim ve epeyce kalın, uzun sahifeler ayıracaktır.

Kendimizden uzaklaşmanın adının hür tefekkür konulduğu, içinde bize ait hususlara aykırı, zararlı her düşüncenin hür tefekkürün meyvesi olarak yutturulduğu bir zamanı idrak ediyoruz. “Kendi hayatını bir başkasının düşünde yaşamak” dedikleri şey tam olarak böyle bir şey. Okumak, mütemadiyen bizi bizden uzaklaştırıyor. İnsan bozuldu, kitaplar da bozuldu. Tanpınar gibi soralım o hâlde: “Oğlum Behçet, sen bir medeniyetin iflası nedir bilir misin?” Şöyle de sorulabilir: Oğlum Behçet, okumak insanı insandan ne kadar uzaklaştırır bilir misin? Başkasının değirmenine su taşıdığımız vakitlerden beridir sahih okumalarla aramız açıldı, hem de tarihte hiç olmadığı kadar… Şayet iyi şeyler ümidini taşıyacaksak bu huyumuzdan vazgeçmeliyiz. Cemiyetimizin son 200 yılda geçirdiği değişim düşünüldüğünde okumak üzerine yeniden düşünmemiz elzemdir. Kitaplarla, hayatla, çevremizle, dışımızdaki dünyayla, geçmişimiz ve geleceğimizle kuracağımız bağı bu düşünmenin mahiyeti belirleyecektir.

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Saatler ve Manzaralar / Yahya Kemal BEYATLI

SAATLER VE MANZARALAR Yahya Kemal BEYATLI   Sütunların Dibinde Duâ Edenler Ayasofya’da, ikindiden sonra, yerle …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Tövbede Acele Etmek

Tevbede Acele Etmek Osman Nuri TOPBAŞ Hocaefendi “Ölüm gelmeden önce tevbe etmekte acele ediniz…” (Münâvî, Feyzü’l-kadîr, …

Kapat