ÂLEMLER İÇİNDE NURANİ BİR SEYYAH!..
“Allah göklerin ve yerin nurudur.” (Nur, 35)
âyet-i pür-envârının çok envâr-ı esrarından bir nurunu,
RAMAZAN-I ŞERİF’te bir hâlet-i ruhaniye de hissettim, hayal meyal gördüm…
Şöyle ki: Üveys-i Karânî’nin
“İlâhî, Sen benim Rabbimsin; ben ise kulum.
Sen Hâlıksın, ben ise mahlûk.
Sen Rezzâksın, ben ise merzuk..”
münâcât-ı meşhuresi nev’inden, bütün mevcudat-ı zevilhayat, Cenâb-ı Hakka karşı
aynı münâcâtı ettiklerini;
ve on sekiz bin âlemin herbirinin ışığı birer İsm-i İlâhî olduğunu bana kanaat verecek
bir vakıa-i kalbiye-i hayaliyeyi gördüm.
Şöyle ki:
Birbirine sarılı çok yapraklı bir gül goncası gibi,
şu âlem binler perde perde içinde sarılı,
birbiri altında saklı âlemleri bu âlem içinde gördüm.
Her bir perde açıldıkça diğer bir âlemi görüyordum.
O âlem ise, âyet-i Nur’un arkasındaki,
“Yahut onların amelleri, derin bir denizin karanlıklarına benzer ki,
o denizi üst üste dalgalar kaplamış, dalgaları da bulutlar örtmüştür.
Karanlıklar birbiri üstüne öylesine bastırmıştır ki,
elini uzatsa onu dahi göremez olur.
İşte, Allah’ın nur vermediği kimsenin nurdan hiçbir nasibi yoktur.” (Nur, 40)
âyeti tasvir ettiği gibi, bir zulümat,
bir vahşet, bir dehşet karanlığı içinde bana görünüyordu.
Birden, bir İsm-i İlâhînin cilvesi, bir nur-u azîm gibi görünüp ışıklandırıyordu.
Hangi perde akla karşı açılmışsa,
hayale karşı başka bir âlem (fakat gafletle, karanlıklı bir âlem) görünüyorken, güneş gibi
bir ism-i İlâhî tecellî eder, baştan başa o âlemi tenvir eder, ve hâkezâ…
Bu seyr-i kalbî ve seyahat-i hayaliye çok devam etti.
Ezcümle:
Hayvânat âlemini gördüğüm vakit, hadsiz ihtiyacat ve şiddetli açlıklarıyla
beraber zaaf ve aczleri,
o âlemi bana çok karanlıklı ve hazin gösterdi.
Birden, Rahmân ismi Rezzâk burcunda (yani mânâsında)
bir şems-i tâbân (gök güneşi) gibi tulû etti, o âlemi baştan başa rahmet ziyasıyla yaldızladı!..
(Demek, sınırsız ihtiyaca, açlığa, sonsuz rızk verici,
Rahmet sahibi Rahman ve Rezzâk olan bir Rabbi’lâlemin var!..)
Sonra,
o âlem-i hayvânât içinde, etfal ve yavruların zaaf ve acz ve ihtiyaç içinde
çırpındıkları, hazin ve herkesi rikkate getirecek bir karanlık içinde
diğer bir âlemi gördüm…
Birden,
Rahîm ismi şefkat burcunda tulû etti!..
(Demek, sınırsız, zaaf ve acz varsa; sonsuz şefkat ve merhamet kudretine sahip bir Rauf-u Rahim var!..)
O kadar güzel ve şirin bir surette o âlemi ışıklandırdı ki, şekvâ ve rikkat
ve hüzünden gelen yaş damlalarını,
ferah ve sürura ve şükrün lezzetinden gelen damlalara çevirdi!..
Sonra
sinema perdesi gibi bir perde daha açıldı;
âlem-i insanî bana göründü…
O âlemi o kadar karanlıklı, o kadar zulümatlı, dehşetli gördüm ki,
dehşetimden feryad ettim,
“Eyvah” dedim.
Çünkü, gördüm ki, insanlardaki ebede uzanıp giden arzuları, emelleri
ve kâinatı ihata eden tasavvurat ve efkârları
ve ebedî bekà ve saadet-i ebediyeyi
ve Cenneti gayet ciddî isteyen himmetleri ve istidatları
ve hadsiz makàsıda ve metâlibe müteveccih fakr ve ihtiyacatları
ve zaaf ve acziyle beraber, hücuma maruz kaldıkları
hadsiz musibet ve a’dâlarıyla beraber,
gayet kısa bir ömür, gayet dağdağalı bir hayat,
gayet perişan bir maişet içinde,
kalbe en elîm ve en müthiş hâlet olan mütemâdi zeval ve firak belâsı içinde,
ehl-i gaflet için zulümat-ı ebedî kapısı suretinde görülen kabre
ve mezaristana bakıyorlar, birer birer ve taife taife o zulümat kuyusuna atılıyorlar…
İşte bu âlemi bu zulümat içinde gördüğüm anda,
kalb ve ruh ve aklımla beraber bütün letâif-i insaniyem,
belki bütün zerrât-ı vücudum feryatla ağlamaya hazırken,
birden
Cenâb-ı Hakkın Âdil ismi Hakîm burcunda,
(demek, Zulüm varsa, Adalet sahibi Âdil-i Hakim olan bir Zât-ı Zü’lcelâl var!..)
Rahmân ismi Kerîm burcunda,
(Demek, ebede uzanan emelleri kazandıracak, rahmetiyle hidayet lütfeden
Rahman olan bir Hâdî var!..)
Rahîm ismi Gafûr burcunda
(Demek, sürekli tekrarlanan Hatalar ve zaaflar varsa; merhamet ve mağfiretiyle,
son nefese, hatta kıyamete kadar gafur kapısını açık bırakan,
AZİZİ’L-GAFUR olan bir sahibimiz var!..)
Bâis ismi Vâris burcunda,
(Dünya gafletinden, uyandıran,
fani hayatın ölümünden sonra tekrar diriltecek, hayatlandıracak,
Varis-i Mutlak Sadıkı’l-Vaadi’l Emin olan bir HÂLÎKIMIZ var!..)
Muhyî ismi Muhsin burcunda,
Rab ismi Mâlik burcunda tulû ettiler.
(Kulunu insanlıkla terbiye edip, kullukla vazifelendiren, rahmetiyle hidayetlendiren,
Rabbi, onu toprak altında çürümeye bırakmayacak,)
“O âlem-i insanî içindeki çok âlemleri tenvir ettiler,
ışıklandırdılar ve nuranî âhiret âleminden pencereler açıp
o karanlıklı insan dünyasına nurlar serptiler!..
Sonra
muazzam bir perde daha açıldı,
âlem-i arz göründü…
Felsefenin karanlıklı kavânin-i ilmiyeleri, hayale dehşetli bir âlem gösterdi.
Yetmiş defa top güllesinden daha sür’atli bir hareketle,
yirmi beş bin sene mesafeyi bir senede devreden
ve her vakit dağılmaya ve parçalanmaya müstait ve içi zelzeleli,
ihtiyar ve çok yaşlı küre-i arz içinde,
âlemin hadsiz fezasında seyahat eden biçare nev-i insan vaziyeti,
bana vahşetli bir karanlık içinde göründü…
Başım döndü, gözüm karardı…
Birden,
Hâlık-ı Arz ve Semâvâtın Kadîr, Alîm, Rab, Allah ve Rabbü’s-Semâvâti ve’l-Arz
ve Musahhiru’ş-Şemsi ve’l-Kamer isimleri rahmet,
azamet,
rububiyet burcunda tulû ettiler!..
O âlemi öyle nurlandırdılar ki,
o hâlette bana küre-i arz gayet muntazam,
musahhar, mükemmel, hoş, emniyetli bir seyahat gemisi, (sefine-i Rabbani gibi)
tenezzüh ve keyif ve ticaret için müheyyâ edilmiş bir şekilde gördüm!..
Elhasıl:
BİN BİR İSM-İ İLÂHÎNİN, kâinata müteveccih olan o esmâdan herbiri bir âlemi
ve o âlem içindeki âlemleri tenvir eden bir güneş hükmünde
ve SIRR-I EHADİYET cihetiyle,
herbir ismin cilvesi içinde sair isimlerin cilveleri dahi bir derece görünüyordu.
Sonra, kalb her zulümat arkasında ayrı ayrı bir nuru gördüğü için,
seyahate iştihası açılıyordu.
HAYALE BİNİP SEMÂYA ÇIKMAK İSTEDİ…
O vakit gayet geniş bir perde daha açıldı;
kalb semâvat âlemine girdi.
Gördü ki, o nuranî, tebessüm eden suretinde görülen yıldızlar,
küre-i arzdan daha büyük
ve ondan daha sür’atli bir surette birbiri içinde geziyorlar, dönüyorlar.
Bir dakika birisi yolunu şaşırtsa, başkasıyla müsademe edecek;
öyle bir patlak verecek ki, kâinatın ödü patlayıp âlemi dağıtacak.
Nur değil, ateş saçarlar; tebessümle değil, vahşetle bana baktılar.
Hadsiz
büyük,
geniş,
hâli,
boş,
dehşet,
hayret zulümatı içinde semâvâtı gördüm. Geldiğime bin pişman oldum!..
Birden, “Göklerin ve yerin Rabbi.” (Duhân,7)
“Meleklerin ve ruhun Rabbi.” ‘un Esmâ-i Hüsnâsı,
“And olsun ki dünya semâsını Biz kandillerle süsledik.” (Mülk, 5)
“Güneşi ve ayı emrine boyun eğdirdi.” (Ra’d, 2)
burcunda cilveleriyle zuhur ettiler…
“Onlar ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah’ı anarlar; göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler.
Ve “Rabbimiz! Sen bunu boş yere yaratmadın, Sen yücesin, bizi ateşin azabından koru.” derler.” (Âl-i İmran, 191)
O mânâ cihetiyle, karanlık üstüne çökmüş olan yıldızlar,
o envâr-ı azîmeden birer lem’a alıp, yıldızlar adedince elektrik lâmbaları yakılmış gibi,
o âlem-i semâvat nurlandı!..
O boş ve hâli tevehhüm edilen semâvat dahi, melâikelerle,
ruhanîlerle doldu, şenlendi!…
Sultan-ı Ezel ve Ebedin hadsiz ordularından bir ordu hükmünde hareket eden güneşler
ve yıldızlar, bir manevra-i ulvî yapıyorlar tarzında,
O Sultan-ı Zülcelâlin haşmetini ve şâşaa-i rububiyetini gösteriyorlar gibi gördüm.
Bütün kuvvetimle ve mümkün olsaydı bütün zerrâtımla ve beni dinleselerdi,
bütün mahlûkatın lisanlarıyla diyecektim; hem umum onların namına dedim:
“Allah göklerin ve yerin nurudur.
Onun nurunun misali, bir lâmba yuvası gibidir ki, onda bir kandil vardır.
Kandil de cam fanus içindedir.
Cam fanus ise, inci gibi parlayan bir yıldıza benzer ki,
ne doğuya, ne de batıya ait olmayan mübarek bir ağacın yakıtından tutuşturulur.
Onun yakıtı, kendisine ateş dokunmasa bile ışık verecek kabiliyettedir.
O nur üstüne nurdur. Allah dilediğini nuruna kavuşturur.” (Nur, 35)
âyetini okudum, döndüm,
indim, ayıldım…
İmânın ve Kur’ân’ın nurundan dolayı Allah’a hamd olsun,
Dedim!..” (29. Mektup)
- Hayranlıkla Dinlediler ve İtaat Ettiler!.. - 18 Eylül 2024
- ‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ - 14 Eylül 2024
- Eğer Allah Dileseydi Ne (biz) Şirk Koşardık, Ne de Atalarımız!..” - 11 Eylül 2024
- “Canımı Müslüman Olarak Al ve Beni Sâlih Kimseler Arasına Kat !” - 10 Eylül 2024
- Şehadette Niçin Hem Abduhu Hem Rasûluhü Diyoruz? - 2 Eylül 2024
- İttihad-ı İslâm’ı Israrla Önemsememek… - 30 Ağustos 2024
- Allah’ın Lûtfu ve Rahmetiyle, Ferahlasınlar… - 27 Ağustos 2024
- Sırf Allah ve Resûlü, Fazlından Kendilerini Zengin Etti Diye İntikam Almaya Kalktılar - 18 Ağustos 2024
- “Kader Bizi Böyle Bağlamış…” - 9 Ağustos 2024
- “Bir de Takvâ Elbisesi ki…” - 3 Ağustos 2024