Ana Sayfa / Yazarlar / Alpaslan Açıkgenç ve Yaratılış Kongresi’nden – Iğdır

Alpaslan Açıkgenç ve Yaratılış Kongresi’nden – Iğdır

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Yaratılış Kongresinden, Iğdır

Yaratılış Kongresi silsilesinden yeni bir zincir Iğdır Üniversitesinde icra edildi. Yaratılış, insanın dünyaya gözünü açtığı günden beri merak konusu olmuş, ama insan zihnini zorlayan bir mana, bakış, tasarım, tefekkür ve daha bir çok şey. Mitoloji, felsefe, sanat, din, beşerî dinler, ilim, edebiyat, şiir daha birçok şeyi kendi ile meşgul etmiş, insanı aştığı için insanın ondan kopamadığı bir hakikat-ı ulviye.

Bediüzzaman yaratılışın sırrına “muammâ-yı müşkil-küşâ” diyor, yani zor açılan bir muamma. Muamma kelimesi sır kelimesinden çok daha zengin, muamma iç içe anlamlar ihtiva eden bir karanlık. Bediüzzaman işin insanlık ve düşünce tarihinde nasıl zorluklar çıkardığını bu kelime grubu ile tamlama ile ifade ediyor. Muammâ-yı müşkil-küşâ bir zaman birimi de ihtiva ediyor. Çünkü zorluk zamandan ileri geliyor, bir olay ile zorluk olmaz, olaylar ta Adem babamızdan beri müşkül, anlaşılması grift bir zaman zincirinden geliyor. Süleyman Nazif’e, kelimelerin kralı, padişahı denmiş. Büyük adam, gel kelime kralı nasıl olur gör, muamma-yı müşkül küşanın mana ummanını nasıl yakalamış bu büyük adam, bak nasıl büyük adam olunurmuş. Bu tamlamayı oluşturmak için felsefe tarihinin, dînî metinlerin, sanatın, sanat felsefesinin sahifelerinde ne kadar göz, zihin ve tefekkür gezdirmiş, sonra bu tamlamayı ortaya koymuş. İşte bir kelimenin tarihî akışından bir mana ummanı çıkarmak büyük sanatçı buna derler.

Sonra bir tamlama daha tılsım-ı hayretfeza, bu iki tamlama bir mana okyanusu. Hayret veren bir tılsım, gel de kelime seçimindeki bu muhayyileye hayret etme. Tılsım ile muamma, akraba iki kelime; birbirinin amca oğlu, kelimeyi hazineden seçmek büyük bir muhayyile gerektirir. Hayret, Bediüzzaman’ın en çok kullandığı kelimelerden birisi çünkü hayret ettiği o kadar çok şey var ki, başta Allah’ın sanatlarına yarattıklarına, kainattaki tasarım zincirine daha neler neler.. bir hayret ettiği de âlemin sırrı yaratılış hikmeti nasıl bir çözülmesi açılması zor şey, tılsım, hayret veren bir tılsım.. Bu kelime de büyük bir fikri ve zihni ve kitabı taramadan sonra elde edilir. Neden kelimelerde ısrar ediyorum ama kime anlatacaksın. Mevlana’nın mesnevisinin Mesnevi şerhleri var, şârihler her şeyin, tasavvufî metinlerin şârihleri, edebî ve felsefî metinlerin şârihleri; bizde ise neden yok, çünkü şerhetme ve kelime kültürü, kelimenin önü arkası, cinsi daha neler neler bilen yok. Metni okuyor, kelimeleri teleffuz yok, mana hiç yok, geçen bir derste bir çocuk Bediüzzaman’ın iki sayfa kadar siyaset felsefesini okudu, ne kendi anladı.. anlaması imkansız, sahipsiz metinler ve Bediüzzaman.

Alpaslan Açıkgenç talebelik yıllarımızdan beri birlikteliğimiz devam etmiş bir insan. Hocama gelirdi Ankara’ya gitmeden önce orda konuşurduk, sonra zaman zaman bazı toplantılarda birlikteliğimiz olurdu. Bediüzzaman’la intisabı ilmin ışığında büyük olmuş, Ahmet Avni isimli bir ilim ve tasavvuf ve İslam felsefesi ve kelam  vadisinde kendini yetiştirmiş, otodidakt bir adamın yaratılış konusundaki fikirlerini anlattı. 

Bu zat varlık kavramını evvel emirde iki ayrı manada kullanmış. Vücud-ı hakiki, vücud-ı izafi. Hakiki vücud gerçek varlık, yani varlık kelimesinin bitemamiha zarfı olduğu bir varlık, bu tasarım ile diğer varlıkların varlık adı kazanması mümkün değil, ama başka ne denir ki? Adam büyük adam zâhir. Buradan intikalle Bediüzzaman’ın hilkat ve yaratılış üzerine ne kadar düşündüğünü en ideal anlatımları seçtiğini anlamak zor değil. Söylenmemiş söylenememişi bilmeyen söylemesi gerekeni bilemez. Bu yüzden fikir ve felsefe ve tefsir tarihi aynı şeylerin söylenmesidir çok zaman. Farklı söyleyen Bediüzzaman. Hocam öğrenci iken ekâbir-i ülema hocaları üstadın İşaratül İ’caz’ını konuşurlarmış hepsi hayretten başı önde. Hocam henüz oralarda, müptedi ama hayran değil ama bu hayranlıklar Bediüzzaman kapısına onu dayatmış, bir gün girmiş içeri, iyi ki girmiş.

Bir cümle vücud-ı hakikînin mebdei yoktur, yani Hakiki vücut ki Allah’dır, başlangıcı yoktur, çünkü başı olanın bir tercihten baş olma durumu var, Allah’ın vücudu bir tercihten değil bir lüzum-ı hakikiden, bu kelime de yetmez. 

İzafi varlık vücud-ı mahz ile adem-i mahz arasındadır, bu da ünlü adamdan bir cümle. “Yani vücudu bir tercihle olan vücud mutlak vücud ile yokluk arasında bir yerdedir, çünkü onu adem-i mahz ile hakiki vücud arasında bir yere koyan İlâhî tensiptir.”

Bir cümle daha, yaratılış mertebeleri tecelliler tedricidir. Varlık birden mi hep birden mi, yoksa nöbetleşe mi.. bir de bu konuya yakın münakaşa oldu, acaba koyun bizden önce mi yoksa bizden sonra mı yoksa ikimiz birlikte mi? Buğday bizden önce ise mide ne zaman karışık bir hesap ama evrim müphem bir kelime, tasavvur ve tasarımı şubeli mi tuhaf bir konu .   

Tenezzülat-ı İlâhî bir bahis, yani Allah tenezzül ediyor, hem insana sanatına hürmeten hem de yarattığının daimiliği için, tenezzülün meratibi var; su tenezzül, hava tenezzül, peygamber tenezzül, kitap tenezzül.. sonu gelmez tenezzülün. 

“Küntü kenzen mahfiyyen, ben bilinmez bir hazineydim, sonra bilinmek istedim, insanı ve varlığı yarattım.” Öyle ya seyircisiz film olmaz. Aslında batı sanatında bu sanat öncesi şeyler mülahaza edilmiş, bizde mutasavvife konuşmuş, ama özel bir sofra, kimse oturamaz. Fusus-ül Hikem’i okumuş Ahmet Avni ama ona göre sarih konuşmuş, çünkü Arabi’nin muakıblarının bir ihtarı “bizim kitaplarımızı bize varmayanlar okumasın” demişler, haklılar ama okuyanlar tahtaları kaybetmişler, olsun. Bir kitap yazmalı “ilmin, mitolojinin, sanatın, dinin, felsefenin ve vahyin ışığında Bediüzzaman’da yaratılış felsefesi” kim yazacak? Yaz yaz dediler, elimizde kaldı, diyor Ahmet Akgündüz.

Yaratma sürekli devam eder, sonsuza dek dur durak yok, döne döne eksilmez. Yaratılışta zaman yok, çünkü en küçük şeyin dünyevi zamana göre düzenlenmesi yüzyılları alır halbuki O “ol” deyince oluyor. Yaratılışın mahzeni feza-yı lâtenahî, sonsuz feza. Evveliyet ve âhiriyet bize yansıyan zamana göredir, öyle olması gerekir, ama yaratana göre değil. 

Alpaslan Bey, terminolojinin Kur’an ve ehadis-i Şerifeye göre olmasını söylüyor.

Varlığın var oluşu taayyün-i evvel, ikinci basamağı taayyün-i sâni; bu Ahmet Avni böyle diyor, Bediüzzaman ise buna farklı bir isimlendirme veriyor. Yaratılış mertebe-i ıtlaktan başlar, yani Hâlik’ın muhitinden. Yaratılış taayyün edince suver-i ilmiye kazanır, benim tabirimle ise suver-i estetikiye. Ahmet Avni estetik okusaydı daha farklı anlatırdı tabiiki. Ne gariptir ki ne İslâm uleması ne de Kur’an  müfessirleri estetik bilmez, üniversite de sanat da edebiyat bölümlerinde estetikle yaklaşım yoktur, salla gitsin altı ayda doktor, bedava sınav ticaret şirketi. Kur’an ve yaratılış ancak Bediüzzaman’la estetik bir yapı kazanmıştır. Alparslan Bey yapılan konuşmaların yeterli yaratılış mebhasi ihtiva etmediğini söyledi, onun tesbiti. Ben de Bediüzzaman’dan ciddi bir yaratılış felsefesi görmedim, arkadaşlar Bediüzzaman’dan korkuyor, Fetöye bulaşırsan elbet korkarsın, iki başlı dava adamı sağa dön sola dön.

Varlığın mertebe-i evveli var daha sonra varlık vadisine girince a’yân-ı sabite. Yaratılışın sıralamasında zaman ve mekan girer araya, onlar sahne gibi onlarsız varlık görünmez.

Ruhun mahiyeti bilinmiyor, ruh asıldır, ama beden ile imtizacından varlık insan meydana gelir. Maddenin de demek hakikatı var, ama ruh ile mümtezicen.

Beden ruhun tuzağı, ruh bedende görününce ruh asıllı varlık vücud ortaya çıkıyor. İnsanın bu ruh ve madde imtizacından bir terkib ortaya çıkıyor, işte bu halife yapıyor insanı, burada da ilaha karib olmanın bir oranı var.  

Bundan sonra varlığın seyri geliyor,  müşahade ve temaşa. Ondan muhabbetullah doğar. Teselsül zincirinden insan ve dünya Allah mebahisi gelir. Yukardan aşağı yaratılış bir silsile…

Alpaslan Bey hayatından da bahsetti, kısaca biyografisini anlattı. Amerika’ya  gitmeyi Prof. Ömer Rıza Akgün’e gitmişler ondan fikir sormuşlar, sonra gitmiş yirmili yaşlarda İngilizce öğrenmiş, sonra ta 14-15 yüzyıllara ait İngilizce metinleri bile okuduğunu söylüyor, bravo. Öğrenmek ve öğretmek İlâhî bir nimet. Nice iyi günlere. Ben anlatımdan anladıklarımı parça parça kopuk cümleler ile aldım sonra onları tamamladım, inşallah hakikate muhalif olmamıştır. 

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Risale-i Nur’da Kediler

... Hattâ bir gün kedilere baktım. Yalnız yemeklerini yediler, oynadılar, yattılar. Hatırıma geldi: “Nasıl bu …

Kapat