Yazar: Ebubekir Sifil
Hadis Tarihi ve Hadis Usulü eserlerinde, Ehl-i Hadis‘e mensup, Fıkıh nosyonuna sahip olmayan birçok alimin, hadislerle amel noktasında –özellikle mütearız hadislerin çokluğu ve Fıkhu’l-hadis konusundaki birikimlerinin azlığı dolayısıyla– yaşadığı tıkanıklığı Fıkıh imamlarına başvurmak suretiyle aştığını anlatan önemli anekdotlar vardır. Bu durum, belli bir sisteme dayanmadan hadislerle amel ameliyesinin sağlıklı bir şekilde gerçekleştirilemeyeceğinin çarpıcı bir göstergesidir. Yine bu sebepledir ki, –birkaçı hariç– büyük Hadis imamları, Müçtehid imamların birisinin mezhebini iltizam etmişlerdir.
Bir hadisin “ma’mulun bih” (amele konu edilebilir) olması için senet ve metin açısından sıhhat/hüsn mertebesinde bulunmasının yeterli olmayacağı, neshten ve muarazadan sâlim bulunması ve içerdiği hükme nüfuz kabiliyeti yanında, geçmişte kendisiyle amel edilegelen bir rivayet hüviyetinde bulunması gerektiği açıktır. Özellikle günümüzde iki kesim, “yeni metodoloji” arayışı içinde bulunanlar ve “hadisle amel” çağrısı yapanlar için önemli bir “problem”dir bu.
Bir hadisle amel edebilmek için onun sıhhat/hüsn şartlarını taşımasının yeterli olduğu düşüncesi, konu hakkındaki bilgi ve birikim eksikliğinin ifadesi olmaktan öte bir anlam taşımaz. Bir diğer deyişle, her sahih hadis, aynı zamanda ma’mulun bih değildir.
Hz. Peygamber (s.a.v)’in, Medine’de herhangi bir korku/yağmur veya sefer durumu olmaksızın öğle ile ikindi ve akşam ile yatsı namazlarını birleştirerek (cem ederek) kıldığını, sabah ve akşam namazlarında kunut okuduğunu, cenaze yıkayan kimsenin gusletmesi ve cenazeyi taşıyanların abdest alması gerektiğini, kabrin üzerine türbe yapılmasını, taş dikilmesini ve kabrin kireçlenmesini yasaklayan, kan alanın da aldıranın da orucunun bozulacağını, Cuma günü gusletmenin ergenlik çağındaki her müslümana vâcip olduğunu… bildiren hadisler konu hakkında verilebilecek örneklerden sadece birkaçıdır. (Konu hakkında Abdüsselâm Muhammed Ömer Allûş‘un Kitâbu’l-İntihâ‘sına bakılabilir.)
Eğer bir hadisle amel etmeme konusunda ulemanın icmaı mevcut ise, bu, o hadisin ya –biz vâkıf olamasak da– kendisiyle amele engel olan bir illetle malûl veya mensuh olduğunu gösterir. Aksi halde bütün ulemanın o hadisle ameli –sözbirliği etmişçesine– terk etmiş olmasının makul bir açıklaması yapılamaz ve bizzat o hadisi bize kadar nakledenlerin Peygamber’e muhalefet dolayısıyla “güvenilirlik” vasfını (hatta imanını!!!) yitirmesine müncer olur!..
İbn Vehb, İbn Uyeyne, el-Leys b. Sa’d gibi ulemanın, “Hadis, insanların ayaklarının kaydığı bir sahadır; sadece Fukaha bunun istisnasıdır” tarzındaki sözlerinin altında yatan gerçek budur.
***
Milli Gazete – 31 Mayıs 2003
ilimcephesi.com
- Mehmet Nuri BİNGÖL”ün Edebî Yolculuğu - 30 Ağustos 2024
- Risale-i Nur’da ve Hatıralarda Kurban Bayramı - 15 Haziran 2024
- Ramazan’dan Sonra - 24 Nisan 2024
- Ramazan Bayramı ve Peygamber Efendimizin Bayramı - 9 Nisan 2024
- Kadir Gecesi ile İlgili Yazılar - 5 Nisan 2024
- Saatler ve Manzaralar / Yahya Kemal BEYATLI - 30 Mart 2024
- Peygamberimizin (asm) İtikâfı - 29 Mart 2024
- Aydınların Dilinden Bediüzzaman Said Nursî / Vefatının 64. Sene-i Devriyesi Hatırasına (video).. - 25 Mart 2024
- Sükûtun Zarâfeti / İmam Süyutî - 23 Mart 2024
- “Oruç, Bıçağa Gerek Duyulmayan Bir Ameliyattır.” - 20 Mart 2024