Ana Sayfa / Yazarlar / Anlatılamamış Anlaşılamamış Zafer

Anlatılamamış Anlaşılamamış Zafer

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Anlatılamamış Anlaşılamamış Zafer

Yüz yıllık Cumhuriyet tarihimizde elbette çok önemli işler yapılmış, çok önemli başarılara imza atılmıştır..
Ulusal ve uluslararası arenada ses getiren, ülke ve milletimizin kaderine etki eden en önemli üç-beş olayı sıralayın denilse neleri sayardınız?

Bu soruyu tersten sorarsak daha doğru cevaplar bulabiliriz sanıyorum.
Devletimizin ve milletimizin yakın tarihte karşılaştığı en büyük tehdit nedir?
Bölücü terör tehdidi.

İki şıklı bir ifade; Yani hem bölünme tehdit ve tehlikesi hem de terör tehdit ve tehlikesi..

Türkiye Cumhuriyeti henüz kurulmadan önce çizilen paylaşım harita ve planlarının yüz yıldır hiç gündemden düşmediğini, düşürülmedigini biliyoruz.
Bu planlar doğrultusunda Türkiye’yi üç-beş parçaya bölme hayalleri uğruna 1984 yılından itibaren ayrılıkçı terör belasının musallat edildiğini de biliyoruz..

Milletimiz Kurtuluş Savaşı’nda 9 bin şehid, 30 bin vermişken terör belasına kırk binden fazla can vermişiz, yirmi binden fazla da yaralımız var.

Bölgede yapılamayan yatırımların, kullanılamayan imkanların, kaynakların zararı hariç dört yüz milyar dolara yani sekiz trilyon Türk Lirasına yakın bir serveti terör uğruna heba etmişiz..
Uzun yıllar süren terör yüzünden milli birlik, kardeşlik tehlikeye girmiş.

Ordu, yargı, emniyet, meclis, siyaset, iş dünyası, medya, akademik camia hasılı devlet de millet de terör belasından bıkmış, usanmış, milletin ülkenin yarınlardan umudunu kaybeder hale gelmiş.

8 Ekim 2006 tarihli Hürriyet Gazetesi’nin verdiği habere göre, eski Emniyet Genel Müdürü ve Doğruyol Partisi Genel Başkanı Mehmet Ağar, Diyarbakır gezisinde ilginç ve önemli şeyler söylüyor;
-Bugün dağda çocuklar (teröristler) varsa, yolunu bulup indireceksin.
-Bir daha silah patlamamasını sağlamak lazım.
-Devlet husumet yeri olamaz, kendi insanına husumet duyamaz.
-Her devletin geçmişinde vatandaşını affetmek vardır.
-Dağda silahla mı dolaşsınlar, ovada siyaset mi yapsınlar?..”

Döneme ait gazeteleri taradığımızda pek çok siyasetçinin sayın Ağar gibi “dağda eşkıyalık yapacaklarına ovada siyaset yapsınlar” demeye başladıklarını;
başka bir kesimin biraz daha ileri giderek “ne istiyorlarsa verelim kurtulalım, defolup gitsinler” demeye başladıklarını okuyoruz, o günleri biz de yaşadık, biliyoruz.

Tam da bu dönemde toplumdan, siyasetten, devlet kurumlarından gelen talebi iyi değerlendiren ve Arap coğrafyasında bazı hareketlenmelerin olduğunu farkeden Ak Parti hükümeti, Çözüm Süreci ya da Barış Süreci diye bilinen süreçleri başlatıyor..
Yıl 2009..

Devlet, ayrılıkçı, bölücü terörün etkisi ve baskısı, propagandası altında kalmış, terörün sindirme politikalarına teslime mecbur olmuş
Kürt halkına demokrasi mesajları veriyor, talep ettikleri bazı meşru haklarının verileceği vadediyor, bazılarını yerine getiriyor..
Sizi önemsiyoruz, sizi dinliyoruz, sizi anlıyoruz, sorunlarınızı çözmek, haklı taleplerinizi karşılamak istiyoruz diyor.
Çözüm terörde değil devlete sığınmakta, devlete güvenmekte,
Devlet sizin düşmanınız değil, devlet sizin de devletiniz,
Haklarınızı terör örgütleri değil devlet verir diyor..
Hak talep etmek için dağa çıkmaya, kan akıtmaya, can yakmaya gerek yok, oturalım, konuşalım diyor..
Ve bu sözler halk tabanında karşılık buluyor,
süreç etkili oluyor, başarılı oluyor..

Elbette dolaylı yollardan da olsa terör örgütü yöneticileriyle, siyasi uzantılarıyla görüşmeler, pazarlıklar da yapılıyor..
Zira devlet zamanını, zeminini, kurallarını kendisi belirleyerek herkesle herşeyleri konuşur, konuşmalıdır..

Bunun yanında devlet bölgedeki kanaat önderleriyle de konuşarak bölge halkının tek temsilcisinin PKK olmadığını, olmayacağını, bölgede sözü dinlenecek çok saygın insanların, aşiret ağalarının vs olduğunu bildigini ve onları da muhatap alacağını gösteriyor, PKK nın sosyal, siyasal ağırlığını yerel unsurlarla dengelenmiş oluyordu..

2009-2015 arası beş-altı yıllık çözüm sürecinde insanlar kendi köylerine, dağlarına pikniğe gidebilmenin güzelliğini, silah, çatışma sesleri duymadan şehirlerinin sokaklarında gezebilmenin huzurunu yaşadılar, güven ortamının tadına vardılar..
Devletin kendi devletleri olduğunu hissettiler, devlete güvenmeyi öğrendiler..

Barış ve Çözüm sürecinin devlete ve millete fazladan hiç bir maliyeti olmadı, o güne kadar ödenen bedellerden fazla bir bedel ödemedi, her açıdan kârı oldu..

Ama süreci istemeyen birilerinin sebep oldukları, öne çıkarttıkları, kaşıdıkları, yaygarasını yaptıkları bazı sıkıntılar da oldu mutlaka..
Hem Türk halkını hem Kürt halkını, siyasetçileri, emniyeti, yargıyı vs rahatsız eden, rencide eden, tahrik eden, zora sokan yanlış işler de yaşandı mutlaka..

Ancak her iki taraf da işin sonunda elde edeceklerini düşündükleri başarılar için sustular, yutkundular, sabrettiler, tahammül ettiler..

Bu süreçte PKK fıtratı gereği boş durmadı.
Fırsatını bulur bulmaz şehirleri işgal edip özerk yerel yönetimler ve arkasından bağımsız bir Kürt bölgesel yönetimi oluşturma hesaplarıyla hendekler kazmayı, yığınaklar yapmayı tercih etti..

Devlet de boş durmadı elbette..
PKK’nın yaptıklarını, yapmak istediklerini çok iyi analiz etti, takip etti, gerekli tedbirleri aldı..
Devlet bu süreçte sadece PKK’ya odaklanmadı aslında..
Ortada Suriye’yi yangın yerine çeviren ve asıl hedefi Türkiye olan Arap Baharı adı verilen fitne ateşi vardı..
Hükümet bu ateşin ülkemize girmemesi için çaba sarf ediyor, PKK’yı da barış ve çözüm süreciyle oyalıyordu aslında..
PKK zafer sarhoşluğu yaşarken, bölgede kendince zafer naraları atarken, şımarık ergen gibi uçuk kaçık eylemlere ve söylemlere imza atarken aslında Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Arap Baharı denen belayı savması için zaman kazanmasına, çatışmasızlık ortamı oluşturmasına hizmet ediyor, yardım ediyordu..

Eğer devlet bu projeyi uygulamaya koymamış ya da başaramamış olsaydı ne olurdu?
2010 yılında Tunus’ta başlayıp Mısır, Libya, Yemen, Irak ve Suriye’yi adeta yok eden, helak eden Arap baharı denen yangın Kürt Baharına dönüştürülerek ülkemize sokulur,
Türkiye bu ülkelerden daha şiddetli çatışmalara, iç savaşa sürüklenir, ülke kan gölüne döner, belki milyonlarca insanımız ölür, öldürülür, ülke on parçaya bölünür, dünya sitaset sahnesinden ebediyten silinir giderdi.
Arap Baharını planlayanların, tezgahlayanların hesaplarının tam olark bu olduğunu bilmeyen, anlamayan olmasa gerek diye düşünüyorum.

Neredeyse hiç silah sıkmadan, fazladan hiç bir bedel ödemeden, hiç bir can kaybı yaşanmadan devletimizin, hükümetimizin bu belayı savmayı başarması ülke tarihinin en büyük başarısıdır bana göre..
Osmanlı tarihinden biliyoruz ki savaşmadan savaş kazanmak, savaşmadan toprak kazanmak mümkündür..
Osmanlı topraklarının önemli bir kısmını savaşmadan kazanmıştır..
Cumhuriyet tarihimizin en önemli askeri başarısının Kıbrıs Barış Harekatı olduğunu dusunur pek çok kişi..
Kıbrıs harekatı destan yazdık..
Ama Kıbrıs için çok bedel ödedik. Canlar feda ettik.. Ambargolar yedik. Tüp kuyrukları, benzin kuyrukları, seksen öncesi sağ sol olayları, 12 Eylül darbesi Kıbrıs için ödenen bedellerden bazılarıdır.. Ve halen bedel ödemeye devam eddiyoruz.
Kıbrıs’ta elde edilen toprak 3500 km karedir..
Güneydogu’da kaybetme tehlikesi yaşadığımız toprak ise 60 bin km karedir. Yani Kıbrıs’tan yirmi kat daha büyük.. Kıbrıs’tan yirmi kat büyük toprağı Kıbrıs’a ödediğimiz bedelin yirmide birinden daha az bedelle kazandık.

1930’lu yıllarda 2. Dünya savaşına girme ihtimaline karşı devlet milletin elindeki mahsulü zorla topladı.. Resmi kayıtlara göre o yıllarda ülkenin pek çok bölgesinde açlıktan ölümler yaşandı, millet çok ağır çileler çekti, bedeller ödedi..
Bu konuda kendisini eleştiren, milleti aç bıraktın diyen birine
İnönü’nün verdiği cevap manidardır;
“Aç bıraktım ama babasız bırakmadım..”

Çözüm sürecinde millet hiç bir konuda bedel ödemedi, hiç bir şey kaybetmedi.. Tam tersine çok şeyler kazandı.
Neler kazandı?
Devlet milletini kazandı.
Millet terör örgütüne değil devlete güvenmeyi başardı.
Doğudaki ve batıdaki insanlarımız kardeş olduğunu yeniden hatırladı, kardeşlik kazandı.
Ülkenin bölünme tehlikesi ortadan kaldırıldı.
Terör yok edildi.
Arap Baharı yangını ülke sınırında söndürüldü, ülkeyi yanmaktan kurtarıldı.
Bölgedeki yeraltı serverlerini kazanıldı.
Bölge üretime, ticarete, ziraate, turizme, sanayiye, yatırıma, istihdama açıldı..

İHA’lar, SİHA’lar, TCG Anadolu gibi askeri yatırımlar ve ulaşılan seviye çözüm sürecinin meyvesidir.
Terörle mücadele edebilmek için ABD’ye, AB’ye, İsrail’e hem siyasi olarak, hem askeri olarak hem teknoloji olarak muhtaç ve gebe olmaktan, vesayetten kurtuluşumuz da çözüm süreci sayesindedir..
Bu gün terörün sıfırlanmış olması çözüm sürecinin meyvesidir..

Çözüm süreci anlatılamamış, anlaşılamamış bir zaferdir, destandır..
Bu başarıyı CHP veya başka ideoljik partiler basarsalardı Malazgirt Destani gibi destanlaştırır, milli bayram gibi kutlarlardı..

PKK’nın bitirilmesiyle sahipsiz, desteksiz kalmış HDP’nin de siyaset sahnesinden tasfiyesi an meselesi iken suni teneffüs gibi, kalp masajı yapar gibi destek olunması anlaşılması son derece zor bir çabadır..
Bu çabalar Türk Siyasi tarihine nasıl geçer, tarihçiler, sosyal bilimciler, siyaset bilimciler bu durumu nasıl değerlendirirler bekleyip göreceğiz..

Oğuz CANDARLI

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
“Heyhat!.. Bunların Neresinde Millete Muhabbet ve Millet İçin Hamiyyet?

“HEYHAT!.. BUNLARIN NERESİNDE  MİLLETE MUHABBET VE MİLLET İÇİN HAMİYET?.. ESEFÂ!.. (Sünûhat) Konunun başında Bediüzzaman (r.a) …

Kapat