Teneffüs aralığı veya “vesilesi” bulunca o fırsatı kaçırmamak gerektiğini düşünenlerdenim. Çünkü -hamdolsun- iman ehli olarak her fırsata bir “nasip” olarak bakıyorum…
Bu sırada, bence yivli minarenin sembolize ettiği Antalya’dayım. Kızımın stajı vesilesiyle Konya üzerinden Batı Torosları katederek geldik ailece… Hz. Mevlana (ra) meneviyatının -kimi dünyevi meşguliyete ve kitap çalışmasına- rağmen buraya varmamıza yol açtığına eminim…
Geldiğimizin üçüncü günü Lara sahilinde bir cafede çaylarımızı yudumlarken çitle kuşatılmış deniz kıyısında dolaşan iri bir köpek dikkatimi çekti. Kuyruğu ve tüyleri ne de güzel parıldıyordu…
Öyle bir masum bakıyordu ki kızımın stajı yaptığı Medikal Klinik’in misafiri ve görünce bana doğru koşan “Kocaoğlan”ı hatırlattı.
Ağzı-dili olmayan bu mahluk da yaşıyor, “yemek”- içmek- “Hâlikı tesbihte” (Bediüzzaman) olan mahlukata boş boş bakan kişilerden ne farkı vardı bu parlak tüylü yaratığın?
©©©
Bir mülakatında ‘bir aydının namusunu muhafaza etmesi son derece güçtür’ diyordu Cemil Meriç. O, dergiler için kullandığı ifadesiyle, ‘hür tefekkürün kalesi’ idi.
Muhakemat’ı çok defa okumuş biri olarak, Mukaddime’de neden Bediüzzaman hazretlerinin oldukça ‘iddialı’ bir dil kullandığını, Meriç’in bu yorumundan sonra anlayabilmiştim. Medrese geleneğinde, ilim minderine çıkacak olanların ve böylesi bir iddianın sahibi olmaları halinde, Muhakemat’ın önsözündeki gibi bir dil kullandıklarını söylemiş Meriç.
Bir günde, RİSALEDEN onlarca sayfa okunuyormuş kendisine. Merhum Meriç, o güçlü hafızasına aldığı ‘malzeme’yi kısa bir sürede tasnif ediyor ve onların kavrayabileceği şekilde özetleyip, yorumluyormuş.
Meriç’in bilinmeyen yönlerinin keşfi ise, Dücane Cündioğlu’na nasip oldu. Bir yazısında (Yeni Şafak, 5 Ağustos 2006) belirttiği üzere, “bugün ‘Cemil Meriç’ dendiğinde akla gelen, 70’li, 80’li yılların Meriç’idir; 60’lı yılların Meriç’i henüz keşfedilmeyi bekliyor.
Cemil Meriç, benim kuşağımı, ‘Bu Ülke’siyle, ‘Kırk Ambar’ıyla, ‘Mağaradakiler’iyle, ‘Umrandan Uygarlığa’sıyla ve ‘Bir Facianın Hikâyesi’yle özellikle etkilemiş bir düşünce adamı idi. Daha çok ansiklopedistler gibi, bize, Doğu’dan, Batı’dan, Uzak ve Ortadoğu’dan, tarihten, gelenekten, edebiyat, sosyoloji, tarih ve felsefeden bilgiler, belgeler, anekdotlar, yorumlar aktarmakla kalmadı, duruşu, tecessüsü, ilgileri ve yaklaşım biçimi ile de dersler verdi.
O zamanlar (seksenli yılların ilk yarısı) ‘Türkoloji’ öğrencisi idim. Edebiyatı, sosyoloji, felsefe, tarih ve tasavvuftan yalıtılmış, ideolojik kalıplara hapsolmuş bir öğretici kuşağın kılavuzluğunda okuyorduk. Oysa Cemil Meriç, bizi, sağır ve cahili olduğumuz nice yerli-yabancı dünyaya ısrarla çağırıyordu. Cemil Meriç akıldan gönle, BİLGİDEN İRFANA ERMİŞ bir derviş…
“Mahkemede Marksist olduğumu haykırdığım zaman, tek işçinin elini sıkmış değildim” diyen Meriç, bir otobüs yolculuğunda yanındaki öğretmenin, ‘sen yabancısın, bizden değilsin!’ uyarısını aldığında ömrün kırılma noktasındadır: “Konya yolculuklarımda ilk defa olarak başkası ile temas ettim. Başkası, yani, kendi insanım. Kaderin karşıma çıkardığı genç üniversiteli “sen bizden değilsin” dedi. “Sen bizden değilsin!” Evet, ben onlardan değilim. Ama onlar kimdi? Uçurumun kenarında uyanıyordum. Demek boşuna çile çekmiş, boşuna yorulmuştum. Bu hüküm hakikatin ta kendisi idi. Tanzimat’tan bu yana Türk aydınının alın yazısı iki kelimede düğümleniyordu: aldanmak ve aldatmak. Senaryoyu başkaları hazırlamıştı. Biz sadece birer oyuncuyduk. Nesiller bir ütopyanın kurbanı olmuşlardı. Ama bu ütopya sonuna kadar yaşanmadıkça, gerçeği görebilir miydik?”
Kültürden İrfana… O’nun yorgun, çaba ile, çalışma ile geçen çileli ömrünün özeti bu idi. Şöyle diyordu: ‘İrfan, düşüncenin bütün kutuplarını kucaklayan bir kelime. İrfan, kemale açılan kapı, amelle taçlanan ilim.’ Bundan daha güzel bir armağan olabilir mi?
Kitaplar arasında geçen, bilgiyle, kelimelerle, nakille dolu bir hayatın böylesi bir bilgelik bahçesine ermesinden daha güzel ne olabilir? Meriç, akıldan gönüle, bilgiden irfana ermiş bir dervişti. ‘Aldatmayan tek sevgili var dünyada: mutlak güzel’ deyişi bundandır. Kitabın ise, ‘istikbale yollanan meçhul’ olduğunu biliyordu. Ondan kalan kitapların en muhteşeminin Jurnal oluşu bundandır.
- Cemaat Değil Cemaattan Yana Olmak - 19 Eylül 2024
- Müzeden Ayasofya-yı Kebir’e… - 12 Eylül 2024
- Romancı Olmak – Olmamak – Olamamak - 25 Ağustos 2024
- Vâizler Neden “Etkisiz Eleman”? - 22 Ağustos 2024
- Nur Üstad ve Abdülhamid Meselesi - 11 Ağustos 2024
- Bahardan Sonra Yaz (Öykü) - 5 Ağustos 2024
- Sahabe Bir Sıfat; Hataları İse Ferdidir. - 4 Ağustos 2024
- İsmail Tohumu Fidana, Ardından Ağaca Duracaktır. - 31 Temmuz 2024
- Bazı Dikkatler-2 - 30 Temmuz 2024
- Adem-i Îtimat Meselesi - 29 Temmuz 2024