Ana Sayfa / İLİM - KÜLTÜR – SANAT – FİKRİYAT / Seçme Yazılar / Arşivdeki Mutluluklar / Hatice DİNÇ

Arşivdeki Mutluluklar / Hatice DİNÇ

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

ARŞİVDEKİ MUTLULUKLAR / Hatice DİNÇ

Bir evin güzelliği::: ::UYUMDUR.

Bir evin güvenliği:::::BAĞLILIKTIR.

Bir evin sevinci::::::::SEVGİDİR.

Bir evin zenginliği:::::ÇOCUKLARDIR.

Bir evin anayasası:::::SADAKATTİR.

Bunları uygulamayı başarabiliyorsan SEN

Bu dünyada en ZENGİN ve en MUTLU kişisin demektir.

Mangal yürekli bir babanın altı çocuğuyduk. Uyumluyduk… Birbirimize ölümüne bağlıydık… Hala da bağlıyız. Sadakat geleneklerimizin baş tacıydı. Oysa ne kadar zenginmişiz. Ne kadar mutluymuşuz. Zenginliğimizi şimdi şimdi anlıyorum. Çocukken ki zenginlik kavramımızla şimdiki arasında uçurum var.

Küçücüktük, ufacıktık, televizyon yoktu. Gazete de her zaman olmazdı. Üniversite sınavını kazandığımızı günler sonra gazeteden öğrenirdik. Sabırlıydık. Azla yetinmeyi bilirdik. Keyfimiz bozulmazdı. Mutluyduk.

Dışarıda kar…

Ayaklarımızda yırtık lastik ayakkabılar… Üzerimizde incecik kazaklar. Üşümezdik. Sağlıklıydık. Birbirimizi sıcacık bakışlarımızla ısıtırdık. Mutluyduk. Fakir olduğumuzu düşünürdük. Oysa ne kadar zenginmişiz.
Aydınlık bir kış sabahı ve Fırıncı İbrahim Amcadan aldığımız sayılı fırın ekmeği. Üzerine sürüp yediğimiz tereyağı lezzetli kahvaltımız. Ekmek her zaman ekmek gibiydi. Fırın ekmeği ile kahvaltı yaptığımız günler mutluyduk. Şimdiler de yufka ekmeği ile yaptığımız kahvaltılarla mutluyuz. Mutluluk kavramlarımız da değişmiş.
Dışarıda kar…
İçeride kanaat…
İçeride huzur…
Televizyon yoktu. Gazete de her zaman olmazdı.
Portakal kabuklarını sobanın üzerine dizer, kokusuna râm olurduk.
Kuzinede pişirdiğimiz patatesler, patlamış mısırlar büsbütün bir gecenin tüm mutluluğuydu.
Sonra illa ki, büyüklerin özellikle de Kabak Amcanın anlattığı hikâyeler, hatıralar…

Lezzet bir tarafa, kokuya da hasret kalacağımız kimin aklına gelirdi?
Ekmeklerimiz el değerek üretilirdi, sağlıklıydı, lezzetliydi ve mis gibi kokardı.
Çay da kokardı… Domates de…

Bütün bu nefasete, küçücük bir bakkal dükkânının zenginliği yetiyordu. Topaloğlu’ndan aldığımız şekerle çayla bir süre idare ederdik. Bitince yine yazdırırdık. Paramız olunca verirdik. Çoğu zaman tok kalkmazdık sofradan. Azla yetinmeyi bilirdik. Mutluyduk.

Dışarıda kar…
İçeride huzur…
Zam endişesi, doğal gazın kesilme korkusu, yolda kalma telaşı, işe yetişme endişesi …
Kimin umurunda…
Ne güzel cahildik.
Mutluluğun resmini çiziyorduk.

Televizyon yoktu. Çamaşır makinesi yoktu. Çamaşır yıkama günü olurdu.(Eskiler bu gün yunduk derlerdi bu güne)Sular kazanlarda ısınırdı. Beyazlar kaynatılırdı. Sabunun küçücük kalmış şekli(kirtil) kazanlara atılır elbiselerimiz mis gibi sabun kokardı. Doğanın dengesini bozmazdık parfüm kokularıyla. Okula bembeyaz yaka ve kurdelelerimizi takarak giderdik. Temizdik, saftık, mutluyduk.

Temmuz sıcağında ramazan ayında ekin yolar, eşeklerle deste çekerdik. Çekilen ekinler yığın yapılır, patozlarla sürülürdü. Biçerdöver bilmezdik. Yorulmazdık. İnançlıydık. Kanaatliydik.

Gece karalığında Sümeni’de havuzları salar, bahçe sulardık. Cesurduk korkusuzduk. Kendimize güvenimiz vardı. Mutluyduk. Havuzların bazıları nöbet usulü ortak kullanılırdı. Sıraya girerdik. Hak yemezdik, hak yedirmezdik.

 Sinema yoktu, tiyatro yoktu, İnterneti hiç duymamıştık. Komşuda tüm mahalle toplanıp siyah beyaz televizyondan dünyayı renkli görürdük. Mutluyduk. Küçücük radyomuzla bütün dünyadan haberdardık. TRT ‘nin türküleriyle eğlenir, arkası yarınlarla tiyatroyu öğrenirdik. Eğlenceliydik. Mutluyduk.

Okuldan gelince ev işi yaparken, kırık dökük teybimizde Küçük Emrah’la Küçük Ceylan’ı dinlerdik. Bu küçükleri elimizde, dilimizde büyüktük. Kasetler bozulunca kalemle sarardık kasetleri. Yeni nesil kasetle kalem arasındaki bağı hiçbir zaman kuramayacaklar.

Bayramları iple çekerdik. Bayramdan bayrama alınırdı bir çift ayakkabı ve bir takım elbise. Onu da yatağımızın başucuna koyar, onunla yatardık. Büyüklerimizin eskilerini giymekten bıkmıştık. Bayram namazına müteakiben şeker toplamaya çıkardık küçük yüreklerimizle. Mevlana şekeri (kaba şeker) ikram edildiğinde üzülürdük, gözümüz çikolatalı şekerleri arardı. Çikolatayı severdik her zaman bulamazdık. Mutluyduk.
Erkek kız ilişleri bilmezdik. Büyüklerimizden böyle görmüştük. Sevdamızı gizli yaşardık içimizde. Platonik takılırdık çoğu zaman. Mektup yazardık gizli gizli… Kıymetliydik. Sadakatliydik, Sözlüydük. Sözümüzden dönmezdik. Facebook’tan, Twitter’dan hiç arkadaşımız olmadı. Hepimiz gerçektik, hepimiz samimiydik.

Evler badanalı,
Sokaklar lambasız,
Mahalleler bekçili olurdu. 
Ajans radyodan dinlenir,
Çizgi roman okunur,
Defterlere kenar süsü yapılırdı. 
Hayat,
Arkası yarın gibiydi,
Kesintisizdi. 
Her gün yaşanacak bir şey vardı. 
Herkes kendi düşünü kurardı.
Mutluluk kazanılan parayla, yaşanılan lüks hayatla doğru orantılı değilmiş. Paramız var, lüks arabalarımız var, şatafatlı evlerimiz var kısaca her şey yeni ama mutluluklarımız eski. En kötüsü de hepimiz yalnızız. Her şeye rağmen mutlu olma dileğiyle…


Tefekkür Dergisi

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Saatler ve Manzaralar / Yahya Kemal BEYATLI

SAATLER VE MANZARALAR Yahya Kemal BEYATLI   Sütunların Dibinde Duâ Edenler Ayasofya’da, ikindiden sonra, yerle …

Önceki yazıyı okuyun:
Sokrat’tan Bediüzzaman’a; devlete isyan edilir mi? / Ömer ÖZCAN

Sokrat’tan Said Nursi’ye; devlete isyan edilir mi? SOKRAT GENÇLERİ SEFAHATTEN KURTARMAK İÇİN, ALLAH’I VE AHİRETİ …

Kapat