Ana Sayfa / İLİM - KÜLTÜR – SANAT – FİKRİYAT / Makaleler / Asya Münafıkları ve Avrupa Kâfir Zâlimleri / Nail Yılmaz

Asya Münafıkları ve Avrupa Kâfir Zâlimleri / Nail Yılmaz

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

ASYA MÜNAFIKLARI VE AVRUPA ZALİM KÂFİRLERİ

Nail YILMAZ

Giriş: Bu çalışma nifak nedir? Münafıkların temel özellikleri nelerdir ve kimlere denir. Nifakın kısımları ve nifakla nasıl mücadele edileceğine dair suallere, Kuran, hadis ve Risâle-i Nur kaynakları esas alınarak aranan cevaplardır.

1. NİFAKIN GENEL TARİFİ VE BAĞLANTI NOKTALARI:

Nifak: “Küfrünü gizleyerek kendini mümin gösteren veya imanla küfür arasında bocalayan kimse anlamında (bir) terim(dir)

Sözlükte “(tarla faresi) yuvasına girmek (ve) olduğundan başka türlü görünmek” anlamındaki nifâk masdarından türemiş bir sıfat olan münâfık kelimesi “inanmadığı halde kendisini mümin gösteren” kimse demektir. Kelimenin, “tarla faresinin bir tehlike anında kaçmasını sağlamak üzere yuvası için hazırladığı birden fazla çıkış noktasının birinden girip diğerinden çıkması” biçimindeki kök mânasından hareketle münafık, “dinin bir kapısından girip diğerinden kaçan çifte şahsiyetli kimse” olarak da tanımlanmıştır.”1

Kur’an’da nifak:

Nifak ehlinin tarif edildiği bir kısım Kur’an ayetlerinde münafıklar: ‘görünüşte iman ettiğini söyledikleri halde hakikatte müminlere, Hz. Peygamber (as) ve Cenab-ı Hakka gizliden gizliye düşmanlık yapan kimseler’ olarak tarif edilir. (Bakara 2/8 Âli İmran 3/167 Mâide.5/41)

1) “Kur’an’daki birçok ayet, müminler ve kâfirlerden başka, üçüncü bir inanç grupu olarak münafıklardan da bahsetmektedir. Münâfikūn adlı müstakil bir sure de mevcuttur. Bu ayetlerde münafıkların itikadi durumları, psikolojik yapıları ve ahlâkî bozuklukları, toplumsal hayattaki yerleri, Hz. Peygamber’e ve müminlere karşı tutumları, ahiretteki konumları ayrıntılı biçimde anlatılır.”2

2) İ. İcaz’da: “Kur’ân’daki (nifakla ilgili ayetlerde geçen) nâs tabiri, nifakın bir taife veya bir, tabakaya mahsus olmayıp hangi taife olursa olsun, (bütün) insan nev’inde bulunması,”3 nifakın küresel boyutlu bir hastalık olup, insanlık haysiyet, şeref ve hukuklarını ihlâl eden sosyal bir tehlike olduğu belirtilmektedir.

3) Münafıklar topluluğu daha ziyade Medine de ortaya çıktığı için, nifak ile ilgili ayetlerin ekseriyeti ‘Medeni’ ayetlerdir. ‘Mekki’ ayetler çoğunlukla imana dair olmakla beraber nifakla ilgili olanları da vardır. (El- Ankebut 29/10-11 ve el Müdessir.74/31) gibi. Mekke münafıkları ile Medine münafıklarını ayıran temel farklılık ise, Mekke de başlayan nifak hareketleri daha ziyade ferdi boyutta, Medine’dekiler ise daha çok organize faaliyetler şeklinde ortaya çıkmıştır.4

Hadislerde nifak:

“Hz. Peygamber (as) münafıkları şahsen değil tip olarak tanımlıyordu. Bir hadiste imanla küfür arasında kalan münafık iki sürünün ortasında durup nereye katılacağını bilemeyen koyuna benzetilmiştir (Müsned, II, 88; Müslim, “Śıfâtü’l-Münâfıķīn.”, 17)5 Bu kararsızlığın meydana getirdiği fitne, fesat ve kargaşada; “Nifakın cinayeti, İslâm üzerine pek büyüktür. Âlem-i İslam’ı zelzeleye maruz bırakan (en büyük dini musibetlerden birisi) nifaktır.”6

Nifakın ortaya çıkış sebebi ve zamanı: Hint ulamasından Ebül Hasan Ali Nedvi: nifakın çıkış sebebi ve zamanı ile ilgili şu izahatı yapar: “Nifak iki zıt davet ile iki karşı gücün bir arada bulunduğu bir çevrede ortaya çıkar. Bu iki davetten birini diğerine tercih edemeyen, kararsız ve çıkarına düşkün kimseler nifaka başvurur”7 demiştir.

1. Nifak ile küfrün, iman ve hidayetle irtibatı:
İ. İcazda: “Cenâb-ı Hakk, imanın rükünleri içinde kutup sayılan (Allah’a ve ahiret gününe imana) tahsis etmesi, onların (münafıkların) kuvvetle iddia ettikleri iman, dine iman olmadığına işarettir. Çünkü bu iki rüknün de muktezasına amel ve İtikad etmemişlerdir.”8 Çünkü onlar; “Zâhiren imana gelmişler, sonra kalben inkâr etmişler, sonra hakkı talep etmemişlerdir. Sonra (da) o dalâletten rücua kadir olmamışlardır ki, hakkı arasınlar.”9

Nifak ehlinin makbul bir iman getirememeleri ile ilgili ileri sürdükleri mazeretleri mesnetsizdir. Çünkü: “Kur’ân-ı Kerim hidayeti (onlara) vermemiş değildir; hidayeti vermiş de bunlar kabul etmemişlerdir.” Maateessüf teklifi kabul etmemekle iki hüsrana birden maruz kalmışlardır. “Birisi, dalâlet hüsranıdır. İkincisi, hidayet gibi büyük bir nimeti kaybetmektir.”10 

Büyük âlimlerden Seyyid Şerif Cürcanî (Ta’rifat’ında), imanı: “matbu, makbul, ma’sum, mevkuf ve merdut olmak üzere beş bölüme ayırır. Müellif: meleklerin imanını matbu, mü’minlerin imanını makbul, peygamberlerin imanına ma’sum, bidatçilerin imanına mevkuf iman derken, münafıklarınkine reddedilmiş anlamına gelen merdut iman adını vermektedir.” (Cürcani, Ta’rifat, s. 40)11

Bu tespitlere göre: “İman teriminin küfür şirk ve nifak gibi itikadi kavramların merkezinde bulunduğu söylenebilir. Zira imanın tanımı, aynı zamanda onun zıddı olan küfür ve nifak terimlerini de belirlemektedir.”12

2. Nifakın şüphe ile irtibatı: Münafıkların özelliklerinin anlatıldığı birçok Kur’ân surelerinde “kalplerinde hastalık bulunan” kimseler olduğu bildirilmektedir. Bu ayeti tefsir eden İslam âlimlerinin çoğunluğuna göre bu hastalıktan kastedilen mana dinde nifak ve şüphe olduğu üzerinde ittifak edilmiştir.13 Bununla beraber, her nifak bir şüpheyle başladığı gibi, her şüpheyi de nifakla irtibatlandırmak yanlış veya eksik bir tanımlama olur. bununla ilgili geniş izahat ileriki sayfalarda gelecektir.

Lem’alar isimli eserde ise, nifaka dönüşen bu şüphelerin nasıl meydana geldiği şöyle anlatılır. “işlediğimiz herbir günah, kafamıza giren (imana dair) herbir şüphe, kalb ve ruhumuza yaralar açar. (O) Günahlardan Gelen yaralar ve yaralardan hâsıl olan vesveseler, şüpheler —neûzu billâh— mahall-i iman olan bâtın-ı kalbe ilişip imanı zedeler. Günah kalbe işleyip, siyahlandıra siyahlandıra, tâ nur-u imanı çıkarıncaya kadar katılaştırıyor. Herbir günah içinde küfre gidecek bir yol var. O günah, istiğfarla çabuk imha edilmezse, kurt değil, belki küçük bir mânevî yılan olarak kalbi ısırıyor.”14

3. Nifakın küfürle irtibatı:
İslami kaynaklara göre: “kişinin küfrünü ve kötülüklerini örtmesini ifade eden “nifak” ile Allah’ın hakkını örtmek anlamına gelen “küfür” kavramları benzer anlamlı terimlerdir.”15 Fakat bu benzerlik kısmidir çünkü: “küfür; bütün inkâr çeşitlerini içine alan ve nifaka göre daha şümullü bir mefhumdur. Nifak ise, umumi manadaki bu küfrün en bayağı şubelerinden birisidir.”16 küfrü meydana geliş şekli ve sebepleri açısında dört sınıfa ayıran İslam âlimleri küfür ile ilişkili olan nifaka ‘küfri-i nifak’ demişlerdir. Yani, “küfri-i nifak. Kişinin inanılması gereken hususları diliyle ikrâr ettiği halde kalben tasdik etmemesidir.”17

4. Nifakın şirkle irtibatı:
“Küçük şirk: Bazı amelleri yaparken Allah’ın dışında başkalarının da rızasını hesaba katmaktır. Böyle bir tavır riya ve münafıklıktır. Bu tür şirk Kur’an’ da “onların çoğu Allah’a ortak koşmadan inanmazlar” (Yusuf. 12/106) ayetiyle ifade edilmektedir. Hz Peygamber’in (as) “Riya şirktir ve riyanın en basiti şirktir.” Sözleriyle sakındırmak istediği de bu şirktir”18

Bu hadis-i şerifin birçok manalarından bir manasını, Bediüzzaman Hz şu şekilde izah etmiştir. “Umûr-u uhreviyede haset ve müzahame ve münakaşa olmadığından, (müminlerle) münakaşaya (ve) rekabete kalkışan, ibadette riya ve nifak etmiş gibidir.”19

5. Nifaka ve şirke düşen kalbin halleri:
a) Bakara Sûresinin, 19.ayetinin İşaratül-İcazdaki tefsirinde : “Kâfirlerin kalbleri gibi, münafıkların da kalbleri (nifakları sebebiyle) zulmet ve azap içinde bulunduğuna işaret (ettiği belirtilmiş.) Zira yaptıkları cinayet ve kusurlarından dolayı, vicdanları dahi onları tazip etmekten geri kalmıyor. Evet, bizzat yaptığı cinayetin cezasını gören bir adamın vicdanı müsterih ” olamayacağına dikkat çekilmiş.20

Yine bir kısım Kur’an ayetlerinde “kalbin katılığı, eğriliği, paslanması ve perdelenmesi, kör olması, hatmedilmesi gibi çeşitli hallerinden bahsedilmesi, kalbin sürekli değişken bir yapıya sahip olduğunu göstermektedir. Buna göre kalp körelme, kilitlenme, perdelenme (gibi) aşamalardan geçtikten sonra mühürlenir.
Bu son aşamadan sonra insanın manevi âlemlere ilgili tüm kapıları kapanır. Nitekim Resulü (Ekrem as de bir duasında); “Ey kalpleri sabit kılan Allah’ım, kalplerimizi dinimiz üzerine sabit kıl” (diyerek iltica etmesi) tasdik mahalli olan kalbin sürekli değişebildiği, halden hale geçmeye yakın olduğu ve Allah’tan değişmeyen sabit bir kalp için (devamlı) yardım istemek gerektiği” şeklinde anlaşılmaktadır.21

2. İMAN VE NİFAK MUVAZENESİNDE NİFAKIN TEŞEKKÜLÜ VE KISIMLARI:

“Kur’an ve hadislerde kalbinde inkârı gizleyen münafık ile Müslüman olduğu halde münafık gibi davranabilen kişilerin durumunu birbirinden ayıran nifak çeşitlerinden söz edilmez. Ancak münafık ile amel bakımından münafığa benzeyen müslümanın durumunu birbirinden ayırmak için (kitap ve sünnetteki ölçüler ile) münafıkların niteliklerini itikadî ve ameli olarak ikiye ayırmak mümkündür.”22

Genel tespitlere göre: “Kur’an ayetlerinde daha ziyade inanç bakımından nifak ve belirtileri üzerinde durulurken Hz. Peygamber’in hadislerinde ( ise daha çok) amel bakımından münafıkların niteliklerine dikkat çekilmektedir.”23

Risale-i Nur Külliyatında hayatın, imanın, inkârın ve nifakın mahalleri olan kalb, önce cismani ve manevi olarak ikiye ayrılır. Sonra manevi kalp de, zahiri ve batını diye ikiye ayrılarak kalbin halleri üzerinde durulur.

Bunlar:
 1.Cismani kalp.
 2. Manevi kalbin zahiri (dışyüzü)
 3. Manevi kalbin batını (içyüzü)

1. Cismani kalp: “Bütün aktar-ı bedene mâü’l-hayatı neşreden o cism-i sanevberî, (çam kozalağı) bir makine-i hayattır ve maddî hayat onun işlemesiyle kãimdir.”24 

2. Kalbin zâhiri (dışyüzü): Cenab-ı Hak manevi kalbin zahirini; her türlü mahlûkat ve masnuatının muhabbeti ve muamelatının mahalli olarak yaratmıştır.25

3. Kalbin bâtını ise; “Allah kalbin bâtınını iman marifet ve (sadece Zatına) muhabbet için yaratmıştır. (Onun için); “Kalbin bâtınına, başka muhabbetlerin girmesine meydan (verilmemelidir). Çünkü bâtın-ı kalb âyine-i Sameddir ve Ona mahsustur.”26 “Samed âyinesi olan bâtın-ı kalble sanem-misal dünyevî mahbuplara perestiş etmek, o mahbupların nazarında sakildir ve istiskal eder, reddeder. Zira fıtrat, fıtrî ve lâyık olmayan şeyi reddeder, atar.”27 Eğer insan hırs ile kalbinin dış yüzünü deler, sanem misal olan gayri meşru mahbupları batın-ı kalbe idhal ederse Allah darılır, maksudunun aksiyle cezalandırır.28

İşârâtü’l-İ’câz’daki bir tespite göre de: “Kalb” unvanından anlaşılıyor ki (cismani ) kalbte bulunan bir hastalık, bütün a’mâl-i bedeniyeyi sekteye uğrattığı gibi, kalbin içyüzü de nifakla hastalandığı zaman, ef’âl-i ruhiye tamamen istikamet üzerine hareket edemez. Çünkü (hem maddi hem manevi) hayatın mihveri ve makinası ancak kalbdir.”29

Nifak ile ilgili bir kısım ayet ve hadis-i şeriflerin, Risale-i Nur Külliyatındaki farklı şerh ve izahlarını şu kısa birkaç cümle ile özetleyebiliriz: Kalbin maddi ve manevi farklı yapılarının nazara verildiği yukarıdaki bölümlerde nasıl ki, cismani kalp hastalandığı zaman bedenin bütün faaliyetleri sekteye uğrar, sıhhat ve istikamet üzere hareket edemez. Aynen öylede, iman ibadet ve muamelat ile ilgili olan manevi kalbin de zahiri ve batını hastalandığı zaman birçok itikadi ve ameli hastalıklar meydana gelir. Kalbin bu maddi ve manevi hastalıklarını dört ana başlık halinde şöylece özetleyebiliriz:

1. Cismani kalp: Hastalandığı ve Sekteye uğradığı zaman, ceset de sukuta uğrar, belki ölür.30

2. Kalbin zâhiri (dışyüzü): Mü’min kendisine tevdi edilen emanetlere hıyanet, hud’a hile ve riya gibi hastalıklara duçar olduğu zaman, o insanın manevi kalbinin zahirinde Ameli nifak meydana gelir.

3. Kalbin bâtını (içyüzü): Eğer Mü’min olan o insan, hırs ile kalbinin dış yüzünü delerek, sanem misal olan gayri meşru mahbupları batın-ı kalbe idhal ederek onlara perestiş ederse Allah’ı darıltır. O insan gadab-ı İlahiyeye uğrayarak kalbinde, iman ve teslime taalluk eden hususlarda şüpheye düşüp, itikadi nifak’a müptela olur.31

4. İman ve inkâr arasında bocalayanlar ise: Nifakın Müteredditler ve kararsızlar sınıfın oluşturur. (İbni Kesir tefsiri. Cilt.1sh.48.)32

Bu tespitlere göre münafıklar üç sınıftır.
 a)Ameli nifak ehli.
 b) İtikadi nifak ehli.
 c) Müteredditler ve kararsızlar.

Ameli nifak ile İtikadi nifak arasındaki fark:
Ameli nifak: Bir kimsenin –müslüman olduğu halde– imanla ilgili olmamak kaydıyla ‘yalan, emanete hıyanetlik, sözde duramama, hile ve riya’ gibi günahları işlemesiyle ortaya çıkar. Bu münafık hasletlerini üzerinde bulunduran kişi günahkâr olmakla beraber iman dairesinden çıkmaz. Çünkü: (ehl-i sünnet akidesine göre amel, imandan bir cüz olmadığı için, T.D.V: 3. Cilt. Sh: 14,) ameli davranışlarla ilgili nifak, mümini, iman dairesinden çıkarmaz. (İbn Kesir – Kurtubi)33

Selefi sâlihînden “Hasan Basrî hazretleri münafıkların özelliklerinden bahseden meşhur hadislere dayanarak büyük günah işleyenlere önceden münafık derdi. Bir gün kendisine şöyle bir sual gelir. Hz Yusuf’un kardeşleri onu kuyuya atarak emanete ihanet ettiler, Yusuf’u kurt yedi demekle yalan söylemiş oldular. “Biz onu mutlaka koruyacağız” şeklinde vaat ettikleri sözden döndüler. Onlar böyle yapmakla münafık mı oldular? Sorusu üzerine Hasan Basri hazretleri önceki görüşünden vazgeçmiştir.

Çünkü Hz. Peygamber (as) itikadla ilgili olmayan yukarıda zikredilen günahları irtikab eden kişilere, münafık oldu denmesini yasaklamıştır. (Bu ölçülere göre) üzerinde nifak özelliklerine taşıyan kimselere “münafık oldu” tabiri yerine “münafığa benzedi” ifadesini kullanmak daha uygun olacaktır.”34

Bediüzzaman Hazretleri Barla Lahikası’ndaki bir mektubunda, bir ehl-i namusa iftira atan, yalan söyleyen ve gıybet eden birisine “münafık oldu” şeklindeki kesin hüküm verme yerine, “münafık gibi”35 diye bir teşbih yaparak aynı manayı teyid etmiştir. Nasıl ki, her bir kâfirin her bir vasfı kâfir olmadığı gibi, herbir müsliminde herbir vasfı da müslim değildir. Kâfirdeki müslim sıfat onu mümin yapmadığı gibi, müslim’deki kâfir ve fasık sıfatlarda onu kâfir yapmaz. (Sözler lemaat. Sh: 984)

İtikadi nifak: “Müslüman olmadan önce ya da İslam’ı kabul ettikten sonra bilinçli bir inkârı ifade eder.”36 İtikadi nifak kalpte gizli olduğu için ‘vahyin’ dışında insanlar tarafından bilinemez. “Mutlak manada nifak dendiği zaman itikadi nifak kastedilmiş olur.”37 İtikada taalluk eden hususlardaki nifak kalpte şüpheyle başlar. Hâlbuki dinin imana taalluk eden kısmı asla şüpheye izin vermez. Mesela: bir kişiye sen mümin misin denilse, o kişi “İnşallah müminim” dese Mâtürîdîlerce bu söz caiz olmaz. Çünkü imanda kesinlik çok önemli bir esastır. İtikadi alan ihtimale ve şüpheye açık ifadelere asla izin vermez.38

3. MÜNAFIKLARIN TEMEL ÖZELLİKLERİ:

Nifak ehlinin temel özelliklerinin ferdi hayata bakan yansımaları ile sosyal hayata bakan yansımaları yer zaman ve mekâna göre çok farklılık arz eder. Bu farklılıkları iki ana başlık altında müzakere etmek bahsin daha anlaşılabilir olması bakımından önemlidir.
1. Nifakın ferdi hayata bakan cihetleri:
2. Nifakın sosyal hayata bakan cihetleri:

A) Nifakın ferdi hayata bakan cihetleri:
 1.Hud’a ve hiledir. (aldatma, kandırma)
 2.Muhali talep edecek kadar ahmaktırlar.
 3.Nasihat kabul etmezler.
 4. Yalancıdırlar.
 5.Müslümanlarla her fırsatta alay ederler.
 6. Verdikleri sözlerinde durmazlar.
 7. Emanete hıyanet ederler.
 8. Husumet (duruşma) esnasında haktan ayrılırlar.
 9. İkiyüzlüdürler.
 10. Şüpheci ve kararsızdırlar.
 11. Kalplerinde hastalık vardır.
 12. “Şeytanet’e dayanırlar.
 13. Münafıklar çok fasih ve beliğ konuşurlar:

1.Hud’a ve hiledir: (aldatma, kandırma)
Bakara Sûresi, 9-10. Âyetlerinde: “Nifakın en birinci cinayeti olan hud’a ve hilelerini beyan” ederek başlar münafıkları anlatmaya. Bu ayetlerde: “Allah’ı ve mü’minleri güya aldatmaktadırlar. Hâlbuki onlar yalnız kendilerini aldatırlar da farkında bile olmazlar. Onların kalplerinde nifak hastalığı vardır. Ayetler peşpeşe inip İslam inkişaf ettikçe, Allah da onların o hastalıklarını arttırmıştır. Ayetlerimizi yalanlayıp durmaları yüzünden onlara pek acı bir azap vardır”39 buyruluyor.

SUAL: Münafıkları niçin Hud’a ya (aldatmaya) başvururlar? Elcevap: Çünkü “Hileli adam kendini sevdirir. İğfal ve aldatmaya çalışır.”40 (Mektubat) Sh:68 “Veyahut fıtratları bozulmuş, vicdanları çürümüş şarlatan münafıklar, dessas zındıklar, ellerine geçmeyen hidayetten halkları aldatıp çevirmek için, hile edip döndürmek (isterler).41 (Fakat), tehditlerle, korkularla, hilelerle efkâr-ı âmmeyi başka bir mecrâya çevirtmek (belki muvakkaten) mümkün olur. Fakat tesiri cüz’îdir, sathîdir, muvakkat olur. Muhakeme-i akliye (ile) az bir zamanda (hakikat anlaşılır)”42 Fıtrat aslına rücu eder.

2. Muhali talep edecek kadar ahmaktırlar:
a) “Cenâb-ı Hak, münafıkları nifaktan zecr ve men için kötü hallerini şöylece nakletmekle yüzlerine vuruyor: يُخَادِعُونَ اللهَ Yani, hile ile Allah’ı kandırmak istiyorlar. Zira Resul-ü Ekrem (a.s.m.) Allah’ın elçisidir. Ona yapılan hile Allah’a racidir. Allah’a yapılan hile ise muhaldir. Muhali talep etmek hamakattır. Böyle hayvancasına hamakat, taaccübü muciptir. وَمَا يَشْعُرُونَ Yani, nef’ ve zararı tefrik edecek bir hisse mâlik değillerdir. Bu ise cehaletin en edna ve en aşağı bir derekesine düştüklerine işarettir.”43 “Mü’minlere zarar verdirmek için yaptıkları muamele mâkûse olup, onlar baltayı nefislerine vurmakla, sanki o hud’ayı bizzat nefislerine yapmakla sefahetlerini ilân etmişlerdir. ashab-ı ukûl arasında kasten nefsine zarar veren vardır. Fakat (kasden) kendisiyle hud’a eden yoktur, meğerki insan suretinden çıkmış ola”.44

“Çünkü onların hileleri Cenâb-ı Hakka, Peygamber-i Zişana (a.s.m.), cemaat-ı müslimîne yapılan bir muameledir. Allah, o muameleye âlimdir. Peygamber-i Zişan da (a.s.m.) vahiyle vâkıftır. Cemaat-i müslimînce de imanî bir şiddet-i zekâ sayesinde, o gibi hileler tesettür edip, gizli kalamaz. Demek onların âlem-i İslâma vurdukları balta, dönüp kendi başlarını parçalamıştır. Çünkü aldanan, cemaat-i müslimîn değildir. Ancak aldanan, aldatandır. 
وَمَا يَشْعُرُونَ Yani, onlar yaptıkları hilenin nefislerine râci olduğunu hissetmiyorlar. Bu fezleke onların cehaletini ilân ediyor. Çünkü ukalâdan değildirler. Çünkü onların bu işi ukalâ işi değildir. Ve keza, hayvan sınıfına da benzemiyorlar. Çünkü hayvanlar zararlı olan şeyleri hissettikleri zaman çekinirler. Demek bunlar, hiss-i hayvanîden de mahrumdurlar. Öyleyse bunlar, ihtiyarları ve şuurları olmayan cemadat nev’ine dâhildirler.”45 Münafıkların hile ve hud’alarını kendi başlarına çevirmek, hem Canab-ı Hakkın meşiet-i İlahisinin muktezası hem de adl ve hikmetinin bir tecellisidir.

3.Nasihat onlara tesir etmez, kabul etmezler ve geri de dönemezler. 
Bakara Sûresinin, 11-12. Ayetlerinde: “Onlara ‘Yeryüzünde fesat çıkarmayın’ dendiği zaman, ‘Biz ancak ıslah ediciyiz’ derler. “Dikkat edin, asıl bozguncular onlardır; fakat farkında değildirler.” (Çünkü) Bir insan tehlikeli bir yola sülûk ettiği zaman, en evvel “Senin bu yolun seni felâkete götürüyor, bu yoldan vazgeç” diye nasihat edilir. O insan vazgeçmediği takdirde şiddetle zecir ve nehyedilir ve aynı zamanda “Umum halkın nefret ve kahrına uğrarsın” diye tehdit edildiği gibi, “Ebna-yı cinsine zulmetmiş olursun” diye şefkat-i cinsiyeye de dâvet edilir. Eğer o insan, sarhoşlar gibi inatçı ve kafasız ise, kendisine yapılan nasihat ve nehiyleri müdafaa etmekle mukabele eder ve “Benim mesleğim haktır; ne senin hakk-ı itirazın var ve ne de benim senin nasihatlerine ihtiyacım var” diye serkeşliğe başlar.

Eğer o insan ikiyüzlü ise, bir cihetten nasihat edenleri kandırır ve ilzama çalışır. Diğer cihetten de “Ben ıslah edici bir insanım” diye mesleğini hak göstermeye devam eder. Ve aynı zamanda “Islah benim hakiki bir sıfatım olup, bilâhare hâsıl olmuş bir sıfat değildir”46 diye dâvâsını tekit ve te’yid eder.47 Sanki onlar doğuştan eğitimcidirler.

Bediüzzaman Hz. bu ayetin tefsirinde ehl-i nifakın sıfatlarını nazara verirken birkaç noktaya dikkat çeker:

1. Gayet gururlu ve kibirli olan sadece kendini beğenen ehl-i nifakın hiç kimseyi dinlememeleri ve beğenmemeleri.

2. Onların gayet inatçı olup, aynı zamanda sanki sarhoşlar gibi akıl dışı işler yapmaları.

3. Sadece kendi mesleklerini hak görüp diğer hak meslekleri yok kabul etmeleri.

4. Islahatçılığı yani eğitim ve öğretimi sadece kendilerinin en iyi yapabilecekleri iddiasının altında nifaklarını gizleyerek halkı kandırıp susturmaya çalışmaları.

Peki, nifak ehline nasihat niçin tesir etmez? “Çünkü cehillerini bilmediklerinden, nasihatin onlara tesiri olmuyor.”48 (Ayrıca nasıl ki): “Güneş, yağmur, su, ziya, çiçeklere isabet ederse hayat verirler. Nebatata olursa terbiye ve (neşünema) ettirirler. Pis şeylere isabet ederlerse kabih kokuları ihdas ederler. Emvat ve ölülere bakarlarsa ufûnet tevlid ederler.”49 Aynen öylede Kuran ayetleri ve onun kutsi hakikatlerinden çıkarılan dersler ve edilen nasihatler, müminlerin imanını arttırırken, manen necis olan ehl-i nifakın ve ehl-i küfrün kalplerindeki hastalıklarını ve küfürlerini arttırır.

Bakara Suresinin 18. Ayetinde: “Onlar sağır dilsiz ve kör olup geri dönmezler veya dönemezler denilmiş.” Üstad Bediüzzaman Hz bu ayetin tefsirinde münafıklar niçin geri dönmezler veya dönemezler ile ilgili şu tesbitleri yapmış.

1. Kendi su-i ihtiyariyle bataklığa giren adam geri dönemeyebilir. Çünkü: İnsan su-i ihtiyariyle bazen bir bataklığa girer. Fakat çıkması imkânsızlaşır. İnsan onu bırakır, fakat o insanı bırakmaz.

2. Nifaka düşenler, şeytanlaşan nefislerinin hevasıyla Kuran’ın irşadına karşı kulaklarını kapamışlardır.

3. Hakk ve doğruyu kendilerine ihtar eden vicdanlarının sesine inatları yüzünden duymadıkları için onlara Kur’ân-ı Kerim tevbe kapılarını da kapatmıştır.

4. Gözlerinin ve akıllarının önüne serilen bütün zahiri ve harici delillere gözlerini kapamak ve işledikleri günah ve hatadan pişman olup tevbe etmedikleri için Cenab-ı Hak onların kalplerine hidayet vermemiştir ke geri dönmeleri mümkün olsun. Bütün bunlardan dolayı ayette ‘Lâ yerci’ûn’ buyrularak geri dönmezler veya dönemezler denilmiştir. (İ.İcaz Sh: 168) 

4. Yalancıdırlar:
a) Ehl-i nifak niçin yalancıdır?
“İman, izzet-i nefsi intaç ettiği gibi, nifak da onun aksine zilleti intaç eder. Zilleti olan, herkese karşı kendisini zelil gösterir. Bu ise riyadır. Riya ise müdahenedir. Müdahene dahi kizbdir. Kur’ân-ı Kerim, şu silsileli kizbe Bakara Sûresi, 14. ayetinde: وَاِذَا لَقُوا الَّذِينَ اٰمَنُوا قَالُۤوا اٰمَنَّا. ile işaret etmiştir. Yani, “Mü’minlere rast geldikleri zaman, biz de imana geldik’ diyorlar.”50

b) Ve yine münafıkların en önemli vasıflarının anlatıldığı “Bakara Sûresinin 10. ayetinde “Söylemiş oldukları yalanlar sebebiyle” Münafıkların azaplarının, mezkûr cinayetleri arasında yalnız kizb ile vasıflandırılması, kizbin şiddet-i kubh ve çirkinliğine işarettir. Bu işaret dahi, kizbin ne kadar tesirli bir zehir olduğuna bir şahid-i sadıktır. Zira kizb, küfrün esasıdır. Kizb, nifâkın birinci alâmetidir. Kizb, kudret-i İlâhiyeye bir iftiradır. Kizb, hikmet-i Rabbaniyeye zıttır. Ahlâk-ı âliyeyi tahrip eden, kizbdir. Âlem-i İslâmı zehirlendiren, ancak kizbdir. Âlem-i beşerin ahvâlini fesada veren, kizbdir. Nev-i beşeri kemalâttan geri bırakan, kizbdir. Müseylime-i Kezzâb ile emsalini âlemde rezil ve rüsvây eden, kizbdir. İşte bu sebeplerden dolayıdır ki, bütün cinayetler içinde tel’ine, tehdide tahsis edilen, kizbdir. Bu âyet, insanları, bilhassa Müslümanları dikkate dâvet eder.”51

5. Müslümanlarla her fırsatta alay ederler.
1. Misal: Kur’ân da münafıkların Hz. Peygamber’e inen ayetlerle alay ettikleri bildirilmektedir. “Bir sûre indirildiğinde, içlerinden kimisi, «bu sûre hanginizin imânını artırdı?»52 (Tevbe suresi 124. Ayet) diyerek, ilâhî vahyi küçümserler ve kendilerince Müslümanlarla gizli gizli alay ederler.

2. Misal: Münafıklar Muhammed daha devesinin bile nerede olduğunu bilmiyor demişlerdir.
İmamı Nesefî nübüvvetin ispatı konusunu işlerken münafıkların alaycı sözlerinden bahseder. Hz. Peygamber (as) (bir sefer esnasında) devesini kaybedince münafıklar Müslümanlara, bu Muhammed size semadan haber verirken kendi devesinin bile nerede olduğunu bilmiyor, şeklinde alaycı bir söz söylemişlerdi. Nesefî, Hz. Peygamber’in bu olaydan sonra minbere çıkıp ben ancak bana öğretileni bilebilirim diyerek devenin yerini bildirmesini ve devenin de haber verdiği yerde bulunmasını, aynı şekilde münafıkların kendi aralarındaki gizli konuşmalarından da haberdar olmasını, nübüvveti ispat eden bir mucize olarak değerlendirmektedir.”53

6. Münafık ahdi bozar. Sözünde durmaz: Tevbe suresinde: “Onlardan kimi de Allah’a kesin söz vermişdi eğer Allah bize lutfu kereminden ihsan ederse muhakkak zekâtını vereceğiz hakiki sâlihlerden olacağız. Ne vakit ki Allah kereminden istediklerini verdi cimrilik edip yüz çevirdiler (işte) onlar öyle dönektirler”54 ayeti ile “Onlar zaten öyle döneklerdir (ki) Allah’a verdikleri ahdi tutmadıkları ve yalanı adet edindikleri için, kendisinin huzuruna çıkacakları güne kadar Allah da onların kalblerine nifak (münafıklık) koydu.” Tefsirlerde bu ayetlerin, Sa’lebe hakkında nâzil olduğu nakledilmiştir. (Prof. Dr. Bedreddin Çetiner. Esbab-ı Nüzul 1.cilt Sh. 467)

7. Emanete hıyanet: “Hıyânet, emânetin zıddıdır. (İslam âlimleri) bunu hakka muhâlefet etmek, ahdi bozmak olarak açıklar. Bu muhâlefet bütün şer’î teklifleri içine alır. Çünkü bir âyette: “Biz emâneti… arzettik…” (33/Ahzâb, 72) denildiği gibi, bir başka âyette: “Ey iman edenler Allah’a ve o Peygamber’e ihânet etmeyin! Siz kendiniz bilip dururken kendi emânetlerinize hainlik eder misiniz?” (8/Enfâl, 27) buyurulmuştur. Âyetlerde emânet bütün teklifleri içine aldığı gibi, ikinci âyetteki ihânet kelimesi de hepsi hususunda ahde vefasızlığı ve hakka muhâlefeti ifâde eder.”55

8. Husûmet (duruşma) esnasında haktan ayrılmak: Münafıklar hukukun tevziinde hakkaniyetli davranmazlar.56 Dinimizin temel esaslarında birisi olan hukukun önünde şah ile geda birdir eşittir prensibi ayaklar altındadır. Bediüzzaman Hz. hukukun tevziinde değil tarafgirliği, kişisel hissiyatın dahi karıştırılması birçok zulümlere kapı açacağını ifade eden bir cümlesinde: “Adliye memurları, hissiyat ve tesiratı hariciyeden (siyasi ve ideolojik) bütün bütün azade olmazsa, sureten adalet içinde müthiş günahlara girmek ihtimali var”57 der. Hâlbuki ehl-i nifak adli makamları kendi lehlerine çevirtmek için değil ferdi ve cüz’i hissiyatı, birkısım organizeli illegal yapılanmalarla, yargıyı ele geçirirler. Asrın Bel’am b. Bauralarından aldıkları bâtıl ve fâsid içtihatlarla, hedefe giden her yolu meşru sayıp, ‘avukat tutacağına hâkim satın al ’ diyecek kadar hakkaniyetten ve adaletten uzaklaşmışlardır.

9. İkiyüzlüdürler: Münafıkların en önemli özelliklerinden biriside ikiyüzlü olmalarıdır. Tevbe suresi 101. ayette: “Çevrenizdeki göçebe çöl halkı içinde münafıklar vardır; Medine ahalisi içinde de, hem de nifakta uzmanlaşmış öyle münafıklar var ki, (ey Rasûlüm, Biz sana bildirmezsek) sen onları bilemezsin. Onların tamamını ve ne türde münafık olduklarını ancak Biz biliriz.” (Ali Ünal Kur’an meali.) İ.İcazda Münafıkların ikiyüzlü oluşlarıyla ilgili bölümde: “Vaktã ki Kur’ân-ı Kerim, birincisi müttakî mü’minler, ikincisi inatlı kâfirler, üçüncüsü ikiyüzlü münafıklar olmak üzere insanları üç kısma”58 ayırdığını belirttikten sonra, münafıklar niçin ikiyüzlüdürler ile ilgili şu tespitleri yapılır.

Kâfirlerde bulunan İstihza, hud’a, hile, kizb, riya gibi kötü ahlâklar, münafıklarda olunca daha şiddetli daha tehlikeli ve dâhilde olduğu için daha tahripkârdır. Bu sıfatlarla müminlere yapacakları düşmanlıklarını ve ihanetlerini gizleyebilmek için, ikiyüzlülük onların en önem seciyeleri ve en tehlikeli silahlarıdır.59

İkiyüzlülükte o kadar tâlimlilerdir ki sanki aktördürler. “Her aktör münafık değildir. Ama her münafık mutlaka başarılı bir aktördür. Adeta riyakârlığın tahsilini yapmışlarıdır. Beraberlerinde her şeyin birde yedek olarak sahtesini bulundururlar. Ömürler baştan sona riyakârlık olan bu münafıklar hakkındaki bir hadis-i şerifte “Münafık gözüne hâkimdir, istediği zaman istediği şekilde ağlar.” Bir diğer hadiste ise: Müminlerin ağlaması kalbiyle, münafığın ağlaması sadece gözüyledir.”60 

Mâlik bin Dinar (ra) bu bahis ile ilgili diyor ki: “Ben Tevrat’ta gördüm: ‘Münafığın nifakı kemale erince gözlerine hâkim olabiliyor ’ (Feyd’ul – Kadir’de, geçen hadis şerhinde)61

Elmalılı Hamdi Yazır ise, bu ayetle ilgili özetle şu tespitleri yapmıştır: Münafıklıkta o derece maharet ve uzmanlık kesp etmişlerdir ki, Hz. Peygamber (as)’ın o yüksek dirayet ve ferasetinden bile kendilerini gizleyebilmişler. Onun için Cenab-ı Hak buyuruyor; ey Resulüm; Biz bildirmezsek sen dahi katiyyen onları bilemezsin.,62 Bakara Suresi 8. Ayetinde de bu çifte şahsiyetli kimselerden sakınılması gerektiği ifade edilmiştir.63

10. Kalplerinde hastalık vardır: Bakara Suresi 10. Ahzap Suresi, 12. ve Enfal Suresi, 49. Ayetlerde münafıkların kalbinde hastalık olduğu belirtmiştir. Elmalı Hamdi Yazır ve diğer birçok İslam âlimlerine göre kalpte bulunan bu hastalığın şüphe, tereddüt ve kararsızlık olduğunu ifade etmişlerdir.64 “sözlüklerde “yakīnin zıddı (olan) şüphe, iki şeyden birini diğerine tercih edemeyip tereddütte kalma” mânasına gelir”65 Çünkü İman tasdik ve inkârın mahalli olan kalpte yakîn hâsıl olmaz da, iman ve inkârdan herhangi birisinin tercihi yapılamaması halinde şüphenin66 ortaya çıkacağı belirtilmiş.

Bediüzzaman Hz. ise şüphenin teşekkülü ve sebebleri ile ilgili olarak: “Mesâil-i imaniyedeki şüpheler, erkân-ı imaniyenin zaafından ileri geliyor.”67 Çünkü iman zaafiyeti ile nasıl ki, “işlediğimiz herbir günah, kafamıza giren herbir şüphe, kalb ve ruhumuza yaralar açar. (aynen) Öyle de, bizlerdeki, (o) günahlardan gelen yaralar ve yaralardan hâsıl olan vesveseler, şüpheler —neûzu billâh— mahall-i iman olan bâtın-ı kalbe ilişip imana” zarar verir. Bir kısım araştırmacılar ve ilmî kaynaklar ise şüpheyi ikiye ayırırlar:

1. Doğruyu ve hakikati araştırma ve gerçeği bulmak için yapılan bir düşünme faaliyeti veya usulü olarak tanımlanan ve bilinen “şüphe”,

2. En bedihi hakikatlere bile şüpheyle yaklaşan ve bir kısım ayetlerde de hastalık olarak tanımlanan ve aynı zamanda bir nifak özelliği olan “Şüphecilik” tir. “Eşyâu sâbitetu hakîkatün” prensibine ters düşen bu gruba ‘Sûtestîyye’ denilir.”69

Kur’an, her vesileyle aklı kullanmayı tahlil etmeyi bir araştırma ve düşünme faaliyeti olan teemmülü ve teenniyi teşvik etmiş. Veya bu bağlamda şüphe ile de ifade edilen, eşyaya ve hadiselere müdakkik bir nazarla bakmayı, tahkik etmeyi, birçok ayetlerde vurgu yapmış. (Enam Suresi 76. Ayet) Fakat yukarıda zikredilen bazı ayetlerde de görüldüğü gibi, bir nevi hastalık olarak tanımlanan “şüpheciliği” yasaklamıştır. İslam tarihinde taharrî-i hakikat niyetiyle şüphe metodunu en iyi kullanan zirve şahsiyetlerden birisi de İmam-ı Gazzali’dir.70

Bediüzzaman Hz. en bedihi hakikatlerden olan İmanî ve Kur’anî hakikatlerde şüpheye mahal olmadığını çünkü “İmanî meselelerde şüphe, bir delili, hattâ yüz delili atsa da, medlûle iras-ı (imani ve Kur’anî hakikatlere) zarar edemez. Çünkü binler delilin var.” olduğunu söyler.71 Buna rağmen en bedihi hakikatlerden olan, imani ve kur’ani esaslardan da şüpheye düşenlere, Mister Carlyle’in şu meşhur sözünü hatırlatır. “Eğer hakikat-i İslâmiyetten şüphe etsen, bedihiyat ve zaruriyat-ı kat’iyede iştibah edersin. Çünkü en bedihî ve zarurî bir hakikat ise İslamiyet’tir.”72

Bütün bu hakikatlere rağmen kalbinde hastalık olan bir kısım insanların Kur’an ayetleri hakkındaki şüpheli suallerine Bakara Sûresinin: 23 ayetiyle şöyle cevap verir.

وَاِنْ كنْتُمْ فِى رَيْبٍ مِمَّا نَزَّلْنَا “Haydi, onun benzeri bir sûre getirin.” (Bakara Sûresi, 2: 23.) âyet-i kerimesinin işaret ettiği gibi, cemaatin istidadına göre irşadın yapılması lüzumundan ve Şâri’in, cumhuru irşad etmekte takip ettiği maksattan gafletleri ve cehilleri dolayısıyla bazı insanlar, Kur’ân hakkında çok şek ve şüphelere maruz kalmışlardır. O şek ve şüphelerin menşei üç emirdir.

1. Diyorlar ki: Kur’an’da “müteşâbihât ve müşkilât” denilen, hakikî mânâları anlaşılmayan bazı şeylerin bulunması, i’câzına münafidir. Zira Kur’ân’ın i’câzı, belâgat üzerine müessestir; belâgat da, ancak ifadenin zuhur ve vuzuhuna mebnidir.

2. Diyorlar ki: Yaratılışa ait meseleler, müphem ve mutlak bırakılmıştır. Ve keza, kâinata dair fünûndan pek az bahsedilmiştir. Bu ise, talim ve irşad mesleğine münafidir.

3. Diyorlar ki: Kur’ân’ın bazı âyetleri zahiren aklî delillere muhaliftir. Bundan, o âyetlerin hilâf-ı vâki oldukları zihne geliyor. Bu ise, Kur’ân’ın sıdkına muhaliftir.”73

Bediüzzaman Hazretleri bahsin devamında bu sorulara gayet mukni ve makul cevaplar vererek onların bu iddialarını çürütmüştür. Geniş açıklamayı ilgili bahse havale ederek şu kısa cevapla şimdilik iktifa edelim.

Mesâil-i imaniye, erkân-ı imaniye ve esasat-ı İslamiyesin menşei ve mehazı olan: “Kur’ân, şek ve şüphelere mahal değildir. (Ehl-i nifakın) şüpheleri, ancak kalblerinin hastalığından ve tabiatlılarının sekametinden neş’et ediyor.” Evet, gözleri hasta olan, güneşin ziyasını inkâr eder; ağzı acı olan, tatlı suya acı der.”74 “siyah bir gözlüğü takan adam her şeyi siyah ve çirkin görür. Kezâlik, basiret gözü de nifakla perdelenirse ve kalb küfürle peçelenirse, bütün eşya çirkin ve kötü görünür. Ve bütün insanlara, belki kâinata karşı bir buğz ve bir adâvete sebep olur.”75

11. Kararsız ve sebatsızdırlar:

a) Münafıkların kararsız ve sebatsız olduklarının anlatıldığı Nisa Suresinin bir ayetinde “İman edip sonra inkâr edenler, sonra yine iman edip tekrar inkâr edenler, sonra da inkârlarını arttıranlar (o hal üzere oldukları müddetçe) onlar doğru yola gelmezler, (o durumda olanlarında) Allah bağışlayacak değildir.”76

b) İ. İcaz’da Münafıkların kararsız ve sebatsızlarıyla ilgili yapılan tespitlerde: “İmanın hilâfına, nifakta tereddüt vardır. Yani münafık olan kimse, kat’î bir hüküm sahibi değildir. Bu ise sebatsızlığı intaç eder. Bu da mesleksizliği, bu dahi emniyetsizliği tevlid eder. Bu ise -kanunen maznunların hergün ispat-ı vücut etmeleri lüzumu gibi- daima şeytanlarına gidip küfürlerini, ahidlerini tazelemelerini icap ettirir.

Kur’ân-ı Kerim bu silsileye قَالُۤوا اِنَّا مَعَكُمْ ile işaret etmiştir. Yani, “Bizler sizinle beraberiz” diye ahidlerini tecdid ediyorlar. Sonra mü’minlere gidip geldiklerinden hâsıl olan şüpheyi izale etmek için, and dilemeye mecbur oldular.”77

c) Münafıkların niçin kararsız ve sebatsız olduklarına dair bir soruya Fahreddin-i Razi’nin verdiği bir cevap şöyledir. “Fiil sebebine, sebeb de maksada bağlı olup, maksat da sürekli değişince, insanın istek ve arzuları değişir. Sebepler ve maniler çatıştığı zaman (ise) insan şaşkınlık ve kararsızlık içinde kalır.” (Münafıkların davranış biçimlerine tıpatıp uyan bu tespite göre;) dine dünyevi menfaatleri esas alarak giren (veya çıkan) münafıklar, çıkarları hangi yöndeyse o tarafa yönelir, menfaatleri çatıştığı zaman ise şaşkınlık içinde bocalarlar.”78

İçi başka dışı başka olan münafıkların şüpheci ve kararsız halleri tevhid ve tasdiki gerekli kılan iman ile uyum sağlayamadığı için çoğu zaman ruh ve karakter bozukluğuna sebeb olarak çift şahsiyetli kişiler şeklinde ortaya çıkarlar.79

12. “Şeytanet’e dayanırlar: “Nifak, imanın hilâfına, kalbleri ifsad eder. Kalbin fesadı ise, yetimliği intaç eder. Yani, bozuk olan bir kalb kendisini sahipsiz, mâliksiz, yetim bilir. Bu hâletten korku neş’et eder. O korku onu kaçıp gizlenmeye icbar eder. Kur’ân şu hallerine وَاِذَا خَلَوْا “Kaçıp halvetlere gittikleri zaman.” (cümlesiyle onlara) ile işaret etmiştir. Yani, nifak, imanın aksine, akraba ve saireler arasında sıla-i rahmi kat’ eder, keser. Bu ise şefkati izale eder. Şefkatin zevâli ise ifsadata sebep olur. İfsaddan fitne çıkar. Fitneden hıyanet doğar. Hıyanet dahi zafiyeti mûciptir. Zafiyet de himaye edecek bir zahîre, bir arkaya iltica etmeye icbar eder. Kur’ân-ı Kerim buna اِلٰى شَيَاطِينِهِمْ ile işaret etmiştir. Yani, “Şeytanlarına kaçıp, şeytanlarının himayelerine giriyorlar.”80

“Müfessirler tarafından Bakara suresi: 14. Ayetindeki şeytan kelimesine, küfrün önderleri, cinlerin şeytanları ya da kâhinler gibi farklı anlamlar verilmiş olmakla beraber iman ve hayırdan uzaklık anlamıyla “şeytanet” lafzı bütün bu manaları ihtiva etmektedir. (Kurtubi Tefsiri: 1. Cilt.207) şu halde münafıkların, şeytanın temsilciliğini yapan reislerine, “Biz sizinle beraberiz” diyerek güvence vermeleri, onların gerçekte müminler değil kâfirlerin safında yer aldıklarını göstermektedir.”81

Üstad Hazretleri Risale-i Nur külliyatında ‘şeytan’ı’ daha çok ferdi günahları temsilen, “şeytanet” ise kollektif ve organize fesat ihanet şebekelerini ifade etmek için kullanır. Mesela: Kastamonu Lâhikası’nda şeytan ile şeytanet ayrımını şu şekilde yapar:

“Bazı mütemerrid ve muannid ve ölen herifin ruh-u habîsi hükmünde(ki) zındıklar, Kur’ân ve Peygamber (a.s.m.) aleyhinde, fakat perde altında, aynen münazara-i şeytaniye bahsinde, hizbü’ş-şeytanın Peygamber (a.s.m.) ve Kur’ân hakkında mesleklerince söyledikleri tâbirâtı başka bir tarzda o zındık herif istimal etmiş.

Onun gibi Yahudi, mütemerrid ve dinsiz feylesoflarından ve Avrupa’nın zındıklarının eskiden beri Kur’ân ve Peygamber’in (a.s.m.) hâlâtından medâr-ı tenkit buldukları noktaları, kurnazcasına, safdil Müslümanlara ve Risale-i Nur’u görmeyenlere dinlettirmek ve göstermek için öyle bir tarzda gitmiş ve küfrünü gizlemeye çalışmış ki, şeytanette, şeytandan ileri gitmiş; beni çok müteessir etti.”82

13. Münafıklar çok fasih ve beliğ konuşurlar:

a) Hadis: (ümmetim hakkında en ziyade korktuğum kimseler, fasih konuşan kıvrak lisanlı münafıklardır.)83

b) “Müfessirlerin beyanına göre münafıkların reisi Ubey İbn-i Selul, iri yarı yakışıklı ve fasih bir adamdı. Arkadaşlarından Ced b. Kays, Muğis b. Kays da öyle idiler. Bunlar Allah Resulünün meclislerine gelirler, duvara yaslanıp otururlar. Lügat parçalarlar tumturaklı laflar ederlerdi”84

c) Hz. Peygamber (as ) diğer bir hadis-i şerifinde “münafıkların çoğunun ümmetin “kurrâlarından” olduğunu söylemiştir. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 151)85

B) Nifakın sosyal hayata bakan cihetleri:
1. Sıla-i rahmi kat’ eder, keserler:
2.Münafıkların çoğu aristokrat sınıfındandır:
3.Masum insanlara iftira atarlar.
4. Gayr-ı Müslimlere çok sıkı fıkı dostluk kurarlar.
5. Mevcut meşru idareye karşı alternatif güç odakları oluştururlar.
6. Müslümanlar aleyhine casusluk ve gizli faaliyetlerde bulunurlar.
7. Dış güçlerle ülke aleyhine askeri işbirliği yapmak
8. Devlet başkanı ve seçkin kişilere suikast düzenlerler.
9. Kamu düzenini bozup fesat ve nifak çıkarırlar.

Kur’an, münafıkların şahıslarını değil sıfatlarını tarif eder:

“Kur’ân’ın, münafıkların şahıslarını tayin etmeyerek umumî bir sıfatla onlara işaret etmesi, Resul-ü Ekremin (a.s.m.) siyasetine daha münasiptir. Zira münafıkların şahıslarının tayiniyle kabahatleri yüzlerine vurulsaydı, mü’minler nefsin desisesiyle vesveseye düşerlerdi. Hâlbuki vesvese havfe, havf riyaya, riyâ nifaka müncer olur. Ve keza, bazan kötülük ifşa edilmezse tedricen zail olması ihtimali vardır. Fakat teşhir edildiği takdirde, kötülüğü yapan kimsenin hiddetini tahrik eder, fenalığı daha fazla yapmasına bâis olur.”86

Bediüzzaman Hz. de Kuran’dan ve Resul-ü Ekremin(a.s.m.) aldığı derse binaen İşaratü’l- İ’caz tefsirinin başına düştüğü bir notta Medine münafıkları ile zamanız münafıkları arasında kurduğu bir irtibat cümlesinde der ki:

“Bidayet-i zuhur-u İslamiyet’te muannid ve kitapsız kâfirlerin ve nifaka giren eski dinlerin münafıkları gibi, aynen bu zaman-ı âhirde bir naziresi çıkacağını ders-i Kur’ânîden gelen bir sünuhat ile Eski Said hissetmiş. Münafıklar hakkındaki âyetleri izah ile en ince nükteleri beyan etmiş; fakat mütalâacıların zihnini bulandırmamak için mahiyet-i mesleklerini ve istinat noktalarını mücmel bırakmış, izah etmemiş.”87

Nifakın sosyal hayata bakan cihetlerinin tafsilat ve izahatlarına baktığımız zaman Medine münafıkları ile zamanımızda ortaya çıkan münafıkların birçok cihetlerle benzerlik arz edeceğini Üstad Hz. bir hiss-i kablel vuku ile hissetmiş. Hissettiği gibi de vakıa aynan zuhur etmiş.

1. Fasıklar ve münafıklar. Sıla-i rahmi kat’ eder, keserler:
a) Bakara Sûresi, 27. Ayetinde: “Fâsıklar öyle kimselerdir ki, Allah’a itaatten çıkıp, mîsak-ı ezelîde yaptıkları ahidlerini bozarlar ve Allah’ın akrabalar ve mü’minler arasında emrettiği bağlantıyı keserler; yeryüzünde fesat ve bozgunculuk çıkarırlar.” Buyruluyor. Bu cinayetlerinin cezası olarak “Hâsir ve zararlı (olan) onlardır. (Çünkü) Dünyada vicdan, kalb ve ruhun azabı ile âhirette de Allah’ın gazabıyla ebedî bir azap içinde kalan onlardır.”88

Ehl-i nifak Allah’ın emrettiği akrabalar ve mü’minler arasındaki bağlantıyı kesmekle, akrabalar ve mü’minlerin birlik ve bütünlüğü bozulur. Ortaya bölünmüş toplum ve aile yapıları ortaya çıkar. Aile fertleri birbirini öldürmeye teşebbüs edecek kadar birbirlerine hasım haline gelirler.

Nitekim Asr-ı Saadet’te münafıkların reislerinden olan Abdullah İbnu Übey, akrabalarına ve müminlere yapmış olduğu fesad fitne ve aile içi ayrılıkçı davranışlarından dolayı bizzat kendi oğlu ve güzide sahabilerden olan Abdullah (ra) tarafından, babasını öldürmek için Hz. Peygamber (as) izin istemiştir. (İbrahim Canan, Hds. Kll. 3,Cilt. Sh: 529) Şu anda bile ehl-i nifak hareketinin ifsad ederek ailesinden ve toplumdan kopardığı ne kadar çok kişi olduğu herkesçe malumdur. Ehl-i nifak bölünmüş aileler ve öz kardeşine silah çeken fertler yetiştiriyor.

2. Münafıkların çoğu aristokrat sınıfındandır:
Bakara suresi 13. Ayetinde: Onlara «Halk nasıl iman etti ise siz de öyle iman edin» denildiği zaman «Biz hiç beyinsiz ayaktakımı gibi iman eder miyiz?» derler. (Seyyid Kutup meali)

Yani, “Halkın imana geldikleri gibi siz de imana geliniz, diye imana dâvet edildikleri zaman, ‘Süfeha takımının imana geldiği gibi biz de mi imana geleceğiz?’ diye cevapta bulunurlar. Fakat süfeha takımı ancak ve ancak onlardır; lâkin bilmiyorlar.” Sonra da nasihat edene deler ki: “Yahu, aramızda çok fark vardır. Biz onlara kıyas edilemeyiz. Çünkü biz zenginiz, onlar fakirdirler. Onlar mecburiyet saikasıyla imana gelmişlerdir. Onların diyaneti ıztırarîdir. Biz ise ashab-ı izzet ve servet insanlarız.”89

Bu ayetlerden anlaşılıyor ki nifak ehlinin çoğunluğu halkın zenginlerinden oluşuyor. Müminleri de basit ve fakir insanlara gördüklerinden, iman ve ibadeti sadece onlara hasrediyorlar. Hâlbuki ayet asıl sefih ve alçak insanlar onların olduğunu haber veriyor.

Maalesef ehl-i nifakın ellerindeki ekonomik güç, servet ve etkin makamlar onları imana girmekten mahrum etmiştir. Veya bir kısım ehl-i imanı da nifaka düşürmüştür.

3. Devlet başkanı ve masum insanlara iftira: Münafıklar namuslu insanları lekelemekten hiçbir zaman uzak durmaz. ‘Çamur at tutmazsa iz bırakır alçak prensibini’ insafsızca istimal ederler. Emellerine ulaşmak için bu iftiralarda asla sınır tanımaz her zaman suiistimale açık zaman zemin ve fırsat kollarlar: Mesela bunlardan birisi özetle: Bedir harbinden sonra müşriklerden elde edilen ganimetlerin taksimi sırasında, ganimetler arasında bulunan kırmızı bir kadife veya bir kılıç kaybolmuş, bunun üzerine münafıklar: -alsa alsa onu Muhammed almıştır demişlerdir. Cenab-ı Hak (da) onları şu şekilde tekzib etmiştir: “Bir peygamber için emanete (ganimet malına ) hainlik etmek (bu) olur şey değildir ” diyerek vahyetmiştir. (Nur Suresi, 161. Ayet)90

İkincisi: “Beni Mustalık seferi esnasında, cereyan eden, ‘ifk’ hadisesi olarak da bilinen vakıada, Peygamber Efendimiz (as) eşi Hz. Aişe’ye, (ra) münafıkların reisi İbn-i Selul tarafından iftira atılır. Nur suresi 11. Ayette: “O ağır iftirayı uyduranlar, sizin içinizden (münafıklardan) bir güruh ” olduğu belirtilir. Fakat vakıanın sadece bir iftira olduğuna dair ayetler nazil oluncaya kadar, bu şeni’ ve yalan haberin münafıklar tarafından hızlıca yayılmasıyla bir kısım sahabeler bile etkilenmişlerdir. Daha sonra nazil olan Nur suresinin diğer bir kısım ayetleriyle (Nur suresi 11-15) konu tavazzuh etmiş büyük bir fitnenin önü büyümeden alınmış olur. İftiracılara da gerekli cezalar verilir.

Hucurat Suresi 12. Ayette: “Ey iman edenler! Zandan çok sakının! Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Sinsi casuslar gibi ayıp aramayın!” İlâhî beyanına rağmen, o günkü münafıkların bu günkü versiyonu olan yamakları, özel hayatın gizlilik ve kudsiyetini ihlal edip, en son teknolojik imkânların da yardımıyla, özel hayatı tecessüs ve tarassud, ederek bir kısım montaj tepeler ve kasetlerle kaç kişinin hayatının karartıldığı herkesin malumudur.

4. Gayr-ı müslimlere dostluktan nifak kokusunun gelmesi:
Sual: Yahudi ve Nasara ile muhabbetten Kur’ân’da nehiy vardır.”Ey iman edenler! Yahudileri ve Hıristiyanları dostlar edinmeyin. Onların bazısı, bazısının dostlarıdırlar. İçinizden kim onları dost edinirse şüphe yok ki, o da onlardandır. Muhakkak ki Allah o zalimleri hidayete, doğru yola iletmez.” (Mâide Sûresi, 5.51)

Bununla beraber nasıl dost olunuz dersiniz?
Elcevap: Evvelâ: bu nehiy, Yahudi ve Nasara ile Yahudiyet ve Nasraniyet olan âyineleri hasebiyledir. Hem de bir adam zâtı için sevilmez. Belki muhabbet, sıfat veya san’atı içindir. Öyleyse her bir Müslümanın her bir sıfatı Müslüman olması lâzım olmadığı gibi, her bir kâfirin dahi bütün sıfat ve san’atları kâfir olmak lâzım gelmez. Binaenaleyh, Müslüman olan bir sıfatı veya bir san’atı, istihsan etmekle iktibas etmek neden câiz olmasın? Ehl-i kitaptan bir haremin olsa elbette seveceksin! Sâniyen: Zaman-ı Saadette bir inkılâb-ı azîm-i dinî vücuda geldi. Bütün ezhânı nokta-i dine çevirdiğinden, bütün muhabbet ve adaveti o noktada toplayıp muhabbet ve adavet ederlerdi. Onun için, gayr-ı müslimlere olan muhabbetten nifak kokusu geliyordu.”91

Bediüzzaman Hz. 1910 yıllarda haber verdiği; “Bidayet-i zuhur-u İslamiyet’te muannid ve kitapsız kâfirlerin ve nifaka giren eski dinlerin münafıkları gibi, aynen bu zaman-ı âhirde bir naziresi çıkacak”92 dediği ‘hizmet hareketı’ ismi altında bir kısım nifak hareketleri ve adamları da bir asır sonra Yahudi ve Hristiyanlarla din noktasında dostluklar kurarak, bu ayete ters düşmüşlerdir. Tesis ettikleri diyalog faaliyetleri, ticari sınai ve askeri açıdan değil, kendi ifadeleriyle dinler arası bir diyalogdur. Dolaysıyla bu dostluğun altından Nifak kokusu geldiği açıktır.

Nitekim 22 Ocak 2017 tarihli basında çıkan haberlere göre: “Hizmet harekâtı”nın önemli isimlerinden ve kalemlerinden olan Ali Ünal, Gülen’in tüm dinleri birleştirerek ‘İbrahimî dinler’ çatısı altında birleştirip kendisinin de ‘tüm insanlığın halifesi’ olma niyetinde olduğunu itiraf etti. Kaynak: http://www.yenisafak.com/gundem/monica-mektubu-2600519

5. Mevcut meşru idareye karşı alternatif güç odakları oluşturmak:
1) Münafıklar Medine’de, kuranda “Mescid-i Dırar” ismiyle anılan ve “Ebu Amir isimli bir rahibin de telkiniyle bir mescid inşa ederler. Bu mescid, İslam’a zarar vermek, küfrü yaymak, mü’minler arasına ayrılık sokmak, İslam düşmanlarına yataklık etmek niyetiyle yapılmıştır. Münafıklar mescide bir meşruiyyet kazandırmak için Hz. Peygamberi davet ederler. Hz. Peygamber gideceği zaman gelen ayetler, işin içyüzünü ortaya koyar.”93 Hz. Peygamber (as) da Mescid-i Dırar’ı yıktırarak münafıkların tehlikeli yapılanmalarına izin vermez. Onların oyunlarını bozar.

2) Tebük seferine katılmamak için çeşitli bahaneler uyduran münafıklar sefere, “katılmak isteyenlere de mani olmak için çeşitli yollara başvuruyorlar, gizli planlar kuruyorlardı. Bu hainane planlarını gerçekleştirmek için Yahudilerden Süveylim’in evini karargâh olarak kullanıyorlar, orada gizlice toplanıyorlardı. Onların bu durumları vahiy yoluyla Allah Resulüne haber verilir.”94 Bunun üzerine Allah Resulü Ekrem (as) bazı sahabeleri göndererek bu nifak yuvasını başlarına yıktırıp ateşe verdirmiştir.

3) Tebük seferi esnasında Medine münafıklarının reislerinden olan “Abdullah İbnu Übey, Yahudi ve Araplardan müteşekkil müttefikleriyle birlikte Seniyyetü’l veda tepesine”95 İslam ordusuna karşı ayrı bir askeri karargâh kurarak kendi etrafını ve müttefiklerini seferden alıkoymuştur.

Bu üç hadisede görüldüğü gibi, içinde bulunduğumuz zaman diliminde de ortaya çıkan ahirzaman münafıklarının genetiklerinde, mevcut ve meşru idareye karşı alternatif güç oluşturarak, fitne ve fesat çıkarmak onların değişmez karakteristik özelliklerinden biri olduğu anlaşılmaktadır.

6. Müslümanlar aleyhine casusluk ve gizli faaliyetlerinde bulunmak:

a) Casuslukla ve gizlilik:
İ. İcazda Bakara Sûresinin 14. ayetindeki: خَلَوْا kelimesinin tefsirinde münafıkların niçin hep gizlilik içinde hareket ederek casusluk faaliyetlerinde bulunduklarıyla ilgili şu tesbitler yapılmıştır.

1. Sual: Münafıklar her zaman niçin hep korkup gizlenirler? Elcevap: “Nifak, imanın hilâfına, kalbleri ifsad eder. Kalbin fesadı ise, yetimliği intaç eder. Yani, bozuk olan bir kalb kendisini sahipsiz, mâliksiz, yetim bilir. Bu hâletten korku neş’et eder. O korku (sebebiyle onlar) kaçıp gizlenmeye”96 mecbur kalarak kendi aralarında organize olup “gizli gizli konuşmaya” başlarlar”97

2. Bakara Sûresinin 14. ayetindeki: خَلَوْا kelimesi (münafıkların) cinayetlerinden korktuklarında tesettür ve gizlenmek istediklerine işarettir. (korku ve gizlenmeleri iki sebeptendir.) Birisi, acz ve zaafları yüzünden iltica etmeye mecbur olmalarıdır. İkincisi, fitne ve ifsat iktizasıyla mü’minlerin sırlarını kâfirlere îsal etmeleri”98 sebebiyledir.

İslam devleti içinde yaşayan Münafıklar, devletin güvenliği ilgili bir kısım bilgileri düşman devletlere aktarma hususunda, Medine münafıklarının bu durumu casusluğun ilk ve çok çarpıcı örneklerinden birisidir.

Mesela: Medine münafıklarından, Ubey b. Selul, Vedia, Mâlik b. Ebi, kavkal, Süveyd ve Dais gibi bir kısım ileri gelen münafıklar, Beni Nadr Yahudileriyle çok sıkı dostlukları vardı. Beni Nadr oğulları Müslümanlar tarafından kuşatılınca müslümanların savaş planını gizlice onlara haber verip kalelerinden çıkmamalarını isteyerek casusluk yapmışlardır.99

Bu tarihî vâkıaya göre Medine münafıkları ilk casusluk faaliyetini, karakter itibariyle münafıklığa çok yakın ve uygun olan Yahudilerle birlikte yapmış oldukları anlaşılıyor. Bu birlikteliğin geçmiş asırlarda olduğu gibi günümüz İslam dünyasındaki iç kargaşalarda da davam ettiği herkesin malumudur. Nitekim O günkü Medine münafıklarının yerini alan, asrımızın Abdullah ibn-i Sebeleri, Lawrenceleri, “Asya münafıkları veya Avrupa kâselislerinden” sayılan zamane Bel’am B. Bauralardan birisi nifakını gizlemek için, şöyle söylemiş veya söylettirilmiştir.
“Nifak gibi, karanlık odaklara elemanlık yapmak muhbirlik kılıfı altında iftira ve tezvirde bulunma gibi, bir hareketin heyet-i umumiyesine zarar verecek, tavır ve davranışlar vardır ki, bunlar küfre denk günahlardır. Bu tür günahların affolması için, fertlerin haklarını helal etmeleri yetmez. Zira bunlar hukuku ammeden sayıldığı için, bunlara hukukullah taalluk eder. Diyelim ki bir talihsiz, milletimize ve devletimize ait bir vazifeyi kendi hesabına değerlendirerek, yurt dışında birilerine, haber ulaştırmakta casusluk yapmaktadır. İşte bu öyle bir dalelettir ki nifak ötesi bir fenalıktır. Neylersin ki bu tür hadiseler geçmişte yaşandığı gibi, günümüzde de yaşanabilir” demiştir. (Kırık Testi. Sh: 13)100

7. Dış güçlerle ülke aleyhine askerî işbirliği yapmak:
Medine ileri gelenlerinden olan Ebu Amir Fasık, Mescid-i Dırar’ın yapılmasını emreden meşhur münafıklardan birisidir. Biset’ten evvel Hz. Peygamber (as) geleceğini haber verdiği halde, bilahare Efendimiz (as) peygamberlik geldikten sonra, elli kadar adamıyla Mekke müşriklerine iltihak ederek, Uhud ve Huneyn seferlerinde müslümanlara karşı savaşmış. Sonra Şama kaçarak Medine münafıklarına şu haberi ve talimatı göndermişti.

Benim için bir mescid yapın. İçine gizlice silah depo edin. Ben Roma İmparatorluğuna gidiyorum. Onlarla birlikte büyük bir ordu ile gelir, Muhammed ve ashabını Medine’den sürer çıkarırız. İşte Dırar mescidi bu maksatla kurulmuştu. Medine münafıkları, Ebu Amir Fasık’ı Doğu Roma’dan alacağı güçle bir kurtarıcı olarak gelmesini bekliyorlar ve bir taraftanda mescidin altına gizli gizli silah yığıyorlardı. Tebük Seferinden dönerken onların bu kirli oyunları Tevbe Suresi 107-108. Ayetlerle haber verilerek tuzakları bozulmuştur.101

Millî şairimiz Mehmet Akif: “Tarih”i ‘tekerrür’ diye tarif ediyorlar; Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?” diyerek bu manayı ne güzel ifade etmiş. O gün Doğu Roma’dan güç devşirmeye çalışan Medine münafıkları gibi zamanımızın ‘Asya münafıkları’ da Batı Roma’dan (Amerika’dan İsrail’den) Haçlı Ordularını üzerimize salmakla meşguller.

8. Devlet başkanı ve seçkin kişilere suikast:
Kısâs-ı Enbiya’da nakledildiğine göre özetle: Peygamber (as.) Tebük seferi dönüşünde, , Akabe bölgesine geldiği vakit hava kararmış gece olmuştu. Gece karanlığını fırsat bilen münafıklardan 12 veya 14 kişilik bir grup, Hz. Peygamber’e tuzak kurdular. Bir uçurumun kenarından geçecek olan Efendiz (as) oradan aşağı yuvarlayacaklardı. Fakat Canab-ı hak vahiyle tuzağı haber verdi. Onlar bu suikast için hazırlandılar ve yüzlerini maskeleyerek kendilerini gizlediler tuzak mahalline yaklaşan, Hz. Peygamber, onların karaltısını görerek yüksek sesle bağırıp onların kaçmasını sağlamış. Onlar da dağılarak tuzakları akim kalmıştır. (Kısâs-ı Enbiya, c. Sh 224)102

Bir Tirmizî hadisinde Peygamber Efendimiz (as): Müminlere karşı girişilen benzer suikast ve emsali girişimlerin vehametini ifade için: “Muhakkak cehennemin yedi kapısı vardır bunlardan bir kapı ümmetime karşı kılıç çekenlere aittir” diyerek haber vermiştir. (İmam-ı Şa’rânî. Terc. Halil Günaydın. Ölüm-Kıyamet-Diriliş. Sh. 256. Bedir Yay. Baskı. 1981) Belki de Üstad hazretlerinin dahilî cihadın ancak manevî olacağını ifade noktasında “dahilde kılıç çekilmez” fetvası bu ve emsali hadis-i şeriflere istinat etmektedir.

Tarihî kaynaklarda bu suikasta görev alanların sayısı 12’dir. Birçok suikasta, fitne ve fesada lojistik destek sağlamak ve gizli silah deposu olması için, inşa edilen Mescid-i Dırar’ı yapanların sayısı da 12’dir.103 Hz Yusuf (as) öldürmek kastıyla kuyuya atanların sayısı da 11’dir.104 Kızıldeniz’i bir mucize ile geçen Hz Musa (as) ve kavmini öldürmek için peşine düşen Firavun, askerlerini 12 kola ayırarak takip etmiştir.105 Biz 11 ve 12 sayılarının sırrını bilmiyoruz.

Fakat rakamların diline bakılırsa asırlar da geçse küfür ve nifak ’ın tek bir millet olduklarını yaptıkları işlerinden anlayabiliyoruz. Çünkü aynı meşum işi yapan güruhların ve komitelerin sayıları az farkla tevafuk ediyor. Bu nifak kuşağının bu zamandaki uzantıları olan Asya münafık casuslarının da, suikast timlerinin sayısı garib bir tevafukla, 11 veya 12 olduğunu hayretle basından şu haberle öğrendik:

Marmaris’teki suikastçı 11 asker tutuklandı:

Yüzde doksan dokuz müslüman bir milletin seçtiği meşru bir devlet başkanını öldürmek veya tutuklamak için, 15 Temmuz 2017 tarihinde, “Marmaris’teki otele saldıran darbeci askerlerden 11’i tutuklandı. Özel harekât timleri ile Genelkurmay Özel Kuvvetler Komutanlığı’ndan bir tabur asker, 12 kaçağı yakalamak için 16 gün boyunca arama – tarama faaliyeti yürüttü. Saat 09.00’da adliyeye getirilen 11 darbeci asker, savcılık tarafından tutuklanmaları istemiyle Sulh Ceza Hâkimliği’ne sevk edildi. Hâkim 11 darbeci askeri de tutuklandı.”106

9. Kamu Düzenini Bozup Fitne Çıkararak İttihadı Bozmak:

a) Münafıkların faaliyetlerinden biriside kritik anlarda müslümanları terkederek zayıf düşürmeye matuftur. Bunlardan birisi Uhud savaşı için müslüman ordusu Medine’den çıkar çıkmaz Hz. Peygamber (as) tecrübeli olan kendilerini değil, tecrübesiz olan gençleri dinliyor, onların sözlerine göre hareket ediyor’ bahanesiyle orduyu terk ettiler. Böylece 1000 kişilik ordu 700’e düşmüştü. Uhud’daki mağlubiyette bu ihanetin payı büyüktür.107

b) Bediüzzaman Hz. Bakara Sûresi’nin, “Yeryüzünde fesat ve bozgunculuk çıkarırlar.” 27. Ayetinin tefsirinde, “fısk ve nifakla bozulan bir şahsın kalbinde bir ihtilâl, bir fenalık hissi uyanırsa, yüksek hissiyatı, kemâlâtı sukut etmeye başlar; kalbinde tahribata, fenalığa bir meyil, bir zevk peyda olur. Yavaş yavaş o meyil kalbinde büyür; sonra o şahıs, bütün lezzetini, zevkini tahribatta, fenalıkta bulur. İşte o vakit, o şahıs, tam mânâsıyla arzda yırtıcı bir hayvan, ihtilâli çıkarıp büyüten bir belâ, fesadı durmayıp karıştıran bir âfet kesilir.”108 diyerek adeta, ehl-i nifak ve fesadın ruh haritasını resmetmiş.

4. KURUMSALLAŞMIŞ NİFAK VE MÜNAFIKLARLA İLGİLİ DAHA GENEL TESBİTLER:

Nifak ve Zındıka:

1. Nifak ve zındık kelimelerinin her ikisinin de lügat manaları aynıdır:
a) Zındık: Müslümanlığını ortaya koyup küfrünü gizleyen kişidir. Bunlar İslâm’ın ilk döneminde daha çok münafık diye anılmıştır. Hiçbir şekilde inanmayan kimseler olarak nitelendirilir. Tanımlamalara göre zındık açıkça veya gizli biçimde İslâmiyet’le ilgisini kesip küfrü benimsemiştir. İslâm’dan açıkça ayrılanlar ise mürted olarak nitelendirilir. Genelde zındık kelimesinin ilk defa hicri 124 (742) yılında idam edilen Ca‘d b. Dirhem için kullanıldığı ifade edilir.109

b) Zındıka ile Münafık arasındaki en büyük fark; münafıklar daha ziyade bireyseldirler zındıka komiteleri ise daha çok ekip halinde faaliyet gösterirler.

Bediüzzaman Hz Emirdağ Lahikası’nda, “Size söylememe kuvvetli manevi bir ihtar aldım” dediği bir mektubunda zındıklar ve münafıklar şeytanı bile hayrette bırakacak bir plan çevirerek; bazı genç kızları bir kısım genç nur talebelerine musallat ederek, bazı zaifleri soğutmak ve vazgeçirmeye çalışmışlardır. (Emirdağ Lahikası Sh: 165) Nifak ve zındıka komitelerinin bu planları yeni değildir. Tarihte bunun en tipik misali, Hz Musa (as) zamanında yaşamış olan Bel’am B. Bâûrâ’dır. 

Ara’f Suresinin 75. Ayetinde Canab-ı Hak Efendimiz (as) şöyle buyuruyor: (Ey Resûlüm!) Onlara (o Yahudilere) şu kimsenin haberini de oku ki, kendisine âyetlerimizi verdik de (o inkâr ederek) onlardan sıyrılıp çıktı; bunun üzerine şeytan onu peşine taktı; böylece azgınlardan oldu. (Hayrat Neşriyat meali)

Müfessirlerin çoğunluğuna göre Kur’ân-ı Kerîm’de ismi zikredilmeksizin, ifadeleriyle kendisinden söz edilen kişi Bel‘am b. Bâûrâ’dır. Bel‘am b. Bâûrâ’ Hz. Musa (a.s.) zamanında yaşamış ve sonradan irtidat etmiş olan bir din adamıdır.

Dinî ve tarihî kayıtlarda vâkıa özetle şöyledir: “Rivayete göre Mûsa (a.s.), Ken’âniler’ in Şam’daki topraklarına girmişti. Bu sırada Bel’am, el-Belkâ köylerinden Bal’â’da bulunuyordu. Ken’âniler’den bazıları Bel’am’ın yanına gelerek: “Ey Bel’am, Mûsa İbn İmrân İsrâiloğulları’nın başında olduğu halde bizi yurdumuzdan sürmek ve öldürmek üzere geldi. Sen duâsı kabul edilen bir kimsesin.

Onları defetmesi için Allah’a duâ et”, dediler. Bel’am: “Yazıklar olsun size! O Allah elçisidir; melekler ve mü’minler de onunla beraberdir; onlar aleyhine nasıl beddua edebilirim! Dediyse de Ken’âniler, Mûsa (a.s.) ve kavmine beddua etmesi hususunda ısrar ettiler. Oda onları kovdu.

Bunun üzerine Ken’âniler birçok altın ve gümüş alarak Bel’am’ın hanımına hediyeleri bırakıp isteklerini yenilediler.

Ziynetlerin cazibesine dayanamayan Bel’am’ın hanımı nihayetinde Bel‘am’ı beddua etmeye ikna etti. Altın gümüş ve çok sevdiği hanımın hatırı araya girince niyetin bozan Bel’am eşeğine binerek, İsrâiloğulları’nın çıkmakta olduğu dağa doğru ilerledi. Bu dağ, Husban dağıdır. Biraz gittikten sonra eşeği yere çöktü.
Bel’am aleyhinde bir delil teşkil etsin diye, Allah’ın izni ile konuşarak şöyle dedi: “Ey Bel’am, nereye gidiyorsun? Meleklerin önümde durarak beni yolumdan çevirdiklerini görmüyor musun?” Fakat Bel’am, buna aldırış etmeden eşeğini döverek yoluna devam etti. Nihayet eşek onu Husban dağına çıkardı, Mûsâ (a.s.)’ın ordusunun ve İsrâiloğulları’nın karşısına götürdü. Bel’am onlara bedduâ etmeye başladı; fakat İsrâiloğulları’na beddûa ederken Allah onun dilini kendi kavmi aleyhine çevirdi. Yanında bulunan halk, onun kendi aleyhlerine bedduâ etmekte olduğunu görünce:
“Ey Bel’am! Ne yaptığını biliyor musun? Sen İsrâiloğulları’na hayır duâda, bize bedduâda bulunuyorsun” dediler. O: “Ben bunu kendi ihtiyarımla yapmıyorum, Allah dilime hâkim oldu” dedi.

A’raf Suresi 76. Ayette, bu hadise şöyle nakledilir: “Hâlbuki dileseydik onu onlarla (verdiğimiz âyetlerle) elbette yükseltirdik; fakat o, dünyaya meyletti ve nefsinin arzusuna uydu. İşte onun misâli, köpeğin misâli gibidir! Üzerine varsan da dilini çıkarıp solur, onu bıraksan da dilini çıkarıp solur! İşte âyetlerimizi yalanlayan kavmin misâli budur! Artık bu kıssayı (onlara) anlat; tâ ki düşünsünler.” (Bu) ayette, işaret edilen Bel’am kendisinde bazı İlahî kitapların bilgisi verildiği halde ilminin hilafına amel eden kötü âlimi anlatmakta. Dalalete düşmesi cehilden değil, ilimden. Bilerek küfrü imana tercih etmekte (olduğu belirtilmektedir.) Her devirde, ayetin tasvir ettiği tipleri görmek mümkündür.

Ancak Allah bu bedduayı onun kavmine çevirir; Bel‘am’ın da Allah tarafından bir ceza olmak üzere dili göğsüne doğru sarkar. Artık dünya ve âhiretinin yıkıldığını düşünen Bel‘am, hiç olmazsa kavmini kurtarmak için onlara Hz. Mûsâ ve İsrâiloğulları’na karşı kullanılmak üzere bir hile öğretir. Buna göre bu kavim bazı ahlakı bozuk kadınları süsleyerek Mûsâ’nın sefer halinde olan askerleri arasına gönderip, üst düzey komutanlardan bir kısmını baştan çıkarırlar. Bu hadise üzerine Mûsâ (as) kavminden binlerce kişi ya hastalanır veya ölür.”110

Bu üç bin yıllık tarihi hadiseden günümüz hadiselerine ışık tutan şu noktalar çok önemlidir.

Bunlar:
1. Dünyasını ve ahiretini yakacak kadar büyük cürme kalkışan, Bel‘am b. Bâûrâ’nın bu hataya düşmesi cehilden değil ilimden geliyor olması.

2. İlimle beraber “İsm-i a‘zam’ı” bildiği için neredeyse ettiği her duasının kabul görecek kadar, makbulünden sayıldığı ve peygamberlikten başka her türlü fazilet ve makamın sahibi olması.

3. Bel‘am b. Bâûrâ O devirde hak din olan Mûsâ (as) dinine ve şeriatına bağlı olduğu halde, sırf nefsani ve dünyevi menfeat mülahazalarıyla müminlerin safında değil de kâfirlerin safında, yer alarak müminler aleyhine beddua etmesi. Cenab-ı Hak da o bedduayı kendine çevirerek, ayette anlatıldığı gibi, dilinin bir karış sarkıtarak, soluyan köpek şeklinde tavsif edilmesi.

4. Cenab-ı Hak kendi eşeğini konuşturarak ap açık bir mucize gösterip, kendisini ikaz ettiği halde ‘nasihat dinlemezler’ ve artık “onlar geri dönemezler” ayetleri mucibince inadından vazgeçip geri dönmemiştir.

5. Mûsâ (as) ve kavmi ile mücadelede gayri ahlaki bir yola tevessül ederek, bütün semavi dinlerde yasak olan, zina ve fuhuş vasıtasını kullanmıştır.
Bu tesbitler muvacehesinde günümüzdeki nifak hareketleriyle neredeyse bire bir örtüşen daha birçok noktalar bulmak mümkün. Daha fazla uzatmamak için, son bir noktaya temas ederek bu bölümü tamamlayalım. Bu zihniyet güya dine hizmet için, namaz, oruç ve tesettür gibi farzları füruat görüp askıya alarak, yalan, içki, rüşvet, gasp ve gerekirse suikastlara cevaz verecek kadar sapkınlaşabiliyor. Herkesçe malum olan bu küresel boyutlu nifak şebekesi, zina ve fuhuş gibi alçak silahları selefleri olan Bel‘am b. Bâûrâ ve ekibi gibi bir sektör haline getirerek, çok yaygın ve etkin bir şekilde kullandığını, bu günlerde basında çıkan aktüel bir haberle örnekleyerek bu bölümü noktalayalım:

“11.01.2017. 15.27 Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesi’nde devam eden (15 Temmuz) Çatı Davası’nın 3. gününde geçmişte ‘nifak harekâtının’ askeri hizmetlerden sorumlu imamı olduğunu belirten, Hacettepe Matematik bölümü mezunu Çetin Acar’ı dinlendi. (Çetin acar bu örgüte 11 yaşında iken girmiş.)

Namusu şerefi ve Allah’a yemin ederek itirafçı olan Çetin Acar, (15 Temmuz nifak harekâtını yapan ekibin) 3 bin kişilik ‘fuhuş ordusu’ kurduğunu, kendilerine karşı çıkan yargı mensupları, siyasiler, yüksek rütbeli komutanlar ve milletvekillerinin koynuna bunları sokup şantaj yaptıklarını itiraf etti. Acar ‘fuhuş Ordusu’nun başında da eski emniyet müdürü Cihangir Çelik’in olduğunu” olduğunu anlattı.” 
Haber kaynakları: 1.www.nabizhaber.com › Türkiye 12.1.2017 2.http://www.tevhidhaber.com/ Türkiye 12.1.2017 3. http://www.habervaktim.com/haber/496967/feto-itirafcisi-3-bin-kisilik-fuhus-ordusu

Kitap Yüklü Merkep örneği: “Kendilerine Tevrat verilip sonra onu taşımayanların meseli, ciltlerle kitap taşıyan merkebin meseli gibidir.” (Cuma suresi 5. Ayet)

Ayet, Tevrat’ı bilip de onun gereğini yerine getirmeyen yahudileri âlimlerini, ciltlerle kitap taşıyan merkebe benzetir. Kitap yüklü merkep misali, ilmiyle amel etmeyen âlimleri nazara veren çok önemli bir örnek olduğu gibi ayrıca bu örnekte herkesin alacağı bir hissesi vardır.[784] Merkebin kıymettar kitaplar taşımaktan payı, ancak ağırlık ve yorgunluktur. Onların manalarını bilmez, onlardan faydalanamaz, onların sahibi değildir.[786]111

2.İman ve nifak birbirine zıddır?

a)“Hidayet ve dalalet birbirine zıt kavramlardır. (Çünkü) Hidayet yola varmak, dalalet yola hiç varmamak veya yoldan sapmaktır. “Bunların hidayeti verip dalaleti satın almaları zarar üzerine zarardır. Dalaleti almakla hüsrana düştükleri gibi, hidayet gibi büyük bir nimetten de mahrum kalmışlardır.”[743] Çünkü ticaretten maksat, sermayeyi muhafaza ile beraber kazançtır. Bunlar ise, sermayeleri olan fıtrat-ı selime ve aklı zayi etmişlerdir.[744]”112

b)Bununla beraber: “İnsanın musibet ve elemlere karşı nokta-i istinadı ve ihtiyaç ve emellerini tesviye için nokta-i istimdadı olan imanın üç hassası vardır.
 Birincisi: Nokta-i istinadından neş’et eden izzet-i nefistir. İzzet-i nefsi olan, başkalarına kendisini zelil göstermeye tenezzül etmez.
 İkincisi: Şefkattir. Şefkati olan, kimseyi tahkir ve tezlil etmez.
 Üçüncüsü: Hakikatlere ihtiram etmek ve yüksek şeylerin kıymetini bilmekle istihfaf etmemektir.

Kezâlik, imanın zıddı olan nifakın da üç hassası vardır.
 Birincisi: Zillettir.
 İkincisi: İfsadata meyletmektir.
 Üçüncüsü: Başkalarını tahkir etmekle gururlanıp zevk almaktır.”113

3.Niçin münafık kâfirden daha tehlikelidir?

“S – Kâfirlerin zemmi hakkında yalnız iki âyetle iktifa edilmiştir. On iki âyetin hülâsasıyla münafıklar hakkında yapılan itnab neye binaendir?
C – Münafıklar hakkında itnabı, yani tatvili icap ettiren birkaç nükte vardır:

Birincisi: Düşman meçhul olduğu zaman daha zararlı olur. Kandırıcı olursa daha habis olur. Aldatıcı olursa, fesadı daha şedit olur. Dâhilî olursa, zararı daha azîmolur. Çünkü dâhili düşman kuvveti dağıtır, cesareti azaltır. Haricî düşman ise, bilâkis, asabiyeti şiddetlendirir, salâbeti arttırır. Nifakın cinayeti, İslâm üzerine pek büyüktür. Âlem-i İslâmı zelzeleye maruz bırakan nifaktır. Bunun içindir ki, Kur’ân-ı Azîmüşşan, ehl-i nifaka fazlaca teşniat ve takbihatta bulunmuştur.

İkincisi “İstihza, hud’a, ikiyüzlülük, hile, kizb, riya gibi kötü ahlâklar münafıkta var. Kâfirde o derecede yoktur. Bu cihetten münafıklar hakkında itnab yapılmıştır Alelekser münafıklar, ehl-i kitaptan oldukları için, şeytanî bir zekâ sahipleri olup, daha hilekâr, daha desiseci olurlar. İşte bu durumdaki münafıklar hakkında itnab, yani tatvîl-i kelâm, ayn-ı belâgattır.

Üçüncüsü: Alelekser münafıklar, ehl-i kitaptan oldukları için, şeytanî bir zekâ sahipleri olup, daha hilekâr, daha desiseci olurlar. İşte bu durumdaki münafıkla hakkında itnab, yani tatvîl-i kelâm, ayn-ı belâgattır.”114

4. Münafıklar ne yapalım “fesadımız fıtrîdir” deyip kurtulamazlar
a) “Nur-u imanın, insanın bütün ef’al ve âsârına sıhhat ve istikameti vermek, şanındandır. Ve yine anlaşılır ki, fesad kalbdedir. Bir şeyin esası, kalbi bozuk olursa teferruatını tamir etmek bir faideyi teşkil etmez. Ve yine anlaşılır ki, fıtrattan hakikat çıkar. Fıtrat, hakikatlere merci bir masdardır. Fesat ve harap ise ârızî bir marazdır. Çünkü eşyada asıl sıhhattir. Maraz ise ârızîdir. Binaenaleyh, onlar, “Nifak ve fesadımız fıtrîdir. İhtiyarî olmadığından mûcib-i ceza değildir” diye itizarda bulunamazlar.”115

b) Çünkü: Bakara Sûresi,16 ayetinde: اِشْتَرَوْا “Satın aldılar” (denilmesi) münafıkların “Hidayeti terk edip dalâleti aldığımız, fıtratımızın iktizasıdır, ihtiyarımızla değildir” diye yapacakları mâzeretin reddine işarettir. Evet, sanki Kur’ân-ı Kerim onlara diyor ki: “Cenâb-ı Hak re’sülmal olarak size uzun bir ömür vermiştir. Ve ruhlarınızda da kemâlât istidadını bırakmıştır. Ve hidayet-i fıtrıyenin çekirdeğini de vicdanınıza dikmiştir ki, saâdeti alasınız. Hâlbuki sizler saâdete bedel, lezâiz-i fâniye ve menafi-i dünyeviyeyi alıyorsunuz. Demek, su-i ihtiyarınızla, dalâlet mesleğini hidayet mesleğine ihtiyar ve tercih etmekle, hidayet-i fıtriyenizi ifsat, re’sülmalınızı da zayi ettiniz.”116

5. Münafıklar muhkem ayetleri tevil ederek fitne çıkarırlar:
Kuran’daki; “Müteşabihat (ile muhkemat konusu) meselemizle (doğrudan) ilgilidir. Kur’ân’ın bir kısım ayetleri muhkem, bir kısım ayetleri müteşa¬bihtir. Muhkem asıl, müteşabih fer’dir.[293] Yani muhkem ayetler, Kur’ân ağacının kökü, müteşabih ayetler ise, o ağacın dalları durumundadır. Cenab-ı Hak, şu ayette muhkem ve müteşabihin esaslarını bildirir:
“Sana Kitab’ı indiren O’dur. Onun bir kısmı muhkem ayetlerdir, bunlar Kitab’ın anası (esası)dır. Diğerleri ise müteşabihtir. Kalblerinde şüphe bulunanlar, fitne niyetiyle ve te’viline gitmek için müteşabih ayetlere uyarlar. Hâlbuki onun te’vilini ancak Allah bilir ve ilimde rasih (kökleşmiş) olanlar “Ona inandık, hepsi Rabbimizin katındandır” derler. Bunları ancak akıl sahibi olanlar düşünürler.”[294]”117 (Âl-i İmran 7. Ayet)

Kalplerinde şüphe hastalığı bulunan bir kısım ehl-i nifak müteşabih ayetleri fitne çıkarmak niyetiyle cumhura ve ehl-i sünnete muhalif bir şekilde tevil ve tefsir etmeleri, müşebbihe ve mücessime gibi sapık mezheplerin ortaya çıkmasına sebeb olmuştur.

Zamanımızdaki bir kısım ehl-i nifak, değil mütaşabih ayetleri muhkem ayetleri bile, Kuran’ın esasatına ve akaidine zıt bir anlam yükleyerek, fitne ve fesat ateşini körüklemişler. Mesela: Kuran’ın muhkem ayetlerinden birisi olan Âli İmrân suresindeki:
“Şüphesiz Allah katında (yaratılışları bakımından) İsa’nın durumu, Âdem’in durumu gibidir: Onu topraktan yarattı. Sonra ona “ol” dedi. O da hemen oluverdi.)” (3/Âl-i İmran, 59: ayetini Kalplerinde şüphe ve nifak hastalığı olan bazı ulamai’s-sû: Hz Âdem (as) ve Hz İsa (as)’ın babasız olduğunu iddia ederek ehli iman arasında şüphe ve nifak tohumlarını saçmışlardır.

6. Münafıkların dini ve içtimai yapıları:
Kur’ân-ı Kerim Münafıkları imani yapıları ve içtimai özelliklerine göre iki sınıfta ele almıştır. Zamanımızda ortaya çıkan “Asya Münafıkları, Avrupa zalim kâfirleri ile bir kısım Vatikan kaselisleri” de, aynen Kur’an’ın belirttiği gibi, dini içtimai ve coğrafi şartlara uygun olarak, farklı sınıflar ve kademelere göre yapılanmışlardır. Yukarıdaki bölümlerde de kısmen temas edildiği gibi, Medine münafıkları ile zamanımızda ortaya çıkan nifak ehl-i arasında, müşterek genetik yapıları itibariyle çok büyük benzer özellikler vardır.

Şöyle ki:
1) Dini bakımdan:
 a)Amelî nifak ehli
 b)Müteredditler ve kararsızlar
 c) İtikadî nifaka düşenler

2) İçtimai hayat bakımından: Bakara Sûresi, 19. ayetinde Kur’ân-ı Kerim süflî ve gayr-ı süflî olarak münafıkları iki kısma ayrılmıştır:118

a) Birisi: süflî ve âmi olan tabakadır. (Aklını kullanmayıp gelen emri aynen uygulayanlar)

b) İkincisi: kibirli, gururlu, güya yüksek tabakadır. (fitne ve fesadı kurgulayıp planyanlar ve finansa edenler)

3) Asya Münafıkları, Avrupa zalim kâfirleri ile bir kısım Vatikan kâselisleri ise:

a) Sadece ibadet ve ticaret ile uğraşan aklını kullanmayan, üst tabakaya bilerek veya bilmeyerek lojistik destek sağlayan safdirik veya safderun Müslümanlar.

b) Kamuoyunda ‘üst akıl’ veya üst akla casusluk yapanlar olarak tanımlanan, ihanet nifak ve fesat şebekesi de Asya Münafıkları veya Vatikan kâselisleridir.

c) “Tarih boyunca Müslümanlara karşı işlenen hiçbir ihanet; zahit ve mürşit rolüne girip zihin ve gönülleri alt-üst ederek (ümmet-i Muhammed-i) birbirine düşüren bu münafıkların ihanetinden daha büyük olamaz”119

Kur’ân-ı Kerim, bütün bu nifak şebekelerinin, kademe derece ve sınıflarının masum olmayıp mazeretlerinin de olmadığını şu şekilde anlatıyor. وَلاَ تَرْكَنُوا اِلَى الَّذِينَ ظَلَمُوا فَتَمَسَّكُمُ النَّارُ “Zulmedenlere en küçük bir meyil dahi göstermeyin; yoksa Cehennem ateşi size de dokunur.” (Hud suresi, 113 ayet)” âyet-i kerimesi fermanıyla, zulme değil yalnız âlet olanı ve taraftar olanı, belki ednâ bir meyil edenleri dahi dehşetle ve şiddetle tehdit ediyor. Çünkü rıza-yı küfür küfür olduğu gibi, zulme rıza da zulümdür.”120

d) 1990 yıllardan sonra Avrupa ve ABD’nin belirlediği yeni dış politika hedefine göre, İslam dünyasındaki, tasavvuf grupları ve tarikatlar kontrol edilerek Avrupa ve ABD’nin iradesine tabi hale getirilip, “Son Haçlı Seferi” hızlandırılma kararı alınmıştır. Bunun ilk denemesi ABD Irak’ı işgali sırasında yaşanmıştır. Süleymaniye civarındaki bir aşiretin lideri ve aynı zamanda nüfuzlu bir tarikat şeyhi olan Kesnizani, CIA ve MOSSAD tarafından ele geçirilmesiyle, Amerikan işgal güçleri adeta ellerini kollarını sallaya sallaya işgali gerçekleştirmişlerdi. Çünkü Kesnizani şeyhine bağlı olan ordudaki üst düzey komutanlar şeyhlerinden aldıkları emir üzerine hiçbir savunma yapmamışlardır. Kaynak: http://www.anahabergazete.com/abd-hacli-savasinda-kullanacagi-islami-tarikatlari-nasil-arastirmis-haberi

e) 1990 yıllardan Irakta oynanan oyun 15 Temmuz 2017 tarihinde aynen ülkemizde de oynanmış, fakat basiretli ve hamiyetli Müslümanların ve vatandaşların ve idarecilerimizin, gayreti ile Canab-ı Hak ülkemizi o felaketten korumuştur.

Dipnotlar

1. TDV: cilt: 31, sayfa: 565-568
2. ,, ,, ,, ,, ,, ,,
3. İ.İcaz Sh: 124
4. Hasan kurt. İslam inancına göre Nifak ve Münafık. Sh.93
5. TDV: cilt: 31, Sh: 565-568
6. İ.İcaz. Sh: 122
7. Hasan kurt. İslam inancına göre Nifak ve Münafık sh.89
8. İ.İcaz: Sh: 125
9. ,, ,, .160
10. ,, ,, ,, .158
11. Hasan kurt. İslam inancına göre Nifak ve Münafık Sh.44
12. ,, ,, ,, ,, ,, ,, ,, Sh:30
13. ,, ,, ,, ,, ,, ,, ,, Sh. 97
14. Lemalar: Sh: 32
15. Hasan kurt. İslam inancına göre Nifak ve Münafık S.64
16. Ali Rıza Temel. İslam davası ve münafıklar. Sh: 14
17. TDV. 26.cilt s. 536
18. Hasan kurt. İslam inancına göre Nifak ve Münafık. Sh: 69
19. Hutbe-i Şamiye. Sh 98
20. İ.İcaz: Sh: 185
21. Hasan kurt. İslam inancına göre Nifak ve Münafık Sh: 106
22. ,, ,, ,, ,, ,, ,, Sh.135 Sakarya üniversitesi ilahiyat fakültesi dergisi 13 / 2006
23. Hasan kurt. İslam inancına göre Nifak ve Münafık Sh: 76-82
24. İ.İcaz. Sh:117
25. Hutbe-i Şamiye. Sh: 89
26. Sözler. Sh: 873
27. ,, Sh: 479
28. Hutbe-i Şamiye. Sh: 89
29. İ.İcaz: Sh: 131-132
30. ,, Sh: 117
31. Hutbe-i Şamiye. Sh: 89
32. Ali Rıza Temel. İslam davası ve münafıklar. Sh: 9
33. ,, ,, ,, ,, ,, ,, ,, ,, : 10
34. Hasan kurt. İslam inancına göre Nifak ve Münafık Sh: 78
35. Barla Lh. Sh. 372
36. Hasan kurt. İslam inancına göre Nifak ve Münafık Sh: 81
37. Ali Rıza Temel. İslam davası ve münafıklar. Sh: 9
38. T.D.V: 22. Cilt. Sh: 214
39. İ.İcaz. Sh: 127 NOT: (Bu meal yeni Asya ya göredir)
40. Mektubat. Sh:68
41. Sözler. Sh: 521
42. İ.İcaz. Sh: 228
43. ,, ,, : 128
44. ,, ,, : 130
45. ,, ,, : 131
46. ,, ,, : 137
47. ,, ,, : 137
48. ,, ,, : 146
49. ,, ,, : 171
50. ,, ,, : 147
51. ,, ,, : 134
52. Tevbe suresi 124. ayet
53. Hasan kurt. İslam inancına göre Nifak ve Münafık Sh.10 Bilgisayar.
54. Tevbe suresi 75. ayet
55. İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/110-111)
56. Ali Rıza Temel. İslam davası ve münafıklar. Sh: 10
57. Sefa Mürsel. Devlet Felsefesi. Sh. 316
58. İ.İcaz Sh: 206
59. ,, ,, :123-144.
60. Ali Rıza Temel. İslam davası ve münafıklar. Sh: 37
61. http://www.lichtstr.de/smf/index.php?topic=1449,0 TÜRKÇE FORUM ›
62. Elmalılı Hamdi Yazır. 4. Cilt sah: 2611
63. TDV. 31.cilt Sh. 536
64. Hak Dili Kur’an Dili. 1. Cilt. Sh.
65. TDV. 39. Cilt sh.266
66. Hasan kurt. İslam inancına göre Nifak ve Münafık sh.134
67. Mektubat. Sh: 71
68. Lemalar. Sh: 32
69. TDV. 39. Cilt sh.266
70. TDV. 39. Cilt sh.267.
71. Mektubat. Sh. 672
72. İlk dönem eserleri: Sh. 542Hutbe-i Şamiye ( 7 / 89)
73. İ.İcaz Sh: 235-6
74. ,, ,, : 249
75. ,, ,, : 138.
76. Nisa Suresi 137. ayet
77. İ. İcaz. Sh: 148
78. Hasan kurt. İslam inancına göre Nifak ve Münafık. Sh.111
79. ,, ,, ,, ,, ,, ,, ,, Sh. 133
80. İ.İcaz. Sh: 148
81. Hasan kurt. İslam inancına göre Nifak ve Münafık Sh.127
82. Kastamonu Lah. Sh.188
83. Ali Rıza Temel. İslam davası ve münafıklar. Sh: 40
84. ,, ,, ,, ,, ,, Sh: 51
85. Hasan Kurt: ©Sakarya üniversitesi ilahiyat fakültesi dergisi 13 / 2006, s. 131-160 Sh: 143.
86. İ.İcaz. Sh: 124
87. ,, ,, :18
88. İ.İcaz. Sh: 309
89. ,, ,, : 141
90. Prof. Dr. Bedreddin Çetiner. Esbab-ı Nüzul 1.cilt Sh.176
91. Münazarat. Sh: 471
92. İ.İcaz: sh:18
93. Kur’an’da teşbih ve temsiller, Şadi Eren Sh: 100
94. Ali Rıza Temel. İslam davası ve münafıklar. Sh: 85
95. İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:3cilt.Sh: 525
96. İ.İcaz Sh: 147
97. ,, ,, : 144
98. ,, ,, : 149-150
99 Ali Rıza Temel. İslam davası ve münafıklar. Sh: 60
100. Kırık testi. Sh: 13
101. Ali Rıza Temel. İslam davası ve münafıklar. Sh: 90
102. ,, ,, ,, ,, ,, Sh: 91.
103. ,, ,, ,, ,, ,, Sh: 89
104. Peygamberler Tarihi. Asım Köksal.1. cilt. Sh: 273
105. ,, ,, ,, ,, 2. Sh: 61
106. http://www.ulke.com.tr/guncel/haber/694919-marmaristeki-suikastci-11-asker-tutuklandi
107. İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:3cilt.Sh: 525
108. İ.İcaz. Sh: 311
109. TDV. 44.Cilt: sayfa: 391
110. T.D.V. 5.Cilt. sayfa: 389
111. Kur’an’da teşbih ve temsiller, Şadi Eren Sh: 92
112. ,, ,, ,, ,, ,, Sh 86
113. İ.İcaz. Sh: 147
114. ,, ,, : 122-123
115. ,, ,, : 132
116. ,, ,, : 158
117. Şadi Eren kuranda temsil ve teşbih. Sh: 37 (ali İmran 7. Ayet)
118. İ.İcaz. Sh: 175
119. Ali Rıza Temel. İslam davası ve münafıklar. Sh:108-9
120. Mektubat. Sh. 361

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Leyle-i Berat Hakkında (Âyet, Hadis, Risale-i Nur)

BERAT: Nişan, rütbe ve imtiyaz için verilen resmî belge, kurtuluş. Sitemizde Berat Gecesi ile İlgili yazılar …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
En Karanlık Gece

Devletin kılcal damarlarına sinsice sızan FETÖ'nün, o 15 Temmuz akşamı devletin silahlarını millete doğrultmasının üzerinden …

Kapat