Ana Sayfa / Uncategorized / “Asyacı”lık Ne Demek yahut Maarif Hayatıma Mukaddime-2 / M. Nuri BİNGÖL

“Asyacı”lık Ne Demek yahut Maarif Hayatıma Mukaddime-2 / M. Nuri BİNGÖL

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Mehmet Nuri BİNGÖL

mneminler5@mynet.com

Asyacı”lık Ne Demek yahut Maarif Hayatıma Mukaddime-2

” ’ASYA’ kelamı ve ruh meydanını gaspedenlere hatırlatma. ‘Biz her planda Asyacıyız.’ diyen zat Rahmetlik Necip Fazıl Kısakürek’tir. Diğer bir Rahmetlik Mustafa Nezihi Polat Ağabey bu ismi hem bu tedaiden, hem de Üstad’ın “Eddai”sinde geçen “Zemin-i Asya” tamlamasından istihraç etmiştir. ” Enbiyanın ağlebinin Asya’da zuhuru…” meselesi ise kaynağının ne olup ne olmaması gerektiğini zaten izahtadır. Sadece -şimdi- yalpalayan “paralelci kankası” bir mevkutenin “ismi ve cismi” değildir.”

Fakülteden mezuniyetten sonra altı ay denediğim basın hayatımla alakalı diyebilecek çok ibretlik hatıram var ama “kol kırılır yen içinde kalır” ve “ bazı ifsadat perde altında kaldıkça zarar vermez” ihtarından dolayı – bu yazının dar sularında- temas etmeyeceğim. Sadece, en başa aldığım ve biraz reforme ettiğim ifadeyi not düştükten sonra Anadolu’nun bağrına atılmıştım.

Yaptığım – altı aylık tecrübe ile kati kanata vardığım- istila edilmiş kaleyi bir açıdan içerden, bir açıdan da civardan yeniden kuşatmaktı. Zaman gösterdi ki o günkü masumiyetim “ dermanın hadden geçmesi” gibi bir “Hayalilikten” başka bir şey değilmiş. Gözünüz önünde, aşılması pek kolay zannettiğiniz tepe hiçbir vakit ehemmiyetli değildir; ya o Seddi aşılmaz kılan ardındaki – bir bakıma- “derin” tepeler, sonra da dağlar…Bu hakikatı o gün de hisseden kalbimin sevkettiği parmaklarım, yazı makinasından neler döktürmüş diye baktım da, derin bir “ Hamdolsun” çektim. “ Bütün haller için Elhamdulillah!”“Bazıları binbir güçlüğe göğüs gerip de neden tepelere, zirvelere tırmanmayı pek severler diye düşündüğüm çok olmuştur. Hafızamdan türlü mısralar, çok sözler, çeşitli kinayeler baş uzatır uzatmasına, ama pek çoğunda, haksızlık olmasa da, eksiklik bulurum.İnsan kimi zaman kendini ispatlamak hissine düşermiş; öyle diyorlar. Bir şeyleri yenmek isteyenlerin gözlerini ilkbaşta çekiveren unsurların başında dağların gelmesinden daha normal ne olabilir? Hem yapılan, hem de düşünülen pek de haksız sayılmaz hani; sayılamazdı!.. Eğer oradan tekrar ‘inmek ‘ mecburiyet ve zarureti olmasaydı elbet…

Buna benzer sürü sepet meseleyi evirip çeviriyordu zihnim. İkindi sonrası idi; ‘ gün akşamlı’ idi. ‘Güneş batarken önce sararır’ diyen, sanki o vakti görmüşe benzerdi. Düşünceme -madem- yine tepeler, zirveler ve dağ silsileleri oturmuştu; bari “fukara” evimi kuşbakışı seyredenine – şöyle bir – tırmanmalıydım.

Evden çıktım; halimi gören, gemileri karaya vurmuş kaptan sanırdı. Yokuşa vurmadan önce temiz dağ havasını koklamalıydım bir; tedirginlik ve gerginlik atılabilirdi belki; şükür ki işe yaradı.

Adalelerin gerilmesi ve ter dökmesi, ardarda dizili sıradağlardan beter endişeleri -galiba – itekleyip duruyordu. Yamacını yarılayınca -orada bir çeşme vardır- asıl manzaranın önünü kapatan perdenin ‘bahem’, aniden, birden üst üste yığılmış kuruntularla birlikte sıyrıldığını anlayıp içim açıldı.

Dudaklara ihtiyarsızca takılan bir rast nağme ve hafif gülümseme…

Endişe koyuluklarıyla fikir karanlıkları tutunamayacaklar galiba; hadiseleri tam ve doğru anlama manasındaki “güzel görme” alışkanlığı tekrar avdet edecek gibi dünyama… Bu iyi işte.

Vadiden sonra başlayan ormandan dönenler, zihnimdeki son ağları da temizledi; kadınlar, erkekler, çocuklar…Merkep ve katırlar uzun dallarla yüklü; çam ve ardıç dalları. Yörenin çalışkan insanları tarlalarından dönerken, Orman İdaresi’nin işaretlediği kuru ve yaşlı bedenleri devirmeden duramamışlar demek ki…

Fazla oyalanmazdım onlarla; asıl manzara kuzeydoğuda idi çünkü; – Allah’ım – ne manzara idi. Zirvesindeki beyazlığın ancak yazın silindiği Akdağ’lar, peysajı tamamen kapatmıştı. Etekleri elma, vişne, kiraz bahçeleri; biliyorum. Yamaçlarda zümrüt çamlar; oradan bile iyi görülüyordu.’ Acaba haklı mıydım?” sualini cevaplayabilecek halde miyim; emin değilim.

Yalakta köpüren sulara aldırmadan kenarına oturuyorum, içcebimizden çıkarılan kağıtta çiziktirdiklerim – orada – daha sevimli geliyor bana; sesler duyar gibiyiz. Takırtılar, şakırtılar, gönül naraları…

Hindikuşlar – şimdi – böyle ak paktır; kışın çatlayan , kanayan, moraran, donan, düşman bombalarından yanan eller, baharın ılıklığında onmaya durmuştur belki… Helikopterler yine -pır pır – insan avına çıkmışlardır. Ama dağlar onların; onlar dağların. Acaba haksız mıydım? Anlamak için satırlara bakıyorum yine ; kimbilir neler yazmışım fi tarihinde ve İstanbul’dan memlekete geçme “mecburiyeti” doğunca…

Dağlar bizim yüreğimiz, herşeyimiz…Oralardan kopup gelmişiz, oraları çekecek zihnimiz. Ufuklarda gene onlar, kuşatmışlar çepeçevre… Dağlar bizi dağlamadı, dağlayamaz. Bağır verdi boralara, taunlara, Calutlara… Coşkun Fırat ordan doğar, müştak Ferhat onu deler biteviye…Ya ne eser oralardan; bilmez miyiz; dağlar bizim yüreğimiz.“

Nazarımızı bunlar için mi evirir çevirir kendine bağlardı?.. Zümrüt çamlar hatırlatmada; “ Uhud bizi sever, biz de Uhud’u…” Bunu da yazmış mıyız? Hira unutulmuş mu yoksa?

Her hakikat oraya iner, oradan akseder yüceliklere… Kol gerer, kanat gerer her ayak izine, gönül azmine. Hangi uzaklığın pençesinde salınsalar da, davet türküleri bestelerler daima. Gözlerimiz nur bağırlı dağlardadır; Hira’dadır, Tur’dadır, Cudi’dedir, hepsinde. Öte yandan Erek’te, Başit’te,Yuşa’da, Çam Dağı’nda…”

Gözlerimiz nur bağırlı dağlardadır. Sanırlar ki onlar taş bağırlıdır ve kendilerine sunulmuş birer sofradır; “Han-ı Yağma” misali… Yanılmaları bu bakımdan haksız, kuşkuları o yüzden sınırsız. Asım’lar, Nesl-i cedid’ler, İbrahim ve Mehmed’ler… Ya Zekailer?

Çamdağı’ndan bihaber olanlara, gel de onları anlat. Ama ne gam; dağlar bizim yüreğimiz.“

Öyle bir devreye çatmıştı ki irfan dünyamız, “Üç Tepe” denilen bir sacayağına oturtulmak istenmişti. İstendi de ne oldu?.. Edebiyat-belağat- “mevkute” sayfaları insana yakışmaz, insan tanımaz, insan anlamaz beyinciklere emanet edildi. Güller solmuştu, bülbüller ‘hamuş’, havuz ‘tehi’, gülistan ise ‘harab ‘ olmuştu.

O cüce tepelere – artık – zirvelerden bakacağız, ama bir bıraksalar.

Yine hüzün tülleri gerilecek zihnimize; en iyisi bumburuşuk kağıdı okuduktan sonra geriye dönmek.

Marşımızı her seherde onlar dokur. Domur domur günlere bağır açarlar şafak vakitleri… Kışı erken, baharı geç görürler; ama – çoğunun inadına- yine de görürler. Baharı  – geç de olsa – dağlarda yaşamalı. Geç görmek, hiç görmemekten elbette daha sevimli, daha “mücerreb”…. Müjdeler ve ihbarat oraya kapı açar, oralardan kapı açar.

Dağlar birer ana bağrı; tohum için toprak neyse, hepimize de aynı… Her hakikata kol germiş, kanat germiş; bilirsiniz. Dağlar bizim yüreğimiz.”

Mühin Notlar başlığıyla “çalakalem” ve – o an- bitiremediğim hissiyatımın devamı ve arka planı oldukça çetrefilli, bazen de “zülf ü yare dokunma” tehalükü taşıdığından alegorik konuşmak en münasibi. O ebadı geniş sohbeti de sonraya bırakmalı…

 

Ama şu bilinmeli; dağlar madem bizim yüreğimiz, onların bol olduğu Asya mekanı da bizim. O hem Alem-i İslam’ın birliğini temsildedir, hem de “ Eski çağların Cihangir ASYA ordularının torunları”nın ittihadının. Rahmetlik Necip Fazıl belki de o sebepten “ Biz her planda Asyacıyız demiştir.” Bu nam, sadece ve sadece Kongre Heyetine CHP adayı Ekmelettin’i destekleme kararı aldıran “bir” gazetenin –veya birilerinin- “tekel”ine aldığı bir isim değildir.

Yazar : Mehmet Nuri BİNGÖL

BİYOGRAFİ
1961’de Şanlıurfa/Birecik’te doğdu. İlkokul ve ortaokulu aynı ilçede okudu. 1982’de İstanbul Edebiyat Fakültesinden mezun oldu. Anadolu’nun çok yöresinde Türk Dili ve Edebiyatı öğretmenliği yaptı.
Yazgı, Köprü, Bizim Külliye dergilerinde hikâye, deneme ve makaleleri yer aldı. Gap Gündemi, Tasvir, Yeni Nesil gazetelerinde yazıları yayımlandı. Birecik yıllıklarına alınmış şiirleri, yaptığı derlemeleri ve değişik site ve kitaplara alınmış makale, mülakat ve köşe yazıları bulunuyor.
Kitaplaşan iki eseri ve tefrika romanları Mehmet Nuri EMİNLER mahlasıyla yayımlanmıştır. Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliğine devam ediyor. Birecik’te temsilciliği açıldığı ilk günden beri Eğitim-Bir-Sen üyesi. Dört kızı ve üç torunu bulunuyor. Şanlıurfa/ Birecik’te ikâmet ediyor.

Tarık Buğra ile yaptığı mülakatın iktibas edildiği eserler:
Politika Dışı (Tarık Buğra)
Tarık Buğra’yla Söyleşiler (Mehmet Tekin)

Hikâyelerinin İktibas Edildiği Eserler:
Kedinâme (M. Nuri Yardım, 2019)
Dergizan Yıllığı (Ramazan Seydaoğlu, 2020)

İktibas edilen mahalli derlemeleri:
Cumhuriyetin 50. Yılında Birecik Yıllığı
Cumhuriyetin 70. Yılında Birecik Yıllığı

Tefrika Romanları:
Yokuşta ( 1986)
Yokuşta Tırmanış-1 (1984)
Yokuşta Tırmanış- 2 (1988)
Kafkasya’da Sarp Ufuklar (1981)

Kitapları:
Sürgündeki Çeçenya (1. Baskı: 1996; 2. Baskı: 2000) Gençlik Yayınevi
Nur Üstad (Biyografi- Deneme; 2002) Erguvan Yayınevi
Siyahtan Turkuaza (15 Temmuz) [Hikâyeler] 2021. KDY yayıncılık
Ver Elini Türkmeneli [Gönül Sayhası-1] (Roman) 2021, KDY Yayıncılık
Azada Yürüyüş [Gönül Sayhası-2] (Roman), 2021, KDY Yayıncılık, "Bir Başka Çeşme" (2022- KDY- Öyküler)

Tüm Yazıları Göster
Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Önceki yazıyı okuyun:
Kadir Gecesi Hakkında

Leyle-i Kadir tıklayınız  

Kapat