Ana Sayfa / Yazarlar / Atların Lale Devri

Atların Lale Devri

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Atlar ve Develer..

Binlerce yıldır insanoğlunun hayatını kolaylaştıran, güzelleştiren, anlam ve değer katan canlıların başında elbette atlar ve develer gelir.
İnsanoğlunun yolunda yoldaş, sırrına sırdaş, kavgasında küheylan, yüküne hamal..
Motorların, motorlu arabaların, iş makinalarının, kamyonların, tren katarlarının olmadığı binlerce yıllık insanlık tarihi boyunca insanın ve insanlığın yükünü, çilesini çeken asil varlıklar.

İnsan ve insanlık için hayat atlarla, develerle daha bir kolay, daha bir güzel e yaşanılır olmuş binlerce yıl.

Peki atlar ve develer için de durum böyle mi?

Yani insanlar da atların ve develerin hayatlarına anlam ve değer katabilmiş, dünyayı onlar için de yaşanılır kılabilmişler midir?

Asya ve Afrika’nın pek çok ülkesinde, bölgesinde halen insanların, insanların yüküne hamal olduğuna dair bilgiler okuyor, belgeseller izliyoruz.
İnsanın bindiği arabaları çeken insanlardan,
insanların yüküne, karın tokluğuna hamallık eden insanlar varken halen dünyanın dört bucağında, atlara, develere safa sürdüren, adeta saltanat sürdüren insanlar var mıdır, olmuş mudur?
Yazık ki çoğu zaman hayır. Ama insanlıpın şerefini kurtaracak güzel insanlar da varolmuşlar elbette.
Öylesi insanlar gelmiş ki cihana, bırakın insanlığın değerini, şerefini yükseltmeyi, hayvanların şerefini bile yükseltmişler.

Peygamber Efendimiz sav ve devesi Kusva’yı hepimiz hatırlarız.
Nasıl bir sevgi, değer görmüşse Efendinizden, O (sav) vefat ettikten sonra yemeyip içmemiş mübarek hayvan.

Allah’ın emaneti canların, canlıların haklarını korumak dinimiz ve Peygamberimizin vasiyetidir hepimize aslında. Ama herkes bilmez. Bilen herkes uymaz, uyamaz.
Anadolunun çoğu köyünde, kasabasında kitapların yazmadığı öyle insanlar vardır ki, kendi öğünlerinden önce, kapısında, ahırında beslediği ağzı dili olmayan hayvanlarının karınlarını doyurmayı üzerlerine borç bilirler..
Tarihin kaydetmediği insanlar yanında az çok yazdığı yüce ruhlu insanlar da vardır ve bu insanlardan birisi, Candaroğlu İsmail Beydir.

Osmanoğulları ile aynı dönemlerde Çobanoğulları Beyliği’ne bağlı olarak yaşarken yine aynı dönemlerde, aynı beyliğin topraklarının iki farklı ucunda bağımsızlıklarını ilan eden iki beylikten, belki iki devletten biri olan Candaroğulları Beyliği’nin son beyi Kemalettin İsmail Bey, insanlık tarihine altın harflerle yazılacak bir insandır, beydir, devlet başkanıdır.
Fatih Sultan Mehmed Han’ın öz dayısıdır. Bu O’nun için iftihar vesilesi sayılabilecek bir payedir belki ama, en büyük talihsizliği de Fatih’le aynı dönemde yaşamış olmasıdır.
Eğer 1461 yılında savaşsız, kansız bir şekilde twrsinden bir birleşme olsaydı ve Osmanoğulları Candaroğullarına iltihak etseydi, Fatihi tanıdığımız, sevdiğimiz, övdüğümüz kadar ve haklı olarak Candaroğlu İsmail Bey’i tanıyor, seviyor, övüyor olacaktık.
Bu sevgiyi, övgüyü tamamen hakeden bir bey, bir sultan idi Kemaleddin İsmail Bey.
Kendisi âlim, ilim âşığı, âlim dostu, imarcı, garip dostu, hayır ehli, cömert, hamiyet ehli, merhamet ehli, adaletli, dinî salabeti son derece yüksek bir insan..
Kastamonu ve civarında, Candaroğulları Beyliği coğrafyasında, daha sonra vali olarak görevlendirildiği İznik ve Filibe civarlarında yaptırdığı onlarca eser, halen ayakta, halen bulunduğu yere değer, mana ve ruh katmaya devam ediyorlar. Kurduğu vakıflar ve vakfiyeleri, Fatih Sultan Mehmed Han ile boy ölçüşecek çapta ve ruhta..

Bıraktığı eserler içersinde en mühim, en muhteşem, en kapsamlı olanı, Kastamonu şehir merkezinde yaptırmış olduğu İsmail Bey Külliyesi, halk arasındaki adıyla ‘Aşağı İmaret’ Külliyesidir.

İsmail Bey’in Kastamonu’dan ayrılmadan önce yaptırdığı bu külliye içersindeki “Deve Hanı” hakkında koyduğu kural, kurduğu sistem, modern dünyanın bile kavrayıp tam olarak hayata geçiremediği bir sistemdir.

İpek Yolu, Baharat Yolu ve Kürk-Köle Yolu üzerindeki mühim güzergahlardan biri olan Kastamonu, bölgesinin ilim, irfan, medeniyet, siyaset ve idari merkezi olmasının tanında ticari hayat bakımından da oldukça zengindir. Tüccarların, seyyahların en mühim uğrak yerlerinden biridir. Kastamonu bu yüzden hanları, bedestenleri, ‘kapan’ları bol olan bir şehirdir.
Candaroğlu İsmail Bey 1440 larda başlayıp, 1460 tan önce bitirdiği külliyedesindeki “Deve Hanı”na uğrayan kervan ve deve sahiplerine belki tarihte ilk defa İstiab Haddi kuralı koyar ve uygular.

Sistem basittir;
Hanın girişine, biri büyük ve geniş, ikincisi nisbeten daha dar ve küçük iki kapı yaptırır.
Yüklü deve ilk kapıdan yükü ile birlikte girecek, yükleri orada üzerinden alınacak ve deve yüksüz bir şekilde ikinci kapıdan geçip hana yani ahıra girecek. Devenin bağlandığı yere ahır değil de han adını vermesi bile eşsiz bir zarafettir ama elbette bunun çok daha ötesinde bir uygulama yapar İsmail Bey.
Deve ilk kapıdan yüküyle birlikte giremez, kapıdan sığamazsa, fazla yük yükleyip hayvana eziyet ettiğinden dolayı deve ya da kervan sahibine ceza kesilecek diye bir kural koyar ve uygular.
İstiab haddi uygulamasının tek ölçüsü elbette bu hanın kapısı değildir, başka ölçüler de kullanılıyordur ama bu sistemi düşünmek ve uygulamak engin bir merhametin, hamiyetin, cesaretin, ferasetin, adaletin, ileri görüşlü, derin ufuklu devlet adamlığının göstergesidir.
Bu uygulamayı ilk defa duyan misafirlerimizin hayranlık ifadeleri yanında “milletten haraç kesmek, vergi toplamak için bir taktiktir” gibi çalakalem ithamlar da duymuyor değiliz.
Bir kısım insanımız inanamıyorlar. İslam coğrafyasında böyle medeni uygulamalar olabileceğine inanmamak üzerine kurgulanmış;
hele hele Kastamonu gibi kenarda, köşede kalmış bir şehirde böylesi muazzam uygulamaların olamayacağı algısıyla programlanmış insanlarımızdan bunları duymak beni şaşırtmıyor elbette ama medeniyetimiz, tarihimiz adına üzmüyor değil.
Bu kadar mı yabancı, bu kadar mı yaban, bu kadar mı Fransız’ız kendimize diye hayıflanmadan edemiyorum.

İsmail Bey’i bilmeyen, o dönemki Kastamonu’nun medeniyet seviyesini bilmeyen, kendi şehirleriyle kıyaslayıp belki biraz kıskanan insanlar da bu tür bir argüman geliştiriyorlar, bunu da anlayabiliyorum.
Candaroğulları o dönem Türk- İslam coğrafyasının en zengin, en müreffeh şehirlerinden biri.
Yani üç kuruşluk cezadan gelecek akçeye muhtaç olan bir devlet değil.
Ayrıca, ticaret yollarından mühim servetler kazanan şehirler, beylikler ve devletler, tüccarı kendine çekmek için ellerinden gelen tüm imkanları kullanırken, tüccarı kaçırtabilecek uygulamaların arkasında yatan nedeni iyi okumak gerekir. Bu arkadaşların mantığı doğru olsa, İsmail Bey bu işe hiç kalkışmaz. Zira uygulama uzun vadede kazandırmaz, kaybettirir.

İsmail Bey’in bu kuralı koymasındaki maksadın para olmadığına başka deliller de var.
Mesela, aynı külliye içersinde bulunan  İsmail Bey Camii’nin içine kurdurduğu aşevi ile her gün aç, muhtaç, fakir fukara, yolcu, misafir, ilim talebesi, alim.. isteyen herkese ücretsiz yemek dağıtan bir sistem ve vakıf da kurmuş olması;
Kastamonu’ya gelen ilim adamlarının bu şehirde hiç bir şekilde para harcamadan yaşamalarına imkan verecek bir sistem kurmuş olması, ilim adamlarına hanların bedava, yemeklerin bedava olmasından başka, üstüne üstlük kendilerine bir de maaş bağlanması, İsmail Bey ve Candaroğulları Beyliğinin deve sahibinden kazanacağı üç kuruşa muhtaç olmadıklarını gösterir.

Son günlerde, son zamanlarda gündem olan  İstanbul-Adalardaki atlar, atlı faytonlar, atların maruz kaldıkları içler acısı durumlar bana İstanbul’un fethi yıllarında Kastamonu’da “atların ve develerin lale devri”ni hatırlattı.
Atlara, develere bile lale devri yaşatan güzel insanların hatırlatılması gerektiğini hissettirdi.

Yaratılanı yaratandan ötürü sevmeyi öğreten, öğütleyen bir dine, böylesi muazzam bir tarihi mirasa, ecdada sahip ve varis olmak öyle bir şeref ki, hiç susmadan haykırılsa teridir..
Atlara, develere bile lale devri yaşatan Ulu Hakan İsmail Bey!..
Ruhun şad, kabrin nur, mekanın Cennet, yolun yolumuz olsun..

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Ölülere Kur’an Okumanın Faydasına Dair Bir Tahkik

Yazar: Eymen AKÇA Soru: Kur’an-ı Kerim’in ölülere okunmasında fayda var mıdır? Varsa nelerdir? Mesela Yâsin …

Kapat