Ayasofya ve Bediüzzaman

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

AYASOFYA VE BEDİÜZZAMAN

     Öz

Nail YILMAZ

Bu makalede Bediüzzaman Hz. gençlik yıllarından itibaren hayatının ve ideallerinin bir parçası haline gelen Ayasofya’nın dini ve tarihi misyonunu  müzakere edeceğiz. 

Bu ana çerçeve içinde:

  • Bediüzzaman’ın Ayasofya’yı eserlerinde, tarihi, sosyal hayat ve imani bahisler ile nasıl irtibatlandırdığı, 
  •  Ayasofya’nın kutsiyetî ile beraber, maddî ve manevî kıymet ve ehemmiyeti,
  •  Bediüzzaman’ın 1923 tarihinde, Ankara hükümetine ve reisine Ayasofya misali üzerinden verdiği mesajların tarihî süreci ve zamanlaması,
  • Fatih’in Ayasofya Vakfiyesinde söyledikleri ile Bediüzzaman’ın Ayasofya temsiliyle M. Kemal’e söylediklerinin benzerliği,
  • Bediüzzaman’ın Ayasofya’nın tekrar camiye çevrilmesi ile ilgili faaliyetleri ve beyanatları,
  • Ayasofya’nın camiye çevrilmesi, âlem-i İslâmı ve bir kısım Hristiyan devletleri nasıl memnun edeceği, gibi konuları mütalaa edeceğiz.

 

Giriş:

Bediüzzaman’ın  82 yıllık uzun ve bereketli ömründe peşinden koştuğu en büyük hedeflerinden birisi Ayasofya’nın açılmasıdır.  Tarihî tesbit ve kayıtlara göre, Ayasofya’nın müzeye çevrilişinden itibaren bu kudsî mâbedin tekrar açılması O’nun bir gaye-i hayali olmuş.

Hz. Bediüzzaman hayatının üçüncü devresi diyebileceğimiz son kısmında,   diğer dönemlerine göre, hayat-ı içtimaî sahasında daha farklı adımlar atarak, din vatan ve millet hayrına ve menfaatine gördüğü meselelerde, Menderes hükümetinden, bazı talepleri olmuştur. Bunlar çok olmakla beraber en önemlileri üç tanedir:

  1. Ayasofya camisinin tekrar ibadete açılması.1
  2. Ezan gibi diğer şeair-i İslâmiyenin de ihyası.2
  3. R. Nurların Diyanet tarafından neşredilmesi.3

 Ve emsali bazı dinî ve millî meselelerin halli için, Menderes hükümeti ile irtibata geçerek taleplerini yetkili mercilere arz etmiş. Özellikle Ayasofya’nın açılması için, daha yoğun bir sa’y-i gayret sarf etmiştir.

Çünkü Onun Ayasofya camisine bakışı ve Ona yüklediği maddî ve manevî manalar sadece tarihî bir eser veya camii olmasının çok ötesindedir. 

Bediüzzaman için, Ayasofya İslam dünyası ve Osmanlı devletinin dinî ve tarihî misyonunu en kudsî manada temsil etmesi sebebiyle, Ayasofya’nın tekrar aslî hüviyetini döndürülmesi, yüksek bir ideal, kudsî bir dava haline gelmiş. Adeta Ayasofya’nın tekrar açılması Onun nazarında bir “kızıl elma” olmuştur.

Bediüzzaman Hazretleri’nin gençlik yıllarında Ayasofya külliyesinde ikameti ile başlayan birlikteliği, sonraki yıllarda O’nun ideallerinin ve hedeflerinin bir parçası haline gelmesi sebebiyle, Ayasofya ile o kadar hemhâldir ki, O kudsî mabedin maddî ve manevî özelliklerini ve ehemmiyetini her vesileyle nazara vermek, O’nun zihin dünyasında şuuraltı bir reflekse dönüşmüştür.4

R.Nur külliyatında da 35-40 yerde Ayasofya  camiinden bahsedildiği gibi, Son Şahitler’de ve birçok şifahi hatıralarda da Ayasofya camii, birçok farklı yönleriyle yer alır.

Bediüzzaman, Ayasofya Camisi ve çevresinde yaşamış olduğu birçok tarihî hadise ve hatıraları sebebiyle, eserlerinde birçok tarihî, sosyal ve siyasî hayata bakan pekçok mesajlarını Ayasofya camii ve misyonu üzerinden vermiştir.  

Ayrıca imanî, İslamî, kelamî ve içtimaî birçok meseleleri yine Ayasofya temsilleriyle anlatmıştır.  Mesela:

Ayasofya’nın tevhid bahisleri ve itikadî konular ile irtibatlandırdığı yerler:

1.“Nasılki meselâ Ayasofya kubbesindeki taşlar, eğer mimarının emrine ve san’atına tâbi’ olmazlarsa; herbir taşı, Mimar Sinan gibi dülgerlik san’atında bir mehareti ve sair taşlara hem mahkûm, hem hâkim olmak, yani “Geliniz, düşmemek, sukut etmemek için başbaşa vereceğiz diye bir hüküm sahibi olması lâzımdır.5

2.“Meselâ Ayasofya gibi kubbeli bir câmiin kubbesindeki taşlarını durdurmak vaziyeti ve muallakta durdurması bir ustaya verilse, o vaziyeti onlara kolayca verebilir. Eğer o vaziyete girmesi, taşlara havale edilse, herbir taş umum taşlara hem hâkim-i mutlak, hem mahkûm-u mutlak olmak lâzım gelir6

3.“vücud sahasında mahal ve makam, yalnız ve yalnız Vâcib-ül Ehad’a mahsustur. Eğer eşya kendi nefislerine isnad edilirse, her bir zerreye bir ulûhiyet lâzımdır. Meselâ: Ayasofya’nın bânisi inkâr edildiği takdirde, her bir taşı bir Mimar Sinan olması lâzım geliyor. Öyle ise kâinatın Sâni’a olan delaleti, kendi nefsine olan delaletinden daha vâzıh, daha zahir, daha evlâdır. Öyle ise, kâinatın inkârı mümkün olsa bile, Sâni’in inkârı mümkün değildir.”7

4.“Gayet vahşi bir adam muhteşem bir kışla dairesine girer. Gayet muntazam bir ordunun umumî beraber talimlerini, muntazam hareketlerini görür. Bir neferin hareketiyle; bir tabur, bir alay, bir fırka kalkar, oturur, gider; bir ateş emriyle ateş ettiklerini müşahede eder. Onun kaba, vahşi aklı, bir kumandanın, devletin nizamatıyla ve kanun-u padişahî ile kumandasını anlamayıp, inkâr ettiğinden, o askerlerin iplerle birbiriyle bağlı olduklarını tahayyül eder. O hayalî ip, ne kadar hârikalı bir ip olduğunu düşünür; hayrette kalır.

 Sonra gider.. Ayasofya gibi gayet muazzam bir câmie, Cuma gününde dâhil olur. O cemaat-ı müslimînin, bir adamın sesiyle kalkar, eğilir, secde ederek oturduklarını müşahede eder. Manevî ve semavî kanunların mecmuundan ibaret olan şeriatı ve şeriat sahibinin emirlerinden gelen manevî düsturlarını anlamadığından, o cemaatın maddî iplerle bağlandığını ve o acib ipler onları esir edip oynattığını tahayyül ederek en vahşi insan suretindeki canavar hayvanları dahi güldürecek derecede maskaralı bir fikirle çıkar, gider.”8

Bediüzzama’nın Ayasofya’yı tarihî ve sosyal hayat ile irtibatlandırdığı yerler:

1.Mısır Camiü’l-Ezherin meşhur Şeyhlerinden, Bahît Efendinin sualine: “Avrupa bir İslâm Devletine, Osmanlı Devleti de bir Avrupa Devletine hâmiledir. Bir gün gelip doğuracaklardır”9 diyerek verdiği o müthiş cevap,  Ayasofya’da kılınan namaz sonrasında yakındaki bir kıraathanede  olmuştur. 

2.Meşrutiyetin ilanı yıllarında “Ayasofya’da, Bayezid’de, Fatih’te, Süleymaniye’de umum ülema ve talebeye hitaben müteaddid nutuklar ile şeriatın ve müsemma-yı meşrutiyetin münasebet-i hakikiyesini izah ve teşrih10 etmiştir. 

3.“31 Mart hâdisesinde, bir nutuk ile, isyan etmiş sekiz taburu itaate getiren ve bir zaman gazetelerin yazdıkları gibi, İstiklal Harbinde Hutuvat-ı Sitte namında bir makale ile İstanbul’daki efkâr-ı ülemayı İngiliz aleyhine çevirip harekât-ı milliye lehinde ehemmiyetli hizmet eden ve Ayasofya’da binler adama nutkunu dinlettiren ve Ankara’daki Meclis-i Meb’usanın şiddetli alkışlamasıyla karşılanan ve yüzelli bin banknot -yüzaltmışüç meb’usun imzasıyla- medrese ve dâr-ül fünuna tahsisatı kabul ettiren”11 bir Zât’tır. 

4.Bediüzzaman “Bir nutuk ile binler adamı itaate getiren ve bir makaleyle binlerle insanları İttihad-ı Muhammedî Cem’iyetine iltihak ettiren ve Ayasofya Câmiinde elli bin adama takdir ile nutkunu dinlettiren12 bir Zât’tır. 

5.Meşhur Mevlidhan Hafız Ali Rıza Sağmanın naklettiğine göre; Ayasofya’da bazı vaazlarını ayakta verirdi.13 Bu vaaz ve nutuklarında meclis-i mebusan hazır olurdu.14

6.Yine Tarihçe-i Hayatta kendi ifadeleriyle:

“Kaç defa büyük içtimalarda, heyecanları hissettim. Korktum ki avam-ı nâs, siyasete karışmakla asayişi ihlâl etsinler. Türkçeyi yeni öğrenen köylü bir talebenin lisanına yakışacak lafızlarla heyecanı teskin ettim. Ezcümle: Bayezid’de talebenin içtimaında ve Ayasofya mevlidinde ve Ferah Tiyatrosundaki heyecana yetiştim. Bir derece heyecanı teskin ettim. Yoksa bir fırtına daha olacaktı”15 der.

“Bediüzzaman’ın bu ifadesinden anlaşılıyor ki; Beyazıt talebe içtimaında, Ayasofya mevlidinde ve Ferah tiyatrosundaki meşhur konferanstan başka, daha pek çok, büyük-küçük heyecanlı ve tahrikçi toplantılara koşmuş, yetişmiş ve teskin etmiştir. Zât-ı şerifleri o zaman herkes tarafından hürmetle karşılandığı için, nasihatleri te’sir ediyor ve o kalabalık heyecanlı toplantıları dağıtmaya muvaffak oluyordu16

7.“Meşrutiyeti herkesten ziyade şeriat namına alkışladım. Lâkin yine korktum ki, başka bir istibdad tekrar o zannı tasdik eder diye, ne kadar kuvvetim varsa Ayasofya Câmiinde Meb’usana hitaben feryad ettim. Ve söyledim ki: Meşrutiyeti, meşruiyet ünvanı ile telakki ve telkin ediniz. Tâ yeni ve gizli ve dinsiz bir istibdad, pis eliyle o mübareki ağrazına siper etmekle lekedar etmesin. Hürriyeti, âdâb-ı şeriatla takyid ediniz. Zira cahil efrad ve avam-ı nâs kayıtsız hür olsa, şartsız tam serbest olsa, sefih ve itaatsız olur. Adalet namazında kıbleniz dört mezheb olsun. Tâ ki, namaz sahih ola. Zira hakaik-i meşrutiyetin sarahaten ve zımnen ve iznen dört mezhebden istihracı mümkün olduğunu dava ettim. Ben ki, bir âdi talebeyim. Ülemaya farz olan bir vazifeyi omuzuma aldım.”17

Bediüzzaman’ın dünyasında ve nazarında Ayasofya:

Bediüzzaman’ın nazarında Ayasofya sadece İstanbul’daki cismanî ve coğrafi konumuyla sınırlı bir mekân değildir. Çünkü: 

Ayasofya;  Hz Peygamber (as)’ın methine mazhar olmuş mübarek beldenin kudsi bir mabedi ve Fatih tarafından ümmete hediye edilmiş küllî bir vakfıdır.18

Hem “Ayasofya, Hristiyanlığın, İslâmiyete devir ve tesliminin bir abidesidir. Bunun için kilise iken cami olmuştur.”19

 Ayasofya “Bu kahraman milletin ebedî bir medar-ı şerefi ve Kur’an ve cihad hizmetinde dünyada pırlanta gibi pek büyük bir nişanı ve Kılınçlar’ının pek büyük ve antika bir yadigârıdır.”20

Ayasofya, milyarlara değer antika bir pırlantadır.21

“Ayasofya muazzam bir câmidir”22

Âlem-i İslâm ve Asya’da (Ayasofya gibi) muazzam bir câmidir.23

“Ayasofya İslam’ın fecr-i sadığıdır”24

Hz. Bediüzzaman, Tarihçe-i Hayatta Ayasofya’nın ‘kudsî’ Sünuhat’ta ise ‘mukaddes’ bir ‘mabet’ olduğunu belirtir. Kâbe, Mescid-i Nebevi ve Mescid-i Aksa’dan sonra Ayasofya’yı da “mukaddes bir bina” bina olarak tavsif etmiştir. Ona ‘kudsiyet’ atfetmek gerçekten çok mühim bir tesbittir. 

Çünkü ‘kudsiyetin’ ancak ‘Nas’ ile sabit olması noktasında Ayasofya’ya ‘kudsiyet’ atfedilmesi mühim bir hakikatın habercisi gibi görünüyor. Ayasofya’nın ‘kudsiyeti’  ile ilgili ayet ve hadislerin tefsirleri ve işaretleri, dersin son bölümünde genişçe izah edilecektir. 

Bediüzzaman’ın 1923 tarihinde, Ankara hükümetine ve reisine Ayasofya misali üzerinden verdiği mesajların tarihî süreci:

Lemalar’daki Tabiat Risalesi şöyle bir açıklama ile başlıyor: 

“1338’de (1922) Ankara’ya gittim. İslâm ordusunun Yunan’a galebesinden neş’e alan ehl-i imanın kuvvetli efkârı içinde, gayet müdhiş bir zındıka fikri, içine girmek ve bozmak ve zehirlendirmek için dessasane çalıştığını gördüm. Eyvah dedim, bu ejderha imanın erkânına ilişecek! O vakit, şu âyet-i kerime bedahet derecesinde vücud ve vahdaniyeti ifham ettiği cihetle ondan istimdad edip, o zındıkanın başını dağıtacak derecede Kur’an-ı Hakîm’den alınan kuvvetli bir bürhanı, Arabî risalesinde yazdım. Ankara’da, Yeni Gün Matbaası’nda tab’ettirmiştim. Fakat maatteessüf Arabî bilen az ve ehemmiyetle bakanlar da nadir olmakla beraber, gayet muhtasar ve mücmel bir surette o kuvvetli bürhan tesirini göstermedi. Maatteessüf, o dinsizlik fikri hem inkişaf etti, hem kuvvet buldu.”25

Bunun üzerine Hazreti Bediüzzaman, 19 Ocak 1923 tarihinde Meclis-i Meb’usana hitaben yazdığı on maddelik bir beyanname neşreder.

Adı geçen beyannameden bir tanesini, Bediüzzaman Kâzım Karabekir Paşa’ya, M. Kemal Paşa’ya vermesi için verir. Aynı zamanda bütün kumandanlar ve meb’uslar da o beyannameyi okurlar. Kâzım Karabekir Paşa, beyannameyi bizzat kendisi M. Kemal Paşa’ya okur. Fakat her nedense M. Kemal Paşa buna çok hiddetlenir.”26

Daha sonra; “Milli Hükûmet erkânını ve meb’usları namaz kılmaya ve İslâmi şeair ve an’aneleri yerine getirmeye dair irşadkâr beyannamesinin dağıtılması, M. Kemal ile (Bediüzzaman) arasında şiddetli bir münakaşaya sebep olur.” 

 Şöyle ki:

M. Kemal “Hocam! Burası Millet Meclisidir, bu ne hal?.. Biz seni buraya çağırdık ki, bize yüksek fikirler beyan edesin. Sizin yüksek fikirlerinizden istifade edelim. Siz geldiniz, en evvel namaza dair şeyler yazdınız, aramıza ihtilâf verdiniz!” diyerek şiddetli bağırmış.

İstanbul Müftülerinden merhum A. Fikri Yavuz’un N. Şahiner’e şifahen anlattığı rivayetine göre, M. Kemal’in bu sözüne, daha çok hiddetlenen Bediüzzaman: “Evet, burası Milletin Meclisidir, senin babanın çiftliği değildir.” der. 

Daha sonra da şöyle devam eder: “Paşa, Paşa! Kâinatta en yüksek hakikat imandır. İmandan sonra namazdır. Namazı kılmıyan hâindir, hâinin hükmü merduttur..:” şeklinde ciddî ve sert bir mukabelede bulunur. Üstad’ın bu sert mukabelesi ve şiddetli cevabı karşısında M. Kemal Paşa hiddetini -zahiren- geri almış ve: “Hocam haklıdır…” diyerek işi yatıştırmış, hem de Bediüzzaman’a tarziye vermiştir.

…Zübeyir Ağabeyin Not Defterinde “M. Kemal ile münakaşasından sonra, O’nun Üstada karşı tarziye şeklini şöyle anlatıyor:

“Efendim, ben biraz evvel arkadaşlarımla yaptığım bir münakaşadan sonra buraya gelmiştim. Hiddetim size karşı değildir. Siz haklısınız” diyerek tarziye vermek suretiyle mukabelede bulunmuştur.”27

Emirdağ Lahikası’nda Üstad Hz. bu hadiseyi: ‘Bütün hissiyatını ve prensibini rencide ettiğim halde bana ilişmemesi, hattâ taltifime çok çalışması…”28 diyerek hülasa eder

Bu hadiseden sonra M. Kemal tarziyesini tekrar ile te’kid ve Bediüzzaman ile barış sağlamak, nüfûzundan istifade etmek,  kontrol altına almak ve kendi ideolojisine alet ve tâbi etmek için bir dizi,  çok cazip maddî tekliflerde bulunur. 

Şöyle ki:

  • “Meb’usluk, 
  • Dâr-ül Hikmet’teki eski vazifesini iade,
  • Şarkta Şeyh Sünusî’nin yerine vaiz-i umumîlik,  
  • Köşk tahsisi”29
  • ‘Üçyüz lira maaş’30

Üstad Bediüzzaman, M. Kemal ile yapmış olduğu bu münakaşadan sonra ne onunla siyasi mücadeleye girişir ve nede maddi tekliflerine teslim olur. Çünkü O, araştırmacı yazar Av. Ahmet Özkılınç beyin ifadesiyle: ‘Ne öfke, ne teslimiyet’ prensibi ve وَلاَ تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرَى 

âyetinin işaret ettiği üçüncü yolu yani ‘müsbet hareketi’ tercih eder. Kendisine altın tepside sunulan tekliflerin hepsini elinin tersiyle iterek Ankara’yı terk edip yeni bir iman hizmeti ve mücadelesinin zihnî ve ruhî hazırlıkları için ‘ikinci vatanım’ dediği Van’a gider. 

Çünkü Bediüzzaman: “Âlem-i İslâm’ı alâkadar eden ve bin üçyüz yıllık ümmetin, dehşetli tehlikesinden istiaze ettiği bir zamanın ve fitneyi ateşlendireceklerin (ahirzamanla ilgili bazı hadis-i şeriflerin işaret ettiği şahısların), kimler olduğunu anlamış bulunuyordu.’’31

M. Kemal’i çok öfkelendiren On maddelik beyannameden çok önemli bazı bölümler:

Şu inkılab-ı azîmin temel taşları sağlam gerek. Şu meclis-i âlînin şahsiyet-i maneviyesi, sahib olduğu kuvvet cihetiyle mana-yı saltanatı deruhde etmiştir. Eğer şeair-i İslâmiyeyi bizzât imtisal etmek ve ettirmekle mana-yı hilafeti dahi vekâleten deruhte32 etmesi lazımdır. 

 “Ekser Enbiyanın Asya’da, Şark’ta zuhuru ve ekser hükemânın, feylesofların Garpta gelmelerinin delâletiyle; Asya’yı hakiki terakki ettirecek, fen ve felsefenin te’siratından ziyade hiss-i dinîdir”33

“Enbiyanın ekseri şarkta ve hükemanın ağlebi garbda gelmesi kader-i ezelînin bir remzidir ki, şarkı ayağa kaldıracak din ve kalbdir; akıl ve felsefe değildir. Madem şarkı intibaha getirdiniz, fıtratına muvafık bir cereyan veriniz. Yoksa sa’yiniz ya hebaen-mensura gider veya sathî kalır.”34

Çünkü: “Hayat-ı içtimaiye-i beşeriyede bir çığır açan, eğer kâinattaki kanun-u fıtrata muvafık hareket etmezse; hayırlı işlerde ve terakkide muvaffak olamaz. Bütün hareketi şerr ve tahrib hesabına geçer. Madem kanun-u fıtrata tatbik-i harekete mecburiyet vardır”35 “Ey mücahidîn-i İslâm!  (Olan) Ey ehl-i hall ü akd!” O zaman sizde Âlem-i İslâm diyarı olan bu memleketin “Fıtratına muvafık bir cereyan veriniz. Yoksa sa’yiniz ya hebaen-mensura gider veya sathî kalır.”36 Çünkü: 

“Bu millet-i İslâmın cemaatleri -çendan bir cemaat namazsız kalsa, fâsık da olsa yine- başlarındakini mütedeyyin görmek ister. Hattâ umum Kürdistan’da, umum memurlara dair en evvel sordukları sual bu imiş: “Acaba namaz kılıyor mu?” derler. Namaz kılarsa mutlak emniyet ederler; kılmazsa, ne kadar muktedir olsa nazarlarında müttehemdir. Bir zaman, Beytüşşebab aşairinde isyan vardı. Ben gittim, sordum: “Sebeb nedir?” Dediler ki: “Kaymakamımız namaz kılmıyordu, rakı içiyordu. Öyle dinsizlere nasıl itaat edeceğiz?” Bu sözü söyleyenler de namazsız, hem de eşkıya idiler.”37

Bediüzzaman ın bizzat M. Kemale söylediği ve Ayasofya Câmii misyonunun model alındığı bir misal ile verilen tarihi ve dini mesajlar ve uyarılar:

 ‘On maddelik beyanname hadisesinden bir gün sonra’38

 Riyaset odasında, Bediüzzaman; M. Kemal Paşa ile iki saat kadar konuştular. İslâm ve Türk düşmanlarının arasında nam kazanmak emeliyle, şeair-i İslâmiyeyi tahrib etmenin, bu millet ve vatan ve Âlem-i İslâm hakkında büyük zarar tevlid edeceğini; eğer bir inkılab yapmak îcab ediyorsa, doğrudan doğruya İslâmiyet’e müteveccihen Kur’an’ın kudsî kanun-u esasîsi noktasından yapmak lâzım geldiği mealinde ihtarlarda bulunur ve şu temsili ders verir.”39

Ayasofya Câmii, ehl-i fazl u kemalden mübarek ve muhterem zâtlarla dolu olduğu bir zamanda, tek-tük, sofada ve kapıda haylaz çocuklar ve serseri ahlâksızlar bulunup câmiin pencerelerinin üstünde ve yakınında ecnebilerin eğlenceperest seyircileri bulunsa, bir adam o câmi içine girip ve o cemaat içine dâhil olsa; eğer güzel bir sadâ ile şirin bir tarzda Kur’andan bir aşır okusa, o vakit binler ehl-i hakikatın nazarları ona döner, hüsn-ü teveccühle, manevî bir dua ile, o adama bir sevab kazandırırlar.

(Hz. Bediüzzaman Ayasofya Camii gibi kudsî bir mabette ancak amal-i saliha, ilim,  ibadet ve hayırlı hizmetlerin mahalli olabileceğine dikkat çeker.)

Yalnız, haylaz çocukların seseri mülhitlerin mülhitlerin ve tek-tük ecnebilerin hoşuna gitmeyecek. Eğer o mübarek câmiye ve o muazzam cemaat içine o adam girdiği vakit, süfli ve edebsizce fuhşa ait şarkıları bağırıp çağırsa, raksedip zıplasa; o vakit o haylaz çocukları güldürecek, o serseri ahlâksızları fuhşiyata teşvik ettiği için hoşlarına gidecek ve İslâmiyetin kusurunu görmekle mütelezziz olan ecnebilerin istihzakârane tebessümlerini celbedecek.

 Fakat umum o muazzam ve mübarek cemaatın bütün efradından, bir nazar-ı nefret ve tahkir celbedecektir. 

 (Fethin sembolü ve yadigârı olan Ayasofya Camiini vakfediliş maksat ve gayesinin dışında kullanacak olanların hezeyanları bazı serseri mülhitlerin hoşlarına gitse de ehl-i hakikat nazarında bir nazar-ı nefret ve tahkiri celbedeceği belirtilir.)

İşte aynen bu misal gibi; âlem-i İslâm ve Asya, muazzam bir câmidir. Ve içinde ehl-i iman ve ehl-i hakikat, o câmideki muhterem cemaattir. O haylaz çocuklar ise, çocuk akıllı dalkavuklardır. O serseri ahlâksızlar; firenkmeşreb, milliyetsiz, dinsiz heriflerdir. Ecnebi seyircileri ise, ecnebilerin naşir-i efkârı olan gazetecilerdir. Herbir müslüman, hususan ehl-i fazl u kemal ise; bu câmide derecesine göre bir mevkii olur, görünür, nazar-ı dikkat ona çevrilir. 

(Lem’alar’da Ayasofya’nın muazzam bir câmi”40 olduğu, bu bölümde ise ‘âlem-i İslâm ve Asya’nın, muazzam bir câmii’ olduğu, ifade ediliyor. Buna göre âlem-i İslâm ve Asya’nın da, Ayasofya gibi muazzam bir câmii olduğu, dolasıyla İstanbul’daki Ayasofya için söylenenlerin âlem-i İslâm ve Asya’ için’de geçerli olduğu anlaşılıyor.) 

Eğer o adam, selef-i sâlihînin cadde-i nuranîlerini terkedip heveskârane, hevaperestane, riyakârane, şöhretperverane, bid’akârane işlerde ve harekâtta bulunsa; manen bütün ehl-i hakikat ve ehl-i imanın nazarında en alçak mevkie düşer.

İşte hubb-u câha meftun ve şöhretperestliğe mübtela adam -ikinci adam-, hadsiz bir cemaatin nazarında esfel-i safilîne düşer. Bir zaman, dünyanın bir büyük makamını işgal eden küçük bir insan, şöhretperestlik yolunda büyük bir kabahat işlemekle, âlem-i İslâmın nazarında maskara olduğu vakit, geçen temsilin mealini ona ders verdim; başına vurdum. İyi sarstı, fakat kendimi hubb-u câhtan kurtaramadığım için, o ikazım dahi onu uyandırmadı.”41

Üstad Bediüzzaman Emirdağ Lahikasında bu vakıayı az farkla şöyle anlatır:

“Hem Ankara’da divan-ı riyasetinde pek çok meb’uslar varken (malum hadise sebebiyle) meb’us dostlarım telaş ettikleri ve herhalde beni ezeceklerini tahmin ettikleri sırada, bana karşı bir nevi tarziye verip o mecliste hiddetini geri alması, âdeta dehşetli bir kuvveti ve hakikatı hissedip geri çekilmesi, ikinci gün hususî riyaset odasında: “Hücumat-ı Sitte”nin “Birinci Desise” içinde bulunan “Meselâ: Ayasofya Câmii ehl-i fazl u kemalden ilâ âhir…” cümlesinden başlayan, tâ “İkinci Desise“ye kadar, bir saat tamamen ona söyledim.

 Bütün hissiyatını ve prensibini rencide ettiğim halde bana (ilişmediği gibi), hattâ taltifime çok çalıştı”42 der. 

Ayasofya’nın müzeye çevrilmesinden sonra çok hiddetlenen Bediüzzaman, caminin bu yeni durumu için şunları söylemiştir: 

  • Bediüzzaman “Ayasofya’yı puthane ve Meşihat’ı kızların lisesi yapan bir kumandanın keyfî kanun namındaki emirlerine fikren ve ilmen tarafdar değiliz ve şahsımız itibariyle amel etmiyoruz ”  diyerek, Ayasofya camiinin müzeye çevrilmiş olduğunu asla kabul etmez. O’na göre Ayasofya müzeye değil, açıkça bir puthaneye dönüştürülmüştür.43 Ayrıca:  
  • Ayasofya’nın  Müzahrefattan temizleyip ibadet mahalli yapılması gerektiği,44
  • Ayasofya Câmiinde süflî ve edebsizce fuhşa ait şarkıları bağırıp çağırarak zıplamanın, sadece bazı serseri mülhidlerin ve tek-tük ecnebilerin hoşuna gideceği,
  • “Kahraman bir milletin ebedî bir medar-ı şerefi ve Kur’an ve cihad hizmetinde dünyada bir pırlanta gibi pek büyük bir nişanı ve kılınçlarının pek büyük ve antika bir yadigârı olan Ayasofya Câmii’ni puthaneye ve Meşihat Dairesini kızların lisesine çeviren bir adamı sevmemenin bir suç olmasının, imkânı olmadığını söyler.45

Bediüzzaman, 1950’de Demokrat Partİ hükümetinin  önüne bazı hedefler koyar: Birincisi ezanı aslına çevirmek. İkincisi Kur’an’ı radyolardan okutmak ve Risale-i Nur’u serbestçe neşrettirmek. Üçüncüsü ise Ayasofya’yı ibadete açtırmak. Bediüzzaman ’ın ifadesiyle ‘Ayasofya İslam’ın fecr-i sadığıdır.’ Bu konuda Fatih Sultan Mehmet’in vasiyetnamesine sahip çıkılmasını istemiştir.”46

Fatih’in Ayasofya Vakfiyesinde söyledikleri ile Üstad’ın Ayasofya temsiliyle M. Kemal’in söylediklerinin benzerliği.

 Dikkatli okunduğu zaman Fatih’in Ayasofya Camiini ve Vakfiyesini maksadının dışında kullanacak olanlar ile Üstad Bediüzzaman’ın Ayasofya Câmii misalinde söyledikleri özü itibariyle hemen hemen aynıdır. Bir cihette Hz. Üstad Fatih’in söylediklerinin, asıl muhataplarının yüzlerine ‘canlı yayın’ birebir söylemiş gibidir.

Vakfiyesinde ne demişti Fatih:

“Kim ki, bozuk teviller, hurafe ve dedikodudan öteye geçmeyen batıl gerekçelerle, bu vakfın şartlarından birini değiştirirse veya kanun ve kurallarından birini tağyir ederse, vakfın tebdili ve iptali için gayret gösterirse, vakfın ortadan kalkmasına veya maksadın ve gayesinden başka bir gayeye çevrilmesine kast ederse, vakfın temel hayır müesseselerinden birinin yerine başka bir kurum ikame eylemek (temel müesseselerden birinden taviz vermek) ve vakfı bölümlerinden birine itiraz etmek dilerse veya bu manada yapılacak değişiklik veya itirazlara yardımcı olur yahut yol gösterirse 

Veya şer’i şerife aykırı olarak vakıfta tasarruf etmeye azm eylerse, mesela şeriata ve vakfiyeye aykırı ferman, berat, tomar veya talik yazarsa veyahut tevliyet hakkı resmi yahut takrir hakkı resmi ve benzeri bir şey taleb ederse, kısaca batıl tasarruflardan birini işler yahut bu tür tasarrufları tamamen geçersiz olan yazılı kayıtlara ve defterlere kaydeder ve bu tür haksız işlemlerini yalanlar yumağı olan hesaplarına ilhak ederse, açıkça büyük bir haram işlemiş olur, günahı gerektiren bir fiili irtikab eylemiş olur. 

Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların laneti üzerlerine olsun. Ebediyyen cehennemde kalsınlar, onların azapları asla hafifletilmesin ve onlara ebediyyen merhamet olunmasın. Kim bunları duyup gördükten sonra değiştirirse vebali ve günahı bunu değiştirenlerin üzerine olsun. Hiç şüphe yok ki, Allah her şeyi işitir ve her şeyi bilir.’’ 

Hz Üstad: Âlem-i İslâm’ı alâkadar eden ve bin üçyüz yıllık ümmetin, dehşetli tehlikesinden istiaze ettiği (Allah’a sığındığı) bir zamanı ve fitneyi’ bazı hadis-i şeriflerin işaretiyle hissederek, anane-i İslamiyeye ve hakaiki imaniyeye karşı devlet eliyle yapılacak inkılâplara ve ekibine, ‘Ey inkılâp softaları!’ der. Ve Ayasofya Câmii misaliyle bu büyük ve meş’um inkılâba hazırlananlara ‘İslam memleketi olan bu vatanda bolşevik baykuşların seslerini işitiyoruz’ diyerek şunları söyler: 

Yukarı sayfalarda da geçtiği gibi: “Ayasofya muazzam bir câmidir” Âlem-i İslâm ve Asya da (Ayasofya gibi) muazzam bir câmiidir. Hemde Ayasofya ‘kudsi’ ve ‘mukaddes’ bir ‘mabettir.’ 

Bu kudsî mabette ve bu mübarek vatanda anane-i İslâmiyeye  ve hakaiki imaniyeye  karşı inkılâp yapanlar:

  • Ayasofya Camii’ni put haneye ve Meşihat Dairesini kızların lisesine çevirenler,
  • Ayasofya Câmiinde bazı serseri mülhidlerin ve tek-tük ecnebilerin hoşuna gidecek süfli ve edepsizce fuhşa ait şarkıları bağırıp çağırarak zıplasa,
  • Yapılan inkılâp ile bazı serserileri fuhşiyata teşvik etse,
  •  Bazı ahlaksızların frenkmeşreb milliyetsiz dinsiz heriflerin ve ecnebîlerin naşir-i efkârı olan gazetecilerin teveccühünü kazansa,
  • Ve hayvânât-ı muzırra nev’inden bazı ehl-i dalâletin ve sakallı çocuklar hükmündeki bazı ahmakların nazarlarında nam ve şöhret ve güç kazanarak;  
  • Heveskârâne, hevâperestâne, riyâkârâne, şöhretperverâne, bid’akârâne işlerde ve harekâtta bulunsa, 
  • Mânen bütün ehl-i hakikat ve ehl-i imanın nazarında en alçak bir mevkiye düşer.
  • İşte, hubb-u caha meftun ve şöhretperestliğe müptelâ olan bu adam, ehemmiyetsiz ve müstehzî ve hezeyancı bazı serserilerin nazarında muvakkat ve menhus bir mevki kazanır. 
  • Fakat dünyada zarar, berzahta azap, âhirette düşman bazı yalancı dostları bulur.
  •  Bediüzzaman, Tarihçe-i Hayatta geçen bir cümlesinde: “Bir zaman, dünyanın bir büyük makamını işgal eden küçük bir insan, şöhretperestlik yolunda büyük bir kabahat işlemekle, âlem-i İslâm’ın nazarında maskara olacağını” ve hadsiz bir cemaatin nazarında esfel-i sâfilîne düşeceğini, asıl muhatabın bizzat kendisine söylediğini, ifade etmiştir.47

Üstad Bediüzzaman 1932 yılında te’lif ettiği Rumuzat-ı Semaniye isimli eserinde daha Ayasofya kapatılmadan o gün dine karşı yapılan inkılaplar ile ilgili de şunları söylemiştir: 

“Ey ahmak ehl-i nifak olan mülhidler! (Şunu iyi bilin ki) vücudumu parça parça yapsanız yine hakkı söylemekten asla geri durmayacağım. Eğer, imkânım olsaydı, sesimi duyurabilseydim şarktan garba kadar herkese şu hakikatları haykıracaktım: 

Dine karşı yaptığınız zulüm arşı titretiyor. Ölüm vaktinde kahhar bir el tarafından yakalandığınız zaman göreceksiniz. 

Arşın sahibi olan Allah perçemlerinizden tutarak sizi ferş(yer)den alıp, cehenneme (sakara) attığı zaman ağlayıp sızlamalarınızı şimdiden görüyor gibiyiz. Bir işkembenin, hayvanın içinden sökülüp atıldığı gibi içinde bulunduğunuz tabutun karnından pis bir işkembe gibi sökülüp cehenneme atılacaksınız. 

Cehennem zakkumunu zıkkımlayacak cehennemliklerin vücudlarından irinli cerahatı (ğislin) yudumlayacaksınız. Azabınız daimidir. Gayr-i meşru zevklerinizi unutturacak acılarla doludur.

Siz bize gerici diyorsunuz. Biz de size mürted, kafirlerin en habisi, vahşilerin en vahşisi diyoruz. Bunlar iki deccal bir süfyandır. Süfyan zendekanın başı, cahşlerin cahşi, Yahudilerin en habislerinden, zalimlerin en zalimi (bir şeytan-ı ahbestir.)”48

Ayasofya’nın tekrar camiye çevrilmesi ile ilgili faaliyetleri ve beyanatları:  

Tek partili Cumhuriyet döneminde müzeye çevrilen Ayasofya’nın kararına Bediüzzaman, Kendisi çoğu zaman hapiste veya sürgünde bile olsa şiddetle karşı çıkarak ‘’Ayasofya’yı puthane ve Meşihat’ı kızların lisesi yapan bir kumandanın keyfî kanun namındaki emirlerine fikren ve ilmen tarafdar değiliz ve şahsımız itibariyle amel etmiyoruz’’ diyerek kanun dairesindeki meşru muhalefet hakkını kullanıp, kanunlar çerçevesinde bu yanlış karardan dönülmesini istemiştir. 

 Ömrünün sonuna kadar da her vesile ile Ayasofya’nın tekrar açılması için birçok teşebbüslerde bulunmuştur. Mesela:

 1959 yılında, İslâmiyet’e ciddî taraftar Dâhiliye Vekili Namık Gedik, İslâm kahramanı olan Adnan Bey ve Tevfik İleri gibi mühim zatlar ile görüşmek ve onlara Ayasofya’nın açılması ve bazı mühim hakikatları söylemek için Ankara’ya gider. Kendileriyle bizzat görüşmek mümkün olmayınca onlara şu mektubu gönderir. 

“Demokrata ezan-ı Muhammedî gibi çok kuvvet vermek ve Risale-i Nur’un neşrine müsaadesi gibi çok tarafdar olmak ve âlem-i İslâm’ı, hattâ bir kısım Hristiyan Devletlerini de memnun etmek için, Ayasofya’yı müzahrefattan temizleyip ibadet mahalli yapmaktır. Ben ise; bu mes’ele için, otuz sene siyaseti terkettiğim halde, bu nokta hatırı için Namık Gedik’i görmek istedim ve geldim”49 der. 

Aynı konu ile ilgili Emirdağ Lahikasındaki diğer bir mektupda: “ Âlem-i İslâm’ın nazarında Demokratları düşürmemenin çare-i yegânesi kendimce böyle düşünüyorum: Ezan-ı Muhammedî’nin (A.S.M.) neşriyle Demokratlar on derece kuvvet bulduğu gibi; Ayasofya’yı, beşyüz sene devam eden vaziyet-i kudsiyesine çevirmektir.”50

Mufassal Tarihçede ve Son Şahitlerde yer alan Dr. Tahsin Tola’nın ‘Ayasofya’nın camiye çevrilmesi’ ile ilgili 1959 yılına ait bir hatırası şöyledir;
«Üstad çok telaşlı idi. Gelen bir musibeti, bir felâketi önlemek istiyordu. Daha sonra şu haberi gönderdi;
“Ayasofya’yı tekrar camiye çeviriniz!.. Risale-i Nur’un serbestiyetini resmen ilân ediniz!.. Eğer bunları yaparsanız, biz de sizlere ismen dua etmeye karar vereceğiz.”51

Bayram Yüksel Ağabeyin Son Şahitler’de yer alan Ayasofya ile ilgili bir hatırasında şöyle diyor. Hz Üstad: ‘’DP Afyon Milletvekili Gazi Yiğitbaşı Beye hitaben bir mektup yazıp verdi. Ayrıca
Git, onları tebrik et, Ezan-ı Muhammedi’yi serbest bırakmakla büyük bir kuvvet kazandıkları gibi, Risale-i Nurların neşrine ve Ayasofya’nın açılmasına çalışsınlar’52 demiştir. 

 Son şahitlerden Veli Işık Kalyoncu beyin Üstattan naklettiği Ayasofya hatırasında şöyle diyor:

‘’Bir defasında Üstadımız, Ayasofya’nın tekrar ibadete açılması için ağabeylerimizden birisini göndermiş; bunun için tek tek dindar milletvekilleri ile görüşmeler yapılmıştı. Bu görüşmelerin bazılarında biz de bulunurduk. Üstadımız daha çok hizmet gayesi ile Sungur Ağabeyi, sonra Ceylan ve Bayram Ağabeyi gönderirdi. Bazen Zübeyir Ağabeyi de gönderdiği olurdu.’’53

Merhum Selahaddin Çelebi anlatıyor; “Üstadı ziyaretimin birinde Ayasofya hakkında düşüncelerini sormuştum. ‘Keçeli, keçeli’ diye güldü. Sonra birden ciddileşerek ‘Ayasofya, Hristiyanlığın, İslâmiyete devir ve tesliminin bir âbidesidir. Bunun için kilise iken cami olmuştur. Elbette tekrar camiye çevrilecektir‘54 dedi. 

Bediüzzaman’ın otuz beş seneden beri terk ettiği siyaseti;

  • Ayasofya’nın açılması,
  • Ezan gibi diğer şeair-i İslâmiyenin de ihyası,
  • R. Nurların Diyanet tarafından neşredilmesi, 

gibi, diğer içtimai meseleler için  Dindar Demokratlar, hususan Adnan Menderes gibi zatlar ile temasa geçerek siyasete bir iki gün bakmıştır. R. Nurdaki yüzde bir olan siyaset hakkını bu meseleler için kullanmıştır.

Ayasofya’nın camiye çevrilmesi, âlem-i İslâmı ve bir kısım Hristiyan devletleri memnun etmesi:

Bediüzzaman Emirdağ Lahikasında yer alan yukarıdaki Lahika mektubunda: Ayasofya’yı müzahrefattan temizleyip ibadete açılması halinde iki büyük millî ve manevî neticenin hâsıl olacağına dikkat çeker. Bunlar:

  1. Hristiyan devletlerinin memnun olacağı. 
  2. Âlem-i İslâm’ın çok büyük teveccühünün kazanılacağı.

Birincisi: Ayasofya’nın açılması Hristiyan devletlerini nasıl memnun edeceği gerçekten çok merak edilen bir konu. Üstad Hazretlerinin istikbale ait haber verdiği birçok vakıanın tahakkuk ettiği gibi, bununda mümkün olduğunu aklen kabul etmekle beraber, bunun nasıl olacağı ekser nur talebeleri tarafından çok merak edilen bir husustur.

Çünkü şu andaki hâlî âlem ve zahirî şartlara göre siyasî hava biraz sisli ve puslu gibi görünüyor. Ayasofya’nın açılması ile Papanın verdiği beyanatlar ve Yunan palikaryasının çıkardığı gürültüler bu işin pek kolay olmayacağı görünümünü veriyor. Bazı iyimser yorumlar ve görüşler olsa da henüz daha Ayasofya’nın açılışı çok yeni olmasından Hristiyan devletlerinin memnuniyeti için, biraz zamana ihtiyaç olduğu anlaşılıyor.  

Çünkü: “Her zamanın bir hükmü var. Zaman dahi (en güzel) bir müfessirdir55 O hükmünü izhar etse, itiraz edilmez” prensibiyle, inşaallah o güzel günleri görmek için sabırla bekleyeceğiz. 

İkincisi: Ayasofya’nın açılışı sıradan bir cami açılışı değildir. Bu açılış zahiren küçük bir adım gibi görünse de hakikatte çok kıymetli ve büyüktür. Ay’a ilk ayak basan kişi” olarak bilinen Neil Armstrong aydaki attığı ilk adımları için: “Benim için küçük, İnsanlık için büyük, bir adım!” dediği gibi,  Âlem-i İslâm için bu açılış, maddî ve manevî cihetleriyle çok büyük bir adım ve yeni bir milattır. 

Onun için Âlem-i İslâm’ın Ayasofya’nın açılışı ile memnun olması, sevinmesi hatta bayram yapması hakkıdır. Çünkü 86 yıl beklediğimiz bu açılış, Âlem-i İslâm’ın ülkemize ve milletimize teveccühünü kazandıracağı gibi inşaallah, “ittihad-ı İslam’ın ’’ km. taşlarından birisi olacaktır. 

Çünkü bu siyasi ve diplomatik fetih, fethedilmeyi ve kurtarılmayı bekleyen diğer kuds mescid ve mekânları da akla getirmesi bakımından çok önemlidir. Mesela:

  • Kurtuba Camii, ehl-i Sâlibten;
  • Mescid-i Aksa, Yahudi işgalinden;
  • Haremeyn-i şerifeyn de Vehhabi istilasından kurtarılmayı bekliyor. 

Bu çizgi en nihayet birçok hadis kaynaklarında geçen Roma’nın fethine kadar inşaallah uzanacaktır. 

Çünkü Hz. Peygamber (as) bir hadis-i şerifinde: ‘’Allahû Tea’lâ Hazretleri mü’min kullarına tesbihle, tekbirle; Sübhanallah diyerek, Allahu ekber diyerek el- Konstantîniyyettir- Rumiyye’yi açmadıkça, fethini nasip etmedikçe kıyamet kopmaz’’ buyurmuştur.

Bu rivayettte el-Kostantîniyyetir-Rûmiyye diye geçiyor, Roma Kostantîniyyesi, yâni Roma şehri demek. Araplar bu şehri anlatmak istedikleri zaman, el-Kostantîniyye el-Kübrâ veya er-Rûmiyye el-Kübrâ derlerdi; İstanbul için de er-Rûmiyye es-Suğrâ derlerdi.’’  

Yani Araplar kendi aralarında, küçük Roma derken İstanbul’u, büyük Roma derken Vatikan’ın da içinde bulunduğu Roma şehrini kastederlerdi.56

Diğer bir rivayet olan Abdullah b. El-As’ın rivayetinde: ‘’Konstatiniyye ve Rumiyye (Roma) fethedilecektir’’ diye buyuran Hz. Peygambere ashap soruyor: Hangisi daha önce fethedilecektir?” Resûlullah ise:  ‘’Herakleios’un şehri (el-Konstantîyyettir) daha önce fethedilecektir, ‘’buyurmuşlardır.’’57

Kur’an’da İstanbul’un fethi ve Ayasofya:

 Üstad Bediüzzaman, Rumuzat-ı Semaniye isimli eserinde İstanbul’un fethi ve Ayasofya’nın bir “Mescid-i ekber” olacağı ile ilgili Kevser Suresinden yaptığı istihraçlarda şöyle der:

“Mademكَ الْكَوْثَر َۜ  bir küllidir, ferdi de İstanbul’dur. Ve madem bu sure fütuhat-ı İslamiyeye ve Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselam’a ihsan edilen atıyye-i İlahiyeyi haber veriyor. Ve madem الْكَوْثَرَ ’in makam-ı ebcedisi yediyüzelliyedi (757) olub, Sultan Orhan zamanında Süleyman Paşa kumandasında Erler tabir edilen kırk kahramanın şahid olmasıyla, İstanbul’u hükümet-i İslamiye akdi altına girmeye ve fatihasını o tarihte, yediyüzelliyedi (757)’de muhasara ile okumuştur. Ve madem Kevser kime verildiğini ifade etmek için اِنَّٓا اَعْطَيْنَاكَ ’daki  كَ  ne için verildiğine delaleten فَصَلِ ’deki فَ zammıyla sekizyüzelliyedi (857) adediyle Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselam’ın vekili olan Sultan Fatih’in eliyle İstanbul daire-i İslamiyete ve bir mescidi ekber ve bir mahalli salat-ı kübra olarak sekizelliyedinin (857) tarihine tevafuk ediyor. Elbette bu sure, şu Kevser, Hilafet-i İslamiyeye sarahate yakın işaret eder, denilebilir.”58

Geçtiğimiz günlerde Kur’an’da İstanbul’un fethi ve Ayasofya üzerine bir makale yayınlayan Prof. Dr. Niyazi Beki hocamız da yazısında şu tesbitleri yapmıştır: Makalenin bahsimiz ile ilgili bir kısmını iktibas ediyoruz. 

Kur’an’ın işari yolla gösterdiği ihbar-ı gaybi nev’inden bir mucizesi:

  (İstanbul’un fethi ile ilgili) 

‘’Bilindiği üzere, Kur’an’da Rum suresi, açık ve işari yolla Rumların/Bizanslıların mağlubiyetini haber vermektedir. En son mağlubiyeti İstanbul’un fethi ile tahakkuk etmiştir. Çok harika bir tevafuktur ki:

a). İstanbul fethinin miladi olarak tarihi: 1453’tür.

b) Bu fethin ay olarak tarihi ise Mayıs 29’tur.

c) Rumların mağlubiyetini ilan eden Rum suresi Kur’an’ın 30. Suresidir. Kendisinden önceki sure olan Ankebut suresi 29. Sıradadır.

d) İstanbul fetih gün 29 olduğu gibi, Ankebut suresinin numarası da 29’dur.

e) Bu 29. Sure Mekke’de inmiştir. 29. Surenin son ayetinin sırası – Mekkimukattaat sistemine göre- 1453’tür. Yani hem 29 Mayısı hatırlatan, hem İstanbul fethinin miladi tarihini gösteren hem de Rumların mağlubiyetini haber veren Rum suresine komşu olan Ankebut suresinin gösterdiği bu tevafuk açık ifadeye yakın bir işarettir.

 (Ayasofya’nın müze ve camii oluşuyla ilgili)

Kur’an’da Ayasofya’nın Kiliseden Camiye çevrileceğine dair işaretler olduğu gibi, onun mabet kimliğinden uzaklaştırılacağına dair işaretler de vardır.

İlgili ayetlerin meali şöyledir: الْكَوْثَرَ أَعْطَيْنَاكَ إِنَّا “Şüphesiz biz sana bitip tükenmez nimetler verdik” (Kevser, 108/1) mealindeki ayette Hz. Peygambere dini ve dünyevi fütuhatın ve hayırların lütfedildiğine vurgu yapılmıştır. Özet olarak hayr-ı kesire/pek çok hayır ve iyilikler ikram edilmiştir.

  وَانْحَرْ لِرَبِّكَ  فَصَلِّ “Öyleyse, Rabbin için namaz kıl!”(Kevser, 108/2) mealindeki ayette ise büyük hayırların ve fetihleri şükrü olarak kulluk yapması ve kulluğun baş tacı olan namaz kılması emredilmiştir.

Bediüzzaman Said Nursi, Kevser suresindeki işaretleri –özetle- şöyle açıklamıştır:

a). Hayr-ı kesir/ bol hayır ve iyilik manasına gelen “El-Kevser” kelimesinden önceki “k” zamiri Hz. Peygambere(s.a.v) aittir. “el-Kevser”den sonra gelen ve “öyleyse/o halde” anlamına gelen “f” harfi ise, kevser cümlesini bir sonraki namaz cümlesine bağlayan bir atıf edatıdır. Dolayısıyla bu iki harfin de “el-Kevser” kelimesi ile yakın ilişkisi vardır. Bu sebeple Ebced ve cifir ilmine göre bu üç kelimenin matematik değerleri birlikte değerlendirilir. Buna göre bunların toplam ebced değeri (K:20, el-Kevser:757, F:80):857‘dir. Ki bu sayı İstanbul fethinin ve dolayısıyla Ayasofya’nın cami olmasının -hicri- tarihidir. 

b) وَانْحَرْ لِرَبِّكَ فَصَلِّ “Öyleyse rabbin için namaz kıl!” mealindeki لِرَبِّكَ فَصَلِّ cümlesinin ebced değeri: 482’dir. Bu tevafuk Ayasofya’nın bir mabet/cami olarak 481-482 yıl hizmet vereceğine işaret etmektedir (1934-1453=481).’’59

                                                                 NAİL YILMAZ – 2020

Dipnotlar

1. Emirdağ Lahikası-2 ( 236)
2. Emrdağ Lah. 25
3. Emirdağ Lahikası-2 ( 9 )
4. (Rüştü Tafralı: https://www.kastamonur.com/bediuzzamanin-âleminde-ayasofya-camii/
5. Sözler ( 554 )
6. Lem’alar ( 323 )
7. Mesnevi-i Nuriye ( 72 )
8. Lem’alar ( 186 )
9. Tarihçe-i Hayat ( 63 )
10. Tarihçe-i Hayat ( 63 )
11. Tarihçe-i Hayat ( 259
12. Şualar ( 450 )
13. Mufassal tarihçe-i Hayat. Abdül kadir Badıllı. (İstanbul 1998) 1.cild 257)
14. Tarihçe-i Hayat ( 65 )
15. Tarihçe-i Hayat ( 66 )
16. Mufassal tarihçe-i Hayat. Abdül kadir Badıllı. (İstanbul 1998) 1.cild 250)
17. Tarihçe-i Hayat ( 65 )
18. Tarihçe-i Hayat ( 622 )
19. (Necmeddin Son Şahitler-1, s.119, Nesil Basım Yayın).
20. Şualar ( 385 )
21. Şualar ( 385 ) Sünuhat-Tuluat-İşarat ( 29 )
22. Lem’alar ( 185 )
23. Mektubat (413-414- 415 )
24. Tarihçe-i Hayat ( 622), Sünuhat-Tuluat-İşarat ( 29 )
25. Lem’alar ( 177 )
26. Mufassal tarihçe-i Hayat. Abdül kadir Badıllı. (İstanbul 1998) 1.cild Sh.547
27. (Not Defteri, Zübeyir Gündüzalp S: 89) Mufassal tarihçe-i Hayat. Abdül kadir Badıllı. (İstanbul 1998) 1.cild Sh549-550)
28. Emirdağ Lahikası-1 ( 246 )
29. Tarihçe-i Hayat: 147
30. Şualar: 289
31. Mufassal tarihçe-i Hayat. Abdül kadir Badıllı. (İstanbul 1998) 1.cild Sh.557)
32. Mesnevi-i Nuriye ( 101 )
33. Mufassal tarihçe-i Hayat. Abdül kadir Badıllı. (İstanbul 1998) 1.cild Sh 548
34. Tarihçe-i Hayat ( 140 )
35. Lem’alar ( 170 )
36. Tarihçe-i Hayat ( 140 )
37. Mesnevi-i Nuriye ( 100 )
38. Mufassal tarihçe-i Hayat. Abdül kadir Badıllı. (İstanbul 1998) 1.cild Sh.557)
39. (Mektubat Sahife: 413- Tarihçe-i Hayat ( 145 )
40. Lem’alar ( 185 )
41. Mektubat (413-414- 415 )
42. Emirdağ Lahikası-1 ( 246 )
43. Tarihçe-i Hayat ( 572 )
44. Emirdağ Lahikası 236
45. Şualar.435
46. (Mehmet Abidin Kartal Köprü, 112. Sayı: Sh 178)
47. Tarihçe-i Hayat ( 571 )
48. Rumuzat-ı Semaniye. Eylül/ 2001. İstanbul. 1. Baskı: Sh. 105 – Baskıya hazırlayan: Hüseyin Bulut. Tel: 0212. 5284868-
49. Emirdağ Lahikası-2 ( 236 )
50. Emirdağ Lahikası-2 ( 176 )
51. Abdülkadir Badıllı, Mufassal Tarihçe-i Hayat. 3cilt Sh. 2007
52. (Son Şahitler. 3.Clt. Bayram Yüksel Hatıralarından)
53. (Necmeddin Son Şahitler- İstanbul. 1994. Yeni Asya Yayın) cilt. 4. Sh.299
54. (Necmeddin Son Şahitler-1, s.119, Nesil Basım Yayın).
55. (Muhâkemat, Sh. 33)
56. Kaynaklar: a) https://sorularlaislamiyet.com/romanin-fethine-dair-bir-hadis-var-mi-varsa-bu-hadisin-bizlere-anlatmak-istedigini-aciklar-misiniz. b) https://fetvameclisi.com/fetva-istanbulun-ve-romanin-fethi-ile-ilgili-hadisler-sahih-midir-16312.html
57. https://dergi.diyanet.gov.tr/makaledetay.php?ID=16186 –ibn-i kesir. Ölüm ötesi tarih. 1. Bölüm.177
58. Rumuzat-ı Semaniye. Eylül/ 2001. İstanbul. 1. Baskı: Sh. 187 – Baskıya hazırlayan: Hüseyin Bulut. Tel: 0212. 5284868-
59. https://www.haber111.com/yazar-ayasofya-nIn-ehemmiyeti-ve-bir-sIrr-I-hikmeti-1976.html

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Dâru’s-Siyâdeler (Seyyidlik Evleri)

Dâru’s-Siyâdeler (Seyyidlik Evleri) Doç. Dr. Murat Sarıcık   “Dâru’s-Siyade”, “Nakîbu’l-Eşrâflar”(1) ve Seyyidler için, ilk kez …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Layt Laikratos, Artan Sekülerizm

LAYT LAİKRATOS, ARTAN SEKÜLERİZM Bu iki kavram hep karıştırıldı. Sekülerizm sosyal bir mefhum, "laiklik" ise …

Kapat