Ana Sayfa / Yazarlar / Aziz Mahmud Hüdâyî

Aziz Mahmud Hüdâyî

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Fazlullah bin Mahmud’un oğlu olan Aziz Mahmut Hüdayî Ankara’nın Şereflikoçhisar ilçesinde doğmuştur. Eskişehir’e bağlı Sivrihisar ilçesinde çocukluğunu geçirmiştir. Hüdayi öğrenim için istanbul’a giderek Nâzırzâde Ramazan Efendi’nin öğrencisi olmuştur. Bir yandan da Halvetî şeyh Nurattinzâde Muslihittin Efendi’nin sohbetlerine devam etmiştir. Nasır Efendi’nin müderris olarak tayin edildiği Edirne’ye onun muid’i müderris yardımcısı, müzakereci, kadılığa gittiği Şam ve Mısır’a ise onun naib’i, kadı vekili olarak beraber gitmiştir. Mısır ‘da Halveti şeyhi Kerimeddin’den ders almıştır. (Murat Yüksel)

Bursa’daki Ferhadiye Medresesine müderris tayin edilir (1573). Bursa’da aynı zamanda Mahkeme-i Suğra Nâibliği/Kadılık da yapar.

Bursa’daki görevi esnasında gördüğü bir rüya üzerine Şeyh Üftade’ye intisap eder. Üç sene kadar Celvetî üslûbu üzerine sülûktan sonra, Seferhisâr’da halife olarak irşada başlar. Seferhisâr’dan tekrar Bursa’ya, oradan da İstanbul/Üsküdar’a gelir. Önce Küçük Çamlıca’daki çilehanede bir süre inzivaya çekilir.

Hâlen Üsküdar’da bulunan Hüdâyî Dergâhı, 1595’te inşa edilir ve içinde; kütüphane, semahane ve türbe bulunan bu tekke, devrinde âlimlerin, şairlerin ve musikîşinasların toplantı yeri olmuş, devrin padişahı I. Ahmed de zaman zaman bu toplantılara katılmıştır.

Aziz Mahmud Hüdâyi, Dinî-Tasavvufî Türk Edebiyatı şairleri zümresi içinde yer almış, sade ve hikemî mahiyette şiirler yazmıştır. Şiirlerinde, bazen hece, bazen de aruz veznini kullanan Hüdâyî, İbnü’l-Arabî’nin sistemleştirdiği vahdet-i vücûd anlayışına bağlı bir mutasavvıftır. Şiirleri ve mektuplarında bu açıkça görülür. Onun gerek devrinde, gerekse daha sonra yazılan tarih ve bibliyografya kitaplarında; “kutbü’l-aktab, sâhib-i zamân, mürşid-i kâmil” gibi unvanlarla anılması, ölümünden sonra da şöhretinin devam ettiğini göstermektedir. Dilden dile nakledilen menkıbe ve kerametleri halkın gönlünde taht kurmasını sağlamış, ziyaretçileri her devirde artarak devam etmiştir.

Aziz Mahmud Hüdâyi’nin eserlerini Türkçe ve Arapça olmak üzere başlıca iki grupta toplayabiliriz. Onun eserleri; dinî ve bilhassa tasavvufî konuları fazlası ile işlemiştir ki, bu sebeple o, bu tür şiirin önde gelen önemli temsilcilerinden biridir. O, zamanında ve bugün de herkes tarafından çok tanınmış, halktan ve padişahlardan dahi büyük saygı görmüş önemli mutasavvıflarımızdan biri olmuştur (Kocatürk 1970: 474). Eserlerinin birçok nüshasının bulunması da, bu eserlerin halk tarafından ne kadar sevilip benimsendiğini göstermektedir. Bu cümleden olarak onun Türkçe ve Arapça eserlerinin adlarını vermeye çalışalım:

Türkçe Eserleri

  • Divân-ı İlâhîyat: Tasavvufî hikmet ve nasihatlerden oluşmuş bir Divân’dır.
  • Tarikatnâme: Dervişliğin erkân ve adabı anlatılmaktadır.
  • Tezâkir-i Hüdâi: I. Ahmed’e gönderilen mektup ve tezkirelerin toplandığı bir eserdir.
  • Ecvibe-i Mutasavvıfâne: Kendisine sorulan bazı tasavvufî sorulara verdiği cevaplardır.
  • Nasâyih ve Mevâız: Bazı nasihat ve vaazların derlendiği bir eserdir.
  • Mi’râciye: Mi’rac’ı, ayet ve hadislere dayanarak anlatan küçük mensur bir risaledir.
  • Necatü’l Garik fi’l-Cem’i ve’t-Tefrik: Bazı tasavvufî makamlardan bahseden eserdir.

Arapça Eserleri

  • Câmiu’l-Fadâil ve Kâmiu’r-Reâil: Tasavvufî ahlaka dair olan meşhur eseridir.
  • Fethu’l-Bâb ve Refu’l-Hisâb: İnsanın yaradılışından ve insanın sıfatlarından bahseden bir eserdir.
  • Keşfü’l-Kânâ an Vechi’s-Sema: Tasavvuftaki sema konu edilmiştir.
  • Habbetü’l-Mahabbe: Allah, peygamber ve ehl-i beyt sevgisi üzerine bir eserdir.
  • Nefâisü’l-Mecâlis: Bazı ayetlerin tasavvufî tefsiri yapılmıştır.
  • Tecelliyât: Hayatta iken mazhar olduğu tecellileri anlatan ve tarihleri ile tespit edilen bir risâledir.
  • Vâkıât: Tarikat sırları ile ilgili bir risaledir.( Türk Edebiyatı)

NA’T

Kudumün (ayağın) rahmet-i zevk u safâdur ya Resulallah

Zuhûrun derd-i uşşâka devâdur Yâ Resullallah

 

Nebî idün dahî Âdem dururken mâ ü tin (su ve çamur) içre 

İmam-ı enbiyâ olsan revâdur Yâ Resullallah

 

Senünle irdiler zâta dahî envâr-ı lezzâta

İşün erbâb-ı hâcâta atâdur Yâ Resûlallah

 

Hüdãî’ye şefaat kıl eğer zâhir eğer bâtın

Kapuna intisap itmiş gedâdur Yâ Resûlallah 

 

İLÂHÎ

Kim umar senden vefâyı

Yalan dünya değil misin

Muhammedü’l-Mustafa’yı    

Alan dünya değil misin

 

Yüri hey bi vefa yüri    

Sensin hod (kendini beğenmiş) bir köhne karı

Nice yüzbin erden geri    

Kalan dünya değil misin

 

Sihr ile donatıp kendin    

Meydana salan semendin

Âlemde mihnet kemendin

Salan dünya değil misin

 

Kasd idip halkın özine 

Toprak doldurup gözine 

Ehl-i gafletin yüzine

Gülen dünya değil misin

 

Eger şâh u eğer bende 

Her kişiyi salan bende

Kimse mekan tutmaz sende 

Viran dünya değil  misin 

 

Kimisini nâlân edip

Kimisini giryân edip

Âhir-i kâr üryan idip

Soyan dünya değil misin 

 

İşin gücün dâim yalan 

Çok kişiden arta kalan 

Nice kere boşaluban 

Tolan dünya değil misin 

 

İLÂHÎ

Diller acep hayran olur

Esrâr-ı zikrullah ile 

Yollar begüm âsân olur

Âsâr-ı zikrullah ile 

 

Nefsin hevâsından kesil 

Zikreyle Hakk’ı muttasıl 

Saykallanur mirat-ı dil (gönül aynası) 

Tekrâr-ı zikrullah ile 

 

Ger ister isen kurb-ı  Hak 

Al ehli irfandan sebak

Geldi zuhûra her varak 

Eşcâr-ı zikrullah ile 

 

Ref olsa zulmânî hicab (perde)

Dilden giderdi ıztırab 

Yap yap gönül kasrını yap

Mîmâr-ı zikrullah ile 

 

Zikri bilip habl-i metin 

Muhkem tutar ehl-i yakîn 

Dâim ider i’lâ-yı din 

İzhâr-ı zikrullah ile 

 

İsterse ger kalbün safâ

Zikreyle Hakk’ı dâimâ 

Bîmar (hasta) olan bulur şifâ 

Timar-ı(terbiye) zikrullah ile 

 

Dilden kederler dûr olur 

Mahzun olan mesrûr olur

Zulmet Hüdâyî nûr olur 

Envâr-ı zikrullah ile 

 

GAZEL

Tiynet-i âdemde (insanın yaratılışına) konmasa ezel sevdâ-yı aşk 

Cenneti bir dâneye satmazdı ol dânâ-yı aşk (büyük âşıklar cenneti bir daneye satmazdı)

(Yunus Emre “Cennet cennet dedikleri birkaç köşkle birkaç huri

İsteyene sen ver anı, bana seni gerek seni) diyor, işte Yunus (dânâ-yı aşktır)

Kenz-i mahfîden zuhûra geldi eşyâ-yı lâcerem (Gizli hazineden, Allah’ın sonsuz hazinesi, meydana geldi bu  bütün eşya)

Bâd-ı Hubb ile temevvüc itti çün deryâ-yı aşk (Sevgi rüzgarı ile dalgalandı taştı aşk deryası (Bütün varlık gizli bir ilahi hazineden taştılar, Sevgi rüzgarı ile dalgalandı aşk deryası) 

İşk u meşk olmaz nihan anı bilir Halk-ı cihan (sevgi ve sevginin mertebeleri, halleri gizli kalmaz, onu Cihanı yaratan bilir. Biçare âşık aşkını gizleyemez (bir şekilde belli olur) 

Âşık-ı bîçâreye mümkin midir ihfâ-yı aşk 

Bülbülün halin bilenler gûş iderler nâlesin (bülbülün halini bilenler onun ağlamasını duyarlar, 

Bir gül-i bihâr içündür (dikensiz gül) bunca hay huy-ı aşk

(Dikensiz bir gül için  bülbülün ona olan aşkından  dolayı gayretler hayhuylar olur da insan nasıl bu bütün İlâhî güzelliklerin karşısında ağlayıp sızlamaz, (ne kadar harika bir cümle) Ne insanlar çıkmış bu topraklardan helal olsun) 

Tâlib-i dîdâr olup (Allah’ın cemalini istemek) ayılmaya tâ haşre dek

Kim ki nûş ide ezel bezminde ger sahbâ-yı aşk

(Kim ki o insan ki ezel meclisinde, hilkat akabinde insan içer de aşk kadehini, Allah’a talib olur onun cemalini görmek için haşir sabahına kadar uyanmaz)

Işk-ı Şirin oldı feryadına Ferhad’ın sebeb

(Ferhadın feryadı Şirin’in güzelliğine olan ilgisinden dolayıdır)

Ey nice dânâları (ileri kişileri )  mecnun iden Leyla-yı aşk

(Ey nice büyük insanları, kemal sahiplerini deli eden aşk Leyla’sı 

Leylanın aşkından mecnun olursa aşık bütün güzellikler Leyla ile isimlendirilmiştir, nasıl  o insan deli olmaz ki.. 

Ey Hüdâyî hâlet-ı aşkı (aşkın hallerini  ne bilsin her ma’kes (her varlık)

(Aşkın Hallerini ey Hüdayı (Aziz Mahmut) aşkın hallerini herkes bilemez, varlığı yansıtanlar,) 

Kulle-yi káf-ı hakikat murgıdır ankâ-yı aşk (Aşkın Anka kuşu hakikatın Kaf  dağının tepesindeki kuştur. O tepeye tırmananlar ancak aşkın hakikatını anlarlar, her kese nasib değildir, her babayiğitin hakkı değildir o tepeye tırmanmak ve hakikatı yakalamak)

GAZEL 

Ezelden ışk ile biz yãne geldik
Hakikat şem”ine pervâne geldük

Tenezzül eyleyüp vahdet ilinden
Bu kesret âlemin seyrâna geldük

Geçip ferman ile bunca avâlim
Gezerken âlem-i insâna geldük

Fena bulduk vücud-ı fânî mutlak
Bırakduk katreyi ummâna geldük

Nemiz ola Hudâyâ sana layık
Heman bir lutf ile ihsâna geldük

Umaruz irerüz baki cihana
Civâr-ı Hazret-i Rahmân’a geldük

Geçip âhir bu kesret âleminden
Hüdâyî halvet-i Sultân’a geldük

Şiirin hikayesi

Yukarıdaki şiir tasavvufî-dinî-kelamî ve kısmen felsefi bir  yaratılış panoramasıdır. İnsanın yeryüzüne belli bir dünyevî zaman ile mukayyed olmayan bir zaman ve yerden aşk ile birlikte yanıp tutuşup dünyaya hakikat mumuna pervane olmak için geldiğini söylüyor. Yani insan yeryüzüne geldiğinde âlemin ve yaratanın hakikatını ve ona bağlı olan hakikatlerin etrafında dönmek için geldiğini söylüyor. Anlatıcı kahraman anlatıcı modunu kullanmış. Bir şeyin etrafında dönmek onu anlamak içindir. Pervane çok anlamlı kullanılmıştır.

Herşeyin düzenli olduğu ilin ülkenin adı vahdet ilidir, o ilden bu kesret çokluk âlemine bu âlemde seyran etmek ve harikalığını seyretmek için gelmiştir, bütün insanlar ve hayvanlar. Seyretmek estetik bir tavırdır, Allah insanı seyretmen için yaratmıştır, iki göz ve beden seyredecek mükemmellikle yaratılmıştır. Bir çok şiir seyretmek fiiliyle başlar bazı ayetler de. İnsan uzun süre alemde seyran etmek ve akabinde seyretmek için dünyaya gelmiştir, birç ok âlemlerden geçtikten sonra, insan âlemine gelmiştir, çünkü insan insan olmadan evvel cüzleri birçok alemde dolaşmış sonra birlik olup insan olmuştur. Tıpkı ressamın malzemelerinin ayrı ayrı ilken bir hale gelmesi gibidir. 

Fani vücudu faniliğinde bırakıp, bir ummanın bir okyanusun katresi olmuştur. Ondan sonra Allah’a hitab eder şair, Sen bize bu kadar liyakatlar vermişken bizim sana verecek bir şeyimiz yok, senin lütuf ve ihsanlarını almaya geldik, burada insan Allah’ın ihsanlarını kabule layık bir beden kazanmıştır artık. Alem de o ihsanları verecek şekle haizdir. Ondan sonra şair incelikle umarız ebedî âleme layık oluruz, der. Hazreti Rahman yani bize koca kainatı verene geldik, ondan sonra ki makam ise Cennet’de Allah ile buluşmak onun ile halvet olmaya Sultana mülaki olmaya gelmiştir. Yaratılışın fantastik-realist hikayesi a harfinden başlayıp dünyevi en son durağa kadar anlatılmıştır. Hüdayî Zat ne kadar mükemmel bir muhayyile ve anlatıma sahip Allah şefaatine mazhar etsin. Doçentlik sınavımda zorlandım, Hanım Hüdayi hazretlerinin mahallini görmüş, bizi korumasına aldı, öğrendik yerini İstanbul’a gittik ve onu ziyaret edip pây-ı şerifinden bûs edip, yardımı ile menzilimize vardık.

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Manevi Buhranlar ve İman Hakikatleri

Manevi Buhranlar ve İman Hakikatleri Günümüzün hayat hızı ve anlayış tarzının getirdiği şeyler İslam’ın evrensel …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Sonsuza Sefer

Rabb'im cümle müminlere gani gani rahmet eylesin. "Lezzetleri gideren ölümü çok anınız." (Hadis-i Şerif) SONSUZA …

Kapat