Ana Sayfa / Yazarlar / Başkasının Günahına Ağlayan Adam Kitabı1-2 / Prof.Dr. Himmet UÇ

Başkasının Günahına Ağlayan Adam Kitabı1-2 / Prof.Dr. Himmet UÇ

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Başkasının Günahına Ağlayan Adam 1

Bu eser Bediüzzaman’ı fiilleriyle, davranışlarıyla tanıtır. Bir Tarihçe-i Hayata şerh olacak kadar önemlidir. Çünkü teorik bir bilgi ve yaklaşım değil değerlerin davranışlara yansımış örneklerini verir. Bir ölçü kitaptır, miyardır.

Vehbi Vakkasoğlu’nun Mart 2009’da 235 baskı yapmış olan eseri oldukça ilgiye mazhar olmuş. 223 sahifeden oluşuyor. Kitap Nesil Yayınları arasında çıkmış. 1876‘da doğan ve 1960 yılında vefat eden Bediüzzaman Said Nursi’nin hayatına ait orijinal vakalardan oluşturulan kitap, insanların küçük hesaplar uğruna her türlü kargaşayı gerekli gördüğü bir toplumda Bediüzzaman’ın karakterinin birçok yönünü yaşanmış olaylardan alarak anlatır yazar Vehbi Vakkasoğlu.

Kuru biyografi kitapları çok zaman örneksiz, vakasız olarak anlatılır. Tarihimizin büyük insanlarının olaylar karşısında nasıl davrandıklarının yerine yaptıkları seferler ve kazandıkları zaferler anlatılır. Ama onların günlük hayatları, dini hayatları, aile hayatları, Allah ile Peygamber ile münasebet şekillerinin örneklerini veren örneklerle anlatan kitaplar yoktur. Bu yüzden tarihi ve dini büyüklerimizin kafamızda bir kişilik portreleri meydana gelmemiştir. Vehbi Vakkasoğlu’nun bu kitabı adeta Bediüzzaman’ın biyografisini tamamlayan bir görsel eserdir.

Bediüzzaman’ın eserde iman konusundaki hassasiyetini anlatan örnekler önemli bir yer tutar. Öyle ki inançsız bir kimseyi şüpheye bile düşürmeyi hizmet olarak telakki eder. O, ”milletimin imanını selamette görürsem cehennemin alevleri içinde yanmaya razıyım, çünkü vücudum yanarken gönlüm gül gülistan olur” der. Milletin kurtulması konusunda ona gelinceye kadar bir çok yazar ve cemiyet mimarisi üzerinde düşünen sayısız reçeteler sunmuştur ama onların hiçbirinin görmediği Allah’a imanın kalitesini sorgulamış, o güçlü olursa diğer herşey güçlü olur. İman layıkı derecede güçlü değilse iman kalesi tehlikededir. Çünkü bütün davranışların kaynağı güçlü bir imandır. Bütün ahlaki sapmalar imansızlıktan veya imanın ne olduğunu farketmemekten ileri gelmektedir. Bu yüzden o “Beni nefsimi kurtarmayı düşünen hodgam bir adam mı zannediyorlar, ben cemiyetin imanını kurtarmak yolunda dünyamı da feda ettim ahiretimi de“ der.

Yaşamasını da toplumun imanı noktasından gerekli bulur. “Ölmekle yalnız kendimi kurtaracaktım, fakat hayatta kalıp da zahmet ve meşakkatlere tahammülle, bu kadar imanın kurtulmasına hizmet ettim. Allah’a bin kere hamd olsun.“

Onun sosyal davaları, cafcaflı siyasi davaları yoktur. Siyasilerimiz onun fikirlerini cemiyeti bir maksad etrafında birlik etrafında toplamak siyasi maksatları yerine toplumun güçlü bir imanla hayata karşı durmasını telkin etselerdi, bugün yaşadıklarımız olmazdı. İki yüz senedir her gelen yeni bir nesil üretemedi, yeniçeri ocağı kapatıldı, yerine asakir-i mansure-i Muhammediye ocağı kuruldu ama Yeniçeri ocağını karşılamadı. Fesi kaldırdık şapkayı koyduk, ondan önce sarığı da kaldırmıştık, ama bunların hepsi şekli değişmelerdi. Yüz kadar aydın sayılabilir yeni bir nesil üretmeyi düşünmediler, hep sosyal ve siyasi düşündüler. İmanı siyasi ve sosyal bir aktiviteye dönüştürmek fikri daha canlı geldi bu yüzden dini partiler ve dini hareketler siyasileşti bunun da sonuçları ortada.  Muhafazakar iktidarlar da bir nesil ortaya koyamadılar. Demirel, Menderes, Özal, şimdi Erdoğan bir nesil projesi ile hareket etmediler. Bu yüzden kurumlar yenilenmeden yıkılma zorunluğu doğdu, ama yerine ne kondu, bu bir ayrı konu. Yıkmak ve yerine bir şey koymak bu devlet felsefelerinin önemli bir konusu. Bediüzzaman devlet felsefesi düşünmeden yeryüzünü ve gökyüzünü Allah ve insanı iyi anlayan bir nesil peşinde koştu, ortaya ne kondu ise o.

Bediüzzaman imanın delillerini göstermek suretiyle insanın başıboş bir canlı olmadığına vurgu yapmış. Bütün tabiatı, pencereler bahsinde olduğu gibi, Münacaat’da, Ayet’ül Kübra’da daha bir çok eserinde tabiatı ve onu Allah’ı anlayacak şekilde yorumlamayı esas aldı. Bütün dava bunlardan sembolistler gibi başka anlamlar çıkarmak müphem hedeflere göre olaya bakmaktır.

Bediüzzaman’a göre imansızlığın altından anarşistlik çıkar. Onun üstüne de idare edilemeyen milletlerden çıktığı gibi diktatörlük çıkar. İnsanlığın en büyük belası imandan uzaklaşmaktır. Allah’ı bulan bütün güzellikleri bulmuş, kaybeden ise insanlığa dair herşeyi kaybetmiş olur. Ebedi saadet yolu imanlar, felaket yolu da imansızlıktan çıkar. Allah’ı anlayan bütün inançlarla birlikte hareket etmek gerektir. Dindar Hristiyanlarla da Allah’a samimi inanç da birleşilebilir. Çünkü imansızlık toplumsal çözülme bütün dinlerin ve bütün milletlerin felaketidir. İman bütün nimetleri nimet yapan bir iksirdir. Bütün güzelliklerin kaynağıdır.

O Risale-i Nur’u okumayı iman tazelemek olarak yorumlar, tıpkı Cuma günleri camilerde nikah tazelendiği gibi. O kimsenin hatta en yakın talebelerinin bile bir çayını içmemiştir, gayesi Allah için insanların imanına hizmet etmektir. İmana dair olmayan şeyleri unuttuğunu söyler. İmana çalıştığı gibi onu bir şeye de alet etmez. İman ve Kur’an aleyhine kuvvetli cereyanların olduğu bir toplumda cüzi teferruata dair meselelerle vakit geçirmek gerekmez. Toplum hayatının dejenere olduğu bir cemiyette o bütün tedavi reçetelerinin yerine insanların Allah’ı iyi anlaması ile sorunların çözüleceğini ifade eder. Bediüzzaman iman ve ahlak krizinin olduğu bir toplumda insanlara ne olursa olsun şefkatle yaklaşmak gerektiğini ifade eder.

Çok okur. Dünyada kendi eserini en çok okuyan kimse odur. Bir sabah dersi on saat kadar sürer. Talebelerine “hepiniz gidebilirsiniz, ben devam edeceğim, ben dersi kendi nefsime okuyorum“ derdi.

Başkasının Günahına Ağlayan Adam kitabında en önemli konulardan biri namazdır. Vakkasoğlu, namaz aşığı olan Bediüzzaman’ı anlatırken, onun başkalarının namaz kılması için de büyük gayret sarfettiğini anlatır. İçkiciler, sarhoşlar, dekolte hanımlar, devlet adamları, katiller onun bir dersi ile namaza başlarlar.

Bin adamın yaptığı işi yapardı, otuz sene önce telif ettiği eseri aslına bakmadan hafızasından tashih ederdi, sayısız kitabı tashih ederdi. Bir kitap bir iki güne tashih edilecekken o dörtyüz sahife kitabı on dakikada tashih ederdi, örnekleri çoktur, ona zaman açılırdı.

Bediüzzaman olumsuz şeylere ilgi duymaz, konuşmaz ve konuşturmaz. Ahmet Ramazan isimli talebesi Irak’ta bulunuyordu. Uzun bir aradan sonra yurda döndü, eski arkadaşlarının Irak’taki olumsuzluklarını anlatır. Üstadı ziyarete gelir, ona “Ahmet Ramazan güzel şeyler varsa anlat, menfiler sende kalsın” der.

Gıybet etmediği gibi ona müsaade bile etmez. Bayram Abi anlatıyor: ”Üstadım falan kişi böyle” desek bize, “siz yanlış anlamışsınız, o benim dostumdur, öyle söylemez. Sen benim kardeşlerimle aramı mı açacaksın” derdi. Aleyhine konuştuğu söylenen hocalar için “o zat ilim ehlidir, bize dosttur” derdi. Konya’dan gelen iki grup talebesinin birbirleri hakkındaki kötü izlenimlerinden sonra “Kardeşim sizin hizmetinize ihtiyaç yoktur, aranızdaki tesanüde ihtiyaç vardır. Sizler ara sıra ihlas ve Uhuvvet‘i beraber okumalısınız” der.

Mehmet Emin Birinci, İstanbul’da eserlerin basımı ile ilgili sorunları, anlaşmazlıkları anlatmayı düşünür. Müslümanların aleyhine konuşulmasını istemez. Mısır devlet başkanı Abdülnasır’ın bile aleyhine konuşturmazdı.

Bediüzzaman “Menfi bir şey duymak istemem“ der. Tekrar aynı konuya dönülecek gibidir o yine sözünü keser ve menfi bir şey duymak istemediğini belirtir. Birinci anlaşmazlık konusunu anlatmadan İstanbul’a döner.

Bediüzzaman Konya’ya gelir, Mevlana hazretlerini ziyaret etmek ister. Ancak halkın aşırı ilgisi, polisin haşin tutumu ortalığı karıştırır. Konya’da yaşayan kardeşini bile göremez. Müze müdürünün özel izni ile Hz. Mevlana’yı Hz. Bediüzzaman ziyaret eder. Girer dua eder ve ağlar. Sonra polislere hitaben ”Ben size teşekkür ediyorum, el öptürmek bana azaptır. Siz maddi olarak memleketin emniyet ve asayişine hizmet ediyorsunuz, ben ise manevi olarak ediyorum. Biz bin savcı ve bin emniyet müdürü kadar asayişe hizmet etmişizdir, onun için bize vazife arkadaşı olarak bakın, bunu arkadaşlarınıza da söyleyin” der.

Hep iyiye yorumlar. Bir gün havacı astsubaylar onu ziyarete gelirler. Yolda arabaları devrilir. Durumu öğrenen Bediüzzaman “ziyaretinizin makbul oluşuna işarettir“ der. Osman Toprak anlatıyor: “Bir gün bir sivil polis Bediüzzaman’ın yanına gidip geldiğim için beni sıkıştırmıştı. Bunu Üstad’a söyledim. Bediüzzaman “Bu polislerin hepsi benim kardeşimdir, hakkımı onlara helal ediyorum“ dedi. Ona göre polislik mesleği çok mukaddestir. Mazlumları korur, milletin malını, şahsiyetini muhafaza eder. Zulme imkan bırakmaz. Haksızlıkları önler.”

Yanlış haberi tashih eder. Abdulmuhsin Alev Sokrat’tan bahseder, Sokrat’ın baldıran zehiri içerek intihar ettiğini söyler. Bediüzzaman “Sokrat intihar etmedi, ona zehir içirip öldürdüler” der. Ölü diri kimseye haksızlık edilmesini istemez.

Kardeşlik ve muhabbeti hizmetin tesiri için gerekli bulur. ”Sakın sakın şimdiye kadar aranızdaki fedakarane kardeşlik ve samimane muhabbet sarsılmasın. Bir zerre kadar bile olsa, ruhumuzu feda etmeyi Kur’an ve iman hizmetimiz gerektirdiği halde, sıkıntıdan veya başka şeylerden gelen titizlikle hakiki fedakarlar birbirlerine karşı küsmeye değil, belki son derece mahviyet ve tevazu ve teslimiyet ile kusuru kendine alır, muhabbetini, samimiyetini ziyadeleştirmeye çalışır. Yoksa habbe kubbe olup tamir edilemeyecek bir zarar verebilir. Sizin ferasetinize havale edip kısa kesiyorum.”

İnsanları barıştırır. İmamlık yapan Hafız Nuri ile hocasının arası açılmıştır. Birbirlerine küserler. Bediüzzaman Emirdağ’da imamlık yapan talebeye geldi ve hocasıyla barışmasını istedi. “Kardeşim Gönenli hafız hakiki bir hafızdır, aranızda bir anlaşmazlık çıkmış, senin namına ben gidip ondan özür dileyeceğim” der. Onun bu sözleri üzerine Hafız Nuri ağlamaya başladı ve dedi ki “Üstadım sizin gitmenize gerek yok, ben gider barışırım.”

Başkasının Günahına Ağlayan Adam 2

Bediüzzaman olaylara anında müdahale eder.Ömür boyu asayişin temsilcisi olmuş, kargaşa ve karışıklıktan hiç hoşlanmamıştır. Her bulanıklıkta durultucu tavrını ortaya koymuştur.Meşrutiyet yıllarında İstanbul’da particilik  milleti parçalara ayırmıştı. Mizancı Murat isimli yazarFerah tiyatrosunda ittihatçıları tenkid ederek konferans veriyordu. Konuşmanın daha başlarında o partinin fanatikleri ortalığı birbirine kattılar. Her türlü kabalık boy gösterdi.Konferans kesildi . Salondakiler gruplaşmaya ve itiş kakışa  başladığı sırada Bediüzzaman durumdan vazife çıkardı. Birden kalktı ve çok etkili bir konuşma yaptı.

Bir hatibin sözünün kesilmesinin ayıp, terbiyesizce  tepkilerin ise meşrutiyet ve hürriyet ilan etmiş bir millet için utandırıcı  olduğunu söyledi. İslamiyetin fikre saygıyı emrettiğini, ayet ve hadis, yaşanmış  örneklerden açıkladı. Bu konuşma iki tarafı da yumuşattı. Sözünün sonunda medeni insanlara mahsus bir nezaketle dağılmaları gerektiğini söyledi . Teklif aynen uygulandı ve büyümeye yüz tutmuş bir kavga böylece önlenmiş oldu.

Ferah tiyatrosundaki kavganın üzerinden yarım asır geçmişti.Bediüzzaman Emirdağ’da gözetim altında ikamete mecbur edilmişti.O günlerde komşu ilçe  olan Bolvadin  ile Emirdağlı gençler arasında bir futbol maçı yapılmıştı. Ancak  top oyunu bur anda taş ve sopa kavgasına dönüşmüştü.Kavga güçlükle yatıştırılmış  gençler dağılmıştı. Fakat bir gün sonra hızını alamayan gençler Emirdağ’daki bir Bolvadin’li esnafın  dükkanını taş yağmuruna tuttular, ortalıkyeniden karışmış , kavga büyümeye yüz tutuştu.Durumu odasından gören Bediüzzaman  seksen küsur yaşına rağmen  caddeye indi. Köşe başında durup kalabalığa seslendi. “ Durun bakalım sizler hepiniz kardeşsiniz. Birbirinizin kusurlarını görmemeniz lazım , birbirinizi  affedin. Konuşma etkili olmuş, kalabalık oldukça sakinlemişti. Sözlerini şöyle bitirdi. “Eğer sizler barışıp dağılmazsanız, ben de burayı terkederim.“ Kalabalık adeta “Biz sükunetle dağılırız siz kalın şehrimizde“ der gibi hiçbir kabalık yapmadan dağılıverdi. Başkasının Günahına Ağlayan  Adam başkasının kargaşasına da son vermişti. Çünkü o milleti için üzülmüş, ağlamış, bütün hayatı bu topraklardaki insanların barış içinde yaşamasını temin için geçmişti.

 İyilik güzellik adına görülecek ne varsa göz ardı edilmeyecek insana, hayvana, bitkiye ve eşyaya ona göre davranılacaktır. Göz eğer kötülük ve kusur arayacaksa kendine dönmelidir. Çünkü kusursuz kul yoktur. 

Senin hoşuna gitmeyen  bir cani sıfatına  mukabil  birçok masum  ve mübarek sıfatı olabilir, Obir günahı sebebiyle  kötü ve işe yaramaz  damgası vurmamalısın . Çünkü herkes böyle yaparsa, kusursuz kul olmadığı için, toplumun bütünü birbirine yabani  nazarla bakacaktır. Böyle olunca da birbirlik, beraberlik, karşılıklı sevgi   ve güven yok olacaktır.

Türk ordusuna güvenir. Bin yıldır islama bayraktar olmuş bir milletin ordusunu Allah perişan etmeyecektir. Bu hususta şöyle müjde verir. ”Rahmet-i İlahiyeden ümid kesilmez. Çünkü Cenab-ı Hak  bin seneden beri Kur’an hizmetinde istihdam ettiği  o ona bayraktar  tayin ettiği bu vatandaşların  muhteşem ordusu  ve muazzam cemaatini, geçici arızalarla  inşallah perişan etmeyecektir. O nuru yine ışıklandırır ve vazifesini devam ettirir. Kılıcını ayağına vurdurmaz, düşmanına vurdurur, Kur’an ‘a  hizmetkar eder, ağlayan alem-i islamı güldürür. “

Bediüzzaman arabasıyla giderken bazan duraklarda servis bekleyen subaylara rastlar, onları selamlamak ister, fakat elini kaldırınca onlar arabaya sırtlarını dönerler, selamı almaktan çekinirler. Bediüzzaman bulundukları yerden çekilince arabanın arka camından eliyle onları tekrar selamlar. 

Devlet ve millet zararına  gizli cemiyet kurmak  suçlamasıyla yargılanıyordu. Olmadık ezaya cefaya azaba tek başına dayanıyordu. Hapisteki elli dört talebesinden  hiçbirisiyle görüştürülmüyordu. Görüşmek isteyenler acımasızca dövülüyordu. Camları kırık kocam bir koğuşun  donducuru soğuğunda  adeta ölüme terkedilmişti. Bu sırada cumhuriyet bayramı gelir. Hapishane müdürü , Bediüzzaman’ın kapısına bir Türk bayrağı astırır. O tanımadığı Bediüzzaaman’ı tahrik etmek istiyordu. Oysa ki  Bediüzzaman’ın hayatı  o bayrağın temsil ettiği  mana uğruna yapılmış  fedakarlıklarla doluydu. Birinci Dünya savaşında Ruslara karşı  gönüllü alay kumandanı olarak  çarpışmış  ve yaralanıp esir düşmüştü. İstanbul’u işgal eden İngilizlere karşı ise  kimsenin cesaret edemediği çıkışlarla halkı uyandırmıştı.

Müdür’e şöyle söyler: “Müdür Bey, size teşekkür ederim ki kurtuluş bayramının bayrağını koğuşuma taktırdınız. Milli hareket günlerinde İstanbul’da İngiliz ve Yunan aleyhine yazdığım eserlerle , belki bir tümen asker kadar vatana  hizmet ettiğimi Ankara hükümeti bilmiş   ve Mustafa Kemal beni mükafatlandırmak için iki defa beni Ankara’ya davet etmişti. Hatta demişti ki “Bu kahraman hoca bize lazımdır” Demek benim  bu bayramda bu bayrağı takmak hakkımdır”

Birbirleriyle boğuşanlar müsbet hareket edemezler, öyleyse müminler kendi metadlarıyla hizmete koşarlar, ama başka tarzda hizmet edenleri, tahrib etmeye ve batmaya çalışmazlar. Mümin mümini tahribe değil tekmil ve tamamlamaya çalışmalıdır. Zira müminlerin  ihtilafı esasta değil, vesile ve vasıtalardadır.

Tahribe müsaade yok. Artık kıymeti kalmamış yumurta kabuğunu  bile kırmazdı. Tepesini iyice deler içindeki gıdayı aldıktan sonra, içi boş yumurta kabuğunu  olduğu gibi muhafaza ederdi. Bediüzzaman’a göre Allah’ın yarattığı herşey büyük  kainat kitabının bir harfi bir kelimesiydi. Bu tefekkürle bakıp okunduğu için  de bozmaya kırmaya kıyamazdı.Zübeyir Abi eski ve kullanılmış ploresanları kırıp çöpe atar. Geldiğinde onları sorar “Ne yaptınız onları? “ der. Kırıp  atıldığı söylenince “Fesubhanallah bu insanoğlunun ruhunda da kırma ve yıkma meyli varmış” Ya gönül kırmak ne kadar büyük bir yanlış.

Sıddık Süleyman Anlatıyor:

”Üstad  Barla’nın bir tepesinde  tabiatla bütünleşmiş bir halde namaz kılmış, dua etmektedir. Bu sırada yarım metrelik bir yılan ona doğru gelmektedir. Bediüzzaman’ın sırtı yılana dönüktür. Geride kalan talebeleri yılanı görmüş ve heyecanlanmışlardır. Üstad’a yakın olan Zübeyir Gündüzalp onların yılana muhalefetini önler ve eliyle “dokunmayın” işareti yapar. Yılan gelir ve başıyla Bediüzzaman’ın cübbesine arkasından dokunur. Sıddık Süleyman çok heyecanlanır. Ama yine müdahaleye müsaade yoktur. Biraz bekledikten sonra yılan başını bir kere daha Bediüzzaman’ın cübbesine dokundurur. Ancak  O duasına ara vermez. Nihayet üçüncü kere yılanın dokunuşunu duyan Bediüzzaman arkasına döner der ki , “Sen biraz sabredemez misin? Bu durumu gören talebelerinde heyecan son haddine gelmiştir. Bediüzzaman biraz daha dua eder ve “Zübeyir kaldır” der. Zübeyir Gündüzalp hemen gelip seccadeyi kaldırır, yılan da oradaki  deliğe akıp kaybolur. Meğer Bediüzaman’ın seccadesi tam yılanın deliği üzerine serilmiştir.

Barla günlerinden birinde genç talebesi Hüseyin‘le Çam dağına çıkar, bir çamın altında dinlenirlerken  bir yılanın kendilerine doğru geldiğini görürler. Hüseyin hemen fırlayıp Bediüzzaman’ın arkasına siner. Bediüzzaman  “kardeşim niçin korktun, her şey Allah’ım emriyle hareket eder, o istemedikçe yılan da bir şey yapamaz, korkma. Bu sırada yılan ile aralarındaki mesafe bir metre kadar kalmıştır. Bediüzzaman elini kaldırır ve yılana seslenir. “Tamam tamam orada dur, bizden sana  zarar gelmez, haydi yoluna git” yılan durur sonra dönüp gider.

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Önceki yazıyı okuyun:
Mehmet Feyzi Efendi’nin Hayatı ve Görüşleri / Doç. Dr. Burhan Baltacı

MEHMET FEYZİ EFENDİ'NİN HAYATI VE GÖRÜŞLERİ Doç. Dr. Burhan Baltacı * Mehmet Feyzi Efendi'nin Hayatı …

Kapat