Batı kenti, siyasal yapısı ile politik, askeri ve ekonomik unsurların birlikteliğiyle ortaya çıktı. İslâm şehri ise bundan tamamen farklıdır. Toplumun merkezinde insanları denkleştiren bir kurumsal yapı, cami vardır. Bugünün şartlarında bir İslâm şehri ne kadar mümkün?
Lütfi Bergen yazdı.
Max Weber’in Avrupa’da kapitalist ticaretin, kale-sur-kapıların, tekelci çarşının, burjuva topluma has mahkemenin ve göreceli özerklikle krala bağlanan (garnizon vardır) siyasal yapının etkisi ile tezahür ettiğini söylediği ‘Batı kenti’ yaklaşımı, Batı dışında ‘kent olmadığı’ yargısıyla sonuçlanmıştı. Biz Türkiye’de Ziya Paşa’nın aşağılık kompleksi ile yazdığı ve fakat Osmanlı aydınının da benimsediği ‘Batı kenti’ tasavvurunu reddeden bir düşünce kurmaya çalışıyoruz. Bu nedenle “Diyar-ı küfrü gezdim beldeler kâşâneler gördüm / Dolaştım mülk-i İslâm’ı bütün virâneler gördüm” beytindeki itirafın Weber’i de haklı çıkardığı düşüncesindeyiz. Ancak bu tespitimiz Weber’in Batı dışına yönelik ‘pejoratif sosyoloji’sini haklı görmenin neticesi değil. Batı kenti dışında bir ‘İslâm Şehri’ varlığına işaret eden yaklaşım denemesidir. İslâm düşüncesinde ‘medine’ kavramı daha önce Arap toplumlarında kullanılmamış bir kelime olarak Hz. Peygamber tarafından telaffuz edilerek Yesrib’in ismi yerine kullanıldı.
İslâm şehrini medeniyet kavramının dışında anlamak mümkün değildir. Dolayısıyla ilk çıkarımımızda ‘medine’ zaten ‘Batı kenti’ değildir. Zira Hz. Peygamber’in içinde atası İsmail (a.s.) tarafından inşa edilmiş Kâbe bulunan bir beldeyi ‘Medine’ye değişmesi, mallarını müşriklerin yağmalamasına bırakarak hicret etmeyi tercih etmesi ‘rasyonel’ olmamalıdır. Weber’in kentinin rasyonel ve kapitalist zihnin feodal üretim tarzından koparak oluşturduğu bir zemin olduğu düşünülürse, Hz. Peygamber’in Arap küresel kapitalizminin merkezi olan bu kenti terk etmesi izah edilemeyecektir. Yani ilk elde Hz. Peygamber Batı sosyolojisinin günümüz temsilcileri olan David Harvey, Henri Lefebvre gibi ‘kent içi mücadele-kent hakkı’ ekseninde yer almamakta ve ‘hicretle başlayan’ başka bir ‘şehir’ tasavvuruna işaret etmektedir. İkinci olarak Kur’an’da da ‘medineti’ kavramı geçmektedir. ‘Medineti’ kavramının (şehir anlamında) Müslüman toplulukların iktisadî, içtimaî, ahkâmî yükümlülüklerini yansıtacak şekilde Kur’an’da kullanıldığını görüyoruz. Bu kavram A’râf 123; Tevbe 101, 120; Yusuf 30; Hicr 67; Kehf 19, 82; Neml 48; Kasas 15, 17, 20; Ahzap 60; Yasin 20; Münafikun 8 ayetlerinde geçmektedir. Buna göre, ‘medineti’ kavramının geçtiği ayetlerde resuller kavimlerine tevhit inancını anlatmaktan ziyade ahkâmı emretmektedir. Kur’an’da ‘el-medâin’ (şehirler) ifadesi de A’râf 111; Şuarâ 36, 53 ayetlerinde geçmektedir. İslâm inancı açısından medeniyet devlet teorisi olmayıp, Müslüman toplumun yeryüzünde ‘halifetü’l arz’ vasfına uygun şehir sistemleri kurarak ticarî, içtimaî, ilmî, adlî yapıyı imar etmesini ifade eder. Bunun bir akitler, bağıtlar yapılaşması ile karşılıklı mesuliyetler getirdiği tartışmadan varestedir. Şehirler sistemi, Osmanlı asırları boyunca Osmanlı siyaset yapısını denetleyici, ona göre ‘muhtar’ bir iktisadî-içtimaî yapı olarak tatbik edilmiştir. Osmanlı siyaset yapısına, iktidarın belirlenmesine taraf olmayan halkın vakıf, bedesten, mahalle, tımar, tekke, medrese ve kadılık sisteminin gerçek hamisi ve hadimi olduğu ret olunamayacak bir gerçektir.
Üçüncü olarak İslâm iktisadının bireyden değil haneden hareket ettiği gerçeğidir. Nitekim Musa (a.s.) Mısır’a giderken eşini de götürme emri almış ve “Mısır’da evler edin!” emrine muhatap olmuştu. Farabi de Medinetü’l Fazıla risalesinde toplumu bireyden değil, haneden başlatır, mahalleye geçer ve mahallelerin şehir inşasını zaruri görür. Hatta “Evlerin kıl çadır, mağara, çamur, taş olması ‘medenilik’ kriteri değildir.” der. Dolayısıyla biz ‘Umran hazarî- hadaret’, ‘mütehaddir-hadarat’ kavramlarına dayanarak düşünce oluşturan mecradan uzağız. Bu uzaklık nedeniyle İslâmcı, Batıcı, Türkçü mecraların Batı kentleri Londra, Paris’i ‘medeniyetin temsili mekânlar’ saymasından da uzak kalıyoruz. Bu kentler olsa olsa ‘uygarlık merkezi’ olabilir. Türk düşüncesinde ‘medeniyet’ kavramı yanlış olarak etimolojik anlamından ve Kur’an’î ıstılahından yoksun olarak ‘uygarlık-civilisation’ karşılığı kullanılıyor.
Hz. Peygamber’in mücadelesini ekonomik etkileri ile okursak farklı çıkarımlara ulaşabileceğiz. Nitekim Mekke’de kalanların Medine’ye hicret etmemeleri, Mekke sınıflı yapısında ekonomik sürece boyun eğmeleri cehennem tehdidine de neden olmuştur. “İman edip de hicret etmeyerek kendi öz nefislerine zulmeder vaziyette olanların canlarını alırken melekler onlara diyorlardı ki: ‘Ne işte idiniz?’ Onlar da: ‘Biz bu ülkede, dinin emirlerini uygulayamayan, baskı altında yaşayan kimselerdik.’ deyince, melekler bu sefer şöyle dediler: ‘Peki Allah’ın arzı geniş değil miydi? Siz de orada hicret etseydiniz ya?’ İşte onların durağı cehennemdir. Ne fena bir dönüş yeridir orası!” (4 Nisa: 97). İslâm tarihinin hemen başında hicret emri, ‘Medine-akîde-amel’ ilişkileri açısından önemli bir devredir. Hicret fetih gerçekleşinceye kadar Müslüman amelinin ölçüsü olmuştur. Önce şehir kurulmuş (Medine) ve sonra insanları kul, köle eden sosyal, siyasi düzenlerin kültürleri İslâm’a açılmıştır (feth: açma). Türkçe’ye yanlış olarak ‘medeniyet’ olarak çevrilen ‘civilisation’ın ise Batılı anlam dünyasında ‘civita’ toplumlarla ilgisi olduğu, bu ekonomi-politik toplumun insan figürünün ‘civil’ yani ‘burjuva’ ferdi esas aldığı açıktır.
İngiliz zihninde ‘civilisation,’ uygarlığın kentsel altyapısını, maddi varlığını, tabiatı dize getiren beşeri tekno-yapısını temsil etmektedir. Bu kapsamda Batı kenti ‘imar edilmiş belde: umran’, ‘bedavetten kurtulmuş toplum: hadara’ anlamında ‘civilisation: uygarlık’ anlamını taşımakta ise de İslâm şehri olan ‘medine’ olmamaktadır.
İslâm şehrinin özellikleri
İslâm şehrinde toplumun merkezinde insanları denkleştiren bir kurumsal yapı vardır: Cami. İslâm şehrinde cami ile bedesten birlikte var olmuştur ve bu hal sadece Osmanlı şehirlerine mahsus değildir. Peygamber’in de Mekke’de çarşı tanzim ettiği bilinmektedir: “İlk iş müstakil bir pazar kurmaktı. Hz. Peygamber (s.a.s.) Nebit pazarına giderek bir göz attı ve ‘Bu asla sizin pazarınız olamaz!’ buyurdu. Sonra ileride (Medine pazarı adını alan) bu pazara döndü, etrafını dolaştı ve ‘İşte sizin pazarınız budur; bu (pazar) daraltılmayacak ve burada vergi alınmayacaktır!’ buyurdu”.
Makale Yazarı: Lütfi Bergen
- Mehmet Nuri BİNGÖL”ün Edebî Yolculuğu - 30 Ağustos 2024
- Risale-i Nur’da ve Hatıralarda Kurban Bayramı - 15 Haziran 2024
- Ramazan’dan Sonra - 24 Nisan 2024
- Ramazan Bayramı ve Peygamber Efendimizin Bayramı - 9 Nisan 2024
- Kadir Gecesi ile İlgili Yazılar - 5 Nisan 2024
- Saatler ve Manzaralar / Yahya Kemal BEYATLI - 30 Mart 2024
- Peygamberimizin (asm) İtikâfı - 29 Mart 2024
- Aydınların Dilinden Bediüzzaman Said Nursî / Vefatının 64. Sene-i Devriyesi Hatırasına (video).. - 25 Mart 2024
- Sükûtun Zarâfeti / İmam Süyutî - 23 Mart 2024
- “Oruç, Bıçağa Gerek Duyulmayan Bir Ameliyattır.” - 20 Mart 2024