Batı’da Tebliğ ve İrşad

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.
Bediüzzaman Said Nursî’ye göre, bu asır iman kurtarmak asrıdır. Risale-i Nur ise, küfre karşı imanın son ordusudur. Kısa bir zaman önce Müslüman olmama rağmen, bu pek mühim mevzuda hizmet tarzları ve muvaffak olma şartları hak­kında bazı fikirlerimi arz edeceğim. Çünkü Batılı ve daha önce bir Hristiyan olmam sebebiyle, sanırım bazı gözlemlerim bu konuda ilgi çekici olacaktır. Mümkün olduğu kadar görüşlerimi Risale-i Nur’un süzgecinden geçirmeye çalışarak arz edeceğim.

 

1) Hizmette mühim olan vasıta değil, neticedir

Evvelâ, hak din mensupları olarak, Müslümanların azınlıkta olduğu Batıda, he­pimiz gayr-i Müslimlere tebliğle vazifeliyiz. Aslında Batıda Kur’ân’a ve sünnete göre yaşamak zaten fiilî bir tebliğdir. Böyle bir tebliğ müşahede edildikçe dikkatleri çekip iman hakikatlerine geçişe vesile oluyor. Hatta irşada kadarvarıyor. Böyle mutlu bir netice vuku bulduğunda ancak seviniriz. Hangimiz buna vesile olursa olsun, önemli olan neticedir. Cenab-ı Hak dilediğini hidayete vesile kılar. Batıda hizmet eden ve İslâmî irşadda vazife yapan grupları; Şeyh Nazım Hakkani, İdris Şah veya New York’taki Şeyh Muzaffer gibi sofiler, Güney Afrika’da Şeyh Ahmed Didat, Seyyid Hüseyin Nasr gibi şiîler, Seyyid Kutub veya Ebul A’la Mevdudî gibi modernistler, Mevlânâ Celâleddin Rumî’nin yolundan gidenler, Millî Görüşçüler, Vehhabiler şek­linde özetlemek mümkündür. Tebliğ ve irşad için Nur Talebelerinin böyle gruplarla ittifak etmesinde kanaatimce bir mahzur yoktur. İslâm dinini Batılılara tebliğ etme­nin ehemmiyeti o kadar büyüktür ki, Müslümanlar arası teşrik-i mesaîyi ve ittifakı zaruri kılar. İttifak sahasını, bu sebeple geniş tutmakta maslahat olsa gerektir. Bedi­üzzaman Said Nursî Emirdağ Lahikası’nda, “Şimdi ehl-i iman, değil Müslüman kar­deşleriyle, belki Hristiyanın dindar ruhanileriyle ittifak etmek ve medar-ı ihtilaf me­seleleri nazara almamak, niza etmemek gerektir. Çünkü, küfr-ü mutlak hücum edi­yor” demektedir.

Bediüzzaman Said Nursî’nin öngördüğü XX. asır Müslümanlarının Hristiyan din­darlar ile ittifakı bence komünizmin çöküşüne kadar süren hadiselerde tahakkuk etti. Doğuda Nakşilerle Batıda Papa ve Katolikler, komünistlerin çöküp kendi ağırlığı al­tında kalmasına kadar onları içten içe çürüttüler. Bunun misalini Asr-ı Saadette görmek mümkündür. Peygamber Efendimiz (a.s.m.), Müslümanlar küçük bir azın­lıkken Musevilerle, Mekkeli müşriklerle ve başka muhaliflerle defalarca, taktik olarak nitelendirilebilen ittifaklar ve antlaşmalar yapmıştır. Elbette bunlarda bizler için ibretler vardır.

Bediüzzaman Hazretlerinin tek bir gayesi vardı: Türkiye’de ve bütün dünyada imanın ihyası. Hayatı boyunca, mânevî bakımdan hiç de müsbet olmayan gruplar, partiler, insanlarla bile ittifak etmesi hep bu gayenin tahakkuku içindir. Bugün Av­rupa’da tebliğ ve irşad için pek çok yardıma muhtacız. Bu cihad için, ittifaklardan çekinmemeliyiz.

2) İkna metodlarının, zora ve şiddete dayanmayan usullerin üstünlüğü

Bazen şiddet kaçınılmaz olur. Meselâ, Afganistan’da Ruslara karşı, Bosna’da ve Filistin’de zalimlere karşı olduğu gibi, saldırıya karşı nefis müdafaası şarttır. Ancak kanaatime göre, bu asırda Müslümanların asıl zaferleri, düşmanlarını mânen yıkma­larıyla ortaya çıktı. Meselâ sömürgeci İngilizler, Hindistan’da Gandhi, Apartheidciler Güney Afrika’da Mandela tarafından, bu şekilde mağlup edildi. Sovyet Birliği’nin çöküşünde de, aynı gerçeği görürüz. İran’da Şah Rıza Pehlevi’nin düşüşünde de… İnşaallah istikbalde diğer Müslüman ülkelerde de aynı gerçek görülecek. Herhalde en mükemmel şekilde bu usul Asr-ı Saadet’te Mekke’nin fethinde tatbik sahasına ko­nuldu. Zaten Batıda böyle tedrici metodları tercih ve takdir edenlerin sayısı hem “mass medya’da”, hem de aydın kesimde oldukça yüksek. Ancak, bu usulün tatbiki hiç de kolay değildir ve geniş maharet, plânlama ve teşkilâtlandırma gerektiriyor.

3) Hedef grubuna göre çeşitli tebliğ usülleri

Tebliğ çeşitli gruplara yönelik olabilir. Hedef grubuna göre tebliğ usulünde de değişiklikler olmalıdır. Bu konuşmada kendimi Batıdaki tebliğle sınırladım. Çünkü bu sınırlar içerisinde katkıda bulunabileceğime inanıyorum.

Batıda birçok ayrım yapabiliriz:

– Millî ya da etnik farklılıklar.

– Batılılar ile İslâm ülkelerinden göç edenler.

– Allah’ı tanımayanlar, mülhidler, kâfirler.

– İmanlarını tatbik etmeyenler.

– Dinde esneklik taraftarları.

– Dindar müminler.

– Muhafazakârlar.

– Mutaassıplar.

– Belli bir kilise ya da havraya mensup olanlar.

– Farklı mezhep mensupları (İslâm’da, Hristiyanlıkta ve Musevilikte de olabilir).

Bunların herbirine ait ayrı ayrı tebliğ tarzı olmalıdır. Meselâ, Avrupa’ya yerleşmiş olan Müslümanları ve onların çocuklarını ve torunlarını ele alalım. Biz onların dinle­rini, imanlarını muhafaza etmekle mükellefiz. Genelde kalblerinde iman çekirdeği varolduğu için, bu gruba yönelik tebliğ, Batılılara göre daha kolay olacaktır. Ancak, bu gruba yönelik tebliğde diğer tebliğcilerin görüş farkları ortaya çıkmaktadır. “İslâm modernize edilebilir mi? İslâm modern Batılı bir hayat tarzı ile bağdaşabilir mi? Batılı bir ticaret şirketi ortamında İslâm yaşanabilir mi? Sünnet-i Seniyyenin belli maddelerini terketmek, değiştirmek ya da intibak ettirmek olur mu?” Tabii bu soru­lara Muhammed Abduh, Muhammed İkbal, Cemaleddin Afgani, Hasan el-Benna tarafından enteresan cevaplar verilmiştir, ama bence daha önemli ve geniş kap­samlı fikirler ve çözümler Risale-i Nur’da vardır; hem de Sünnet-i Seniyyeden taviz vermeksizin… Meselâ, Bediüzzaman Said Nursî’ye göre, esaslarda hak dinimiz yaşanmalıdır ve bu esaslardan vazgeçilmez; halbuki teferruatlar aynı seviyede değiller.

Bu, Müslüman asıllı gruplar için tebliğ teşkilâtları kurulmalıdır ve Batılılara yönelik olanlardan ayrı olmalıdır. Ayrıca bunları milliyetlerine göre de teşkilâtlandırmak gerekir. Ancak, bir Avrupa ülkesinde, meselâ Türk asıllılar için birden fazla tebliğ ve irşad teşkilâtının olması, bana göre tebliğ gayretlerine halel getirir; hem Türkler arasında, hem de Batılılara yönelik tebliğ bakımından.

Batıda tebliğe gelince, bu konuda bence teşkilâtlanmada ilk hedef direkt Batılı­ları ihtidaya yönelik olmamalı. Böyle bir hedef, Hristiyan modelini tekrar ve taklit etmek olur. Hem de bu asrın ruhuna aykırı olarak… Onun yerine, İslâm’ın özünü lâyıkiyle nasıl düşündürebiliriz? Bazı Batılı alt gruplar için bilgi eksikliklerini ne ile doldurabiliriz? Mânevî ihtiyaçların neler olduğunu nasıl bilebiliriz? Öncelikle kursla, programla ve plânlarla bunları nasıl gerçekleştireceğimiz sözkonusudur. Bilgi sun­mak, iletişim kurmak, sözcü ve temsilcilere eğitim düzenlemek, kurslara hazırlamak, özel teşkilâtlar kurmak faydalı olabilir. Tebliğin asıl önemli yanı, dinin esaslarını sair kültürel veya tâli meselelerle karıştırmamaktır. Bu konuda münakaşa götürmez ör­neklerin sayısı çok, meselâ bir Batılı, iyi bir Müslüman olması için, masada değil de, yerde yemek yemek mecburiyetinde değil. Batı giyimleri -iffete aykırı olma­dıkça- onları reddetmenin anlamı yok. Yalnız, beş vakit namaz ve diğer erkanlar, içki içmemek, kumar oynamama, gibi asıl konular tartışılmaz. Bu alanda muhtelif milletlerden Müslümanları biraraya getirmek ve müşterek bir tarzda anlaşmak ge­rekir. Çünkü hâlis Müslüman olan bir Nijeryalı, bir Arap, bir Türk, bir Pakistanlı ve bir Endonezyalı kendi millî karakteriyle muamele ederse, bunu Batılıya mecbur edemezsiniz. Şimdi, Batıda, böyle bütün İslâm ümmeti için müşterek olan tatbikat­lar ve inançları ihtiva eden, herhangi bir ülke ya da bölgenin kültüründen müstakil, güzel, akıcı İngilizce bir ilmihal bugüne kadar neden hazırlanmadı? Bunu büyük bir eksiklik olarak görüyorum.

Tebliğ metodunda herhalde en mühim ve hassas safha, başlangıç, yani ilk tanı­tım safhasıdır. Âyet-i kerimede buyurulduğu gibi,

“Allah böylece dilediğini saptırır, dilediğine hidayet verir.”

ve elbette mü’minlerin Cenab-ı Hakkın rızasına karşı gelmesi yanlıştır, günahtır. Vazifemiz tebliğden ibarettir; hidayet veren Allahu Te­âlâdır. Nitekim, bir kişinin zihnini dini mesajlara açmak için, o kişinin içinde bulun­duğu noktadan hareket etmek lâzım: Meselâ, kendi dininin emirleriyle ve hükümle­riyle bağlı bir Hristiyan için, İslâm dininin şekli bazı fıkıh esaslarını baştan tarif etmek uygun olabilir, ona kıyaslama imkânı verir, dinin bu yanları ona cazip gelebilir. Ama sözde Hristiyan olan, dinin emirlerini yerine getirmeyen bir Batılının zihninde İslâmı uyandırmak baştan geniş bir müsamaha ile yaklaşmayı gerektirir. Çünkü Batıda yumuşak ve esnek bir şekilde maalesef, İslâm, fundamentalizmle aynı anlaşılıyor. Bu peşin hükmü bir tarafa koymak gerek. Çünkü o önce bu şartla İslâma bakacak. bundan dolayı evvelâ bu peşin hükümden onu kurtarmak gerek. Diğer yandan modern Batılı gençler, Batının materyalizminden nefret ediyor, lâkin resmi Hıristi­yan kiliseleriyle bu mânevîihtiyaçlarını karşılayamıyorlar. Hidayet ve desteği Şarkta arıyorlar, çoğu zaman da Budizmde veya daha menfî batınî ve batıl inançlara sap­lanıyorlar. Bu tip gençler, tahmin ediyorum tasavvufla uğraşan tebliğcilerle temasa geçse hak dine kavuşturulabilir.Daha önce dediğim gibi, böyle girişimler profesyo­nel bir tebliğ plânlamasının doğal ve sağlıklı bir neticesidir.

Müslümanların birbiriyle uğraşmaması, Batı’da tebliğ için büyük önem taşıyor. Bir Batılı, İslâm’ın kendisine göre güzel bir yanını keşfetmesine vesile olan ya da ho­şuna giden bir Müslümanla karşılaşırsa, hemen başka bir Müslümandan “Ama bunlar gerçek İslâma ait değiller; bu ancak batıl inançlardır; onlara karışma, gerçek İslâm ancak bizlerinkidir” sözlerini duymamalı. Ancak, ihtidadan belli bir zaman sonra, dinde sağlamlaştıktan sonra Müslüman kardeşler arasında, İslâm içindeki farkları, görüşleri, nüansları ve mezhep özellikleri münakaşa edip araştırmalı. Bilhassa Ba­tıda, İslâmî meselelerde herhangi bir ihtilaftan vazgeçmeliyiz. Âyet-i kerime, “Dinlerinde ayrılığa düşerek fırkalara bölünenlere gelince, sen hiçbir hususta onlar­dan değilsin.”buyurmaz mı? Tebliğde bu sorunları kontrol altına alıp ortadan kaldırmak için, yeniden teşkilâtlanmaya muhtacız. İttihad-ı İslâm ve ittihad-ı üm­mete bu gibi ihlâllerin ne kadar zarar verdiğini bütün Müslüman kardeşlerimize delil­leriyle izah etmeliyiz.

4) Tebliğde bazı hususi vasıtaların ehemmiyeti

Bununla bilhassa kitle iletişim araçlarını eğitim ve kültürel kaynakları kastediyo­rum. Bunlar gerek Hristiyan ve gerek İslâm tebliğinde olsun, özel bir rol oynar. Bunları kısaca “medya” veya “mass medya” olarak özetlemek mümkündür. Basın, radyo, televizyon, CD-ROM, bilgisayarda muhafaza edilmiş ansiklopediler, Inter­net, video, kablo televizyonu. Bunların yanında okullar, üniversiteler ve İslâm ülke­lerindeki turizm de sayılabilir.

Medyanın ehemmiyeti ve tesirinin çok iyi bilinmesine rağmen, Batıdaki İslâm “imaj”ı, ne yazık ki bugünlerde hâlâ menfî olarak anlaşılmaya devam ediyor. Birçok ferdi ve bazen de teşkilâtlı gayretler olmasına rağmen terörizm, “fundamentalizm”, kadının eşitsizliği ve zulüm, istibdad, insan hakları ihlalleri gibi konularda menfî imaj­lara mani olunamadı. Hayret edilecek şey şu ki, Albay Kaddafi, Saddam Hüseyin, Yaser Arafat ve Hafız Esad gibi yaşayışlarıyla İslâma uymayan liderler, tipik Müslü­man ve İslâma göre örnek şahsiyetler olarak değerlendiriliyor. Elbette onların Müslümanlığını inkâr etmiyorum, ama onların hareket, görüş ve siyasî kararları İslâm’la bağdaşmıyor.

Batıda netice alınabilecek başarılı tebliğ için bu imajları değiştirmek şarttır. Bu­nun için evvelâ Müslümanları bu maksatla teşkilâtlandırmak ve koordine etmek gerekiyor. Bu konuda Musevilerin medya hareketini model olarak almalıyız. Cinayet ve zulüm örnekleri çok. Meğer nekadar müsbet bir imajları var medyada? Batıda siyasî tesirleri çok büyüktür, hem Amerika’da, hem de başka ülkelerde! Müslüman­ların tesiri, yüksek seciyelerine ve bilhassa hak dine mensubiyetine göre onlardan yüz kat daha güçlü olmalıydı, ama maalesef. Onların medya usüllerini araştırmalı ve faydalanmalıyız. Ta ki en hayırlı ümmet Batıda da gerçek yerine otursun. Bence, onların başarısı genelde iyi teşkilâtlanmadan, hedef kitleleri iyi seçmeden ve disip­linden kaynaklanıyor. Bozuk ve eksik metodlara dayanmıyorlar. Batılıların İslâmla karşılaşacakları ilk ve en ağırlıklı yol, medyadır. Batıda tebliğ için en mühim, en te­sirli ve en şaşmaz yol budur. Bu asrın medyasının hiçbiri Peygamberimiz (a.s.m.) zamanında yoktu. Bunu nazarınıza arz ediyorum.

Tebliğle ilgilenenler için, okullar dikkate şayan diğer bir tesir sahasıdır. Bilhassa Hristiyanlar dâvâlarını ve İncil’i yaymakta eğitim kurumlarını çok kullanmaktadırlar. Avrupa’da artık okullardan istifade edebiliriz. Çünkü din eğitiminde çoğu Avrupa ülkelerinde sadece Hristiyanlık değil, bütün dünya dinlerine yol açılıyor. Onun için birçok ders programına İslâm dini dahil edildi. Ama maalesef çoğu yanlışlıklarla dolu, uygun olmayan gayr-i müslimler ve müşteşrik kaynaklardan faydalanılmış bir suretle sunuluyor. Bu ders programlarına sağlıklı, müsbet ve ilmî bir istikamet gücü kazandırılmalıdır. Bu öncelikli bir hizmet olarak bekliyor. Buluğ çağı gençlik yılları; ihtida, biat, dine bağlılık ve dini takviye etmek için en uygun yıllar sayılır. Avrupa’­daki ihtidaların büyük bir kısmı 25 ile 40 yaşı arasında, ya da evliliğe ilişkin vuku bulur. Hristiyanlık ve Musevilik için de çoğu din seçimleri 10 ile 20 yaş arasında ol­duğundan, ders programlarında İslâmın gerçekçi bir suretle ortaya konulmuş ol­mamasının zararı ve belki de art niyeti daha iyi anlaşılmış olur.

Özellikle Batıda eskiden beri üniversitelerin tesiri ve nüfuzu büyüktür. Bazı ders programlarında belli peşin hükümler, ilmi hakikate aykırı düşünceler ve kısmen san­sür hüküm sürerken, Batı üniversitelerinde genellikle fikir ve araştırma hürriyeti sınırlanmaz. Geçen 10-20 senedir özel İslâmî kurumlarının sayısı çoğaldı. Ancak, bu açılmış fırsatları değerlendirmek için bir insan kıtlığı ya da kalite eksikliği ortadadır. Bir medya çeşidi olarak çabuk yayılan Internet sistemi ve başka tesirler, beynelmilel akademi toplumunu gittikçe daha kaynaştırıyor. Sadece dillerden kaynaklanan sınır­lamalar kalır. Nitekim en büyük, tesirli ve en çabuk büyüyen dil, hem Internet’te, hem de yazılı olarak basılmış ve neşredilmiş eserlerde, İngilizcedir. Risale-i Nur’un bu ortamda sınırlı kalmış tanınmışlığı büyük bir kayıp olarak kabul edilmelidir. İslâmî konularda tanınmış profesörler arasında Risale-i Nur’un şöhreti artsa ve müracaat kaynağı olarak yaygınlaştırılsa, şüphesiz büyük bir hizmet olacaktır.

Yirminci asrın belli başlı bir hadisesi de, uluslararası turizmin büyümesidir. Ço­ğunlukla eğlence ve zevk arayışı olmakla beraber, özellikle gençlerin bir kısmı, yeni arayışların ve tefekkür sistemlerinin peşindedir. Batılıları İslâmdan alıkoyan sebeple­rin birisi de hiç şüphesiz kültür ayrılığı ve büyük kültür farklılıklarında yatıyor. Böyle gençlerin kendi arzusuyla Müslüman bir ülkede bulunması kültür ayrılığının menfî tesirini azaltıp yumuşatıyor. Böylece İlâhî mesajı onları ulaştırma şansları artıyor. Bir daha bu tebliğ fırsatını yakalayamayız. O halde onlara rastgele değil, organize bir şekilde muhatap almakta fayda vardır.

Yukarıda saydığımız sahalar hakkında Bediüzzaman Said Nursî’nin tavrını tahmin edebiliriz. Hayatı boyunca medyadaki gelişmeleri takip etmiştir. Eğitim, okul orga­nizasyonu, ders programları ve üniversitelerle çok ilgilenmiş bir âlimin yukarıdaki tavsiyelere iştirak edeceği ve sevinçle destekleyeceğinde şüphe yoktur, sanırım.

5) Tebliğ usülleri

Burada bu geniş mevzuya fazla girmek istemiyorum. Başta bize, tebliğde ders ve hidayet rehberi olarak Kur’ân-ı Kerim verildi. Bu konuda Kur’ân’dan iktibas edebildiğim âyetlerden ikisini sunuyorum:

“Kitap ehliyle ancak en güzel bir yoldan mücadele edin; güzellikle, yumuşak­lıkla, delil ve ispat yoluyla onlara hakkı anlatın.”4

“Kötülüğe iyiliğin en güzeliyle karşılık ver; bir de bakarsın, aranızda düşmanlık bulunan kimse candan bir dost oluvermiştir.”5

Risale-i Nur’da da tebliğ hakkında öğrenebilecek birçok şey var, özellikle Batı insanına tebliğ için, sayısız örneklerden birkaç tane aktarıyorum:

“Senin üzerine haktır ki, her söylediğin hak olsun. Fakat her hakkı söyle­meye senin hakkın yoktur. Her dediğin doğru olmalı, fakat her doğruyu demek, doğru değildir.”6

“Belki, daire-i İslâmiyet içinde, hangi meşrepte olursa olsun, medar-ı muhabbet ve uhuvvet ve ittifak olacak çok rabıta-i vahdet bulunduğunu düşünüp ittifak et­mek…”7

Bu sözleri söylemek kolay, ama tatbik etmek çok zordur.

Yukarıdaki fikirlerimi bir cümlede hülasa edersem, tebliğde bütün ümmet-i Mu­hammed’in teşrik-i mesaide bulunması şarttır.

“Taşları birbirine kenetlenmiş bir bina gibi saf tutarak, Onun yolunda cihad edenleri muhakkak ki Allah sever.”8

Tebliğde kişileri ikna etmek için, en iyi usul, tatbikî davranış örneğidir. En tesirli mi­sal, tatbikî misaldir. Bu, Allah’ın birliği ve İttihad-ı İslâm ittifakında yegâne simge olmalıdır. Maalesef, şimdilik kavgalarımız ve ihtilaflarımız bu cihadımızı engelliyor. İnşallah istikbalde “en hayırlı ümmet” tekrar tevhide yaklaşacak. Tebliğ ve irşadda muvaffakiyet için en mühim şart, belki tek şart, budur.

6) Batıda tebliğ için Risale-i Nur’un uygunluğu, yayılma şansı

Türkiye’de Bediüzzaman Said Nursî’nin emsalsiz ve parlak itibarını inkâr eden yoktur. Çünkü o, hayatı boyunca Osmanlıya ve Türk devletlerine pek büyük hiz­metler etti ve onun eserlerinin kıymeti ilk incelemeyle belli olur. Halbuki, uluslara­rası seviyede çok farklı bir tablo çizmektedir. Belli gayretlere rağmen, Batı’da ter­cümelerinin ya olmaması ya da dağıtılmaması, Batı aydın ve profesörlerinin takdirini engelliyor. Ayrıca, Bediüzzaman Said Nursî’nin Türkiye’ye has büyük katkı ve hiz­metleri, onların modern Batı için uygunluğunu ve kıymetini ispat etmiyor.

Türkiye dışında Bediüzzaman Said Nursî’nin mütefekkir olarak üstünlüğü ve uygunluğunu izah ve ispat eden bazı sebepleri arzediyorum:

– İman ve modern ilmin tam imtizacını ve ilmî gerçeklerin dini tasdik edip tak­viye edişini mükemmel delil ve örneklerle ispatladı.

– Modern Batılı laik kültürün kötülüklerinin ve Batılı kültür gelişmelerinin dine ve iman-ı billahı ihlallerinin teşhisinin eşi görülmemiştir.

– Her kim onun modern insan tarafından dine sorulan sorulara cevaplarını müta­laa ederse, onları tasdik eder. İnancı ispat konusunda birçok yenilik getirmesine rağmen Kur’ân ve Sünnet-i Seniyyeden zerre kadar taviz vermez.

– Bilhassa mü’minlerin demokrasiye, siyasete ve milliyetçiliğe karşı tavırlarını, inançlara göre ıslah edip yeni düşünce kalıpları ortaya koymuştur.

– Tarikatlar dışında mü’minlerin mânevî ıslahı için, başarısı ispatlanmış hareket tarzlarını ve metodlarını yeniden keşfedip ihya etmiştir.

– Modern ilim, teknoloji ve medeniyetin sağlam ve müspet yanlarını kabul ve muhafaza ederken, ihya-yı din, Darü’l-İslâmın takviyesi, hem de Batılı laisizmin ve aşırı modernizmin hücumuna mukavemet için yeni bir vizyon ve kalıpları belirtip or­taya koymuştu.

Batıda tebliğ için bu üstün fikirlerin uygunluğu ve ehemmiyeti âşikârdır.

7) Hâtime

Çok iyi tanıdığım iş dünyasında, “Hedefi olmayan hedefe varamaz.” diye bir de­yim var. Aynen Risale-i Nur’da Bediüzzaman Said Nursî,

“Gaye-i hayal olmazsa ya da unutulursa, zihinler enelere döner, etrafında gezerler.”9

diye yazıyor. Elbette tebliğin hedefi, hem Batılıları büyük ölçüde, hem de Batıdaki Müslüman asıllı insan­ları hak dine kavuşturmaktır. Bunun için belki Müslüman asıllılar için bir nesil ve Avrupalılar içinse, iki veya üç nesil gerekecek, inşallah.

Yukarıdaki umumi fikirlerimden Nur Cemaati için çıkarılacak neticeler var mı? Şu iki noktaya dikkatinizi çekmek istiyorum:

Birincisi, teşkilâtlandırmada, ittifakın ehemmiyeti çok büyük olduğundan Avrupa ve Amerika’daki Nur talebeleri, hemen hemen her zaman başka gruplar ve organi­zasyonlarla alâka kurup teşrik-i mesai etmelidir. Almanya hariç, diğer ülkelerde Nur talebeleri Müslümanlar arasında bir azınlık olduğundan, kanaatimce müstakil teşkilât­lar kurmalarının mahzuru var, avantajı yok. Bu demek değildir ki Nur talebeleri kimliklerinden vazgeçsinler. Bu mukaddes hizmeti en iyi bir şekilde yerine getirir­ken, Nur Cemaatine mensubiyetini Cenab-ı Hak bilsin yeter. Kardeşlerinin çoğu onları sadece Müslüman kardeş olarak tanısın.

Bir noktada daha, direkt ve gözle görünür bir katkıda bulunabiliriz. Uluslararası en yaygın dil olan İngilizceyle Risale-i Nur’un bir tercümesi behemehal hazırlanmalıdır. Finansman, dağıtım ve tanıtım için profesyonel bir medya stratejisi, üniversitelerle temaslar dahil, geliştirilmelidir. Bu suretle Risale-i Nur’un mübarek meyvelerini or­taya koymak, Batıda tebliğ için pek büyük bir hizmet teşkil edecektir.

“Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bil­gimiz yoktur. Sen her şeyi hakkıyla bilir, her işi hikmetle yaparsın.”10

____________________

 *  SAİD İBRAHİM

1953’de Hollanda’nın başkenti Amsterdam’da doğdu. 1974’de Rotterdam İktisad Fakülte­sini bitirdi. Yirmi yıldan beri “Shell Company” uluslararası petrol şirket grubunda çalışmaktadır. İş icabı uzun yıllar yurt dışında bulundu. Birkaç defa İngiltere’de, 1983-1986 yılları Dubay’da ve 1991 ile 1994 arasında İstanbul’da ikamet etti. Hristiyan bir ailede yetişti. Türkiye’de 1994 ba­şında Risale-i Nur sayesinde ihtida etti. Kısa sürede Türkçeyi öğrendi. Ayrıca İngilizce, Fran­sızca, Almanca ve Hollandaca bilmektedir. Evli ve üç çocuk babasıdır. Halen Londra’da finans di­rektörü seviyesinde görev yapmaktadır.

2 14:4, 74:31.

3 6:159.

4 29:46.

5 41:34.

6 Mektubat, Yirmi İkinci Mektup, 1, 4.

7 Lem’alar, Yirminci Lem’a, 1, 2, 2.

8 61:4.

9 Sözler, Lemeat.

10 2:32.

Makale Yazarı: 
SAİD İBRAHİM
Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Dâru’s-Siyâdeler (Seyyidlik Evleri)

Dâru’s-Siyâdeler (Seyyidlik Evleri) Doç. Dr. Murat Sarıcık   “Dâru’s-Siyade”, “Nakîbu’l-Eşrâflar”(1) ve Seyyidler için, ilk kez …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Fazla Merhametten Maraz Doğar / Vehbi KARA

Nurettin Veren, Feto’nun en yakınında bulunan bir kişiydi. Dile kolay 35 yıl bu fitne örgütünün …

Kapat