Ana Sayfa / İLİM - KÜLTÜR – SANAT – FİKRİYAT / Seçme Yazılar / Bâtılı tasvir saf zihinleri bulandırır mı? / İsmail Erdoğan

Bâtılı tasvir saf zihinleri bulandırır mı? / İsmail Erdoğan

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Bâtılı tasvir saf zihinleri bulandırır mı?

Sayısız iletişim aracıyla sabah akşam bâtılın tasvirine maruz kaldığımız bir dönemde, bu da soru mu şimdi?

Aslında bu soru değil bir yargı cümlesi. Ait olduğu kişi de Bediüzzaman Said-i Nursi. Bu sözü kaç yılında söylemiş hazret bilmiyorum. Ama belli ki bâtılın çarşaf çarşaf servis edildiği zamanları görmüş. Ve söylediği sözle tüm zamanlara ışık tutmuş.

Yukarıda dediğim gibi, sabah akşam bâtılın tasvir edildiği zamanları yaşıyoruz. Pornografi denilen, hayatın her karesine sinmiş gösterme ve gösteriş hali günden güne yeni kaleler fethediyor. O fethettikçe biz işgale uğruyoruz.

Geçmiş zamanda sadece resimler ve heykeller üzerinden gerçekleşen bir durumdu bu. Platon’un ‘Mimesis’ (doğanın taklidi) tanımı çerçevesinde yapılan resimlerin girdiği ortamlarda bâtılın apaçık tasviri vücut buluyordu. Zamanla araçlar değişti, çeşitlendi. Resim ve heykelin yanına, gazete, sinema, televizyon, internet eklendi. Bâtıl kendine sayısız mecra elde etti. Elimiz ve evimiz dahil at koşturacağı sahalarını durmadan genişletti. -Genişletmeye de devam ediyor-

Bâtılın, tabiatı gereği ayartma özelliği vardır. Günahların çekici gelmesi bununla ilgilidir. Çünkü “şeytan yaptığımız kötü şeyleri bize süsleyerek gösterir.” Bu süs ve yanına eklenmiş kederle avlar insanları bâtıl. Onun tahrik edici özelliği illa ki dikkatini çeker insanın. Bakışları kendine yönlendirir. Masum niyetlerle baksanız bile, masumiyeti öldüreceğiniz bir zemine çekmeyi başarır sizi. Ama teskin ederek. Vicdanınızı rahatlatarak. Gerekirse satın alarak.

Bâtılın gücü ve yaptıklarından bahsettik ama sormadık bâtıl nedir? Neye bâtıl nedir?

Kısaca ve yuvarlarsak, “hak olmayan şeye bâtıl” denir.

Bu tanım ve bâtılın zihinleri bulandırdığı yargısından birileri hoşlanmayacak elbet. Kime göre hak, neye göre bâtıl diye soracaklar. Onlara vereceğimiz tek bir cevap var: Bizim için bir şeyin hak ve bâtıl oluşunu belirleyen İslam’dır. İslam dini de bunu Kur’an-ı Kerim’e ve Peygamber Efendimize (s.a.v.) dayandırır.

Başka şekilde tanımlarsak, Allah’ın hatırına uygun olan şey haktır. O’nun hatırını hiçe sayan şey bâtıl. Mesela zina bâtıldır. Ama ayette ifade edildiği üzere, zinaya götüren şeyler de bâtıldır. Bu durumda, sizin insanları zinaya sevk edecek, onlara zinayı hatırlatarak ağızlarını sulandıracak şeylere muhatap kılmanız da bâtıldır. Burada niyetiniz önemli değildir. Niyetinizle beraber ortaya koyduğunuz amelin insanlarda doğurduğu sonuç önemlidir. “Ama onların içi kötü ben bunu amaçlamadım. Ben çok masum bir şeyi göstermeye çalıştım” demeniz sizi temize çıkarmaz. Gösterdiğiniz şeyin insanlardaki yansımalarını kontrol edemiyorsanız, şüpheli şeylerden kaçınma ilkesiyle o “masum” şeyden uzak durmanız gerekir. Bugün itibariyle bâtılın, en çok hem de meşrulaştırılarak gösterildiği mecralar, fotoğraf, sinema (aslında film), televizyon ve sosyal medya denilen dipsiz kuyu. (Birileri tutup yazdıklarımdan yola çıkarak teknoloji ve yeniliğe karşı olduğum gibi aptalca bir sonucu çıkarmaz umarım J) Bu mecralarda, ister cinsellik, ister kan ve vahşet, ister trajedi, isterse mutantan varoluş pornografik bir karşılık bulur. Yani her şey ayan beyandır (istisnalar olmakla birlikte böyledir) . Açık seçik ortadadır. Olan (realite) bir daha sergilenir ve gerçek adeta gözünüze sokulur. Gözünüze yetmez, gönlünüzde tahribat yapacak kadar sertlik söz konusu olur. Buna itiraz ettiğinizde ise tuhaf ve ironik bir cevapla karşılarsınız: “Ama amacımız insanlara gerçeği öğretmek.”

Sanırsınız ki insanlığa hizmet söz konusudur. Halbuki kötülüğün enerjisi iyiliğin enerjisine göre daha hızlı yayılır. Tecrübe edilmiş bir gerçektir bu. İnsanlara, onları bilinçlendirme amacıyla da olsa, kötüyü ne kadar çok sunarsanız insanlar onu o kadar içselleştirir. O kadar normalleşir kötü. Her şeyden önce göz alışmaya başlar. Gözün gördüğünden gönül etkilendiği için, kalbiniz de ayak uydurmaya başlar. Bu tehlike sarmalı her tarafınızı ele geçirdikten sonra, bilinçlenmiş olursunuz. Tabi kötülüğü içselleştirmiş olarak.

Bu yöntem haber kanallarının/sitelerinin en çok kullandığı yöntemdir. Sizin için haberi dikkat çekici bir forma sokarak servis ederler. Hiç alakanız olmayan, size zarardan başka getirisi olmayan haberlere sizi ram ederler. Sonra bir bakarsınız, gereksiz bilgi yığınlarından oluşan haberlerde ve sizi günaha meyledecek görüntülerin içinde kaybolmuşsunuzdur. İş işten geçmiş, bâtıl kazanmıştır artık. Ve siz, bir daha kaybetmişsinizdir.

Bu konuda sinema ve televizyonun başı çektiği söylenebilir. Bir televizyon çocuğu olmama ve sinemayı çok sevmeme rağmen ikisinin de barındırdığı tehlikeyi görmemek elde değil. -Bizzat bu tehlikeden nasibini almış ve zihni yeterince bulanmış biri olarak yazıyorum ayrıca- Tam anlamıyla gerçeği taklit olan fotoğrafın sunduğu imkanlardan doğmuş sinemanın, bilhassa Hollywood üzerinden performansı, bâtılın tasvirinde altın halkayı temsil eder. Aristocu dram geleneğine dayanan bu sinema anlayışı, en sertinden yumuşağına, insanları kirli gerçekle baş başa bırakarak bir kahraman figürü üzerinden kurtuluş seremonisi sergiler. Bu kahraman, bir baba da olabilir, Örümcek Adam da. Hıristiyanlıktaki Mesih (kurtarıcı) anlayışının sinemadaki karşılığı olan bu anlayış çerçevesinde bâtılın bütün tasvirleri kendini sergileme imkanı bulur. Mel Gibson’ın tartışmalı filmi “Tutku”, bunun en güzel örneklerinden biridir. Filmde tasvir edilen Hz. İsa, insanlığın kurtuluşu için türlü bedeller öder, işkencelere katlanır ve çarmıhını elinde taşıyarak Golgota Tepesine doğru seyreder. Bu sayede, adım adım günahlarından arındırarak insanlara kurtuluş bağışlar. Stanley Kubrick’in son filmi “Gözü Tamamen Kapalı” ise, pornografik/rijit tasvir anlayışını öne çıkararak dram geleneğine bir başka açıdan el verir. Sapkınlığın resmigeçidi olan bu filmde Kubrick, bir hakikate (sözde) parmak basarken nice zihinleri darmadağın eder. Bu örnekler, romantik komedi ya da aksiyon türünde sayısız filmle karşımıza çıkar.

Sinema, ontolojisi itibariyle gösterme üzerine kurulu olduğu için, özgün yönetmenler dışında bütün sinema ekollerinde -bizim sinemamız dahil- benzer bir işlev görmüştür.

Televizyonda durum ise hepten fecaattir. Sinemanın yaptığında “level” atlayarak her an içimizde soluyan bir bâtıl tasviriyle karşımızdadır televizyon. O kadar ki, sizin göz ve algı ayarlarınızı toptan değiştirecek bir şov alanıdır. Gayri meşru olanı size o kadar pompalar ki, zamanla, onun önce zihninizde sonra da hayatınızda meşrulaştığını görürsünüz. -Akıl sahibi her birey bunu yaşamış ve fark etmiştir eminim- Dizilerden reklamlara her şey, iyi amaçlar uğruna bile olsa tasvir üzerinden zihni, kalbi söğüşlemeye hizmet eder televizyonda.

Romanın da bu araçlara dahil olabileceğini söylersem birilerini epey kızdırmış olurum herhalde. Bunu ben söylemiyorum, Turgut Cansever söylüyor. Ona göre roman yöntem itibariyle pornografiye (her şeyin ayan beyan ortaya koyularak Allah’ın “Settar” sıfatının tard edilmesi) dayandığı için ahlak dışıdır. Katılalım, katılmayalım ama üzerine bir düşünsek iyi olur derim.

Özetle, bâtılın tasviri -eşeğin aklına karpuz kabuğu getirme misali- başka bâtıllara kapı aralayacağından hoş görülememiş, hor görülmüştür. Bâtıl bâtıl olduğu sürece de bu böyledir.


Diriliş Postası

 

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Saatler ve Manzaralar / Yahya Kemal BEYATLI

SAATLER VE MANZARALAR Yahya Kemal BEYATLI   Sütunların Dibinde Duâ Edenler Ayasofya’da, ikindiden sonra, yerle …

Önceki yazıyı okuyun:
Risale-i Nur ile Gülen hareketi arasındaki 17 fark

Risale-i Nur ile Gülen hareketi arasında 17 fark var Prof. Dr. Nevzat Tarhan, "Bediüzzaman üzerinden …

Kapat