Bayram YÜKSEL

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Bayram YÜKSEL (1931- 1997)

bayram yüksel ile ilgili görsel sonucuBediüzzaman’ın talebelerinden olan Bayram Yüksel, 1931 yılında Bolvadin’in Çoğollu Köyü’nde doğdu. 1945 yılında ilkokulu “pekiyi” derecesiyle bitirince öğretmeni tarafından Köy Enstitüsüne gönderilmek istendi; ancak, babası dindar bir insan olduğundan göndermedi. Bu okullardan mezun olan insanların, dinine ve diyanetine karşı yabancılaşması, halk tarafından benimsenmelerine mani teşkil ediyordu. Babası, Kur’an-ı Kerim’i hıfz etmesini ve öğrenmesini istiyordu.

Çok genç yaşta Risale-i Nur’la tanışarak Bediüzzaman’a talebe oldu (1948). Vatani hizmetini ifa ettiği sırada Kore Savaşı çıkmış olduğundan, Kore’ye gönderilen birliklerimizin içinde yer aldı (1951). Kore Gazisi olarak geri döndü. Bediüzzaman Hazretlerinin vefatına kadar hizmetinde bulunmaya devam etti (1960).

Bayram Yüksel, gerek Bediüzzaman gerekse Risale-i Nur hizmeti konusunda çok sayıda hatıra nakletti. Uzun süre hizmetin içinde yer aldı. Bediüzzaman’ın derslerinde bulundu. Bu yüzden aktarmış olduğu bilgiler, “birinci elden kaynak” olup çok büyük önem arz etmektedir

Bayram Yüksel, Risale-i Nur’la tanıştıktan kısa bir süre sonra henüz daha 16-17 yaşlarında iken kendini hapishanede buldu. Afyon Hapishanesi’nde bulunduğu sırada insanlık dışı muamele maruz kaldı. Gardiyanlar, hem kendisine hem de Üstadına hakaret eder ve tokat atarlardı. Bu durum hem kendisini hem de Üstadını rencide ediyordu. Bediüzzaman, talebelerine hem teselli verir hem de tutuklu olmalarına rağmen zamanlarını en güzel şekilde geçirmelerini sağlardı. Nitekim Bayram Yüksel de hapishanede Kur’an yazını öğrendi.

Bayram Yüksel, vatani hizmetine İskenderun’da başladı. Ancak, Kore’ye gönderilme kararı çıktı. Kore’de Türk askerlerinin kırdırıldığı iddiasıyla kendisini Suriye’ye kaçırma teklifi yapıldı. Ancak, kendisi Emirdağ’a gidip Bediüzzaman Hazretlerinin fikrini aldı. Habere sevinen Bediüzzaman, “Tamam, ben bir Nur Talebesini Kore’ye göndermek istiyordum. Seni ya da Ceylan’ı düşünmüştüm. İnkar-ı Uluhiyete karşı Kore’ye gitmek lazım” dedikten sonra kendisine, hiçbir zaman boynundan çıkarmamak üzere Cevşen verdi ve hiç korkmamasını, İnayet-i Rabbaniye altında olduklarını söyledi. Bir de Japon başkumandana verilmek üzere Risaleler verdi.

bayram yüksel ile ilgili görsel sonucuBayram Yüksel’in, Kore’de bulunduğu sırada en çok düşündüğü şey, Üstad’ın verdiği kitapları Japon başkumandana nasıl ulaştıracağı konusu idi. Tokyo’ya tedavi edilmek üzere gönderilmiş bulunan yaralıları alma görevi, kendisinin mensubu bulunduğu tabura verildi ve böylece Tokyo’ya gitme imkanı doğdu. Buraya gelince komutanlarından izin aldıktan sonra, Türklerin bulunduğu camiye gitti. Cami müezzini ile tanıştı. Kendisine çok yakın ilgi gösterildi. Kazan Türklerinden olan müezzin ve diğerleri, Japon-Rus savaşı sırasında, Bediüzzaman’ın İstanbul’da iken tanışıp haberleştiği ve eserlerini gönderdiği komutan tarafından Tokyo’ya getirilerek yerleştirilmiş ve kendilerine cami yaptırılmıştı. Müezzin, Bediüzzaman’ı Rusya’daki esaretinden beri tanıdıklarını söyledi. Japon kumandan vefat etmiş bulunduğundan, Bayram Yüksel eserleri buradaki Türklere verdi.

Bediüzzaman’ın vefatından sonra, iman ve Kur’an hizmetini Ankara ve Isparta’da devam ettirdi. Nur hizmeti, Bediüzzaman ve parmakla sayılacak kadar az sayıdaki talebeleriyle başlamışken, daha sonra ülkenin dört bir yanına yayıldı. Risale-i Nur Külliyatı, başta Arapça ve İngilizce olmak üzere birçok dile tercüme edildi. Bu hizmete paralel olarak yurt dışında bir çok hizmet merkezi vücuda geldi. Bayram Yüksel de muhtelif zamanlarda yurt dışına gitti. Yine böyle bir seyahatten sonra Almanya’dan dönüşlerinde, beraberinde bulunan Ali Uçar ve Mehmet Çiçek’le birlikte, Bulgaristan’da geçirdikleri trafik kazası sonucu vefat etti (19 Kasım 1997).

Bizzat Kendi ağzıdan hatıraları aşağıda arzederken merhum Bayram YÜKSEL ağabeyimizi rahmetle yadediyoruz.

“Afyon Hapishanesi’nde”

“O zamanlar henüz 16 yaşında idim. Bilhassa Zübeyir Ağabeyin benim üzerimdeki tesiri çok fazladır. Risale-i Nur’un düsturları ve hizmet tarzı hakkında Zübeyir Ağabeyden çok istifade ettim. Ahmed Feyzi Ağabey, Mustafa Osman, Hıfzı Bayram, Mustafa Sungur, Çalışkanlar hanedanından Osman Çalışkan, Mehmet Çalışkan, Halil Çalışkan, Ceylân Çalışkan, Mustafa Acet, İbrahim Fakazlı v.s. çok ağabeylerle beraber hapishanede, daima meşguliyetimiz Nur Risalelerini yazmaktı. Üstadın bulunduğu koğuşa gittiğimizde arı kovanı gibi seslerin geldiğini duyardık. Bu sesler Üstadımızın evrad, ezkar dua ve niyaz sesleri idi. Gecenin hangi saatinde baksak ışığının yandığını görür, zikir sesleri işitirdik. Devamlı Üstadımızı düşünür, her fırsatta ziyaret edip elini öpmek, duasını almak isterdik. Gardiyanlar ise bize mani olurlar, hakaret ederlerdi. ‘Sen de bunun arkasından gidiyorsun, bu Kürd’e tapıyorsun’ diye bana tokat atarlardı. Şefkatli Üstadımız da benim gibi bir bîçareyi teberrükleriyle taltif ederdi. Maddî kıymeti küçük olan bu hediyeler hayatımın en kıymetli nâdide yâdigârlarıdır. Hapishanede idareciler bize eziyet ettikleri zaman Üstadımız çok üzülürdü. Ceylân Ağabey, çok şefkatli, çok cesur, çok tedbirli idi. Bizleri şevklendirir, daima hizmete teşvik ederdi.

bayram yüksel ile ilgili görsel sonucu“15. Şuâ’dan Elhüccetü’z-Zehra Afyon Hapishanesin’de telif edilmiştir. Telif esnasında zaman zaman Üstadın penceresinin altından geçerdik. Üstadımız pencereden bakar, bizleri gördüğü anda bulduğu küçük kağıt parçalarına yazdığı kısmıları kibrit kutusuna koyarak, bize atardı. Biz de bu parçaları hemen ağabeylere verirdik. Önce onlar yazarlardı, sonra biz çoğaltmaya başlardık. Birimiz yazdı mı, diğerimize verir, o gün bütün oradaki ağabeylerimize ulaşırdı. Böyle böyle, yazılanlar muhafaza edilip, çoğaltılırdı.ağabeylerle beraber hapishanede, daima meşguliyetimiz Nur Risalelerini yazmaktı. Üstadın bulunduğu koğuşa gittiğimizde arı kovanı gibi seslerin geldiğini duyardık. Bu sesler Üstadımızın evrad, ezkar dua ve niyaz sesleri idi. Gecenin hangi saatinde baksak ışığının yandığını görür, zikir sesleri işitirdik. Devamlı Üstadımızı düşünür, her fırsatta ziyaret edip elini öpmek, duasını almak isterdik. Gardiyanlar ise bize mani olurlar, hakaret ederlerdi. ‘Sen de bunun arkasından gidiyorsun, bu Kürd’e tapıyorsun’ diye bana tokat atarlardı. Şefkatli Üstadımız da benim gibi bir bîçareyi teberrükleriyle taltif ederdi. Maddî kıymeti küçük olan bu hediyeler hayatımın en kıymetli nâdide yâdigârlarıdır. Hapishanede idareciler bize eziyet ettikleri zaman Üstadımız çok üzülürdü. Ceylân Ağabey, çok şefkatli, çok cesur, çok tedbirli idi. Bizleri şevklendirir, daima hizmete teşvik ederdi.

Kasap Tahir: “Kasap Tahir Afyonlu bir eşkıya idi. İri yarı, cesur, gözünü budaktan sakınmayan belâlı bir kimse idi. Afyon’u haraca kesmiş, herkes onun korkusundan tir tir titriyordu. Hanımına sataşan birisinin kafasını kopardığı için kendisine ‘Kasap Tahir’ diyorlardı. Çeşitli suçlardan tevkif edilmiş ve idama mahkûm olmuştu. Kararı temyiz ettiği için Temyiz Mahkemesi’nin kararını bekliyordu. Elinde, ayağında ve boynunda demir prangalar vardı. Bahçeye teneffüse de bunlarla çıkardı. Dördüncü koğuşun hâkimi o idi.”Birgün Üstadımızı ziyaret etmiş, Üstadımız kendisine ‘Sen namaza başla, ben sana dua edeceğim. Sen inşaallah kurtulacaksın’ demiş, bunun üzerine Kasap Tahir, hemen namaza başlamıştı.”O vahşi insan, Nurların dersiyle kısa zamanda ıslâh oldu.”Ağırbaşlı ve kimseyi üzmez bir hale geldi. Hattâ Tahirî Ağabey ve Refet Ağabeye hizmet ederdi. Onlarla beraber yemek yerdi, onların yemeğini yapardı. Namaz kılanları koğuşun en iyi yerinde yatırırdı. Nur Talebelerine çok hürmetkâr davranıyordu. Herkes ondaki bu değişikliğe hayret ediyor, en yakın arkadaşları, ‘Bu adam nasıl bu hale geldi?’ diye hayretlerini izhar ediyorlardı.”Nihayet Temyiz Mahkemesi’nden cevap geldi. Kasap Tahir idamdan kurtulmuştu. Temyiz, Afyon Ağır Ceza Mahkemesi’nin idam kararını bozmuş, 30 yıl hapse çevirmişti. Sonra da 1950’de umumî af çıkınca, Kasap Tahir tahliye edildi. Buna çok sevinen Kasap Tahir, ‘Benim kurtuluşum Hoca Efendinin kerametidir’ diyordu.

“1951 senesinde Ceylân Çalışkan Ağabeyle benim askerliğim gelmişti.Üstadımız da o günlerde Eskişehir’de Yıldız Oteli’nde kalıyordu. Elini öpüp müsaadelerini aldık. Ceylân Ağabeyle Emirdağ’a beraber geldik. Ben köye gittim. O Emirdağ’da kaldı. Benim askerliğim İskenderun’a çıktı. Onunki Siirt’e çıktı. Hüsnü kardeşimiz de Urfa’ya gitmişti. Bilâhare benim kur’am Kore’ye çıktı. Emirdağ’a gidip Üstadımıza Kore’ye kur’amın çıktığını anlattım. Üstadımız çok sevindi. ‘Tamam, ben bir Nur Talebesini Kore’ye göndermek istiyordum. Onu da, ya seni ya Ceylân’ı düşünmüştüm. İnkâr-ı uluhiyete karşı Kore’ye gitmek lâzım’ dedi ve çok sevindi. Üstadımız o zamanlar NATO’yu tasvip ediyordu. Beni Ankara’ya ve Isparta’ya gönderdi. Üstadımız kendi Cevşen’ini bana verdi; ‘Bunu yanında taşı, yedi kat muşamba yaptır’ dedi.

Cüz taksim ederek hatim yapma usulü

“Mübarek, mualla Üstadımız üç aylar girdiğinde Isparda’daki Nur Talebelerine hatim için Kur’ân-ı Kerim taksim ettirir, herkese bir cüz vererek vazife taksimi yapardı. Isparta, Sav, Kuleönü, Atabey, Bozanönü gibi mübarek Nur hizmeti ile müşerref olmuş, mübarek köylere cüzleri taksim ettirir, böylece mübarek şuhur-u selasede hergün hatim indirilirdi. O zaman bütün duasını umum Nur Talebeleri namına Üstadımız yapardı. Başta Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm ve âli, ashabı olmak üzere bütün ehl-i iman ve Nur Talebelerine bağışlardı.

“İstikbaldeki Nur Talebelerine dua ediyorum”

“Gece erken kalkar, teheccüd namazını kılardı. Evradlarını, bütün dualarını sabah namazına bir saat kala bitirirdi. Ellerini dergâh-ı İlahiyeye açar, uzun uzun dua ederdi. Bu dua bir saat devam ederdi. O anda bizler giremezdik. Ancak dua bittikten sonra girebildik. ‘Hatta benim bir dua vaktim var,o anda melaike de gelse kabul etmem’ demişti. ‘Hem istikbaldeki Nur Talebelerine dua ediyorum’ derdi.

“Üstadımız yatsı namazını kılınca fazla beklemez hemen yatardı.

bayram yüksel ile ilgili görsel sonucu“İsmen duaya ehemmiyet verirdi”

“Mübarek Üstadımızın Isparda’daki menzilinde baş ucunda beş metre uzunluğunda, bir metre eninde bir şecere vardı. Peygamberimizin (s.a.v) âl-i beytinden, evradlarında ism-i şerifleri olan zatların nereden geldiğini ayrı ayrı oklarla gösteriyordu. Çok arzu etmeme rağmen saymaya bir türlü muvaffak olamadım. Üstadımız dua ederken isim üzerine çok ehemmiyet verirdi. Bazı Nur Talebeleri, Üstadımızı ziyaret ettiklerinde Üstadımız isimlerini yazdırırdı. Başucuna koyar, o ismi ezberleyinceye kadar yanında muhafaza ederdi. Ve şöyle misal verirdi: ‘Nasıl ki bir yere mektup attığınızda zarfın üzerine güzel yazarsanız, gideceği yere güzel gider, dua ederken de ismiyle zikredilirse daha iyi olur’ derdi.

“Gıyâbî yapılan dua daha makbul olur”

“Üstadımız, ‘Hem gıyâbî yapılan dua daha makbul olur. Çünkü ben senin ağzınla günah işlemedim, sen de benim ağzımla işlemedin. Onun için gıyâbî yapılan dualar daha makbul olur. Dua bir iksirdir, toprağı gümüş yapar, gümüşü de altın yapar’ derdi.

“Oruçta ve bayramda takvime göre amel ederdi”

“Üstadımız Türkiye takvimine göre amel ederdi. Yeni yazı takvimden hatt-ı Kur’âniyeye çevirttirir, onu başucuna astırırdı. Şimdi olduğu gibi o zaman da Ramazan’da bazen bir gün evvel oruç tutanlar, bayram edenler olurdu. Üstadımıza söylerdik. O hiç ehemmiyet vermezdi. Hattâ birgün Tahirî Ağabey, ‘Bugün Arabistan’da bayram’ dediğinde Üstad, takvimi göstererek; ‘Kardeşim ben Türkiye’ye göre amel ediyorum’ diye cevap verdi. Bilâhare bir dersinde, ‘Ben de öyle yaparsam, fitneye vesile olur’ demişti.

“Camiye devam ediyordu”

“Üstadımız Emirdağ’a ilk geldiğinde hem cumaya, hem de vakit namazına camiye devam ediyordu. Sonra yeni gelen kaymakam hem vakit namazından,hem de cumaya gitmekten men etmiş.

“Fıtrî uyku beş saat”

“Üstadımız, bir insana kâfi gelmeyecek kadar az yer ve az uyurdu. Bize de derdi ki: ‘Fıtrî uyku beş saattir.’ Geceleri sabaha kadar dua, niyaz ve ibadette bulunurdu. Yaz ve kış âdetini hiç değiştirmez, teheccüd namazını devamlı kılar, münacaat ve evradların asla terketmezlerdi. Hem Isparta’da, hem Barla’da, hem Emirdağ’da, komşuları bizlere, ‘Ne zaman Üstadın evine geceleri baksak, Üstadın odasında ışık yandığını görür, hazin edasıyla dua ettiğini duyardık’ derlerdi. Üstadımız her zaman abdestli olurdu. Üstad duhâ namazını da hiç geçirmezdi. Bu namazı güneş doğduktan 45 dakika sonra kılardı.

bayram yüksel ile ilgili görsel sonucu“Boş vakit geçirmezdi”

“Hiçbir zaman mübarek vaktini boş geçirmez, ya okur, ya tashihle meşgul olur veya okutturur, dinlerdi.

“Risale-i Nurların neşrine çok sevinirdi”

“Risale-i Nur matbaalarında neşr olunmaya başladığında Üstadımız yerinde duramıyordu. Bir faaliyet, bir gayret, bir cevvaliyet… Sevincinden âdeta yerinde duramıyordu. Öyle haller oldu ki, dünyayı tayeran etmek istiyordu. Bazen yaya, bazen vasıta ile Isparta’nın gül bahçelerine, bazen Kirazlıdere, Ayazma, Gölcük, bazen Eğirdir Gölü kenarlarına, Barla bahçelerine, Karakavak, Kabristan, Karadut gibi Nur’un menzil ve menzilciklerine gider, gezer, dolaşır, dönerdik. Üstadımız Eğirdir’den Barla’ya atla giderdi. Birimiz atı çeker, birimiz Üstadı tutar, birimiz de Üstadımızın ibrik, termos, seccade gibi eşyalarını taşırdık. Barla’ya vardığımızda yorgunluk, hastalık dinlemezdi. Hiçbir zaman Üstadımızı boş dururken görmedik. ‘Geliniz, biriniz bana ders okuyun, biriniz suya gidin, biriniz de yoğurt, yumurta bulun, yemek yapın’ derdi.

“Bir saat mesafede Çam Dağı yolu üzerinde Güdük suyu vardı. Suyu bazen oradan, bazen de Karakavak gibi yerlerden getirirdik. Karakavak veyahut Güdük suyundan geldiğimizde bazen Üstadımız, ‘Hazır olun vasıtaya bakın, Ankara, İstanbul’dan formalar gelmiştir. Hemen gideceğiz’ derdi. Eğer vasıta bulmuşsak, vasıta ile Eğirdir’e kadar giderdik. Gidip gelirken yollarda Üstadımız, ders okutturur, dinlerdi. Çam Dağı’na çıkarken de okuttururdu. ‘Maşaallah, çok güzel istifade ettik seyyar medresemizde’ derdi.

“Karşılıksız hediye kabul etmezdi”

Mübarek, muazzez Üstadımızın en yakın hallerini bizler görüyorduk. İktisat düsturunu harfiyen tatbik ederdi. İstiğna düsturunu hiç bozmazdı. Çünkü, ‘Benim mesleğim sahabe mesleği, aç kalmak var, hapislik var, zahmet var, var, var…’ derdi. Mübarek, muazzez Üstad hiç kimseden hediye almazdı. Çok sevdiği talebesi dahi bir kilo üzüm getirse veyahut bir teberrük getirse, mukabilini muhakkak verirdi. ‘Benim kaidem bozulur, bana dokunur’ derdi. Bizler mukabilini vermeden hiç hediye aldığını görmedik. Bizlerden dahi almazdı. Üstadımızın bu hallerini görenler, ‘Kimseden hediye almıyor da nasıl geçiniyor’ diye soruyorlardı. İktisat ve bereket-i İlâhiyeye mazhar oluşunun çok hikmetleri vardı.

bayram yüksel ile ilgili görsel sonucu“Hayvanlara karşı çok müşfikti”

“Bazen karıncaları görse veyahut bizler bir taş kaldırsak ve altından karınca çıksa, taşları gelip koydurur, ‘Hayvancıkların rahatını bozmayın’ derdi. Kırlarda avcıları gördüğünde, ‘Tavşanları ve keklikleri vurmayın’ derdi. Ve, ‘Diğer hayvanları incitmeyin’ der ve nasihatte bulunurdu. Hattâ çok kişileri avcılıktan menetti.

“Kırlarda çobanlara rast geldiğinde onları çağırır, konuşurdu. ‘Beş vakit namazınızı kıldığınız zaman, sizin her vakit saatiniz ibadet yerine geçer. Bu da beşeriyete hizmettir. Bundan hasıl olan eti, yünü, sütü, yoğurdu her kim yerse yesin, size sadaka hükmüne geçer. Bu hayvancıkları incitmeyin’ diye çobanlarla çok şefkatli konuşurdu.

“Cemaatle namazda imamlık ederdi”

“Kırlara gittiğimizde hiç boş durmazdı. Daima Cevşen, Evrad-ı Bahaiye, Delail-i Nur, Hülasatü’l-Hülâsa, Hizbi’n-Nuriye, Tahmidiye ve hususan Sekine’yi hiç bırakmazdı. Onu hergün okurdu. Hattâ bazen çay içerken bile okurdu. Risale-i Nurları ya tashih ederdi veya bizlere Risale-i Nurlardan okutur, kendisi dinlerdi. Tefekkür ederdi. Kırlara gittiğimizde en yüksek yerlere çıkardı. Bazen yüksek ağaçların ve taşların başına çıkardı. Namaz kılarken de yüksek taşların başını tercih ederdi. Kırlarda cemaatle namaz kıldığımızda bizlere imamlık ederdi. Namaz vakti girdiğinde muhakkak ezan okuturdu. Üstadımız bizlere, ‘Sizlerdeki gençlik bende olsa, şu dağlardan inmem’ derdi. Daima kitab-ı kebir-i kâinatı mütalaa ederdi. Kırlarda kuşları, böcekleri hiç incitmez ve incittirmezdi.

“Üstadımız 1953 tarihinde yeni bir devreye giriyor, hiç değiştirmediği kaidesini değiştiriyordu. Akşamdan sonra kimseyi almayan Üstad, Zübeyir Ağabey, Ceylan Ağabey ve beni yanına aldı. Üstadımızın odasına zil bağladık. Sabah erken abdest suyunu döker, yemeğini yapar, sobasını yakar, çayını pişirirdik. Üstadımızın tarz-ı hayatında değişen mühim bir hâdise oldu. İşte ‘Üçüncü Said’ devresi başlıyordu. Risale-i Nurların cemaatle okunmasına ve sabah derslerine başladık. Üstadda ayrıyeten bir hareket hali başladı. Risale-i Nurların yeni harflerle evvelâ daktilo ile, sonra teksir ile çoğaltılmasına müsaade etti. İnebolu’dan, Nazif Çelebi Ağabeyin ilk defa olarak Asa-yı Musâyı teksir ettiğinde çok memnun olmuştu.

Ömrünü Üstad Hazretlerine ve Risale-i Nur hizmetine adamış Bayram YÜKSEL ağabeye Allah ‘dan (cc) rahmet diliyoruz.

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Manevî Fizik Tedavi

Manevî fizik tedavi İhsan Kasım Salihî  (İhsan Kasım Salihî Ağabeyin bir sohbetinden derlenmiştir) Bir hakikat …

Önceki yazıyı okuyun:
Sıddık Süleyman (Kervancı)

Sıddık Süleyman (Kervancı) (1898-1965) Çoğu insanın korkusundan yanaşamadığı ve uzak durduğu bir dönemde Bediüzzaman Hazretlerine …

Kapat