Ana Sayfa / Yazarlar / Bediî Kimlik, Estetik Duyarlılık

Bediî Kimlik, Estetik Duyarlılık

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Bedii kimlik, estetik duyarlılık

Evet bu dünya memleketine ve misafirhanesine gelen her bir misafir, gözünü açıp baktıkça görür ki:

Gayet keremkârane bir ziyafetgâh

Ve gayet sanatkârane bir teşhirgâh 

Ve gayet haşmetkârane bir  ordugâh ve talimgâh 

Ve gayet hayretkârane ve şevkengizane bir seyrangâh ve temaşagâh 

Ve gayet manidarane ve hikmetperverane bir mütalaagâh olan bu güzel misafirhanenin… 

Şu yedi kelimenin taramasından ortaya tam bir kitap çıkar.

Kelimelerin hepsi ihtimamla özenle seçilmiş,misafirhane, güzel bir kelime, estetik desem ne demek estetik, çünkü misafirhane insanların dikkatini çekecek şekilde hazırlanır, dünya hergün gelenleri gidenleri değişen bir yer, her gelen misafir olarak karşılanır hayatı boyunca ona en nadide yiyecekler verilir, büyütülür, tanımak ve tapınmak için kıvamını bulunca ondan bu yapılan ihtimamların sonucu istenir. Çünkü ona bukadar itina gösterilmiştir. İnsanın ve bütün canlıların yaşamak için gerekli uzuvlarıda itina ile hazırlanmıştır. Hepsi yerli yerindedir, yiyeceklerle insanın  yeyici araçları arasında uyum vardır, ağız bir öğütme makinasıdır, nasıl hazırlanmış.Gözer bakmak için yaratılmış düşünmek görmek için yaratılmış, bu alem onunla seyredilir. Demek bu alem seyir yeri, ne kadar iç içelik yerindelik var, sanat heykelin resmin estetik dokusunu araştırır Bediüzzama da âlemin estetik uyum ve yerindeliğini anlatır. Eller yaptığı işi güzel görünecek şekilde yapar, ayaklar yine öyle, hepsi nasıl bu kadar ince yaşamayı bilirler. Ziyafete gelenler, ziyafeti düzenleyenler, masalar, herşey güzelden anlayan insanlarca yapılır. Soğan ekmek yedirilmez insanlara. Kedi bile herşeyi yemez ağzını sürmez o na nerde bunlar senin değil dersi verilmiş.

Keremkârane kelimesi de güzel estetik kelime, yani ikram etmekten haz duyan biri tarafından hazırlanmış. Kerem, ikram, tekrim, keremkâr, kerem et, mükrim, daha nice kelimeler bundan doğar, ya bu dili    yapan yaratan bir kelimeden kelimeler üreten dil bile bize ikram edilmiş, insanayakışan bir dil. Alvarlı Efe bir gazelinde mısra sonlarında hep “sene kurban” cümlesini kullanır, o kadar içten ve canlı ki Efem ve Anam onu ne kadar güzel okurlardı, annem onu Mevlitte okurdu ben dahil herkes ağlardı, ben ağlardım çocuğum ama onlar ağladığı için, annem ölene kadar söyledi ağlattı, yıkadı ağlattı, hatme kurdu ağlattı, ağlattı ha ağlattı. Kabirde Münkir Nekir‘e tesbihle “ne diyorsunuz” diye tavır koyan oydu.

Aşık sevgilisine hitap ederken der “kerem et aklından çıkarma beni , ağla göz yaşını sil melul melul” Kerem de kullanır, Ağrı dağını görüne “Kerem der ki geldim gittim, bu fani dünyaya nattim, erenlerden sual ettim, hiç eksilmez karın senin.” Bu kadar büyük bir millet, bukadar büyük bir anane, bu kadar harika bir edebiyat, divan edebiyatı, halk edebiyatı, batı edebiyatı, bu kadar harika bir terbiye silsilesi, nerde çıktı bu garabet insanlar.

Keremkârane ikram etmekten hoşlanan biri tarafından düzenlenmiş, şu şeftaliye bak ne kadar harika hazırlanmış, insan yeyince bir sanat eserini kaybetmiş oluyor. Geçen domates aldım, harika boyutlarda sunra tabağa koydum masaya koydum, kırmızılık, içi dışı kırmızı o toprakta bu kırmızılık nasıl oldu, dünyayı boyacılar istila etse nasıl boyarlar bu kadar varlığı, hepsinin rengi kendine uygun.Karpuz nasıl suyu hassas bir liife hem de tatlı life çevirmiş, akıl almaz bunu, sonra kalın bir kabukla konserve yapmış. Ne kadar keremkar ikramı seven, acele bir namaz da ona ikram, hele işe bak.  Hoyratlık bu ya, ondan sonra tut cenneti iste, sonra Kevser suyunu, çay da ister misin?Allah’ın balası himmet. 

Sanatkarane teşhirgah, bu iki kelime Bediüzzaman’ın eserlerin beyin cümlelerinden, git bütün üdebamızı incele bu kelimeyi kaç kere görürsün, Herşeyin yerli yerinde olması gerektiği yerinde, en uygun yerinde, en fonksiyonel, boyutu en kullanışlı, ihtiyaca en uygun, bedene en uygun, kullanışa en uygun bütün bunlar sanatkarane yani sanatcı gibi düzenleyen sanattan anlayan değil sanata hakim biri demek kim o Allah. Ona küfredene de sevene de aynı elma gider, yoksa elma onun elinde kapkara olmalı. Allah’a tavır koyana neden karpuz gitsin ki? Günah işlediğinde eşyalar insana darılsaydı, meyveler kaçsaydı, havanlar yine ondan uzaklaşsaydı, iyi mi olurdu, haşır sorular çalınmış olurdu. Değil mi? İnsandaki bu kadar farklı azayı sanatlı bir şekilde yerli yerine koymak, bir yemek masası nasıl estetik güzel düzenlenir, insana bakherşey yerinde güzel.

Kalbin taş 

Gözünde yok yaş 

Tek derdin maaş

Senden kul olmaz arkadaş

Hissetmeyen robotsun kardaş

Teşhirgah, bukadar eşya, canlı, olay, hareket hepsi olmasıgerektiği yerde. Yer yüzü ile gökyüzü  yer değiştirmiyor, sonra bir de harika olan bunların içinde hareketli unsunlar var, su hava, rüzgar bunlar zabtedilmez tabiata sahip ama hiç biri yerli yersiz hareket etmiyor, hakeketli şeyi yönetmek zordur. Rüzgar, yağmur, bulut, su, bir arada yerinde ve yerli yerinde. Denetim olmasa olur mu bu?Vitrinler, araba galerileri, davet salonları, sergilerre herşey teşhir gösterme amaçlı düzenlenir. Allah hem gösteriyor hem de onun fonksiyononu eksiltmiyor. Su hem seyir hem de ihtiyaç hem estetik gökten efendice yağar. Kedi bile efendi, seni sevdiğinde hafif ısırır, canı sıkılınca kanatır, nasıl bunu ayarlıyor o mübarek. Bediüzzaman hayvanların başka bir alemde hazırlandığını söylüyor, kedinin zerafeti estetik ders gerektirir, hepsi öyle. Kedi ne kadar yumuşak yaratılmış insanın gazabını dindiriyor tüyleri. Gelinlerin çeyiz sergileri nasıl teşhir maksatlı düzenlenir. Teşhir imaj maker, yani görüntüyü düzenleme. Sanatkarane teşhirgah sanattan anlayan ve insanların sanattan anladığını düşünerek düzenleyen ve yerli yerine koyan demek Bu kelimeler yetmez. Nasıl bakmış, kelimeleri nasıl en uygun yerine koymuş. Saç sakal birbirine girmiş, elbisede itina yok, hizmet adamı, ağaçları garsona benzetiyor Bediüzzaman değil mi yani? Ne yapayım birbirimizi eleştirelim, her  cümleyi imlasını bahane edip modern küfür etmek sanatı.

Görev ancak talimle yapılır, asker yürümeyi öğrenene kadar ne kadar yürür, askerde o kadar dağa taşa selam verdik ki rüyada bile selam veriyordum. Bütün mahlukat eğitilmişler, öğrenciler gibi, bunu gel de anla. Acemi yok, akıl almaz ancak göz seyreder.

Bir de insana talimgah ahireti kazanma talimleri yapıyor, günde beş defa kışlaya camiye gidip namaz kılıyor bu talim değil mi. 

Haşmetkarane nasıl bu kelimeyi seçmiş, sabahtan ilk defa balkondan karşı dağları görüyoruz ısparta’da. Darvaz’ı, Erzurum da Palandoken dağlarını, Iğdır’da Ağrı dağını, Rahmetli Vahdet abi başın kaldırırsın Ağrı dağı sana bakıyor, dağlardan nasibim çok.

Dağlar dağımdır benim 

Dert ortağımdır benim

Çok görmeyin bana dostlar 

Sabi çağımdır benim 

Dadaloğlu ne demiş

Ferman padişahın, dağlar bizimdir,  

Ne kadar kibar hakaret yok, o fermanını kendisi okusun, bizim dağımız var.

Köroğlu 

Arkam sensin kalam sensin dağlar hey

Musa Tur dağı ile, Resulullah Hira ile Bediüzzaman Isparta dagları ile 

Şair ilhamı dağda arttığından dağa çıkar orda yazarmış.

Sahtekar bir Roma tanrısı da olimpos dağına çıkmaz zorunda kalmış

Haşmetkarane, nasıl tercüme edeceğiz ki azametini yarattıklarına kısmen yansıtmış, görüntünün insanı kuşatıcılığı, korku vericiliği, azametin insanı secdeyekapattığı, bir anda dağlar ağaçlar, nehirler, denizler, hepsi birden ürperti veriyor insana bu haşmet  varlığı ona tapınma duygusu verecek şekilde insanı aşan boyutlarda yaratmak.

Osmanlı padişahlarına haşmetlu derlermiş, hitap cümlesi, Yavuz o kadar haşmetli ki bir nişanlı kız odasına girdiği anda onun azametinden düsüp ölmüş. Ya ne yapsaydı yani?

Varlık bütünüyle onun cunudu yani askeri, cunudullah ama bir tabur asker nasıl düzenli ise bütün varlıklar da ordu gibi sessiz görevlerini yapıyorlar bizi koruyorlar, asker koruyucu buğday da bir ülkeyi diğeri midemizi koruyor. Bulutlar  da asker, gel deyince gelir, git deyince gider. Acele emirlere diyor Bediüzzaman. Güneş ve ay ordu kumandanı, ağaçlar asker, ya serçeler onlar da estetik askerler, Arslan haşmetli değil mi o da tam haşmetli yaratılmış, dağla aslana bak ikisi de haşmet.

Gayet hayretkarane ve şevkengizane seyrangah  temaşagah, bu kelimeleri kullanmak hayret verici bir şey. Dilimizi mahvedenerle dinimizi mahvedenler aynı adamlar. Hayretkarane kelimesinin yerine ne koyacaksın, Hayret bir şaşırtıcı olan veya fiziki görüntü karşısında insanın şaşkınlığı demek, akıl ve fikir kainattaki olaylar karşısında şaşkın, rüzgarla birlikte hareketi, yıldızların hareketi, dağların, denizlerin hareketi, seyir kulleleni yapmaya başlamış insanlar alp dağlarına, evereste biz de yapalım. Secde hayretten doğuyor, zihin azameti istiab edemeyince secdeye kapanıyor. Tam yüce estetiğinin kelimeleri hayretkarane, Abdülhak Hamit Eşber’i yazarken Selimeyeye bakarak yazmış. Yahya Kemal ruhun ancak yükseklerde dağlarda teskin olduğunu söylüyor, demek eğer becerebilsek Allah’ın azameti karşısında secde teskin demek, yok sa yak kalk değil. Eğer secdenin mahiyetini ve bedene ve zihne yaptığı tesiri bilerek bir namaz kılsaydık seneler hükmüne geçerdi. Halid öyle bir hayale bin hakikat feda olsun diyor. Resulullah uzun süre secdede kalarak ne düşünüyordu acaba.Üstad iftitah tekbirini birkaç kere tekrarlar sonunda ellerini bağlarmış, ama onun da karşısında ihata edilmez bir büyüklük olduğu hissediliyor. 

Seyretmek ve temaşa etmek estetiğin doğduğu iki kelime , Kur’an insanı sürekli sanatı ilahiyi seyre davet ediyor, işte kainat bir estetik örgülü varlıklar demeti, namaz kitabı ölü kitabı değil. Divan şiirinde hayret kelimesi çok kullanılmız, Divan şairi eşya ve olaylar karşısında çok daha duyarlı, kurana eski yazı divan şiirine eski Türk edebiyatı demişiz nasıl bir şebeke herşeyi değiştirmiş. Komite olduğu belli. Modernizm ancak çıplaklıkla var olduğunu anlamanın ahmaklık sanatı, çırılçıplak sahneye çık milletin değerlerini aşağıla, yaşasın Cehennem, Yavuz Sultan Selim olsaydı bunları çamaşır ipine asardı. İhanete karşı onun kadar duyarlı bir insan yok. Fetö otuzyıl çalıştı, anlayan çıkmadı, ne zaman ki bilmem nereye yürüdüler, peki o zaman binlerce masum olaya başından müdahale edilseydi, bunlar kaybolmazdı. Şimdi de başka bir gurup öyle gidiyor, devleti savunmak belk kalktım ahmahlık, Diyarbakır’da bir asker rektör sen devlet misin dedi, evet dedim. Sen de rahat dur Himmet baba. Cocuğunu okula koyarım, hastayı hastahaneye elektirik direkleri ondan, yehir otobüsü ondan daha neler neler, ya sen devlet değil nesen, seyir kelimesi üzerinde batı estetiği kıyametler koparıyor, Kant Hayretinden Yüce kelimesini keşfettim, göğe serçekmiş Bavyera ormanını görünçe, Dede Korkut senden önce bulmuştu onları, 

Yücelerden yücesin

Kimse bilmez nicesin 

Allah bukadar basit bir cümle ile anlatılır.

Temaşa bizde de yaygın, Halk Edebiyatında temaşa sanatları var, bahar bayramları, nevruzlar hep temaşa. Bir güneş çiçeği tarlasının yanında secdeye kapandım, hoam ne oldu düştün mü dediler, belki dedim. Bir at için “Temaşayı garibe-i küheylan denilmiş” at o kadar haşmetli ki garip zaten yalnız değil büyüklükte yalnız demek. Tiyatro temaşa sanatı sinema da söyle, bizim Erzurum’un cirit sanatı o da temaşa, futbol da temaşa. Ronaldinho’nun top oynayışı akıl işi değil o ne kadar esnek ve ani oyun hayret ötesi. 

Çocuğun ana rahminde hazırlanışı, sanki gelin hazırlamak bin kabiliyet bir küçük yerde, koca kainatı sağıp oraya doldurmak, bir ateist doğum ve oluşumdan Allah’ı bulmuş eskisine ahmak demiş, bravo be. O kadar küçük yerde bütün kainatla bağlantılı bir varlık yaratmak, O Sensin Allah’ım.O Sen. Güneşin Rabbi gözü görecek  şekilde yapmış, buğdayı yaratan mideyi yaratmış, neler söylersen söyle. Hayret hissimiz ölmüş, Bayburtlu İstanbul’a gitmiş, Marmara denizini görünce  oğluna ola oğul bu ne biçim Coruh demiş, Bediüzzaman uygulamalı estetik dersinin konusu olacak bir insan, nasıl bu kelimeleri yerlerinde kullanmış, Türk edebiyatında hiçbir metin estetik kuramların  örneklerini onun kadar vermemiş. 

Estetik dersi okutulur ama hep batı terminoloji ile  örnek yok. Bediüzzaman terminolojiyi örneklerle anlatıyor. Şimdi biz çocuklarımıza üniversite öğrencilerimize uygulamalı estetik yani bediiyat dersi verdik mi hayır, çok güzel, der gçeriz. Güzel nedir neye güzel denir bunlar yok.

Manidar ve hikmet perver mütalaagah. En değerlisini en sona koymuş, yedi basamaklı kelime zincirinin seması mütalaa, ama nasıl baktığının felsefi ve dini değerini  ilçecek bir bilgi ile donanımlı ise, Allah’ı anlatırken onun eserlerinden onu okumak işte mütalaa, Ene risalesini mütalaa etmek, pencereleri mütalaa etmek, Onuncu sözü mütalaa etmek, hikmetten anlayan ve manadan anlayan biri için mütalaagah, yıllarca künbetin duvarına sırtımı dayadım, kitap mütalaa ettim, birgün Vahdet Abi Lemaatı mütalaa ettiğimi görmüş, son görüşmemizde söyledi, ben o bene hayret ettim, şimdi de zulmün ve hakaretin envaını tahayyürle seynediyorum, hikmeti vardır, elbette. Peygamberin sırtına ölü hayvan leşi koyanlara karşı “Korkma Fatıma Rabbm beni koruyacaktır.” demiş Efendiler Efendisi.

Ayet ül Kübra’nın girişini  estetik olarak anlattım ne yapayım fakirlik bu kadar, Allah’ım bu adamın eserlerinin gerçek mütalaacılarını gönder, Yarabbi.

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Namaz Sûrelerindeki İnce Sırlar

Namaz Sûrelerindeki İnce Sırlar İnsan her geçen gün yeni şeyler öğrendiği gibi, bildiğini zannettigi şeyleri …

Kapat