Ana Sayfa / HABERLER & Yorumlar / Bediüzzaman Hazretlerinin soyunun Peygamber Efendimize (asm) dayandığı belgelerle açıklandı

Bediüzzaman Hazretlerinin soyunun Peygamber Efendimize (asm) dayandığı belgelerle açıklandı

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İşte Bediüzzaman’ın Peygamberimize dayanan soy ağacı

Prof. Dr. Ahmet Akgündüz Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin soyunun Peygamber Efendimize (asm) dayandığını belgelerle açıkladı.Bediüzzaman Said Nursi’nin soy ağacını açıklayan Akgündüz’ün çalışmasına Bediüzzaman’ın talebeleri ilk değerlendirmeyi yaptılar. HABER: Ömer Çelebi

Baba tarafından şecere için TIKLAYINIZ

Anne tarafından şecere için TIKLAYINIZ

Belgeleri indirmek için TIKLAYINIZ

Prof. Dr. Ahmet Akgündüz Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin soyunun Peygamber Efendimize (sav) dayandığını belgelerle açıkladı

.

 

Akgündüz, İstanbul’da basın toplantısı düzenledi. Bediüzzaman Said Nursi’nin talebelerinden Abdullah Yeğin, Hüsnü Bayram ve Mehmed Fırıncı ağabeylerin de hazır bulunduğu toplantıda Akgündüz, “Bediüzzaman hem Hasanî yani Şerif babası tarafından Hz. Hasan neslinden ve hem de Hüseynî yani seyyiddir anne tarafından Hz. Hüseyin neslindendir” dedi.

Akgündüz’ün sözleri şöyle:

İslam’da âl-i beyt, sâdât, ehl-i beyt ve benzeri tabirlerle anılan evlâd-ı Resûle özel bir önem verilmiştir. Bunların zekât almasının yasak olması, devlet hazinesinden belli bir paya istihkakları bulunması sebebiyle, tarih boyunca Müslüman devlet adamlarının seyyidler ve şerifler denilen insanlara özel hürmet ve alaka göstermeleri, bu meseleyi daha da önemli kılmıştır. Şerîf, necib, asil, üstün gibi anlamlara gelmekte olup çoğulu şürefâ veya eşrâftır. Hz. Ali ve Fatıma’nın çocuklarından olan Hz. Hasan’ın soyundan gelenler şerîf, Hz. Hüseyin’in soyundan gelenler ise seyyid olarak anılmışlardır.

Evlâd-ı Resul olan bu kıymetli insanlara daha önceleri olduğu gibi Osmanlı Devleti’nde de hürmet gösterilmiştir. Ayrıca onlara âid işleri görmek için vazifeli me’mûrlar ve başlarına da bakan statüsündeki nakîb’ül-eşraf tâyin edilmiştir. Nakîb-ül-eşraf adı verilen bu görevli, Peygamber efendimizin torunlarının işlerine bakar, neseblerini kayd ve zapteder, doğumlarını ve vefâtlarını deftere geçirir, onları âdî işlere ve şânlarına uygun olmayan san’atlara girmekten menederdi. Fena hâllere düşmelerine mâni olur, haklarını korurdu.

SÂDÂT-I HIYÂLİYYÎN: HIYÂLSEYYİDLERİ: BABA TARAFINDAN BEDİÜZZAMAN’IN DEDELERİ

Önemle ifade edelim ki, bütün ayrıntılarıyla baba canibinden şerîf olduğu ortaya çıkan ve ancak anne tarafından seyyid olan Abdülkadir-i Geylani Hazretlerinin nesli bizim için önem arz etmektedir. Zira Bediüzzaman hazretleri baba tarafından onun torunudur. Bu sebeple üzerinde biraz daha ayrıntılı duracağız. Âl-i Geylani diye bilinen bu aile, 1920 yılında Irakta başbakan olan Seyyid Abdurrahman Nakîb Geylanı’nin de kökleridir. Sâdât-ı Hıyâliyyîn, Bû Cumʻa ve Hidâdiyyîn sâdâtı tamamen Abdülkadir-i Geylani Hazretlerinin neslinden gelen seyyid veya şeriflerdir.

Değişik zaman ve vesilelerle İslam dünyasının her tarafına dağılan seyyidlerin Güneydoğu Anadolu bölgesine de gelip yerleştikleri görülmektedir. Bölgedeki seyyidlerin göçlerinin Bağdat’tan gerçekleştiği ve bunun orada yaşayan bir hükümda¬rın yaptığı zulümlerden kaynaklandığı, Güneydoğu Anadolu’da halk arasında yaygın bir kanaattir. Kimi seyyid ailelerinin Harun Reşid döneminin tekabül ettiği miladi sekizinci yüzyılın sonları ile dokuzuncu yüzyılın başlarında Bağdat’tan bölgeye göç ettikleri anlaşılmaktadır. Abbasi halifeliğinin Moğollar tarafından ortadan kaldırıldığı 656/1258 yılına yakın veya onu izleyen tarihlerde de Bağdat’tan bölgeye kimi seyyid göçlerinin olduğu görülmektedir.

Abdülkadir-i Geylani’nin bu kahraman evladı Seyyid Abdülaziz Haçlı Seferlerine karşı Selahaddin Eyyubi ile birlikte Askalan şehrinin fethine katılmış ve daha sonra Bağdad’daki idarecilerin (Vezir Ebül-Muzaffer Abdullah bin Yusuf’un baskısıve daha sonra da Şah İsmail’in Bağdad’a girerek Abdülkadir-i Geylani’nin türbesini tahrib eylemesi)  zulmüne maruz kalınca, Musul’un kuzeyinde yer alan Sincar bölgesine ve burada da Hıyâl köyüne hicret etmiştir. Diğer kardeşi Seyyid Abdürezzak’ın torunlarının da Ard’ul-Hıyâl da denilen Sıncar bölgesine yerleştiği nakledilmektedir.  Nitekim Hıyâl harabeleri arasında hem Seyyid Abdülkadir Geylanî’nin makamı ve hem de Seyyid Abdülaziz’in kabri bulunmaktadır. Hıyâliyyûnun nesilleri, biraz sonra göreceğimiz gibi, torunlarından Şeyh Ebu Salih Şemsüddin Muhammed el-Ekhal (El-Kehhâl) (651-739/1338, Sincar Kazası-Kuzey Irak)’ın evladlarının isimlerine göre adlandırılımışlardır. Bu arada bir ara Hıyâl ve çevresine Yezidîler musallat olup Müslümanlara zulm edince, Abdülkadir-i Geylani’nin torunları, çevreye dağılmışlar ve Bitlis’e kadar uzanmışlardır.

akgunduz_soyagaci.jpg

BEDİÜZZAMAN’IN BU AYRINTILI ŞECERELERİNE NASIL ULAŞTIK?

Bediüzzaman hazretlerinin mübarek neslini Osmanlı Arşivleri ve İstanbul Müftülüğünde bulunan Nikabet’ül-Eşrâf belgeleri arasında bulmaya çalıştık. Bitlis ve Hizan’daki nüfus ve tapu kayıtlarını tamamen inceledik. Ancak istediğimiz neticeye ulaşamadık. Daha sonra bir ara Bitlis’in de Musul’a balı kaldığını hesaba katarak ve de Osmanlı döneminde mevcut Nakib’ül-Eşrâfların aynen devam ettiğini öğrenerek himmetimizi Irak’a çevirdik. Kıymetli Kardeşim Adnan Budak Beyin de gayretleriyle Üstad’ın şeceresi ile belgeye aylar sonra Üstad’ın dedelerinin mezarlarının bulunduğu Sincar’a bağlı Hıyal Köyü yakınlarında oturan ve çok kıymetli bir tarihçi, araştırmacı ve neseb ilmi mütehassısı olan Dr. Mahmud Said Bey vasıtasıyla ulaşmış olduk.

Bilgilerin temelini oluşturan ama Osmanlı Arşiv Belgeleri ve özellikle Tapu-Tahrir Kayıtlarıyla teyid edilen bu şecerenin yazılış tarihi 1935’lere varmaktadır. Zira Şecereyi kaleme alan Hamed el-Hiyâlî 1937’de vefat eylemiştir. Şecereyi tasdik eden Nakib’ül-Eşraf ise 1935’de o görevi yürütmektedir.

Bu şecereyi hazırlayan Üstad’ın babası tarafından mensup olduğu Sâdât-ı Hıyâliyyîn aşiretinin reisi Hamed el-Hıyâlî’dir. Bu zat Sâdât-ı Hıyâliyyîn’ın Bu-Hüseyin El-Bekr dalına müntesiptir. Hazırlamış olduğu şecereyi tasdik eden Nakib’ül-Eşrâf Abdülfettah ed Bedreddin, 1935 tarihinde Musul Nakib’ül-Eşrâfıdır. Daha önce Trablusşam Nakib’ül-Eşrâflığını da yapan bu zat, Sâdât-ı Hıyâliyyîn’in Âl-i Zaʻbî kolundandır ve Ali Bekkâr ez-Zaʻbî’nin torunudur. Şecerede ayrıca Verşan Hâlid el-Hadîdî, Hüseyin es-Sumaydaʻî ve benzeri şahsiyetlerin de mühür ve tasdiki bulunmaktadır.

BEDİÜZZAMAN’IN ANNE TARAFINDAN ŞECERESİ (SÂDÂT-I HADÎDİYYÎN): HADÎDSEYYİDLERİ: BEDİÜZZAMAN’IN ANNE TARAFINDAN DEDELERİ

Hazret-i Hasan’ın soyundan gelenlere Şerif ve Hz. Hüseyin neslinden gelenlere de genelde Seyyid denilir  Resulullah efendimizin soyu, Hazret-i Hasan ve kardeşi Hazret-i Hüseyin’in çocukları ile devam etmiştir

İmam Musa Kâzım,  Sâdât- Hüseyniyye’nin ana unsur bu zattır (745 – 799) Sekiz çocuğu olmuştur. Sekizinci İmam olan Ali er-Rıza ve kızları Fatıma ile Hacer tanınmış çocuklarıdır. Bu zatın neslinden gelen Seyyidlere Sâdât-ı Museviyyûn denilmektedir. Başta Irak olmak üzere Musul ve çevresinde (bu arada Doğu ve Guneydoğu Anadolu’da) çok sayıda bu nesildeb gelen aşiretler mevcuttur. Üstad Bediüzzaman’ın annesinin nesli bu aşiretlerden Hadîdiyyîn Sâdâtı arasında yer almaktadır.

Şemseddin Muhammed el-Accân el-Hadîd el-Hüseynî (900/1495), Hadîset’ül-Fırat’da medfundur ve bu sülalenin reisidir. Bunun oğullarındanAli el-Asğar Sermit (Yamaç, Karbastı’ya komşu bir köy)’de medfundur ki, Bediüzzaman’ın köyü olan Nurs’a 38 km uzaklıktadır. Bu zatın oğlu olanAhmedîn nesli Bediüzzaman’ın annesine kadar ulaşmaktadır. Bediüzzaman’ın annesi, bu zatın neslinden gelen Hakeyf Aşiretine dayanmaktadır. Bunun kardeşi Abdurrahim’in süllalesi ise, Urfa başta olmak üzere Kuzey Irak ve Güneydoğu Anadolu’da yayılmışlardır.

BEDİÜZZAMAN NEDEN AÇIKÇA SEYYİD OLDUĞUNU SÖYLEMEMEKTEDİR?

Çünkü seyyidlik konusunda Bediüzzaman’ın kendisini öne çıkarması Mehdi olduğu iddiası olduğunu gündeme getirecekti. Toplumda Mehdî hakkında öylesine bir imaj yerleşmiştir ki, o sanki harikulâde özelliklere sahip bir kimsedir. Bir çırpıda zulme gömülen dünyayı düzeltecek, hakkı, adaleti tesis edecek, kurtla kuzuyu barıştıracak, birden Sünnet-i Seniyyeyi yerleştirecek, Şeriatı hâkim kılacak… Ve bunları îman, hayat ve şeriʻat hakikatleri çerçevesinde gerçekleştirecek. Bu durum gönlü kırık, morali bozuk bir kısım mü’minlere büyük bir ümit ve tesellî kaynağı olurken, birçoklarına da aradıklarını bulamamanın, görememenin ezikliğini de yaşatabilmektedir.

Bu ve buna benzer bir kısım hikmetler sebebiyledir ki Bediüzzaman kendini, seyyidliğini her zaman mevz-u bahis etmemiş, Risalelerde ise bu konu hakkında kesin ifade kullanmamıştı. Afyon Mahkemesi müdafaasında, “Hiçbir vakit böyle haddimden yüz derece ziyade hallerde bulunmamışım” diye cevap vermiştir.

BEDİÜZZAMAN HUSUSİ TALEBELERİNE HEM SEYYİD VE HEM DE ŞERİF OLDUĞUNU AÇIKLAMIŞTIR; KÜRT OLMASI SEYYİDLİĞİNE MANİ DEĞİLDİR

Bununla birlikte Bediüzzaman maddeten, yani neseben de Ehl-i Beyttendir. Onun, yukarıda bir kısmına yer verdiğimiz, geniş kesimlere aşikâr olarak ifade etmediği ve eserlerinde açık açık belirtmediği bu hususu bütün bütün de gizlemediğini, hususî sohbetlerinde talebelerine söylemekten çekinmediğini de görüyoruz. Mektûbât’ın büyük bir kısmının yazılmasına vesile olan, vefatına kadar Risale-i Nur’a büyük bir ihlas ve sadakatla hizmet eden merhum Albay Hulusi Yahyagil’e, ziyaretlerinin bir defasında, “Kardeşim, sen de ben de sâdâttanız (seyyidlerdeniz.)” dediğini görüyoruz.  Emirdağlı Mehmet Çalışkan’ın anlattığına göre, Osman Çalışkan’ı yanına çağırır ve “Kardeşim ben hem Hasenîyim, hem de Hüseynîyim… Ahmed Feyzînin bütün söylediklerini kabul ediyorum. Haydi git!” der.

Evet, Bediüzzaman’ın Kürt olması seyyidliğine engel değildir. Doğuda öyle aşiretler vardır ki Kürt oldukları halde bütünüyle seyyiddirler. Çünkü nesiller fetihler, göçler, farklı evlilikler sebebiyle zamanla dünyanın değişik yerlerine dağılmış, karışmışlardır. Meselâ Abbasîlerin yanlış tutumlarına tepki gösterdikleri için o günün tabiriyle Kürdistan bölgesine birkısım Ehl-i Beytin göç ettikleri bilinmektedir. Bediüzzaman’ın dedelerinin de bu göç esnasında buralara gelip yerleşmeleri sözkonusudur. Nitekim Bugün Mardin’deki Arvasîler, Hakkari’deki Ahmedîler ve Muş’taki Nehrîlerin Ehl-i Beytten oldukları düşünülürse, Kürt olmanın Ehl-i Beytten olmaya engel olmadığı açıkça görülür. Bediüzzaman’ın, Urfalı Salih Özcan’a da, “Ben hem Hasenîyim, hem de Hüseynîyim” cevabını vermişlerdir.

 

Bediüzzaman’ın Talebelerive katılımcılar Said Nursi’nin soyağacına ne dediler?

Basın toplantısından sonra söz alan ağabeyler ve katılımcılar şunları söyledi:

Abdullah Yeğin:
İslamiyet meydandadır. Kur’an-ı Kerim gibi bir kitabımız vardır. Kelamullah olduğu çok delillerle ispat olmuş. Kur’an bizi kardeş ilan ediyor. Irkçılık, Kürtçülük, Türkçülük, Arapçılık vs. Bu ırkçılığı uyandıran Avrupa değil mi? Müslümanları müstemleke etmek için çıkarıyorlar. Şeytani bir oyun. Bizi birbirimize düşürüyor. Bu gibi çalışmalar ilmin konuşmasıdır. Her şeyden önce Allah’ın kuluyuz, Müslümanız. Irkçılığa kulak asmayız. Cenab-ı Hak bizi insi şeytanların şerrinden muhafaz etsin.

Hüsnü Bayram:
Bediüzzaman’ın en büyük çalışması Risale-i Nur’dur. Bu dehşetli asırda küfrü mutlak İslamı yıkmak için uğraşıyor. Risale-i Nur mücadele etmiş. Risale-i Nur küfri fikirleri ilzam ediyor. Nur talebeleri kanaat ediyordu. Bu çalışma takdire şayandır. Bediüzzaman’ın gayesi Kur’an’a hizmettir. Nurlar Kur’an hizmeti adına alakadardır diyor. Kıyamete kadar başka şahıs gelmediğini teyit ediyor. Risale-i Nur’un aynen neşredilmesini Üstad istiyor.

Mehmet Fırıncı:
Bu güzel çalışmayı tebrik ve teşekkür ediyoruz. Hz. Bediüzzamanımızın Resulullah’ın (asm) neslinden gelmiş olması ayrı bir fazilet olarak kabul ettik. Memnun olduk. Üstad’ın, Risale-i Nur’u telif ederek insanlığa en güzel hakikatleri sunması zaten onun kim olduğunu bize sunuyordu.

Nusret Hoca:
Nur şakirtleri biribirinin yardımına koşmalıdır. Cenab-ı Hak ebeden razı olsun.

Prof. Dr. Nevzat Tarhan:
Veriye dayanarak müthiş bir tespit yaptığı için Akgündüz hocaya teşekkür ederim. Musul’da, Irak’ta dolaşarak senelerini verdi. Herkes kıyamet bekliyor. Aslında kıyamet koptu şu anda. Türk ve Kürt ırkçılarının başına kıyamet koptu. İnşallah iyi günlere vesile olacak.

Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş:
Sıradan bir basın toplantısı değil. Tarihi bir olaya şahitlik ediyoruz. Böyle bir araştırmayı yapacak ikinci bir Ahmet bey var mı? Keşke olsaydı. Bunun altında uzun bir emek var, sabahlara kadar süren çalışma var. Kendisine teşekkür ederiz. Önemli bir uyanış hadisesinin menşeinin açıklanmasıdır.

Hüsnü Bayram Ağabey’den Özel Açıklama

Risale Ajans : Toplantıyla alakalı duygularınız ve düşünceleriniz nelerdir?

Hüsnü Bayram Ağabey : Ahmet Akgünüz arkadaşımız çok güzel bir çalışma yapmış. 35-40 sene çalıştım diyor. O bu konuda vazifeli bir zattır. Hem ilmi ve kariyeri çok yüksek hizmetimizde çok değerli bir kardeşimizdir. Risale-i Nurları, konuşmasını ve sorulara çok iyi cevaplar verebilen yetenekli bir kardeşimizdir.

Tüm bu suallere, Üstad hazretleri hakkındaki şüpheli suallere sülalesi bakımından, seyidliği bakımından delillerle dayanarak cevaplar verdi. Elhamdulillah ben çok memnun oldum Allah razı olsun diyorum.

Benim burda seslenmemin nedeni Bediüzzaman hazretleri diyordu ki: “Risale-i Nur iman hizmeti itibariyle bütün küre-i arz ile alakadardır” diyordu. Şimdi bakın dünyanın her tarafında Risale-i Nur okunuyor, dersaneler var.

Benim tek söyleyeceğim Risale-i Nur’u okuyun. Fakat orjinal Risale-i Nur’u okuyun. Bediüzzaman hazretlerinin yazdığı orjinalinden okuyun. Altında lügatçesi olan ve diğerleri orjinal değildir tesiride yoktur onların.

Orjinalinden okuyup istifade etmelerini rica ediyorum kardeşlerimden. Çünkü Risale-i Nur insanı eğitiyor yalnız akla değil, kalbe ve insanın bütün latifelerini tatmin ediyor ve manen insanı ahsen-i takvim sırrına çıkartıyor. Ve insanı ahlaken her cihette yükseltiyor.

Risale okuyan yüzlerce binlerce genç var bunların hepsi istikametli, temiz ve dürüst insanlardır. Şarktaki meseleyide İnşaallah Risale-i Nur halledecektir. Biz islam milletiyiz, Türk-Kürt 1000 sene beraber yaşamışız yine beraber yaşamasını istiyoruz. Bu ayrımı yapanlarada lanetler ediyoruz. Cenab-ı Hak onları ıslah etsin. Şarkta yine hakim olan İslamiyetin esasıdır. Ve islam olacaktır inşaallah.

Risale Ajans: Üstad’ın mutlak vekilim dediği şu anda yaşayan talebelerinden olan siz Risale-i Nurların orjinalinden okunmasını üstüne basa basa ifade ediyorsunuz. Üstad hazretleri vefat etti şu anda temsilcileri konumunda olan sizlersiniz ve sizsiniz. Üstad hazretleri sizi mutlak vekilim olarak belirtmiş biz Risale-i Nurlardan okuyoruz ve biliyoruz. Bu konuda birinci söz sahibi olarak bu eserlerin orjinalinden okunmasını üstüne basa basa ifade söylüyorsunuz.

Hüsnü Bayram Ağabey: Çünkü Risale-i Nurların orjinali tesirlidir. Külliyat Cenab-ı Hakkın ihsanıyla Resulullah’ın emriyle, onayıyla yazılan eserlerdir. O yüzden Risale-i Nurların her kelimesi her cümlesi hem mahfuzdur, hemde orjinal olduğu için tesirlidir. Bizim söylediklerimiz bu cihetten ileri geliyor yoksa haksız da olsalar yapıyorlar tabi bişey diyemiyorsun.

Biz bütün kardeşlerimizi, Risale-i Nurlara muhabbeti olanları Orjinalinden okumaları konusunda uyarıyoruz. Bazı şerhler var tabi talebeler onu anlamıyor, orjinalini anlıyor o bakımdan orjinalinden okunmasını hem ibadet olduğunu, hem ilim olduğunu, hem marifetullah olduğunu belirtiyor. Hepinizden Allah razı olsun.

 

Said Özdemir ağabey:

“Soy ağacı açıklamasını çok olumlu buluyorum. Çünkü herkesin, Üstadın evlad-ı resul olduğunu bilmesinde fayda var. Ben tasvib ediyorum. Zaten Bediüzzaman Kürt değildir demedi. Mesela Karakeçililer Kürttür fakat evlad-ı resuldür. Kürt olmak evlad-ı resul olmaya mani değil ki.

“Evet, Üstad Kürttür ama nerden gelmiş, peygamberin sülalesinden gelmiş. Biz onun Kürtlüğünü inkar etmiyoruz ki. Doğuda evlad-ı resul olan çok Kürtler var. Bediüzzaman da onlardan birisidir, itiraza gerek yok, kimsenin gocunmasına gerek yok. Kürt kardeşlerimizin bununla iftihar etmeleri lazım. Çok Kürt kabileleri var, asılları Kürt değil başka yerden göçüp gelmiş, orada uzun zamanlar kalarak Kürtleşmiş. Bunda rahatsız olacak bir şey yok.

 

Abdülkadir Badıllı ağabey :

“Bu iş olduğu yerde bırakılmalıdır, fazla deşilmemelidir. Tahrike sebep olacak söz ve davranışlardan kaçınılmalıdır” ifadelerini kullandı.

Badıllı ağabeyin açıklaması aynen şöyle:

BİSMİHİ SÜBHANEHU

TERAZİ KEFELERİ

Bediüzzaman’ın Kürtlüğü ve seyyidliği

A-Kürdlüğü: Mal’um olduğu üzere Hz. Bediüzzaman eski matbu Münazarat eserinin baş tarafında: “Ben Kürtçe düşünürüm, Türkçe ve Arapça yazıyorum” diyor.

Hacı Hulusi Yahyagil ağabeye: “Hakaik lisan-ı maderzadem olan Kürtçe olarak kalbime gelir, sonra ben Arapça ve Türkçe yazarım” demiştir. Yani lisanının Kürtçe olduğunu tefekkürlerini bu lisan ile yaptığını söylüyor. Ayrıca, 1921’in ortalarına kadar yazdığı tüm kitap, makale ve nutuklarının altına “Kürdî” lakabını koyduğu gibi; o eski eserlerinin tamamında kendisinin Kürd asıllı olup, Kürd halkına mensup olduğunu hep söylemiştir. Ve Nutuk-7’de: “Cesaret ve sadakat ve diyanetin ünvanı olan tabii Kürdlükle iftihar ediyorum…” Ve: “Ey Kürdler! tımarhaneyi kabul ettim, Kürdlüğü lekedar etmemek için irade-i padişahı ve maaş ve ihsanı-ı şahaneyi kabul etmedim” demektedir.

Evet, Hz. Üstadın eski eserlerinin tamamında daima “Kürd” şahsiyetli olarak görünmektedir. Yeni eserleri Risale-i Nurlarda ise, hiçbir yerinde ne sarahaten, ne işareten, ne de imâen Kürdlüğünü inkar eden hiçbir cümle, hiç bir kelime yoktur. Tam aksine Kürdlüğünü teyid edici çok şeyler vardır. Ve bu eserlerinin hiç bir yerinde nesebi Seyyidliğini gösteren veya ima eden tek bir cümle yoktur. Hatta zahir hale göre bu mananın aksi olan şeyler vardır.

Ayrıca, Osmanlı devletinin Hz. Bediüzzaman’la alakalı bütün resmî belgeleri ve yazışmalarında onun “Kürdî”liği hürmetle, i’zazla yad edilmiştir. Türkiye Cumhuriyetinin resmi yazışmalarında ve Savcıların iddianamelerinde, mahkemelerinin kararnamelerinde ise, tahkir için, ısrarla “Kürdî” lakabını kullanmışlardır.

İşte bu husus, terazinin bir kefesinde kalsın da, öbür kefeye gelelim.

B-Seyyidliği: Muazzez Üstadımızın neseben seyyidliğinde Nur talebelerinin hemen-hemen hepsi delilsiz amma kalbi ve hissi ittifak içindedirler. Şimdiye kadar maddî ve şecerevî, yani onun seyyidliğini ispat eden bir belge elde mevcut olmadığı halde, Nur talebeleri o kanaatlerini sürdürmüşlerdir. Hz. Üstadın kendi ifade ve beyanlarında: “Hazret-i Ali’nin ( R.A.) bir veled-i manevîsi olarak ondan hakikat dersini aldığını” söyler. Yani, maddî ve şecerevî değil, manevî ve sünnetî bir âli ve seyyidliğini öne sürmüştür.

Ama bu sene, Muhterem Prof. Dr. Ahmet Akgündüz kardeşimiz, uzun uğraşılar sonunda Hz. Üstadın seyyidliğini belgeleyen şecer-i nesillerini elde ettiğini televizyon ve basın yoluyla ilan eyledi. Elbette buna herkesin, hususan umum Nur talebelerinin memnun ve mesrur olmaları lazımdır ve öylede olmuştur.

ÇERÇEVEDEKİ ÇOK ZAİF DELİLLERİ

Ben henüz Ahmet Akgündüz hocanın ilan ettiği şecere-i nesilin belgesini görmemişim. Bana onları göndereceğini söyledi. Ancak ben bazı sitelerde ve gazetelerde yayınlanan ve ona göre kaziyeyi muhkemleştiren iki delili gözüme ilişti. Delil diye sunulan bu iki mesele, bana göre -Akgündüz hocamız bana kızmazsa- çok zaif ve hatta temelsizdirler derim.

Bunlardan Birincisi: “Mirza” isminin “Murtaza”dan geldiğini, Murtaza ise, Hz. Alinin (R.A) bir lakabı olduğunu, yani Ahmet Akgündüz hocamızın yorumuna göre, Hz. Üstadın babası Mirzanın asıl ismi Murtazadır. Ama sonra bu isim değişikliğe uğramıştır diye iddia etmiştir. oysa ki Mirza ismi “Emirzade”den muhtasaren gelmektedir. Kamus-u Türkî Ş.Samî sh. 1441, 3. sütuna bakılabilir. Hem bu isim İran’da, Pakistan’da ve Hindistan’da, Azerbaycan’da ve Türkiye’nin doğu ve güneydoğusunda yüzlerce, belki binlercesi vardır. Hatta İmam- ı Rabbani’nin Mektubat’ının birkaç yerinde Mirza isimleri geçmektedir. Öyle ise, Akgündüz hocamız bunda yanılmıştır.

İkincisi: Siverek’in güneydoğusunda halen yaşamakta olan ve yaklaşık yüz kadar köyü olan ve yedi-sekiz kola ayrılan Karageçi aşireti, (Evet Karakeçili değil, Karageçi aşireti) hal ve vaziyetleri itibariyle Türklükten ve Türk dilinden o kadar uzaktırlar ki, yani Türkçeyi telaffuzda o kadar kabadırlar ki, Urfa’nın ve kazalarının etrafında yaşayan mevcut bütün Kürd aşiretlerinden çok daha farklıdırlar. Şu Karageçi aşiretinin “Mirek”leri, yani beyleri veya reisleri Bingöl’ün Zazalarındandır.

Ama Karacadağ eteklerinde eskiden yaşamış aslen Türk “Karakeçili” aşireti ise, hemen hemen hepsi Kırşehir tarafına göç etmişlerdir. Halen Karacadağ’da yaşayan ve “Türkan” (Türkler) ismiyle anılan ve Türk olarak bulunan sadece iki-üç köy vardır. Başkada yoktur.

Yine dönelim mevzu’u bahis Karageçi aşiretine. Bu aşiretin beyleriyle Badıllı aşiretinin beyleri, dayılık ve yeğenlik noktasından birbirine akrabadır. Yani birbirini çok yakından tanırlar.

Şu Karageçi aşiretine bu ismin verilmesine sebep, bu aşiretçe ve nesilden nesile gelip devam eden çok meşhur olan tarihi bir hadisedir. Şöyleki: Osmanlı padişahlarından Sultan Murat, Bağdad’ı ilhak etmek üzere sefere çıkmış, ordusuyla Karageçileri çok olan bu aşiretin bulunduğu araziye konaklamışlardır. Aşiret ise, Sultan Murad’ın ordusunu yemeye davet etmişler ve bunun için yüzlerce keçi kesmişlerdir. Bu arada Sultan Murad’ın bir oğlu hastalanmış, yürüyecek takati kalmamış. Sultan bu oğlunu aşirete teslim etmiş gitmiştir. Sonra bu şehzade bu aşiret içinde kalmış ve evlenmiştir. Çocukları olmuş ve çoğalmışlardır. Bugün halen mezkur aşiretin bu koluna “Torüni”ler denmektedir. Dil-Tarih Kurumunun söylediği safsatadan başka bir şey değildir.

Hal böyle iken, Ahmet Akgündüz hocamız şöyle bir çeşit meydan okurcasına ve Hz. Üstadın Kürtlüğünü kesin bir dille nefyeden bir üslupla demiştir ki: “Bugün Siverek’te yaşayan ve öz be öz Kayı (yani Türk) boyundan olan Karakeçililer ne kadar Kürt ise, Bediüzzaman da o kadar Kürttür.”

Evet, Akgündüz Hocamızın şu tahrikdar çıkışını ben şahsen beğenmedim. Çünki, hem aşiretçilik ilmince mesnetsizdir. Hem ondan daha kötü tarafı ise, iddiasını sakatlandırma yanı vardır. Ve aynı zamanda tahrik ediciliğidir.

Türk olan Karakeçili aşireti Türkiye’nin birkaç yerinde bulunmakta ve Türk olarak yaşamaktadırlar. Mesela Kırşehir’de, Elaziz’de, Isparta’da… Ama Siverek’in Güneydoğusunda yaşayan ve az yukarıda tahlili yapılmış olan “Karageçi” aşireti, Kayı boyu ile, Türklükle hiç bir alakaları yoktur ve olması da mümkün değildir. Yani koskoca ve kocaman bir Türk aşireti iken, birden pat diye Türklüğünü, Türk dilini ve Türkçeyi tamamen unutsun, uzaklaşsın ve büsbütün Kürtleşsin?!

Acaba Akgündüz Hocamızın ata ve ecdad meskeni olan Çüngüş’te nüfus sayıları oranın halkına nispeten azınlığın azınlığı iken, kendi dillerini unuttular mı? Kendi dillerini unutmak şöyle dursun Kürtçenin bir lehçesi olan Zazacadan kaç kelime öğrenebildiler?

Kardeşim Ahmet Akgündüz benim gibi, Hz. Üstadın kemalatına aşıktır ve hayranıdır. Bundan ötürü bazen heyecana ve duygusallığa kapılır, sehivler yapar.

NETİCE: Hz. Bediüzzaman’ın sülalesi dümdüz, girintisiz-çıkıntısız, delilli ve ispatlı Resulullah’a (asm) ulaşmış olsa da, terazinin iki kefesine göre o zaman Üstadımızın lakabı, tarifi şöyle olmalıdır: “Esseyyid Bediüzzaman Said-el Kürdî en Nursî.” Açık ifadesiyle: Seyyid Kürd Bediüzzaman Said-i Nursî lafzı olmalıdır. Yoksa Üstadın -belki bin seneye yakın- ecdadları Kürd kavminden olan hanımlarla evlenme hadiseleri elbetteki defalarca olmuştur. Yani, nesepleri mutlaka Kürdlerle karışma olayları olmuştur. Şayet bu kaziye inkar edilirse, o zaman şu şecere-i nesil silsilesi, Resulullah’tan (asm) alınıp Hz. İbrahim’e (as) kadar götürülür ki, hal ve mesele başka şekle dönüşebilir.

Yani demek istiyoruz ki, Hz. Üstadın sülalesi Seyyid olsun, şerif olsun, onu Kürtlükten, Kürtlükle memzuc olmaktan koparmak kolay olmayacak ve hiç kimseye müyesser olamaz. Bence bu iş olduğu yerde bırakılmalıdır, fazla deşilmemelidir. Tahrike sebep olacak söz ve davranışlardan kaçınılmalıdır. Yoksa büyük bir fitne kapısı açılabilir.

Evet, Akgündüz Hocamızın ulaştığı ve elde ettiği şecere-i nesil silsilesini eğer bir Osmanlı padişahı, ya da Selçuklu Sultanı ya da bir Abbasi Halifesinin tasdikli mühürleriyle mühürlü ise ve vergiden, askerlikten muafiyetleri sağlanmışsa, o zaman çok kuvvetli bir şecere olur. Değilse sadece bazı nesepçilerin rivayetlerine müstenid ise, onda “fihinazar” kaziyesi hükmeyler. Şüpheli bakılabilir.

Ben henüz o belgeleri görmüş değilim. Gördükten sonra değerlendirmelerimi yaparım inşallah. Hoşçakalın.

NOT: Hüsnü Bayramoğlu ağabeye, “Siz ‘‘Üstadımızın seyyidliği ileride ilan edilecek, ben görmeyeceğim ama siz göreceksiniz’ şeklinde bir şey söylediniz mi? diye sordum. Hüsnü Ağabey, ‘‘Hayır, ben Ahmet Feyzi Kul Ağabeyin dedikleri meydana çıkacak, ilan edilecek. Ben görmeyeceğim ama siz göreceksiniz’’ sözünü Hz. Üstaddan duydum’ şeklinde söylemiştim’’ dedi.

Belgeleri inceledikten sonra konuyla ilgili ikinci açıklaması:

Bismihi Sübhanehu

Çok muhterem, pek değerli kardeşim Prof. Dr. Ahmet Akgündüz hocanın dünyaya ilân eylediğimuazzez Üstadımızın nesl-i pâkinin şecere-i nuraniyesinin sureti, matbu’ şekli bana da geldi. Baktım, göz gezdirdim, gördüm ki: fevkalade bir maharetle harika bir gayretle, çok büyük bir emekle hazırlanmış bir vesika-i şeceriyedir.

28.12.2012’de Risale Haber’de yayınlanan yazımda verdiğim söze binaen, bu şecere-i nesl-i pâk-i Hazret-i Üstad hakkında mütalaa ve görüşüm şudur:

Bugünden dokuzyüz sene sonrasına uzanan bir şecerede, silsileye giren babalardan bir ikisinin aralarında kesiklik ve kopukluk veya zaman itibariyle bazı rakamlarda sehivlerde vaki’ olmuş olsa şahsi görüşüme göre meseleye bir zarar îras etmiş olmaz. Yani bu mübarek şecere makbuldur. Adı geçen evvelki yazımda arzettiğim tarzda; elde bir padişah, bir sultan ve bir halifenin mühürlemiş olduğu eski bir şecere olmuş olsaydı daha çok makbul olmuş olurdu. Binaenaleyh, bu olmasa dahi şecere geçerlidir.

Elde hiçbir şecere olmamış olsa da, birisi kalksa deseki: “senin Üstadın seyyiddir.” Ben o adamın elini ayağını öperim, ki zaten o, seyyidlerin seyyididir. Mehdilerin sertacıdır. Ama ayn-i zaman o, sâdat-ı Kûrdiyyedendir, Saidül-kürdidir. Vesselam.

risalehaber

 

Bediüzzaman’ın Akrabasından Soy Ağacı Yorumu

Bediüzzaman Hz.’nin akrabası olan Sabri Okur soy ağacının açıklanmasını nasıl değerlendiriyor?

Okur, Prof. Dr. Ahmet Akgündüz’ün yaptığı çalışmanın farklı yönlere çekilmemesi gerektiğini belirterek, “Üstad Seyyit de olsa Kürt de olsa Türk de olsa hiç bir şey değişmez. Üstad hem Seyyittir hem de Kürttür” dedi.

Sabri Okur sözlerini şöyle sürdürdü:

İslamiyet her türlü menfi ırkçılığı yasaklamış ve açık olarak Arabın Aceme Acemin Araba bir üstünlüğü yoktur fermanıyla üstünlüğün takvada olduğunu belirtmiştir. Bu aslında çok açık bir meseledir.

Üstad Bediüzzaman hazretleri Uhuvvet Risalesi’nde bunu en güzel şekilde izah etmiştir. Irkçılığın, Avrupa’nın Müslümanları parçalayıp yutmak için hazırlanmış bir oyunu olduğunu ispat ediyor. Bir Müslümanın hakiki ırkının İslamiyet olduğunun altını çiziyor. Mühim olan bizim nasıl düşündüğümüz değil aksine Rabbimizin bizden ne istediğidir. Bunlar da gerek ayetlerde gerek hadislerde açık bir şekilde ifade edilmiştir.

Bir hadisi şerifte “iman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de hakiki manada iman etmiş olamazsınız” ferman buyuruluyor. Bu nedenle bir Müslümanın ırkçılıkla hiç bir zaman problemi olmamalı ve olamaz çünkü İslamiyet milliyeti başka şeylere ihtiyaç bırakmıyor. Kaldı ki zaten hepimiz Hz.Adem ve Havva’nın çocuklarıyız.

Gelelim Üstad’ın nesebine. Şuurlu ehli iman için Üstad Seyyit de olsa Kürt de olsa Türk de olsa hiç bir şey değişmez. Onun bu Ahirzaman fitnesinde, insanlığın dünya saltanatından daha kıymetdar olan imanını kaybetmek üzere olduğu bu dehşetli asırda, iman hakikatlerini madde alemiyle fenler dili ile iki kere iki dört eder kat’iyetinde ispat ederek, Kur’anın bu asrın fehmine anlayışına bir dersi olan Risale-i Nur’ları, her türlü işkencelere sıkıntılara hapislere aldırmadan telif etmesi, bizim ve bütün insanlık için bu asırda en büyük bir örnek teşkil etmiştir.

Üstadımızın ne ile meşgul olup hakiki davasının ne olduğunu gösteren en berrak ayna da budur. Başka bir makam aramaya gerek yoktur. Üstadımız da hiç bir risalesinde kendine bir makam vermiyor. Kendini Kur’anın bir hizmetkarı olarak tanınmasını istiyor. Zihinleri daima Risale-i Nura tevcih ediyor ve “ben de sizin gibi bir ders arkadaşıyım” diyor. En büyük makamı Risale-i Nur vasıtasıyla Kur’an’a hizmette biliyor, hizmetkarlığı bütün makamların fevkınde görüyor.

Üstadın Kürtlüğü Seyyitliğine mani midir? Veyahut seyyitliği kürtlüğüne mani midir?


Bence mani değildir Üstad hem Seyyittir nesep olarak ki Akgündüz hoca bunu ilmen ispat etti; hem de Kürttür. Çünkü Kürtler içinde doğup büyümüş ve ana lisanı olarak Kürtçeyi göstermiş. Neseben Seyyit olanlar zamanla bulunduğu muhitte Türkleşmiş veye Kürtleşmiş ama silsilesi Seyyittir. Mesela Cezayir’e ve Yemen’e gitmiştim. İki yerde de esas ırkı Türk olup Araplaşmış insanlar gördüm. Ana lisanları Arapça, her şeyleri Araplar gibi, ama nesillerini sorunca bizler aslen Türküz diyorlardı. Ne Arap olmaları Türklüklerine, ne de Türk olmaları Arap olmalarına mani olamamıştı.

Akgündüz hocanın bu ilmi çalışmasını farklı yerlere çekmek veya art niyet aramak doğru değildir. Tamamen ilmi bir çalışma olup bazı çevrelerin dediği gibi Üstadı Kürtlükten çıkarmak için bir gayret değildir. Gerçekten bizim Kürt bölgesi Seyyitleri ciddi sevmiş ve himaye etmiş hiç bir hürmeti esirgememiştir. Herhalde bundan olacak ki bir çok Seyyit o bölgeye yerleşmiş ve huzur içinde yaşamışlar. Bu da bizim için büyük bir şereftir olmuştur.

Üstadımız “sünneti seniyeye ittiba etmeyen ali beytten olmadığı gibi ali beyte dost da olamaz, amma sünneti seniyeye ittiba eden ali beytten olmasada manen ali beytten sayılır” buyuruyor. O halde ırkımız ne olursa olsun sünnete ittiba ile manen ali beytten olalalım. Çünkü Selman-ı Farisi’yi Peygamber Efendimiz (asm) ali beytine dahil etmiş, “Selman benim ali beytimdendir” buyurmuş.

Netice olarak, nur talebelerinin nazarında Üstadımızın makamının Seyyit olmasının ispat edilmesiyle değişmediği gibi farklı düşünen arkadaşlar da bunu normal karşılamalı hatta takdir etmelidirler.

Bu çalışmayı rahmetli Sungur ağabey hayattayken görmüş ve takdir etmişti. Abdullah Yeğin, Hüsnü Bayram, Mehmet Fırıncı ağabeyler de o toplantıda olup takdirlerini ifade ettiler. Madem Üstadın talebeleri kabul ettiler bizim bu çalışmanın aleyhinde bulunmamamız lazımdır. Evet farklı düşünenler her zaman olmuştur ve olabilir.

Buna karşı da herkes birbirlerine saygı çerçevesinde fikir beyan edip kimsede art niyet aramadan müsbet hizmet anlayışıyla hareket etmektir.

Üstad ile değil Kürtler ve Türkler bütün zemin ve zaman iftihar etmelidir. Davası olan Risale-i Nura sarılmalı zamanın fitne ve günahlarından o nurlar vesilesiyle kendini muhafaza edip imanını kurtararak ahiret aleminde Üstad ile beraber Peygamber Efendimizin (asm) sancağı altında toplanmak için gayret sarfetmeliyiz.

Bunun haricindeki malayani meselelerle o kıymettar ömür sermayemizi tüketmemeliyiz. Bizler bu tartışmalarla meşgul olurken Rusya’sından Arjantin’ine kadar dünyanın dört bir köşesindeki genç nesiller nur dersleriyle imanlarını kurtarıp Üstada hakiki akraba olmak için gayret sarf ediyorlar, onlardan geri kalmamalıyız…

Risale Ajans

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Risâle-i Nur’da Ramazan Bayramı Bahisleri

RİSALE-İ NUR’DA RAMAZAN BAYRAMI BAHİSLERİ 28. Lema 10. Nükte Nev-i beşerin ağlanacak gülmelerine, endişe-i istikbal …

Önceki yazıyı okuyun:
Mehmet Nuri Bingöl: “Edebiyatçılar tek boyutlu düşünmemeli” – Mülakat

Mehmet Nuri Bingöl: "Edebiyatçılar tek boyutlu düşünmemeli" Mülakat: Ali Haydar YILDIRIM Eğitimci yazar Mehmet Nuri Bingöl …

Kapat