Ana Sayfa / Yazarlar / Bediüzzaman Bir Damla

Bediüzzaman Bir Damla

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Otuz İkinci Söz’ün Birinci Mevkıfı İslam dünyasında da batı ilim dünyasında da örneği görülmemiş, ulaşılması zor bir ilimler ve din yorumudur. Ortaçağ kilisenin dogmalarla dini insanlar üzerinde tassub aracı olarak kullandığı bir uzun devirdir. Onsekizinci yüzyıldan itibaren batıda ilimlerin dünyaya bakış açısını değiştirmesiyle birlikte ilimle din arasında büyük bir savaş başladı, kilisenin dogmaları ilmin gözlem deney ve laboratuvar ve keşfe dayanan bulguları ve verileri ile çatıştı. Kilise ilime düşman oldu hatta savaş açtı, birçok ilim adamı hırpalandı. İlim Hristiyanlık metinleri ile paralel bir anlatım ve gözlem dünyası kuramadığından aykırı telakki edildi, hatta dinsizlik olarak kabul edildi. Ateizm, nihilzm, deizm ve bunlara paralel birçok medarı fahr telakki edilen dünya görüşleri dünyayı darmadağın etti. 

“Hikmet-i tecrübiye (tecrübeye dayanan hikmet) ki cihânın şu gördüğümüz kemâlât (olgunluklar) ve terakkiyatına (gelişmeler) her şeyden ziyade hizmet etmiştir, bu kadar fevâidiyle (faydalarıyla) beraber bir iki asırdan beri her türlü hududu zîr ü zeber (altüst) ederek fikirlerde ne kadar mu’tekât (inanılacak şey), gönüllerde ne kadar hissiyat var ise cümlesini şaibesinden mâsun olamamıştır (saklanamamıştır). Tecrübe nâmına taharri-i hakikatle me’luf olanlarda (gerçeği araştırmaya alışkan olanlarda) ise aradıklarını maddiyat içinde bulmaya hasr-ı nazar (odaklanma) etmiş birtakım ashab-ı muaheze (suçlama) görülür ki dünyada lemsi dokunlan) ve müşahedesi (görülmesi) nâkabil (kabul görmeyen) her ne var ise mevhum (evham mahsulü) veya ma’dum (mevcut olmayan) tutmak isterler, umumun menfaatinden başka hak, efrâdın (ferdlerin) itiyadından başka ahlâk tanımazlar. Tasarrufa sirkat, verasete gasp, nikâha esaret namı verirler.” Namık Kemal ünlü Vatan makalesinde bu tecrübi ilimler dediği gözlem ve müşahade mahsülü ilimlerin nasıl itikadları ve mukaddes değerleri yerle bir ettiğini anlatır, bu anlayış vatanı da gereksiz görür, “toprak vatanım nevi beşer milletim” der. Namık Kemal siyasi bir insan olduğu için vatanı söz konusu eder, ama bu bakış açısının itikadlar ve dünya görüşü, Allah’ın kainatını görmek ve itikad etmek gibi konulardaki yanlışlarına girmez. Bu makalenin mucibine göre ilk büyük itirazı yıllar sonra Bediüzzaman yapar, işte bu metin Otuz İkinci Söz’ün birinci  mevkıfıdır. Aslında bütün Risale-i Nur bilim tarihinin bu yanlış ve kör gözünün tedavisidir. Bizim arkadaşlarımız ona buna çatmak yerine bu büyük büyük insanın ilim tarihinde yaptıklarını bir şekilde topluma nasıl adapte edeceğini düşünmeli, nefretten, düşmanlıktan ilim ve dava doğmaz. Bizim fen bilimci arkadaşlarımız okudukları ilimlerin butlanını anlatmalılar, yoksa mesuldürler. Bu Birinci Mevkıf bir programdır, bir uygulama örneğidir.

John Belamy Forster Marksizmin Ekolojisi kitabında kilise ile ilimlerin nasıl çatıştığını anlatır; Marks kilisenin ulûhiyet iddialarını çürütür, kilise onu domuz ilan eder. Hazreti Bediüzzaman da bu adamları çok eleştirel cümlelerle  tenkid  eder. Ama sadece konuşmaz, en iyi eleştirel tavzih edici tevhid metinleri ortaya koyar, John Belamy ve Kilise filozofları Bediüzzaman’ın, Marks’ın iddialarını nasıl çürüttüğünü görseler, “tam aradığımız insan” derlerdi. 

Birinci mevkıf “temsil libası giydirilmiş bir hakikattır”. Temsil yani kurmaca veya tiyatro veya roman ne dersen de. Bediüzzaman İslam’ın hakikatlerini dramatik metinler şeklinde anlatan eşsiz bir dramaturgdur. Otuz gün Ramazan, İktisad, Şükür ve emsali konuları konuştuk, keşke bilim veya ilim tarihi ve Bediüzzaman’ı konuşsaydık. Çok anlatıldığı zannedilen bahisler o kadar katı açılmamış bâkir bahisler ki deme gitsin. 

Bediüzaman hep şahıslarla konuşan bir insan, bu bahiste de ünlü sinema ve tiyatro ve kurmaca ustalarının aklına gelmeyecek bir şahıs icad ediyor. Bunu düşünen ve tasarlayan zihne ve muhayyileye hayran olmamak elde değil.

Romancı, yazacağı romanın tezini savunacak bir kişi icad eder, onu olaylar ve gerilimler içine iterek anlatmak istediği dinî dünyevî sanata dönük iddiasını gerçekleştirnek ister. Duma ailesinden biri ikisi de romancı, bir romanındaki  bir kişiyi öldürür sonra oturur ağlamaya başlar, eşi sorar. “neden ağlıyorsun Aleksandr?” “falan öldü, hayır öldürdüm, öldürmeseydin, onu öldürmeseydim romanımı öldürecekti.”

Bediüzzaman Ayetül Kübra’daki kahramanını icad etmiş, nasıl düşünmüş bunu kendine dek kimsenin kullanmadığı bir teknik kullanmış, kainattan, cüzlerinden Allah’ı sorarak onlarla konuşarak iddiasını tavzih etmeye gayret eder. 

Bediüzzaman aslında bu eserinde ortaya koyduğu karakterden işte böyle bir karakter olun, demek istiyor. Anlatıma bak! Sonra seyahat-ı fikriyede bulunan o meraklı ile zevki ve şevki artan dünya yolcusu, bahar bahçesinden bir bahar kadar güldeste-i marifet  ve iman alıp gelirken hayvanat ve tuyur âleminin kapısı hakikatbin olan aklına ve marifet-âşina olan fikrine açıldı.”

Burda kahramanın özelliği olan birkaç kelime var; biri seyahat-ı fikriyede bulunan bir insanın, bir dava adamının bu dünyadaki hayatı fikri seyahat olmalı, seyahatında fikrini harekete geçirmeli okumalı, yazmalı, seyretmeli, kendimiz için acaba..

Meraklı… Merakı olmayan insandan bir şey olmaz, bütün farklı insanların özelliğidir meraklı olmak, bütün ilmi icadlar ve keşifler yapanların hayatları merak dolu, meraklı mıyız acaba?

Zevki ve şevki artan dünya yolcusu. Zevk ve şevk iki önemli, değerli insan özelliği. Yıllardır yerinde sayan insanlar, oku oku, fatiha de, bitir.  

Dünya yolcusu.. Bu da ayrı bir uygulama, ünlü bir filozof “filozof yolda olan adamdır” diyor, yani sürekli arayan, durmayan, durmayı filozofluğa yakıştırmayan… Bediüzzaman’ın yolcusu da bunun gibi bir yolcu, soran, öğrenen, araştıran, her gün yeni bilgiler ile donanan kişi.

Eğer şu Âyetül Kübra’daki tipi veya karakteri çok az insan kendinde gerçekleştirseydi biz ne olurduk gel de sor, var mı böyle insanlar, vardır tabii.

Güldeste-i marifet. Güldeste antoloji demek, bir şiir antolojisinde meşhur şiirler toplanır (benim böyle bir kitabım var), yani bahar bahçesini dolaşırken imanî, fikrî, estetik bilgiler ile dolu kişi demek. 

Bir cümlede aranan insanın özellikleri… Yarın ahirette bizi cümbüşle karşılarlar, “okudun okudun ama anlamadan buraya gedin” der bana. 

Cümle devam ediyor, hakikat-bîn olan aklına, sonra marifet-aşina olan fikrine açıldı.

Marifet âşinâ olan akıl

Hakikat bîn olan fikir

Al sana iki okyanus gibi özellik. Marifet aşina olan akıl, nasıl anlatayım, yok ki bende marifet aşinalığı, hakikat bin hakikatı gören.. nasıl anlatayım, ama Üstadın istediğine bak, bir de bana bak. O ceviz ağacı istiyor ben ise kabak, halime bak.

Bediüzzaman eserinde ideal bir insan portresi çiziyor. Türk  edebiyatında sayısız roman var, roman kişisine böyle bir karakter özelliği yükleyen kimse yok arkadaşım. 

“Ömrüm roman eleştiri ile ilgili teorik veuygulama kitapları yazmakla geçti, bir de roman ve eleştiri terimleri yazdım, örneği bile kalmadı, 250 madde tarifleri İngilizce, Romancı olarak Bediüzzaman yazsam beşyüz sayfa bir kitap olur. Ahmet Akgündür “yaz dediler yazdık, elimizde kaldı.”

Elimde kaldı yazık çiçeklerin demeti

Demiş âşık, ben kitap yazdım, kendim bastırdım ne yapayım, zengin bir babam olsaydı  çocukların ihtiyaçlarını karşılasaydı bak neler olurdu, bu yüzden ora senin bura benim gidiyoruz, olsun. 

Koşan elbet varır düşen kalkar

Karataştan su damla damla akar 

Birikir sonra bir büyük göl olur

Arayan hakkı en sonunda bulur

Marifet aramak… Arayan adam da Bediüzzaman, adam deyince muhibban adam değil, Bediüzzaman diyor, adam gibi adam. 

Bir ay konuştum, öyle harika takdir eleştirileri aldım ki tanımadığım insanlardan, hayret ne hayret. Ömrüm piyasa baronlarının zulüm ve iticiliği takayyüdü ile geçti, bütün farklı kişiler yalnızlığa itilmiş, ümitlerinin enkazında ölmüş, hakikat ehli dolap tezgah bilmez, ayak oyunu bilmez, ya öyle mi, bunları bilmeyen yürüyemez Himmet baba. 

İcad ettiği karakteri nasıl düşünmüş, “Bütün tabiat perest esbabperest ve müşrik gibi umum enva-ı ehli şirkin ve küfrün ve dalaletin tevehhüm ettikleri şeriklerin namına bir şahıs farzediyoruz ki o şahs-ı farazî, mevcudat-ı âlemden bir şeye Rab olmak istiyor ve hakiki mâlik olmak dava etmektedir.”

Bir tip icad edecek bütün felsefe tarihini gözden geçirmiş, bir kurmaca kişi ortaya çıkarmış, sadece bunu hayalhaneden düşünüp ortaya çıkarmak, bu hayale akşam olsa da yatsak diyen hayal ne desin. Yavuz Selim dünyayı ‘bir adama çok iki adama az’ demiş, deve ve at ayağı ile gidilen o günün dünyasından şimdi otomobil ile uçak ile gidilen dünya o zata nasıl gelirdi, atının nallarına hayran…

Beni bu tipi hayal eden ve biçimlendiren kişinin hayali ilgilendiriyor, sonrakiler ayrı. Dosto’nun hayali Hugo’nun hayali, bütün insanlığı bir kitaba sığdıran Zât-ı ulûhiyyetin bize görünen tasarımı. Bir adam memur alacakmış, adaylara sormuş yüz kişiye, “neler hayal ediyorsun?” sonra vazgeçmiş, “neden?” demişler, “ortada ham hayalden başka yok, has hayal yok” demiş.

Devam ederiz.

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Zombilerin Hedefi Olmadan Yaşamak / Abdullah Abdullahoğlu

“Ben bir bedenim” …“Benim bir bedenim var” hangisi? Zihin Felsefesi üzerine kurulan “zombi” kavramına göre: …

Kapat