Ana Sayfa / İLİM - KÜLTÜR – SANAT – FİKRİYAT / Makaleler / Bediüzzaman’dan Milletvekillerine Nasihatler / Mustafa TOPÖZ

Bediüzzaman’dan Milletvekillerine Nasihatler / Mustafa TOPÖZ

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Bediüzzaman’dan Milletvekillerine Nasihatler

Bediüzzaman Hazretleri, Kur’an, İslâm ve vatan hesabına, kahramanca ve­rilen İstiklâl harbinden sonra, maalesef bü­yük bir zafer sarhoşluğu içinde rehave­te kapılan ve başta namaz olmak üzere şeâir-i İslâmiyeye karşı lakaytlık gös­teren o dönemin milletvekillerine karşı 1923’de, TBMM’de on maddelik bir beyanname basar ve dağıtır. Ayrıca bu beyannameyi bütün milletvekillerine kürsüden de okur.

İstanbul’da İngilizlere karşı kahramanca mü­cadele veren Bediüzzaman Hazretleri, 1922 senesinin Kasım ayında, Ankara hükü­metinin şifreli olarak ısrarla çağır­masına binaen Ankara’ya gider. Ankara’da resmî törenle karşılanan Bediüzzaman, ye­ni kurulan Türkiye Büyük Millet Mec­lisi için meclis kürsüsünde dua eder. Ankara’da yedi ay kalan Hazret-i Üs­tad, bu süre zarfında Ankara’nın siyasî havasını yakından okuma fırsatı da bulur. İstiklâl Mücadelesinden galibiyetle çıkan kahraman ordumuza kumandanlık eden ve bütün İslâm âleminin muhabbet ve teveccühünü kazanan milletvekillerini ya­­kından tanıma imkânı bulur. Kur’an, İslâm ve vatan hesabına, kahramanca ve­rilen İstiklâl harbinden sonra, maalesef bü­yük bir zafer sarhoşluğu içinde rehave­te kapılan ve başta namaz olmak üzere şeâir-i İslâmiyeye1 karşı lakaytlık gösteren o dönemin milletvekillerine karşı 1923’de, TBMM’de on maddelik bir beyanname basar ve dağıtır. Ayrıca bu beyannameyi bütün milletvekillerine kürsüden de okur.

Bu beyannameyi, o günün Türkiye’sinin kendine mahsus şartları içinde değerlen­dirmek elbette mümkündür. Sadece o za­manki vekillere yönelik, onların özel şartları içinde değerlendirilmesi gereken ve o döneme has nasihatler olduğu dü­şünülebilir. Hâlbuki bu beyannameyi dik­katle inceleyenler görür ki; Bediüzzaman Hazretleri nasihatlerini Kur’an ve iman hakikatlerine bina etmektedir. Halkının kahir ekseriyeti Müslüman olan bir va­tanda, bin yıldan beri küfür âlemine göğ­sünü siper etmiş kahraman bir milletin idarecilerine seslenmektedir. İslâm uğ­runda, Kur’an yolunda, vatan sevdasıyla sadece Çanakkale’de yüz binlerce şehit vererek büyük bedeller ödemiş bahadır bir milleti temsil eden vekillere hitap etmektedir. Kaderin ve tarihin büyük so­rumluluklar yüklediği, yeni bir devletin muktedir milletvekillerine kim oldukları­nı hatırlatmaktadır. Dört yüz sene İslâm âlemine hilâfet merkezi olarak maddî ve manevî riyaset eden bir cihan devletinin, varisi olarak kurulan yeni meclisin, söz ve yetki sahibi mebuslarına tarihî ihtarlarda bulunmaktadır.

Bu beyannamedeki nasihatleri, günü­­­müz Türkiye’sindeki milletvekili adaylarının ve idarecilerin de nazar-ı dikkatlerine arz ediyoruz. Çünkü Hazret-i Üstad bu na­sihatleri memleketimizin dinî, tarihî, sos­yal ve kültürel gerçekleri üzerine bina etmiştir. Gerçekler üzerine bina edilen bu nasihatler zamanı geçmiş, eskimiş birer nasihat değil; kendi zaman ve zeminini aşan ve günümüze de ışık tutan taze ve güncel birer nasihat hükmündedirler.

Malumdur ki; bir hüküm gerçekler üzerine bina edilmişse, ne zamanın geçmesi ne de şartların değişmesi o hükmü yürürlükten kaldırır. Bu beyannamedeki nasihatler de, bu türden nasihatlerdir.

‘Yeni Türkiye’ olmak yolunda, 2023 hedef­lerine doğru yol alan memleketimizde her alanda gerçekleşen büyük değişimlerin te­mel taşlarının sağlam oturması gerek­mek­tedir. Kendi öz değerlerimiz ve ger­çeklerimizle yüzleşme sancıları yaşadığı­mız günümüzde, bu nasihatlerin vekillerimiz ve idarecilerimiz için ufuk açıcı olacağını ümit ediyoruz.

***

♦ İnsan, Rabbi tarafından ihsan edilen bü­­tün maddî ve manevî nimetlere karşı şük­retmekle görevlidir. Nimet, şükrü gö­rürse ziyadeleşir. Şükür olmazsa, nimet elden gider, zayi olur. Şükrün en büyüğü ise Rabbimizin en açık ve en kat’î, farz bir emri olan namazdır. Namaz vazifesi aksamamalıdır ki, onun nuru, feyzi ve bereketi hep üzerimize olsun.

♦ Halkımızın büyük bir çoğunluğu Müs­lümandır. Müslümanlar, idarecilerini İs­lâ­miyet hesabına severler, İslâm adına teveccüh gösterirler. Milletin bu sevgi ve teveccühünün devam etmesi, idarecilerin şeâir-i İslâmiyeyi ihya etmelerine bağlıdır.

Milletvekili olmak demek, aynı zamanda bu memlekette yaşayan velilere, âlimlere, şehitlere, salih kullara ve gazilere de idare­cilik yapmak demektir. Öyleyse, Kur’an’ın kat’î emirlerine itaat etmekle, öteki âlem­de de bu nuranî kafileye yoldaş olmaya çalışmak, yüksek himmet sahibi insanların bir vasfıdır. Yoksa bu dünyada onlara ida­reci iken, orada, onların birinden bile ma­nevî yardım almaya mecbur olmak ihtimali vardır.

♦ Bu fâni ve süfli dünya, şan ve şerefiyle, öyle rağbet edilecek bir meta değildir ki, sizin gibi yüksek himmet sahibi insanları doyursun, tatmin etsin ve aslî maksat olsun. Bu hakikati Bediüzzaman Hazretleri şu veciz cümlesiyle ifade etmektedir: “Devlete intisap (bağlanma), hizmet içindir. Maaş kapmak için değildir.”

♦ Bizim insanımız, kendisi namazsız ve gü­nahkâr da olsa, yine de başındaki idarecisini mütedeyyin görmek ister. Özellikle de Do­ğu ve Güneydoğu’daki vatandaşlarımız, idarecisini mütedeyyin görürse tam iti­mat edip destek olur. Fakat idarecisini namazsız ve günahkâr görürse, o idareci, oranın halkının nazarında ithamdan kur­tulamaz.

♦ Peygamberlerin çoğunun doğudan çık­ması ve felsefecilerin çoğunun da batıdan çıkması, kader-i İlahi’nin bir işaretidir ki; doğuyu ayağa kaldıracak olan ancak din ve kalptir. Akıl ve felsefe değildir. Mem­leketimiz Avrupa’ya nispetle doğudur. Memleketimizin kalkınması için tatbike çalışılacak projeler ve takip edilecek siya­setler, bu Müslüman halkın fıtratına uy­gun olmalıdır. Aksi takdirde bütün çalışma­lar zayi olur gider veya yüzeysel kalır.

♦ Memleketimizin ve İslâm’ın düşmanı olan bir kısım küresel güç odakları, ida­recilerimizin dindeki ihmalkârlığından çok istifade ederler. İslâm ve milletin se­lâmeti adına, dinde ihmalkârlıkta bulun­mamak gerekir. Dinde ihmalkârlık ve gev­şeme gösteren milletvekilleri ve idareci­ler, zamanla Müslüman milletten nefret gör­meye ve dışlanmaya başlar.

♦ Haricî düşmanlarımız olan küfür âle­mi, bütün vasıtalarıyla, medeniyetiyle, felse­fe­siyle, fenleriyle, misyonerleriyle İslâm Dün­yası’na hücum edip, maddeten uzun za­mandan beri galip geldiği halde, dinen galip gelemediler. İslâm Dünyası’nın bün­yesindeki sapkın fırkalar ve mezhepler de, tarih boyunca yaptıkları bütün ihanet ve saldırılara rağmen, İslâm’ın hakkaniyet ve istikametini bozamadılar. Bu iki durum is­pat eder ki; Batı Medeniyetinden süzülüp çıkan, kökü dışarıda, uzantıları içimizde, millî ve manevî değerlerimizle örtüşmeyen ve dine lakayt olan bir hareket veya ideoloji, Müslüman milletin sinesinde yer tuta­maz. Demek ki İslâm coğrafyasında köklü, esaslı ve inkılâpvâri işler görebilmek, an­cak İslâm’ın düsturlarına itaat etmekle olabilir, başka olamaz. Olmuşsa da, çabuk ölüp sönmüş.

♦ Dinin zayıflamasına sebep olan sefih Batı Medeniyetinin batmaya yüz tuttu­ğu bir zamanda ve müjdelenen Kur’an Me­de­niyetinin zuhur etmeye başladığı bir za­manda (günümüzde) lakaytlıkla, gev­şeklikle ve ihmalkârlıkla müspet bir iş gö­rülmez. Yani güncel tabirle, ‘zamanın ruhunu iyi okumak’ gerekir.

♦ Milletin vekillerini seçecek ve onlara yet­kiyi verecek olan, çoğunluğu oluşturan ve sağlam Müslüman olan avam halktır. Do­layısıyla gücünü milletten alan mil­let­vekillerimizin, Kur’an’ın emirlerine uyarak, onlarla maddî manevî uyum içinde olması, İslâm ve millet adına zorunludur. Aksi takdirde, gücünü milletten alıp, sonra da bu gücü İslâm’dan uzak, bedbaht, milliyetsiz, Avrupa hayranı ve batı taklitçilerine vermek, onlara yaranmaya çalışmak, onları kendi milletine tercih etmek, İslâm’a ve millete büyük bir ihanet ve zarar hükmüne geçer. Eğer böyle bir ihanet olursa başta Müslüman milletimiz ve tüm İslâm dün­yası, nazarını başka tarafa çevirecek ve başkasından yardım isteyecektir. Çünkü bütün İslâm milletleri, İslâm ve Kur’an adına tarihten gelen bir sorumlulukla yü­ce meclisimize ümit bağlamışlardır.

♦ Bediüzzaman Hazretleri namazın, İs­lâm’da, Allah’a imandan sonra geldiğini ve namaz kılmayan bir kişinin, kâinatın sul­tanı olan Rabbine ihanet etmiş olacağını ifade eder.

♦ Beş vakit namazını kılan bir müminin çok büyük bir ihtimalle cennet ehli olacağı tevatür, icma ve sayısız ihbarlarla ve delil­lerle sabittir. Yüce meclisin hareketleri, halk tarafından taklit edilir. Meclisin ku­surları, millet tarafından ya taklit veya tenkit görecektir. Bu ikisi de zararlıdır. Namazın farz olduğu ve kılanların da çok büyük bir ihtimalle cennet ehli olacağına dair bu kadar delillere kulak asmayarak, Kur’an’ın kat’î namaz emrine uymayıp, nef­sinin safsatalarını dinleyen, şeytanın ves­veselerini ölçü yapan insanlarla, hakiki ve ciddi bir iş görülemez.

♦ Düşmanımız olan dalâlet ehli küresel güçler, İslâm’ın şeâirini bilerek tahrip et­mektedirler. Öyle ise idarecilerimiz zarurî bir vazifesi de, şeâiri ihya ve muhafaza etmektir. Yoksa şuursuz olarak şuurlu düş­mana yardım etmek ihtimali vardır. Şeâirde gevşeklik ve ihmal göstermek, mil­letteki zafiyeti gösterir. Milletteki zafiyet ise düşmanı durdurmaz, tam aksine ce­saretini artırır.


1– Şeâir-i İslâmiye: İslâm alâmetleri olan şey­lerdir. Başta cemaatle namaz olmak üze­re, zekât, ezan, Kur’an harfleri, selâm­laşmak, Besmele çekmek, tesettür gibi göründüğünde İslâmiyet’i hatırlatan alâ­metlerdir.

irfanmektebi

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Dâru’s-Siyâdeler (Seyyidlik Evleri)

Dâru’s-Siyâdeler (Seyyidlik Evleri) Doç. Dr. Murat Sarıcık   “Dâru’s-Siyade”, “Nakîbu’l-Eşrâflar”(1) ve Seyyidler için, ilk kez …

Önceki yazıyı okuyun:
Peygamberimizin Ramazanı / Prof. Dr. Himmet Uç

Peygamberimizin Ramazanı Peygamberimiz haftanın iki gününü mutlaka oruçlu geçirirdi, bazan o kadar uzun süre oruç …

Kapat