Ana Sayfa / Yazarlar / Bediüzzaman, Değişim ve İhtilal

Bediüzzaman, Değişim ve İhtilal

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Bediüzzaman değişim ve ihtilal 

Toplumu değiştirmek efsunlu bir kelime. Din, felsefe, sanat, siyaset kitleleri etkilemek bulunduğu durumdan bir üst konuma taşımak için fikirler üretmişler. Bu tutum hazreti Adem’den beri devam edegelen bir davranış modelleri belirleme tarzı. Dinler, değiştirmek için gelmişler toplumu. Buna bakarak diğer fikir akımları da değişim modelleri öne sürmüşler. Din ile  diğer akımlar değişim modeli üretmede bir araya gelmemişler. Felsefe sanat siyaset ayrı yollar izlemiştir. Böyle olduğundan dinler her şeye rağmen değişimde aslan payını elde etmişler. Dinler diğer grupların velveleli değişim modellerinin önüne geçmiş büyük gelişmeyi sağlamışlardır. Bunun nedeni dinin kaynağı ilahi olmasındandır insanı yaratan onun değişimi için en ideal reçeteyi  teklifi öne sürmüştür. Bu farklı düşünmenin kaynağını Bediüzzaman çok ihatalı ve kapsamlı bir şekilde izah etmiştir.

İşte, bak: Âlem-i insaniyette, [insan âlemi] zaman-ı Âdem‘de [Âdem Peygamberin (a.s.) zamanı] şimdiye kadar iki cereyan-ı azîm, [büyük akım] iki silsile-i efkâr, [fikirler zinciri, fikir halkaları] her tarafta ve her tabaka-i insaniyede [insan tabakası] dal budak salmış iki şecere-i azîme [büyük ağaç] hükmünde; biri silsile-i nübüvvet ve diyanet, diğeri silsile-i felsefe ve hikmet, gelmiş gidiyor. Her ne vakit o iki silsile imtizaç [birbiriyle karışıp kaynaşma] ve ittih [birleşme] etmişse, yani silsile-i felsefe silsile-i diyanete dehalet [sığınma] edip itaat ederek hizmet etmişse, âlem-i insaniyet [insanlık âlemi] parlak bir surette bir saadet, bir hayat-ı içtimaiye [sosyal hayat] geçirmiştir. Ne vakit ayrı gitmişlerse, bütün hayır ve nur silsile-i nübüvvet ve diyanet etrafına toplanmış ve şerler ve dalâletler [doğru yoldan sapmak, inkârcılık, inançsızlık] felsefe silsilesinin etrafına cem [toplama, bir araya gelme] olmuştur. Şimdi, şu iki silsilenin menşelerini, esaslarını bulmalıyız.

İşte, diyanet silsilesine itaat etmeyen silsile-i felsefe ki, bir şecere-i zakkum suretini alıp şirk ve dalâlet [doğru yoldan sapmak, inkârcılık, inançsızlık] zulümatını etrafına dağıtır. Hattâ, kuvve-i akliye [akıl duygusu] dalında dehriyyun, maddiyyun, tabiiyyun [her şeyin tabiatın tesiriyle meydana geldiğini iddia edenler] meyvelerini beşer aklının eline vermiş. Ve kuvve-i gadabiye [öfke duygusu] dalında Nemrutları, Firavunları, ŞeddadlarıHaşiye beşerin başına atmış. Ve kuvve-i şeheviye-i behîmiye dalında âliheleri, sanemleri [put] ve ulûhiyet [Cenab-ı Allah’ın ilâhlığı] dâvâ edenleri semere vermiş, yetiştirmiş. O şecere-i zakkumun menşei [kaynak] ile, silsile-i nübüvvetin—ki, bir şecere-i tûbâ-i ubûdiyet hükmünde bulunan o silsilenin, küre-i zeminin [yerküre] bağında mübarek dalları, kuvve-i akliye [akıl duygusu] dalında enbiya [nebiler, peygamberler] ve mürselîn [peygamberler] ve evliya ve sıddıkîn [çok doğru kimseler, sıddık olanlar, Allah yolunda sadakatte en ileri olanlar] meyvelerini yetiştirdiği gibi, kuvve-i dâfia [itme gücü (fizik)] dalında âdil hâkimleri, melek gibi melikler [hükümdar] meyvesini veren ve kuvve-i câzibe [çekim gücü] dalında hüsn-ü sîret [ahlâk güzelliği] ve ismetli cemâl-i suret [görünüş güzelliği] ve sehâvet ve keremnamdarlar [cömertlik] meyvesini yetiştiren ve beşer nasıl şu kâinatın en mükemmel bir meyvesi olduğunu gösteren o şecerenin [ağaç] menşei [kaynak] ile beraber, enenin iki cihetindedir. O iki şecereye [ağaç] menşe ve medar, [kaynak, dayanak] esaslı bir çekirdek olarak, enenin iki vechini [cihet, yön, taraf] beyan edeceğiz.

Batılı filozoflar ve siyasiler  yukarıdaki fikir muhiti  doğrultusunda toplumsal değişmeyi de ihtilal yapmak etrafında dokumuşlardır. Peygamberler evliya ve fikir üreten asfiyalar katiyyen ihtilal yolunu izlememiş insan yetiştirme etrafında fikir üretmişerdir. Bediüzzaman da çok velveleli olan yaşadığı yüzyılda ihtilal fikrine hep karşıçıkmış insan yetiştirme etrafında fikir ortaya koymuştur.

Türkiye tarihinde de ihtilalcilik tarihi bir çizgi oluşturmuştur. Bunun babası Tanzimatçılar denen edebiyat-siyaset kulübüdür. Ali Suavi, Namık Kemal Ziya Paşa ve daha başkaları Fransız ihtilalcilerini örnek alıp bizde de ihtilal yapmak için gayret sarfetmişlerdir. Namık Kemal bir fikir ekolü meydana getirmemiş Tükistan Erbab-ı Şebabı ile ihtilal hazırlığı yapmıştır. Sonuç hezimettir. Sürgün hapisler ile geçen hayatı bir meyve vermemiştir. Cumhuriyet tarihimizde de ihtilalciler ve ihtilal hareketleri olmuştur. Menderes bir ihtilal sonucu üç arkadaşı ile idam edilmiştir. 

Nesiller yetiştirerek devlet cihazını yenilemek uzun ve meşakkatli yoldur.Ama başka çaresi de yoktur. İhtilaller hiçbir millete fayda getirmemiştir Fransız ihtilali Rus ihtilali bunlardan ikisidir. Bu yüzden eserlerinde Bediüzzaman ihtilalciliği hep eleştirir, bir acizlik olarak yorumlar.

Bediüzzaman siyasi tarihimizin büyük bir eleştirmenidir. Otuz bir Mart olayı bir ihtilal hareketidir. Üç beş  kişinin “Şeriat isteriz, din elden gidiyor” bağırtısıdır.Bediüzzaman’ın da harekete katıldığı şayiası üzerine tututlanır. O günleri anlatır.

“Bidayetlerde herkesten sual olunduğu gibi, Divan-ı Harbde bana da sual ettiler:
“Sen de Şeriatı istemişsin?”
Dedim:
“Şeriatın bir hakikatına bin ruhum olsa feda etmeye hazırım! Zira Şeriat, sebeb-i saadet ve adalet-i mahz ve fazilettir. Fakat ihtilalcilerin gibi değil.” (Divan-ı Harb-i Örfî, s. 19.)

Bediüzzaman onların ihtilalci olduğunu belirtir onların istediği gibi şeriat istemek gibi bir anlayışı olmadığını ifade eder. Burada ne tür bir şeriatçı olduğunu da ortaya koyar. Demokrat partiden beri küçük partiler ideal görüşler öne sürerek siyasi istikrarı temin eden partileri suçlarlar. Bediüzzaman’ın hayatı siyasi istikrar isteği üzerinde merkezleşir. Tarihi bir söz söyler “seyyiesiz hükümet muhal-i âdidir” bu söz bütün karıştırıcı fikirleri mahveden bir yorumdur. Bediüzzaman küçük partilerin yöneticilerine anarşist olarak bakıyor.

Demek, nokta-i nazar, hükûmetin hasenatı seyyiatına tereccühüdür. Yoksa, seyyiesiz hükûmet muhal-i adidir. Ben öyle adamlara anarşist nazarıyla bakıyorum. Zîra, anarşistlerden birisi, Allah etmesin, bin sene yaşayacak olsa, adeta mümkün hükûmetin hangi sûretini görse hülya ile yine razı olmayacak, şu hülyanın neticesi olan meylü’t-tahrip ile o sûreti bozmaya çalışacak. HAŞİYE Şu halde, böylelerin fena zannettikleri Jön Türklerin nazarlarında dahi mel’un, anarşist ve iğtişaşcı fırkasından addolunurlar. İstedikleri şey muhal olduğundan, neticesi ihtilal ve fesattır.

İhtilal isteyen bu küçük partilerin yeneticilerine melun, anarşist ve karıştırıcı anlamına gelen iğtişaşcı der. İstedikleri şey de muhaldir, neticesi ihtilal ve fesattır. Fethullahcılık hareketi de bu ifadelerin yansıttığı insanlardan oluşur. Bediüzzaman’ı okuyup tanıyamayan adamlar kıyamet gibi. Böyle küçük kafalı partiler bugün de mevcut yeni ifsat hareketlerine girmeyecekleri ne malum. Fikir hareketlerinde idealizm nasıl yalnız sa siyasette de idealizm o kadar zavallıdır. Burada bir kelime kullanır hülya. İcraatın içinde olmayıp az bir insan grubuyla büyük hedefler beklemeyi hülya olarak niteler. İnsanlık tarihi bu hülyalar yüzünden çok insanı heba etmiştir.

Bediüzzaman siyasal bilgiler de siyaset dersi olan her üniversitede siyaset ve değişim tarzı okutulacak bir büyük alimdir. Mısır’da Seyyit Kutup onun kadar düşünememiştir. 

İslam dünyasındaki siyasi hareketler ihtilal fikrinden arınmamıştır ve arımamaz da. Türkler bin yıl büyük bir coğrafyayı idare etmişlerse bu onların idaredeki ehliyetinden ileri gelmektedir. Araplar ve diğer akvam-ı müslime demokrasiyi kavramaktan çok uzaktır. Demokrasi soğuk kanlılık ve bir çok farklı mizaçta  milleti yani farklı notaları idare edecek büyük bir siyaset piyanosudur.

Bediüzzaman siyasi istikrarı bozan bu insanların psikanalizini yapmıştır. Geçmişte ihtişamlı günler yaşanmıştır. O zamanları istemek onları temenni etmek makul bir istektir ama imkanı gerçekleşmesi imkansızdır. Bu yüzden yine tarihi bir söz söyler
Sual: “Belki onlar eski hali istiyorlar?”
Cevap: Size kısa bir söz söyleyeceğim; ezber edebilirsiniz. İşte: Eski hal muhal, ya yeni hal veya izmihlal.
Sual : “Acaba daha Sultan Hamid gibi padişah tahta çıkmayacak mıdır? Eski hal olmayacak mıdır?”
hale kıyasla ihtişamlı günlerin hükümdarı Sultan Abdülhamit’tir ama artık onun zamanını getirmek olmazı istemektir.

İhtilal hevesinin iki kaynağı var. Biri iç politikada iktidarları yetersiz görüp hayal olarak ümit adam şeklinde ortaya ç ıkmak. Namık Kemal ve arkadaşlarının yaptığı gibi. Aynı grup içinde ikincisi de Avrupanın gelişmişliğe dayanamayız yeni  idareler peşine koşmak. Jön Türkler yani Namık Kemal ve arkadaşlarında bu var. Ziya Paşa

Diyarı küfrü gezdim beldeler kaşaneler gördüm 

Dolaştım mülkü islamı hep vîraneler gördüm

Mithat Paşa da bir ihtilal heveslisi idi. “Olmasın Ali Osman olsun Ali Mithat!” O da boğdurularak öldürüldü. Namık Kemal ve arkadaşları hem Avrupadan intibalarıyla hem de iç siyasetdeki yetersizlikten dolayı ihtilal yapma hazırlığına girdiler. Hiç kimse okulları ıslah edip yeni görüşlü insan yetiştiremedi. Askeri okullar rüştiyler ihtilalci yetiştirdi.Nesil yatiştirmek zor külfetli ama ihtilal isteği bir iki kelime . Düşünemeyen saf insanlar olarak niteler Bediüzzaman onları. Bir de masum der. 

Bediüzzaman ihtilale çok yönlü karşıdır.”

Hususan ihtilale sebebiyet veren vaziyetler, bütün bütün zulmü dağıtır, genişletir. Cihad, dinî de olsa, kafirlerin çoluk-çocukla-rının vaziyetleri aynıdır. Ganimet olabilir; Müslümanlar, onları kendi mülküne dahil edebilir. Fakat İslam dairesinde birisi dinsiz olsa, çoluk çocuğuna hiçbir cihetle temellük edilmez; hukukuna müdahale edilmez. Çünkü o masumlar, İslâmiyet rabıtasıyla dinsiz pederine değil, belki İslâmiyetle ve cemaat-ı İslamiye ile bağlıdır. Fakat, kafirin çocukları, gerçi ehl-i necattırlar; fakat hukukta, hayatta pederlerine tabi ve alakadar olmasından, cihad darbesinde o masumlar memlûk ve esir olabilirler.
Emirdağ Lahikası-I, s. 38.”

Osmanlılıktan  sıyrılıp modern bir toplum ortaya çıkarmak bunun tarihi de yüz yıl sürer ama asıl başarısı 1920’lerde olmuştur. Osmanlıık ayıplanmış tamamen dili kültürü herşeyi dışlanmıştır. Bediüzzaman hep iyi ve dindar ve kültürlü insanlar yetiştirmek istemesi ve ihtilali aşağılaması bu yüzdendir. Bugün  de politize etmek en kolay adam yetiştirme yolu .Ta orta okuldan başlar. Lisede  öğretmendim orta okul çocukları bile “Ders çalışmıyoruz sayımız çoğalınca ihtilal yapacağız” diyordu.

 İşte şimdi Osmanlılıktan tecerrüd edip, tam tamına Avrupa’ya temessül etmek fikrinde bulunanlar şu kısımdandır.

Bununla beraber, istibdat kendini muhafaza etmek için herkese vesvese verdiği gibi, beni inkılaptan on sene evvel aldattı ki, ehl-i ihtilalin ekseri masumdur. Lillahilhamd, o vesvese bir iki sene zarfında zail oldu. Ta o vakitte anladım; bizim ekser ahrarımız, mûtekid Müslümanlardır.
Elhasıl: Hükûmete hücum edenler, bazıları “Haydo, Haydo” derlerdi, bazıları “Haydar Ağa, Haydar Ağa” derlerdi; ben “Haydar” derdim, şimdi de “Haydar” diyorum, vesselam.
Münâzarât, ss.123-126.

Bediüzzaman Meşrutiyet döneminde de zira o zaman kulüpler siyasi fikri gruplar yeterince vardır. Ama o bağımsız ve isabetli düşünür. İttihat Terakki ta cumhuriyete kadar uzanan bir siyasi birlik iken ondan da uzak durur. Vehim : “Sen Selanik’te İttihat ve Terakkî ile ittifak etmiştin, neden ayrıldın?
İrşad : Ben ayrılmadım, onların bazıları ayrıldılar. Niyazi Bey, Enver Bey gibi adamlarla şimdi de müttefikim; lakin bazıları bizden ayrıldılar, bataklık yoluna saptılar. Hamiyetlerinde şüphem yoktur.”

 Siyasetten çekildikten sonra da yine bağımsız düşünür. Bu yüzden  müstakim bir insandır. Sohbet-i siyasiyeti bile yapmaz konuşmaz. Tam tamına model bir insandır. İttihat Terakki model ve yaygın olduğu halde onlarla bile uzlaşmaz. kimsenin kategorize  edemediği  kullanamadığı ve bütün tarassutlarda suçsuz masum bulunduğu tarihçe tasdik edilmiştir. Benzeri bir adam yoktur.okyanusun dalgaları arasında selametle sahile çıkar. İhtilal ortamının oluşmasına da karşıdırş tek olayları değil toplumsal birikimleri de yine ihtilal çağrıştırdığından eleştirir.

Memleketin menfaatine ve asayişine sarf edilecek o zayıf kuvvetle hakimiyetini-hatta istibdad ile de olsa-asayiş ve emniyet-i umumîyeyi muhafazaya kafi gelmediğinden, Fransız ihtilal-i kebîrinin tohumlarının bu mübarek memleket-i İslamiyeye ekilmesine yol vermektir, diye telaş edilebilir.
Madem bu ittifaksızlıktan gelen za’fiyet ve kuvvetsizlik sebebiyle ecnebînin politikasına ve ehemmiyetsiz, muvakkat yardımlarına karşı bu acib manevî rüşvetler veriliyor, dört yüz milyon kardeşin uhuvvetine, milyarlar ecdadın mesleğine ehemmiyet verilmiyor gibi bir mana hükmediyor. Ve asayiş ve siyasete zarar gelmemek için bu kadar israfat ile bol maaşlar suretinde kuvvet teminine kendilerini mecbur zannederek, rüşvetler veriliyor; milletin fakr-u hali nazara alınmıyor. Elbette ve elbette ve kat’î olarak şimdi bu memleketteki ehl-i siyaset, Garba ve ecnebiye verdiği siyasî ve manevî rüşvetin on mislini alem-i İslamın ileride cemahir-i müttefikası hükmünde olacak olan dört yüz milyon Müslüman kardeşlere memleket ve milletin ve bu devlet-i İslamiyenin …hesabına vermek daha maküldür.

Bediüzzaman’ın bir takım yüksek frekanslı olayların içinde olması  siyasi topluluklarla münasebeti siyasi beklentiler değil manevi inzibat komiserliğidir. En önemlisi de ihtilallerin önünü kesmektir”   

“Çünkü mahkemelerce sabit olduğu gibi, Risale-i Nur’un dersleri, dünyaya baktığı vakit bütün kuvvetleriyle asayişin temellerini muhafaza etmek, korumak ve fesat ve ihtilallerin önünü kesmek olmasından, kudsi ve manevi inzibat komiserleri hükmünde olduğuna delil, üç vilayet zabıtaları anlamışlar.
Bu ahirde pek ziyade, ahaliyi, memurlar, benimle görüşmekten ürkütmek cihetiyle anladım ki, hakkımda haddimden fazla ve layık olmadığım teveccüh-ü ammeyi kırmak içinmiş.” Basit figüran rollerinin  değil karakter misyonlu bir düşünce adamıdır.

Adeta ihtilalin analizini yapar nereden ihmal varsa oradan çıkacak  ihtilali başıbozukluğu görür engellemek ister. Zekat sadaka ve teberrunun yaygınlaşması da ihtilale engeldir. Zenginlerle yoksullar arasındaki uçurumların ihtilale neden olacağını söyler. İhtilaller tarihi buna şahittir. Fransız ihtilali sırasında zenginler  çok az bir topluluk iken gelirin neredeyse tamamına yakını onların elindedir. Sosyolojik ve psikolojik tahlilini yapar ihtilal doğacak ortamların ve hallerin .

“Arkadaş! Heyet-i içtimaiyenin hayatını koruyan intizamın en büyük şartı, insanların tabakaları arasında boşluk kalmamasıdır. Havas kısmı avamdan, zengin kısmı fukaradan hatt-ı muvasalayı kesecek derecede uzaklaşmamaları lazımdır. Bu tabakalar arasında muvasalayı temin eden zekat ve muavenettir. Halbuki vücub-u zekat ile hurmet-i ribaya müraat etmediklerinden, tabakalar arası gittikçe gerginleşir, hatt-ı muvasala kesilir, sıla-i rahim kalmaz. Bu yüzdendir ki, aşağı tabakadan yukarı tabakaya ihtiram, itaat, muhabbet yerine ihtilal sadaları, haset bağırtıları, kin ve nefret vaveylaları yükselir. Kezalik, yüksek tabakadan aşağı tabakaya merhamet, ihsan, taltif yerine zulüm ateşleri, tahakkümler, şimşek gibi tahkirler yağıyor. Maalesef, tabaka-i havastaki meziyetler, tevazu ve terahhuma sebep iken, tekebbür ve gurura bais oluyor. Tabaka-i fukaradaki acz ve fakirlik, ihsan ve merhameti mucip iken, esaret ve sefaleti intaç ediyor. Eğer bu söylediklerime bir şahit istersen alem-i medeniyete bak, istediğin kadar şahitler mevcuttur.
Hülasa : Tabakalar arasında musalahanın temini ve münasebetin tesisi, ancak ve ancak erkan-ı İslamiyeden olan zekat ve zekatın yavruları olan sadaka ve teberruatın heyet-i içtimaiyece yüksek bir düstur ittihaz edilmesiyle olur.”

Faiz de  zekat vermemek de ihtilalin menşeidir.”

Yirmi Beşinci Söz’de, medeniyetle hükm-ü Kur’ân’ı muvazene bahsinde ispat ve beyan edildiği üzere, beşerin hayat-ı içtimaîsinde bütün ahlâksızlığın ve bütün ihtilâlâtın menşei iki kelimedir:
Birisi: “Ben tok olduktan sonra başkası açlıktan ölse bana ne?”
İkincisi: “Sen çalış, ben yiyeyim.”
Bu iki kelimeyi de idame eden, cereyan-ı ribâ ve terk-i zekâttır. Bu iki müthiş maraz-ı içtima-îyi tedavi edecek tek çare, zekâtın bir düstur-u umumî suretinde icrasıyla, vücub-u zekât ve hurmet-i ribâdır.”

Faiz ve zekatsızlık ahlaksızlıkların da kaynağıdır.

Hayat-ı ihtilâl mevt-i zekât, hayat-ı ribâdan çıkmış
Bilcümle ihtilâlât, bütün herc ü fesadât, hem asıl, hem mâdeni, rezâil ve seyyiât, bütün fâsid hasletler,
Muharrik ve menbaı iki kelimedir tek, yahut iki kelâmdır.
Birincisi şudur ki: “Ben tok olsam, başkalar acından ölse, neme lâzım.”
İkincisi: “Rahatım için zahmet çek. Sen çalış, ben yiyeyim. Benden yemek, senden emekler.”
Birinci kelimede olan semm-i kàtili, hem kökünü kesecek, şâfi devâ olacak tek bir devâsı vardır.
O da zekât-ı şer’î ki, bir rükn-ü İslâmdır. İkinci kelimede zakkum-u şecer münderic. Onun ırkını kesecek, ribânın hurmetidir.
Beşer salâh isterse, hayatını severse, zekâtı vaz’ etmeli, ribâyı kaldırmalı.

İslami uhuvvetin artmasını ister.Materyalist ve tabiatçıların fikirlerini ibtal eder.ihtilallere karşı çıkar. Hatta Cami ül Ezhere gidip çalışmak da ister.

“Risale-i Nur’dur ki, uhuvvet-i imaniyenin inkişafına kuvvet-i iman ile hizmet ettiğine kat’î delil, emsalsiz bir mazlumiyet ve âcizlik hâletinde telif edilmesi ve şimdi âlem-i İslâmın ekseri yerlerinde ve Avrupa ve Amerika’ya da tesirini göstermesi ve ihtilâlcilere ve dinsiz felsefeye ve otuz seneden beri dehşetli bir surette maddiyun ve tabiiyun gibi dinsizlik fikrine karşı galebe çalması ve hiçbir mahkeme ve ehl-i vukuf dahi onları cerh edememesidir. İnşaallah bir zaman da, sizin gibi uhuvvet-i İslâmiyenin anahtarını bulan zatlar, bu mucize-i Kur’âniyenin cilvesini âlem-i İslâma işittireceksiniz.
İkinci vesilesi: Altmış beş sene evvel Câmiü’l-Ezhere gitmek istiyordum. Âlem-i İslâmın medresesidir diye, ben de o mübarek medresede bir ders almaya niyet ettim. Fakat kısmet olmadı. Cenab-ı Hak rahmetiyle bir fikir ruhuma verdi ki:
Câmiü’l-Ezher Afrika’da bir medrese-i umumiye olduğu gibi, Asya Afrika’dan ne kadar büyük ise, daha büyük bir darülfünun, bir İslâm üniversitesi Asya’da lâzımdır. Tâ ki İslâm kavimlerini, meselâ: Arabistan, Hindistan, İran, Kafkas,…. İstifade etsinler.

Çok büyük ve ihatalı düşünen bir fikir adamıdır. Bugün de eserleri  ve talebeleri aynı misyonu ifa etmektedir.

“Evet, Avrupa’nın medeniyeti fazilet ve hüda üstüne tesis edilmediğinden, belki heves ve hevâ, rekabet ve tahakküm üzerine bina edildiğinden, şimdiye kadar medeniyetin seyyiatı hasenatına galebe edip ihtilâlci komitelerle kurtlaşmış bir ağaç hükmüne girdiği cihetle, Asya medeniyetinin galebesine kuvvetli bir medar, bir delil hükmündedir. Ve az vakitte galebe edecektir.
Acaba istikbale karşı ehl-i iman ve İslâm için böyle maddî ve mânevî terakkiyata vesile ve kuvvetli, sarsılmaz esbab varken ve demiryolu gibi istikbal saadetine yol açıldığı halde, nasıl meyus olup ye’se düşüyorsunuz ve âlem-i İslâmın kuvve-i mâneviyesini de kırıyorsunuz? Ve yeis ve ümitsizlikle”

Hapishaneleri de ihtilal noktasında değerlendirir. Oraların ıslahına çalışır.

“Ben Rusya’da esir iken, en evvel Bolşevizmin fırtınası hapishânelerden başladığı gibi, Fransız İhtilâl-i Kebîri dahi en evvel hapishânelerden ve tarihlerde serseri nâmıyla yâd edilen mahpuslardan çıkmasına binâen, biz Nur şâkirtleri, hem Eskişehir, hem Denizli, hem burada, mümkün oldukça mahpusların ıslâhına çalıştık. Eskişehir ve Denizli’de tam faydası görüldü. Burada daha ziyâde fayda olacak ki, bu nâzik zaman ve zeminde Nurun dersleriyle geçen fırtınacık yüzden bire indi. Yoksa ihtilâftan ve böyle hâdiselerden istifâde eden ve fırsat bekleyen haricî muzır cereyanlar, o baruta ateş atıp bir yangın çıkacaktı.”

İhtilalin bir kaynağı da olayları tabii akışından çıkarıp faydasız aşırı yorum yani mübalağadır. Mübalağa  belağata tersdir.

 Mübalâğa ihtilâlcidir. Şöyle ki: Beşerin seciyelerindendir, telezzüz ettiği şeyde meylü’t-tezeyyüd ve vasfettiği şeyde meylü’l-mücazefe ve hikâye ettiği şeyde meylü’l-mübalâğa ile….şaşırtır.Sağlıklı düşündürmez. İhtilali çok yönlü olarak yorumlar siyaset felsefesini yapar. 

Bediüzzaman toplumu  çok yönlü   tedavi etmeye çalışan ve bilfiil olayların içinde bir ıslahatçıdır. Sadece fikir beyan etmekle kalan bir çok düşünce adamı gibi değildir. Olaylarla iç içe tedavi etmeye çabalar.Hapishaneleri Müslüman ve Hristiyan toplumlarına göre değerlendirir. Bir yönü de ihtilalcilerin mason olmasıdır.halbuki bizim hürriyetçilerimiz  itikatlı Müslümanlardır.

… Ehl-i ihtilalin ekseri masondur. Lillahilhamd, o vesvese bir iki sene zarfında zail oldu. Tâ o vakitte anladım; bizim ekser ahrarımız mutekid müslümanlardır.”

Hem bizim ihtilalcilerimiz batılı ihtilalcilerden farklıdır.

Hem ekseriyetle zindanlara ve musibetlere düşen âmi Hıristiyanlar, dinden medet beklemiyorlar. Eskiden çoğu dinsiz oluyordular. Hattâ Fransa’nın İhtilÂl-i Kebîrini çıkaran ve “serseri dinsiz” tabir edilen, tarihçe meşhur inkılâpçılar, o musibetzede avam kısmıdır. İslâmiyette ise, ekseriyet-i mutlaka ile hapse ve musibete düşenler, dinden medet beklerler ve dindar oluyorlar. İşte bu hÂl dahi mühim bir farkı gösteriyor.
Üçüncü İşaret
…ki, ehl-i ihtilalin ekseri masondur. Lillahilhamd, o vesvese bir iki sene zarfında zail oldu. Tâ o vakitte anladım; bizim ekser ahrarımız mutekid müslümanlardır. Elhasıl: Hükümet…

Üstelik sosyalistlik de Fransız ihtilalinden çıkmıştır. Zenginlerin ve aristokratların zulmüne karşı bir gruplaşmaktır.

Bediüzzaman kendine ve davasına saldıranları da olayları toplumu karıştırmakta kullanan bir  çeşit ihtilalcilerdir.… Evet, ihtilâl-i Fransevîde hürriyetperverlik tohumuyla ve aşılamasıyla sosyalistlik türedi, tevellüd etti.”

“Yedincisi: Sâbık mahkemelerde dâvâ ettiğim ve hüccetlerini gösterdiğimiz gibi, bizim gizli düşmanlarımız ve hükûmeti iğfal ve bir kısım erkânını evhamlandıran ve adliyeleri aleyhimize sevk eden resmî ve gayr-ı resmî muarızlarımız, ya gayet fena bir surette aldanmış veya aldatılmış veya anarşilik hesabına gayet gaddar bir ihtilâlcidir veya İslâmiyete ve hakikat-i Kur’ân’a karşı mürtedâne mücadele eden bir dessas zındıktır ki, bize hücum etmek için istibdad-ı mutlaka cumhuriyet namını vermekle, irtidad-ı mutlakı rejim altına almakla, sefahet-i mutlaka medeniyet namını takmakla, cebr-i keyfî-i küfrîye kanun namını vermekle hem bizi perişan, hem hükûmeti iğfal, hem adliyeyi bizimle mânâsız meşgul eylediler. Onları Kahhâr-ı Zülcelâlin kahrına havâle edip, kendimizi onların şerrinden muhafaza için  kalesine iltica ederiz.

Ülkemizde ihtilal yapmak isteyenler olacaktır Bediüzaman onlara silahla değil  fikirle mukabele  ile ıslah edilmesini tavsiye eder.

“Van’da, mezkûr mağarada yaşamakta iken, Şarkta ihtilal ve isyan hareketleri oluyor.
“Sizin nüfûzunuz kuvvetlidir” diyerek, yardım isteyen bir zatın mektubuna,
“Türk milleti asırlardan beri İslamiyete hizmet etmiş ve çok velîler yetiştirmiştir. Bunların torunlarına kılınç çekilmez; siz de çekmeyiniz, teşebbüsünüzden vazgeçiniz. Millet, irşad ve tenvir edilmelidir” diye cevap gönderiyor.”

İhtilale fiile müdahaleye de yanaşmaz. O hep fikirle ıslaha çalışır.

Büyük memurlardan birkaç zat benden sordular ki: “Mustafa Kemal sana üç yüz lira maaş verip Kürdistan’a ve Vilayat-ı Şarkiyeye, Şeyh Sinûsî yerine vaiz-i umûmi yapmak teklifıni neden kabul etmedin? Eğer kabul etseydin, ihtilal yüzünden kesilen yüz bin adamın hayatlarını kurtarmaya sebep olurdun?” dediler.
Ben de onlara cevaben dedim ki:
Yirmişer-otuzar senelik hayat-ı dünyeviyeyi o adamlar için kurtarmadığıma bedel, yüz binler vatandaşa, herbirisine milyonlar sene uhrevî hayatı kazandırmaya vesîle olan Risale-i Nur, o zayiatın yerine binler derece iş görmüş. Eğer o teklifi ben kabul etseydim, hiçbir şeye alet olamayan ve tabî olmayan ve sırr-ı ihlası taşıyan Risale-i Nur meydana gelmezdi. Hatta ben, hapiste muhterem kardeşlerime demiştim: “Eğer Ankara’ya gönderilen Risale-i Nur’un şiddetli tokatları için beni îdama mahkûm eden zatlar, Risale-i Nur ile îmanlarını kurtarıp îdam-ı ebedîden necat bulsalar, siz şahit olunuz, ben onları da rûh u canımla helal ederim.”

Aldatıcı cerbezeyle muvazene etmekle, Hıristiyanlığın malı olmayan medeniyeti ona mal etmek, İslâmiyetin düşmanı olan tedennîyi ona dost göstermek, feleğin ters dönmesine delildir.
Avrupa’ya şedit bir meftuniyet ve milletine karşı amik bir nefret hissiyle, kendini Avrupa’nın veled-i nâmeşruu gösterdiği gibi, fikr-i ihtilâl ve meyl-i tahrip ve aldatıcı cerbezenin neticesi olan hicv-i âsiyane, müfteriyane, namus-şikenane ile, kendi firavniyetini ve zımnen medih ve gururiyetini ve bilmediği halde İslâma düşmanlığını göstermekle beraber, fir’avniyet, enaniyet, gurur hükmüyle, milletine karşı şer’an, aklen, hikmeten mükellef olduğu hiss-i şefkat yerine hiss-i tahkir, meyl-i incizab yerine meyl-i nefret, meyelân-ı muhabbet yerine irade-i istihfaf, temayül-ü ihtiram yerine meyelân-ı teçhil, arzu-yu merhamet yerine arzu-yu taazzum, seciye-i fedakâri yerine temayül-ü infiradı ikame edip, hamiyetsizliğini, asılsızlığını gösterdiğinden, nazar-ı hakikatte öyle bir câni ve menfur olur ki, meselâ, birisi Paris’te, sefahet âleminde bir âlüfte madamın kametinde istihsan ettiği bir libası, camide muhterem bir hocaya giydirmeye çalışmak gibi bir hareket-i ahmakane ve câniyanede

Bediüzzamanın eserleri hayatı inceden inceye tedkik edilmiş yanlış bir şey ihtilal hevesi falan bulunamamıştır.

“Iki sene üç mahkeme, yirmi senelik hayatımın yüz yirmi eserinde, yüz yirmi bin Risâle-i Nur şâkirtlerinden, mucib-i ihtilâl ve medâr-ı mes’uliyet ve vatan ve millet aleyhinde hiçbir şey bulmadıklarına berâetimizle ve Risâle-i Nur eczâlarının bütününü iâde etmeleriyle gösterdiği cihetle katiyen size beyân ediyorum ki; dinsizlik hesâbına bizi ezen sizler, vatan ve millet, âsâyiş ve idare aleyhìnde ve anarşîlik lehinde ve müthiş bir ecnebî hesâbına beni sıkıştırıp, bir sarsıntı çıkarıp, o cereyânın müdâhalesini istiyorsunuz… Onun için, bütün ihânet ve hakaretlerinize beş para kıymet vermem; âsâyişi idare lehinde, sabır ve tahammüle karar verdim.
Elbette dünya dâimî olmadığı gibi, hâdisâtı da fırtınalı; dâimâ değişir. Birkaç saat cinayetlerle, dünyevî ve uhrevî binler zakkum ve azap neticeleri var. O zaman, fâidesiz, “Yüz binler teessüf!” diyeceksiniz. Ben, resmî makamâta ve bizimle tam alâkadar vazifedarlara yazdığım gibi, sizin gibi bedbahtlara dahi derim:
Biz, Risâle-i Nur’la, bu memleketin ve istikbâlinin en büyük iki tehlikesini def etmeye çalışıyoruz ve bilfıil çok emârelerle, hattâ mahkemede de kısmen ispat etmişiz:”

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Yorumlar

  1. avatar

    Selamün aleyküm Hocam ;
    Bu yazının başlığı; BEDİÜZZAMAN, DEĞİŞİM VE MÜSBET HAREKET OLMALIYDI.
    Çünki Bediüzzaman hazretleri, yakından uzaktan ne ihtilale ne de onun kaynağı olan anarşiye hiçbir geçit vermemiştir. Üstadın ismini ihtilal kelimesi ile birlikte zikretmek çok itici geliyor. Bu başlığı okuyan birisi yazının tamamını okumazsa zihninde bir istihfaf oluşabilir. Bediüzzaman’a göre önce müsbeti göstermek gerektiğinden ve batılı tasvir safi zihinleri ihlal etmek olduğundan, ben ihtilal kelimesi ile birlikte Bediüzzaman isminin zikredildiği bu başlığın yanlış olduğunu düşünüyorum.
    Mesela üstad; hasenatı seyyiatına galip gelen bir hükümeti beğenmemeyi dahi anarşistlik nazarıyla bakıyor. Dolayısıyla bunun neticesi olan meylü’t-tahrib dahi ihtilali intac eder.
    Netice olarak diyorum ki; üstadın fikriyatı ANARŞİYE de İHTİLALE de o kadar karşıdır. Bunun zıddı olan MÜSBET HAREKET taraftarıdır. Bu yüzden bu başlık MÜSBET MANAYI nazara vermeliydi.

    [MÜNAZARAT’TAN]
    S- Nasıl iyilikten fenalık gelir? C- Muhali taleb etmek, kendine fenalık etmektir….
    Zerratı günahkârlardan mürekkeb bir hükûmet, tamamıyla masum olamaz.
    Demek nokta-i nazar, hükûmetin hasenatı seyyiatına tereccuhudur.
    Yoksa seyyiesiz hükûmet muhal-i âdidir.
    Ben öyle adamlara, anarşist nazarıyla bakıyorum.
    Zira onlardan birisi -Allah etmesin- bin sene yaşayacak olsa, âdeta mümkün hükûmetin hangi suretini görse, hülya ile yine razı olmayacak.
    Şu hülyanın neticesi olan meylü’t-tahrib ile o sureti bozmağa çalışacak.
    Münazarat – 16

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Çoğu Az Olana Feda Etmemek Lâzım

ÇOĞU AZ OLANA FEDA ETMEMEK LAZIM “Risale-i Nur başta otuz üç adet Sözler'dir ve Sözler namıyla …

Kapat