Ana Sayfa / HABERLER & Yorumlar / “Bediüzzaman, İnsanın iki dünyasını da mahveden akımlara galip gelmiştir”

“Bediüzzaman, İnsanın iki dünyasını da mahveden akımlara galip gelmiştir”

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Bediüzzaman Hazretlerinin vefatının 57. yıldönümü dolayısıyla bir yazı kaleme alan kanalahaber.com yazarı Bünyamin Ertekin, Üstad’ın hayatının özetini verirken, davası ve hizmeti hakkında da tespitlerde bulunuyor. Sizi yazıyla başbaşa bırakıyoruz:

Vefatının 57. yılında Bediüzzaman Said Nursi hazretlerinden ve onun İmana-Kur’an’a adanmış hayatından bahsetmek isterim. Her ne kadar bir makale, böyle bereketli ve hayırlı bir ömrü anlatmaya kâfi gelmese de deryadan bir damla olsun sunalım inşallah.

Musul’daki sicilli nüfus belgelerinden anlaşıldığına göre Bitlis’in Hizan ilçesi Nurs köyünde 1878’de anne tarafından 41 dede ile Hüseynî (Seyyid), baba tarafından 32 nesille Abdulkadir Geylanî hazretlerinin oğlu Abdulaziz neslinden Hasanî (Şerif) bir aileden dünyaya gelmiştir.

Küçük yaşta ilme başlamış, Bitlis (Hizan, Pirmis, İsparit Tağ) Van (Gevaş Nurşin), Siirt (Tillo), Erzurum (Doğubeyazıd) gibi dönemin çeşitli medreselerinde aldığı eğitim esnasında üstün zekâsıyla dikkatleri çekmiş, “Bediüzzaman” (zamanın eşsizi) unvanı, döneminden 1000 yıl önce, hicrî 3. asırda yaşamış olan harika zekâ ve hafıza sahibi Bediüzzaman-ı Hamedani’den ilham alınarak Siirt’teki medresede kendisine verilmiştir.

Bediüzzaman hazretlerinin okuduğu kitaplar hemen hafızasına geçiyordu. Böylece 90 kitap ezberlemiştir. Ve bunlardan her birini sırasıyla birer gün tekrar ederek üç ayda bir hatmederdi. Onun bu hususiyeti, dönemin valilerinin de dikkatini çekmiş, Bitlis’te Vali Ömer Paşa ve Van’da Tahir Paşa’nın konağında misafir edilmiştir. O dönem malumunuz her kitaba her yerde ulaşmak daha bir zordu. Klasik Kelam ilminin son birkaç asırdır MUKADDES DİNİMİZ hakkında fen ve felsefeden gelen şüphelere ve tenkitlere cevap verme konusunda, ne kadar yetersiz kaldığını yakından görmüş, kendisini yetiştirmek adına Tarih, Coğrafya, Matematik, Jeoloji, Fizik, Kimya, Astronomi, Felsefe gibi ilimlerin esaslarını elde etmiştir. O dönemde valinin meclisinde ilmî sohbetler olurdu. O sohbetlerde bir Coğrafya hocasını Coğrafyada, Kimya hocasını da inorganik kimyada ilzam etmesi meşhurdur.

Anlaşılıyor ki, Bediüzzaman’ın çok genç yaştaki bu özelliği, onun istikbaldeki çok muazzam Kur’an ve İslâm hizmeti için hazırlanmasını temin etmiştir. Sanki onu otuz-kırk sene sonra, Kelâm ilminde bir yenileşme yapan Risale-i Nur Külliyatının te’lifine kader-i ilahî hazırlamış ve sonunda Materyalizm, Pozitivizm, Sekülerizm gibi İNSANIN İKİ DÜNYASINI DA MAHVEDEN akımların egemen olmak istedikleri bir dönemde Biiznillah galip kılmıştır.

Van’da Vali Tahir Paşa’nın yanında iken okuduğu bir gazetede, İngiliz Müstemlekât Nâzırı’nın (Sömürge Bakanı Mel’ûn Lord Gladston) İngiliz Meclis-i Meb’usanında elinde Kur’anı göstererek: “Bu KUR’AN, Müslümanların elinde kaldıkça biz onlara hakikî hâkim olamayız. Ya Kur’anı ortadan kaldırmalıyız veya onları Kur’andan soğutmalıyız.” sözü üzerine “Kur’anın sönmez ve söndürülmez manevî bir güneş hükmünde olduğunu, ben dünyaya ispat edeceğim ve göstereceğim!” diye kuvvetli bir niyet ruhunda uyanır ve bu yolda çalışır.

“Vicdanın ziyası, ulûm-u diniyedir (din ilimleridir).  Aklın nuru, fünun-u medeniyedir (çağın fenleridir). İkisinin imtizacıyla (birleşmesinden) hakikat tecellî eder. O iki cenah ile talebenin himmeti pervaz eder (bu iki kanatla birden ancak yükselinir). İftirak ettikleri (ayrıldıkları) vakit, birincisinde taassup (aşırılık, tutuculuk) ikincisinde hile, şüphe tevellüd eder (doğar)” demiştir. Yani, İngiliz devlet aklının Osmanlı’nın eğitim sistemini bozup dini ilimlerle fenni ilimleri ayırmak istediğini, oysa bizlerin dinle yüzyıllardır ayakta durduğumuzu, eğer dinle bağımız koparsa bizi birbirimize bağlayan bağların kopacağını ve anarşi çıkacağını bilen Bediüzzaman; Mısır’daki “Câmi-ül Ezher” gibi, Bitlis ve Van’da “Medreset-üz Zehra” isminde din ilimleriyle fen ilimlerinin beraber okutulduğu bir dârülfünun (üniversite) açtırmak niyetiyle İstanbul’a gider.

İstanbul’da Şekerci Hanı’nda odasının kapısına “Burada her müşkil halledilir. Her meseleye cevap verilir. Fakat sual sorulmaz” yazar. Böylelikle gayesini II. Abdulhamid Han’a duyurmak istemektedir. Ne yazık ki araya giren bazı paşalar hediye ile susturmaya çalışırlar onu. Hediyelerini kabul etmeyince de Tımarhaneye atmak isterler. Tabi kısa sürede hakikat anlaşılıp çıkar. Ancak bu isteği Sultan Reşad dönemine sarkmıştır. 1911 yılında Şam’da Emevi Camii’nde on bin kişiye yakın, içinde dönemin mühim âlimlerinin de olduğu bir cemaate verdiği Hutbe-i Şamiye’den sonra İstanbul’a geçen Bediüzzaman, Sultan Reşad’ın Rumeli seyahatine Doğu Vilayetlerini temsilen katıldı. Üsküp Üniversitesi’nin temel atma töreni sırasında Sultan Reşad’a şöyle dedi:

“Şark (doğu) böyle bir darülfünuna daha ziyade muhtaç ve âlem-i İslâmın merkezi hükmündedir.” Sultan Reşad’ın 19 bin altın lirayı Van’da temeli atılan o Medresetü’z-Zehrâ’nın kurulması için verdiği bu üniversitenin temelinin atılmış fakat Birinci Dünya Savaşının patlak vermesiyle yine sarkmıştır.

Birinci Dünya Savaşında doğu cephesinde gönüllü alay kumandanı olarak talebeleriyle Rus ve Ermenilere karşı savaşır. Keçe Külahlılar diye anılırlar. Birçok kahramanlıklar gösterirler, mesela 30 topun Bitlis’e getirilmesini sağlarlar. Ancak bir çok talebesi ve askeri şehid olduktan sonra Ruslara esir düşer. İki yıl süren esareti esnasında Rusya’da 1917 Bolşevik ihtilali olduğundan Kosturma’dan firar ederek, Petesburg, Varşova, Viyana yoluyla İstanbul’a tekrar gelir. Bu mevzu dönemin gazetelerinde yer almaktadır. Sonrasında Osmanlı Meşihat Dairesine (Şeyhülislamlık’a) bağlı “Dâru’l-Hikmeti’l-İslâmiyye” dairesinde çalıştı. Aldığı maaşın büyük bir kısmını bastırdığı kitapların ücretsiz dağıtılmasında kullanmıştır. Daha sonra İngilizlerin İstanbul işgali döneminde onların Anglikan Kilisesi Papazının aşağılar tarzda, Meşihat Dairesinden sorduğu sorulara cevabın ancak “bir tükürükle” verileceğini beyan ederek “Şeytanın Altı Adımı” manasına gelen “Hutuvat-ı Sitte” isimli eserini neşredip dağıtmıştır. İngilizler yakalandığı yerde infazını isteseler de onun çok meşhur ve sevilen birisi olduğunu, eğer katlederlerse Doğu’nun ebedî kendilerine düşman olacağını düşünerek bu hain niyetlerinden vazgeçerler. Yine işgal altındaki İstanbul’daki Kuva-yı Milliye aleyhine esaret altında verilen fetvanın geçerli olmayacağını ifade etmiş ve oradan Milli Mücadeleye destek olmuştur.

Hazretin bu fedakâr gayretlerini duyan Ankara’dan milletvekilleri aracılığıyla davet alır, 9 Kasım 1922’de davete icabet eder. Meclis’te hoşâmedî ile karşılanması tutanaklarda mevcuttur. Daha sonra namazın ehemmiyetine dair bir bildiri dağıtır. Mecliste namaz kılanların sayısı oldukça artar (60 milletvekili daha namaza başlar) mescide sığmamaya başlarlar. Daha büyük bir oda mescid yapılır. Bunun üzerine yönünü Avrupa’ya dönmek isteyenlerle anlaşamaz. Mustafa Kemal Paşa önce bu bildiriyi dağıtmasına karşı çıkmış sonra geri adım atmıştır. Kendisine Şeyh Sünusi yerine Doğu illeri umum vaizliği, 300 lira gibi yüksek bir maaş ve Milletvekilliği gibi tekliflerde bulunmuş ama Üstad kabul etmemiştir. 167 vekilin imzasıyla Van’da açılması planlanan Medresetü’z-zehra projesine 150.000 banknot ayrılmasına rağmen sürüncemede kaldığını da gören Bediüzzaman hazretleri, siyaset yoluyla değil, temel iman hakikatlerine saldırıldığı bir dönemde, iman mevzularıyla hizmet etmek üzere Van’a gider. Bir iki sene sonra vuku bulan Şeyh Said isyanı hadisesinde kendisinde suç bulunamayıp asılamamıştır. Çünkü daha isyandan önce din için ayaklanacağız deyip teklifte bulunanlara karşı “Yaptığınız mücadele, kardeşi kardeşe öldürtmektir ve neticesizdir. Türk milleti bin seneden beri İslamiyet’e bayraktarlık yapmıştır. Dini uğruna milyonlarca şehit vermiştir. Binaenaleyh, kahraman ve fedakâr İslam müdafilerinin torunlarına kılıç çekilmez ve ben de çekemem. Askerler bu vatanın evladıdır. Senin ve benim akrabalarımdır. Kime vuracaksın? Onlar kime vuracak? Düşün, idrak et. Ahmed’i  Mehmed’e,  Hasan’ı Hüseyin’e mi kırdıracaksın?  demiştir ve bu bilinmektedir ama yine de o dönem birçok İslam âlimine yapıldığı gibi sürgüne gönderilmiştir.

Bundan sonraki hayatı kısa bir süre Burdur’da kaldıktan sonra Isparta (Barla) sürgünüyle İman ve Küfür mücadelesinin müsbet hareket diye adlandırdığı bir yöntemle akılları ikna, kalpleri tatmin, nefisleri terbiye eden Kur’anımızdan aldığı ilhamla Risale-i Nur Külliyatı isimli eserleri neşretmiştir. Yasaklı bir dönemde bu neşriyat elden ele yazılarak yayılmış, geceleri bekçilerden gizli, mum ışığı görünmesin diye dolapların içinde hanımlar ve çocuklar dahi yazmışlardır.

Sekiz yıl Isparta (Barla) sonrası 1935 Eskişehir Mahkemesi’nde bir suç bulunamamış ancak Tesettürle ilgili risalesinden dolayı on bir ay ceza almıştır. 1936 Kastamonu sürgünü, 1943 Denizli Mahkemesi, 1944 Emirdağ sürgünü, 1948 Afyon Mahkemesi ve 20 aylık hapsi olmak üzere İNSANLIĞIN İMANINI KURTARMAK için adadığı ömrü, hapis ve sürgünlerle geçmiştir. 1923’te tifo aşısı yapıyoruz diye Ankara’da başlayan zehirlenme hadiseleri, sürgünde pencerede serin kalsın diye bıraktığı suyuna, bazen yemeğine, aşı bahanesiyle hapislerde ve yine boğulsun diye Afyon hapsinde sobasının bacasının tıkanması dâhil olmak üzere farklı yöntemlerle toplam 21 defa zehirlendirilerek öldürülmeye çalışılan bu İSLAM KAHRAMANININ hayatı başta da belirttiğim gibi bu satırlara sığmaz! Eserlerinin okunarak daha iyi anlaşılacağı düşüncesiyle 23 Mart 1960 Ramazanının 25. gecesinde Urfa’da vefat eden bu zatı rahmetle yâd ediyor, aziz ruhlarına bir Fatiha hediye ediyoruz.

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Risâle-i Nur’da Ramazan Bayramı Bahisleri

RİSALE-İ NUR’DA RAMAZAN BAYRAMI BAHİSLERİ 28. Lema 10. Nükte Nev-i beşerin ağlanacak gülmelerine, endişe-i istikbal …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Abdülhamid Han’ın namazı

"Cennetmekânın diğer bir cesaret numunesini de anlatmadan geçemeyeceğim. Ramazan gecesi, Dolmabahçe sarayının o muhteşem muayede …

Kapat