Ana Sayfa / RİSALE-İ NUR & BEDİÜZZAMAN / Müdafaalar & Cevaplar / Mutlak Vekil Konusunda Bediüzzaman Ne Diyor? Biz Ne Anlıyoruz? Birileri Neden Rahatsız Oluyor?
Bediüzzaman Hazretlerinin vâris tayin ettiği talebeleri
Bediüzzaman Hazretlerinin vâris tayin ettiği talebeleri

Mutlak Vekil Konusunda Bediüzzaman Ne Diyor? Biz Ne Anlıyoruz? Birileri Neden Rahatsız Oluyor?

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.
Üstad Bediüzzaman Ne Demek İstiyor? Biz Ne Anlıyoruz?
Mutlak vekil, üstadımızın kullandığı bir tabirdir.Talebe üstadını reddetmez. Ne demek istediğini anlamaya ve mucibince amel etmeye çalışır.Bir kısım insanlar: “Bu mutlak vekil tabiri de nereden çıktı? Yani olamaz?” demek  istiyorlar. İyi ki Bediüzzaman hazretleri bu zatlara sormamış, o dehanızla herhalde ahirzamanın mürşid-i ekberini de irşada kalkışırdınız. Münazarayı Hüsnü abi üzerinden götürüyorlar… Çünkü Hüsnü abi Risale-i Nur’a, Üstada sadakat diyor, kanaat diyor, gölge etmeyiniz, diyor.. O da beylerin ve Cağaloğlu komitesinin işine gelmiyor. Vaktiyle Risale-i Nur’da ismi cismi geçmeyen bir kısım insanlara yalakalık yapmaktan katiyen geri durmayan bu insanlara ne oluyor!. Hüsnü ağabeyin, günün getirdiği şartlara binaen Nurları ve Nur talebelerini müdafaa maksatlı Cumhurbaşkanımızla ve bazı devlet erkânı ile görüşmesinden rahatsız oldular. Nurculuğun ve Nurların doğru yerden temsil edilmesi komitenin rahatsızlığına sebeb oldu. 
Şimdi bir soruya cevap arayalım: – Mutlak vekil ne demektir?- Vazifesi nedir de bu kadar kıyamet koparılıyor? Üstad, mutlak vekil tabiri ile neyi kast etmiş. Hep beraber bu meseleyi müzakere edelim ve vuzuha kavuşturalım:

Nurculuk bir tarikat değildir, öyle ise mutlak vekil Halife ve Şeyh manasında değildir. Nurculuk bir cemiyetfederasyonkonfederasyon da değildir. Öyle ise Başkan ve Reis de değildirler. Nurculuk bir siyasi teşekkül veya parti de değildir. Öyle ise mutlak vekil lider de değildir.

Madem mürşid, reis, lider demek istemiyor. Nedir o zaman? 

Nurculuk bir iman cereyanıdır. Nur talebeleri iman hizmeti yaparlar. Tamamen manevi, uhrevi, imani ve nurani bir hizmet-i kudsiyedir. İntişarı, kayıt ve sınır kabul etmez. Küre-i arzda belki semavatta bütün zişuurun bu Kur’ani hakikata ihtiyacı var ve elimizden gelse bütün onlara tebliğ ederiz. Üstadın vasiyetnamelerde isimlerini tasrih ettiği vekil ve vârislerden maada, her nur talebesi de üstadımızın bir cihette manevi vekilidir, vârisidir. Gelelim mutlak vekillerin diğer vekil ve vârislerden farklı yönü nedir? 

“Şimdi bütün talebelerin fevkinde diyerek değilbenim en yakınımda hizmetimde olup bir derece tam tarz-ı hareketimi bilenler ve yakından görenler içinde, dört-beş adamı mutlak vekil yapıyorum. Ben ölsem veya hayatta şuursuz kalsam, Nurlara karşı hizmetimin tarzını bilerek tam yapabilsinler. Şimdilik Tahirî, Sungur, Ceylan, Hüsnü ve bir-iki adam daha mutlak vekilim olarak vasiyet ediyorum. “

Bakınız ne diyor üstadımız:1- “Benim en yakınımda hizmetimde olup bir derece tam tarz-ı hareketimi bilenler ve yakından görenler içinde” Demek üstadımız tarz-ı hareketini bu zatlar vasıtasıyla kendi hayatından sonra muhafaza vazifesini hususan ve öncelikli olarak bu zatlara havale etmiştir. 2- Üstadımızın Vasiyetnamesi:

Hem benim şahsımın, hem Risale-i Nur’un şahs-ı manevîsinin sermayesini, kendilerini Risale-i Nur’un hizmetine vakfedenlerin tayinlerine vermek, hususan nafakasını çıkaramıyanlara vermek lâzımdır. Şimdiye kadar birkaç senedir tayinatları verilen Nur talebeleri, haslara malûm olmuş. Ben de yanımda şimdi bulunan kardeşlerimi kendime vâris ve benim vazifemi yapmaya çalışmak lâzım. Tesanüdü de tam muhafaza etsinler. Evet, bu vasiyetnameyi tasdik ediyorum. Said Nursî(Emirdağ s.200)

 Bu zatların ve vârislerin İkinci bir vazife ise tayinat vazifesini üstad bu zatlara havale etmiştir. Tayinat, ÜSTADIN bizatihi naşirlerden taleb ettiği telif hakkını zatına temlik etmeyip, hayatını vakfeden talebelere dağıtılmasını bu zatlardan istemiştir. Buradan şu mana da anlaşılır. Neşriyat bu zatların kontrolünde olacaktır. Öyle ise neşriyatın sahibi bu zatlardır. Oradan telif hakkı olan tayinatı alırlar ve hayatını vakfeden talebelere verirler. Böylece üstad bu zatlarla hayatını vakfeden talebeler arasında bir irtibat tesis ettiği anlaşılır. Demek nur hizmetinde çekirdek kadroyu teşkil eden ve medrese hizmetlerinin devamında ehemmiyetli vazife yapan fedakar ve hayatını vakfeden talebelerle üstad hizmetinde istihdam ettiği bu zatları irtibatlandırmıştır.  Sonra tesanüdü dahi muhafaza etmek vazifesi verilmiş. Tesanüd vazifesinin verilmesi gösteriyor ki, nur talebeleri müşkilatları olduğunda onlarla konuşarak halledeceklerdir. Hatta diyor:

“Ben yanımdaki vasiyetnamemdeki evlâd kabul ettiğim küçük evlâdları tevkil ediyorum. Onlarla konuşanı, benimle konuşmuş gibi kabul ediyorum…” E-2s.227

 Evet Risale-i Nur’un azami ihlası, sadakatı, fedakarlığı muhafaza eden dikkatli, müteyakkız herbir talebesi bir varistir, bir muhafızdır, bir sahibdir. Bu Muazzez abilerimizin mekan değiştirmeleri vazifelerin ihmal edileceği manasına gelmez. Üstadımızın hayatı Risale-i Nur ile devam ettiği gibi onların da nur talebeleri fedakar hadimlerinin şahs ı manevisi ile devam eder inşallah! Ben böyle anlıyorum. Sadece bu manaya gelir demiyorum. Zira;

Zihniyet-i inhisar, hubb-u nefisten geliyor. Sözler ( 719 ) Abdullah Saidoğlu


Sabri Okur’un yazısı

Said Nursi’nin Mutlak Vekili Kim?

Uzun yıllar Mustafa Sungur ağabey ile beraber kalan Sabri Okur, “mutlak vekil” tartışmalarıyla ilgili bir açıklama yaptı.

Geçen gün bir arkadaş bana bir yazı gönderdi. “Said Nursi’nin vekili kim” diye. Meseleyi tamamen izah etmek çok uzun olacağından yalnız kısaca bir kaç hususu belirtmek istiyorum.

Evvela: Gerek Bediüzzaman Hazretlerinin talebelerini gerekse hizmetinde bulunan ağabeyleri biz tayin etmedik. 

Tamamen kaderin tanzimidir ki bu ağabeyleri Bediüzzaman gibi bir şahsiyete hizmetkar etmiştir. Ağabeylerimiz de gerek halleriyle, gerek yaşantılarıyla buna tam liyakat göstermişler. Bunun böyle olduğunu her nur talebesi nurlardan aldığı derse binaen bilir. 

Hatta Kırkıncı hocadan duymuştum demişti ki: “Ben çok düşündüm. Neden benim gibi alimler varken Sungur, Ceylan, Hüsnü Bayram gibi Arabi ilmi bilmeyen ağabeyler Bediüzzaman’ın hizmetinde? Neden kader onları istihdam etti? Sonra düşündüm eğer biz olsaydık ilmimizden birşeyler katabilirdik. Ama bunlar Üstattan ne görmüşler ise o. Aynen fotokopi gibi. O zaman hikmetini anladım.” 

Saniyen: Dikkat edilse görülür ki Üstadın talebelerinin hepsinin ortak bir özelliği var o da daima Üstadı ve Risale-i Nuru nazara vermek.

Mesela Rahmetli Mustafa Sungur Ağabey kitap dağıtırdı. Bir saat, güzel okuyan kardeşlere okutur kendisi de takip ederdi. Şimdi de Hüsnü Bayram ağabeyimiz aynen devam ediyor.

Hatta her derste Hüsnü abi “neden Hulusi ve Sabri ağabeyler nurun ilk talebeleri liyakatına mazhar olmuşlar” deyip onların Barla Lahikasında geçen Üstada ve Risale-i Nura sadakate ve kanaate dair mektuplarını okutur ve Üstattan buna mümasil hatıralar anlatır.

Salisen: Mutlak vekil kelimesini bizzat Üstadımız Emirdağ lahikasında şu cümlelerle zikrediyor: “Şimdi bütün talebelerin fevkinde diyerek değil, benim en yakınımda hizmetimde olup bir derece tam tarz-ı hareketimi bilenler ve yakından görenler içinde, dört-beş adamı mutlak vekil yapıyorum. Ben ölsem veya hayatta şuursuz kalsam, Nurlara karşı hizmetimin tarzını bilerek tam yapabilsinler. Şimdilik Tahiri, Sungur, Ceylan, Hüsnü ve bir-iki adam daha mutlak vekilim olarak vasiyet ediyorum.”

Demek Üstadımızdan sonra bu hizmetin safiyetini, halisiyetini bozmak isteyen bir çok kimseler çıkacak ve bunlara karşı Risale-i Nur hizmetinin tarzı hizmetini Üstad hayatta gibi aynen devam ettirecek bu gibi ağabeylerin olması lazım ve olacak.

Hatta Rahmetli Bayram ağabeyden çok kez şu hatırayı dinlemişim. “Üstad Kur’an’dan aldığı bu hizmetin meslek ve meşrebinden ayrılmamak için bizlere yani hizmetinde bulunanlara kaç kez Kur’an üzerine yemin ettirirdi.”

Salisen: Üstadımızın vekili ağabeyler hiç bir zaman kendilerine herhangi bir imtiyaz, şahıslarına bir hürmet istemedikleri gibi her zaman Risale-i Nur’da belirtilen uhuvvet, tevazu, azami hizmet, devamlı nurlarla meşguliyet, istiğna gibi en güzel sıfatları kendilerinde gösterip bizlere de numunei imtisal olmuşlardır.

Hatta Kastamonu Lahikasında Üstadın büyük bir alim talebesi olan Mehmet Feyzi Efendi kendinden önce hizmeti tanımış Isparta’daki nur ağabeylerine tevcihen şu beyanatları her birerlerimiz için güzel bir misaldir. “Biz bu memleket talebeleri, Isparta kahramanlarının küçük kardeşleri, belki onların talebeleriyiz. Dersi, hizmeti ve ciddiyeti onlardan alıyoruz. Herbirisi, bizim için birer Üstaddır. Onların ellerinden öper, arz-ı hürmet ederiz. Cenab-ı Hak, o kahramanlardan ebeden razı olsun, amin.”

Halbuki Mehmet Feyzi ağabey de Isparta’daki ağabeyler gibi Üstadın güzide bir talebesidir ve sekiz sene Kastamonu’da Üstada hizmet ettiği halde saffı evvellerine karşı nasıl hürmetkar olduğunu görüyoruz. Acaba onlar bu derece dikkat ederlerse bizlerin nasıl dikkat etmemiz lazım geldiği hesap edilsin.

Bizler Bediüzzaman hazretlerini görmedik ama hadsiz hamdediyoruz ki onu görenleri ve hizmetinde bulunanları gördük. Elimizden geldiği kadar da onlardan istifade etmeye çalışıyoruz. Buna da ne kadar şükretsek azdır.

Çünkü Bediüzzaman hazretleri kendi bazı talebeleri için “siz ile görüşeni benimle görüşmüş kabul ediyorum” gibi ifadeler kullanıyor. Veya onlara bir hücum geldiği zaman hemen en kati şekilde müdafaa ediyor. Bu misaller nurların müteaddid yerlerinde çokça zikredildiğinden onlara havale ile kısa kesiyorum.

Rabian: Teşbihte hata olmasın nasıl ki en büyük bir veli hizmet-i imaniyede en küçük bir sahabeye yetişemiyor, onun gibi hiç bir nur talebesi ne Risale-i Nur’u anlamada ve ne de ona hizmette Üstadın talebelerine hiç bir zaman yetişemez, geçti zaman-ı imtihanı. Bizlere düşen ancak onların Üstattan gördükleri gibi biz de onlardan gördüğümüz şekliyle hizmete devamdır. Vesselam.


 Abdurrahman IRAZ’ın yazısı

HÜSNÜ BAYRAMOĞLU’NA YAPILAN SALDIRININ ASIL SEBEBİ…

Kaç gündür kendimi tutuyorum ama olmadı, vicdanım susmayı kaldıramadı.

Bir gazetede köşe yazarlığı yapan ve Risale-i Nur’u, Resulullah (asv) efendimizi, Kur’an-ı azimuşşanı, ezan-ı Muhammedîyi daha ne kadar kutsalımız varsa sektör haline getiren, sanayileştiren zat; tekrarların artık para etmediğini anlamış olacak ki, bu sefer başka bir konuya el atmış. Yada kalem sallamış diyelim. 

Öyle yapmazdı; ya da yapmamalıydı da galiba telaşa kapıldı! İşsiz kalma, aç kalma telaşı! 

İşte bu telaş sebebi ile Bediüzzaman hazretlerinin Risale-i Nur’un bir çok yerinde ondan sitayiş ile bahsettiği özel hizmetkarı, özel şoförü, özel talebesi ve özel vârisine saldırı başlattı. 

Bu kadar ‘özel’ olduğunu nerden mi anlıyorum..?

Tabi ki Bediüzzaman’ın kendi ifadelerinden ve onu onlarca talebeleri arasından seçerek ona “Mutlak Vekil” payesi vermesinden.

Tekrarlara girmeyeceğim…

Kaç gündür sosyal medyada ve diğer haber sitelerinde herkes gerekeni söyledi… yazdı. 

Ben bakılması gereken ama bakılmayan  pencereden bakacağım. Sözü de fazla uzatmadan konuya gireceğim.

Daha önce yazmıştım, çünkü bazı whatsApp  gruplarında Hüsnü ağabeyi hafife alan, inceden dokunduran, hatta sorgulayan paylaşımlar görmüş, cevap vermiştim.

Fakat o zaman Hüsnü ağabeye yapılan bu saldırıları pek anlayamamış, saldıran arkadaşların geçmişte aldıkları ders ve eğitim refleksi ile böyle davrandıklarını sanmıştım.

Zira bu saldıran arkadaşların alt yapısına baktığınızda temellerinde Yeni Asya’nın çürük yapı taşlarını göreceksiniz.

Şimdi bazı eşhas bana çok kızacaklar… 

Kızacaklar ne kelime, aldıkları kültüre uygun olarak iyi saydıracaklar da. 

Hatta “Sen nereden geldin? Senin temelin ne?” diye şimdi söyleniyorlardır da, onun cevabını ben önceden vermiştim. Tekrar yok.

Ama öyle değilmiş; yani bu davranışlarının sebebi sadece çürük temel değilmiş. Asıl konu başka, daha vahim. Yani onlar için daha vahim. Yoksa rüzgarın bile bir şey koparamadığı azametli dağa üfürük ne yapsın? 

Onların üfürükleri ancak gece işe yarar, o da karanlıkta eve gittikleri zaman ıslık çalmak için.

Mesele şu:

Herkes biliyor ve takdir ediyor. 

Risale-i Nur okuyan ve kendini cemaatin bir ferdi kabul eden herkes Hüsnü Bayramoğlu ağabeyin ittihad için sarf ettiği gayreti ve emeği görüyor, dua edip takdir ediyor. 

Tabi ki Nur talebelerinin ittihadı, ittihad-ı İslam’a bir zemin olacaktır. En azından bir kıvılcım, bir çıra, bir şule olacaktır. Bu da bazı çevreleri rahatsız etmektedir.

Sadece bu mu? 

Tabi ki değil…

Hüsnü Bayram ağabey aynı zamanda Risale-i Nur’u kullanarak kendine rant sağlayanlara ve sözde neşriyat adı altında Risale-i Nur’a perde olanlara, hubb-u cah ile Risale-i Nurları kullananlara, Risaleleri değiştiren yada orijinalliğini bozanlara, bu hizmet-i Nuraniyede kendine makam mevki arayan ve sağlayanlara ve dahi siyasal nurculara karşı ciddi bir mücadelenin içinde olduğunu yine Risale-i Nur okuyan ve kendini bu hizmetin bir ferdi gören ve mehdiyet iddiasında olmayan bütün cemaatler tarafından dikkatle takib edilmekte ve keza takdir görmektedir.

Fakat öyle görünüyor ki bazı eşhası da rahatsız etmektedir.

Adam yıllarca dünyaya çalışmış para kazanmış ama bir türlü şöhret olamamış! Dünya kadar yatırımlar yapmış, tam şöhreti yakalamışken…

Bir diğeri kendi mesleğini bırakmış yıllardır Allah, Peygamber, Esma ve benzer kutsallar üzerinden keseyi dolduruyor. Tam köşeyi dönecekken…

“Yahu bu adam nereden çıktı? Daha önce yoktu! Şimdi bu şoför parçası(!) bizim paramızın bizim şöhretimizin önünü mü kapatacak? Daha önce biz bu hizmette cezaevinde yatarken o neredeydi….?”

“Ben yıllardır bir ilden başka bir ile, bir sahneden başka bir sahneye koşturuyorum konferanslar, seminerler veriyorum. Ne güzel sistemimi sektörümü oluşturmuşum, eşler-dostlar, hayranlar-muhibbanlar oluşturmuşum; şimdi ne olacak!” endişesi yaktı, geçti.

Ama bazıları fazla zeki; krizi bile fırsata çevirmeyi biliyorlar.

Hüsnü ağabeyi önce tezyif eden bir yazı yazıyor, millet ayaklanınca da bu sefer Bediüzzaman’ın bütün talebelerini –Hüsnü ağabey dahil- sayarak onlardan ders aldığını yazarak, onlara iftira ediyor. Halbuki üstadımızın hiçbir talebesi böyle katakulli işleri bilmez. Bilmeyen de öğretemez.

Onlar Nur talebelerine ancak Risale-i Nurdan azami istifadenin nasıl kesbedileceğinin yollarını -üstaddan nasıl ders aldılarsa- VEKALETLERİNE BİNAEN bize aktarıyorlar.

Bu arkadaş da gittiği her konferans ya da toplantıya yaptığı pazarlıkta kaç tane kitap, kaç tane cd alınacağını söylüyor. Anlaşma sağlandıktan sonra “Tamam” diyor. Anlaşmalarını sağlayan, pazarlıkları yapan kendisi değil, (..) asistanı (!)

Düşünün bakalım, bu arkadaşımız doktorluk yapsa, ona gelen her hastaya, risale tavsiye eder miydi?

“Kardeşim senin hastalığın şu, ben onu tedavi ederim, fakat 100 adet Hastalar Risalesi, 50 adet Tabiat Risalesi ve 150 adet de İhlas Risalesi alman şartıyla!” Böyle bir şey olabilir miydi?

Nurcu doktorların piri Sadullah Nutku, ne yapardı bilen var mı? 

Her hastasını muayene eder ve tedavi süreci içinde de mutlaka verdiği kitapları okumasını söyler, okuturdu. 

Yani Risale-i Nuru kendisine bir sektör, geçim kaynağı, rant kapısı haline getirmedi. 

Bediüzzaman’ın hiçbir talebesi yapmadı. Bakın Bediüzzaman’ın talebelerine, aralarında zengin var mıydı?

Risale-i Nur’u kendilerine eş, iş ve aş sağlamak için kullandılar mı?

Onlar sadece bir şey yaptılar ve yapıyorlar. Onlara verilen emanete ihanet etmeden sahipleniyor, böyle sahte kahramanlara karşı muhafaza ederek, ulaştırılması gereken yerlere ulaştırıyorlar. 

Söylenecek ve yazılacak çok şey var ama –şimdilik bir daha cami duvarına yaklaşmamak şartı ile- bu kadar ile iktifa ediyorum.

Saadet ve muhabbetle kalınız.


Nurdanhaber

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin Manevî Hayata Hizmetleri

Üstad Said Nursi’nin Manevi Hayata hizmetleri   Bedîüzzaman Hazretleri hayatını ‘eski Said’ ve ‘yeni Said’ …

Önceki yazıyı okuyun:
Niçin Yeni Anayasa ve Başkanlık Sistemi? / Vehbi KARA

Niçin Yeni Anayasa ve Başkanlık Sistemi? Faşizm yönetimini halkımıza demokrasi diye yutturmak isteyen bir zihniyet var. Hâlbuki Osmanlı devrinde dahi çok partili hayata alışmış ve...

Kapat