Ana Sayfa / Yazarlar / Bediüzzaman Said Nursi ve Adem-i Merkeziyetçilik / Vehbi KARA

Bediüzzaman Said Nursi ve Adem-i Merkeziyetçilik / Vehbi KARA

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Bediüzzaman Said Nursi ve Adem-i Merkeziyetçilik (Eyalet Sistemi)

Bediüzzaman, adem-i merkeziyetçilik yani eyalet sistemi hakkında; birlik rabıtalarını ve yollarını ortadan kaldıracak, keşmekeşi doğuracak, Anadolu Beyliklerinin birbirleri ile savaşmasını ifade eden “tavaif-i mülük” kavgası olacak şekilde değerlendirmiştir. Eyalet sistemini Münazarat isimli eserinde eleştirirken “beylik ve muhtariyetin ammizadesi (kardeş çocuğu)” olarak gördüğünü ifade etmiştir.

Bitlis’te dünyaya gelmiş eğitimini, çocukluğunu ve gençliğini bu topraklarda geçirmiş bir insan olarak Bediüzzaman’ın ülkemizin Kürt coğrafyası hakkındaki görüşleri elbette çok önemlidir. Zamanın gördüğü en büyük İslam Alimlerinden biri olması yanında sosyal ve siyasi olaylara bakış açısı ile insanlık alemine büyük katkılarda bulunmuş Bediüzzaman’ın eyalet sistemi hakkındaki görüşleri de dikkat çekicidir. Onun eserlerinden istifade etmek her vatan evladının boynuna bir borçtur. Bakın Osmanlı aydınlarından Prens Sabahattin’e yazmış olduğu mektupta neler söylemiş:
“Prens Sabahaddin Bey’in su-i telakki olunan güzel fikrine cevab:

Hayat ittihaddadır. Benim gibi bir bedevinin fikri, fıtrat-ı asliyeye daha yakın olduğu için muhakemesi de tabii olduğundan, sun’iden daha mükemmel olacaktır. Şöyle ki:

Efrad mabeyninde muhabbet-i millî, zerrat mabeynindeki (atomlar arasındaki) cazibe-i cüz’iyeleri (küçük çekim kuvveti) gibi, bir muhassal (biraraya getirilmesiyle) teşkiliyle.. cihet-ül vahdetimiz (birlik yönümüz) olan usul-ü merkeziyeyi intac edeceğinden, ittihad ve muhabbet-i millî revabıtını tahkim eylemekle zülal-i medeniyet o mecrada seyelan ederek şu anasır-ı muhtelifeyi (farklı unsurları) bir seviyeye getirdiğinden aheng-i terakki hoş bir nağme ile ecnebilerin sımah-ı hassasında (kulaklarında) tanin-endaz edecektir.
Hem de her kavmin mabih-il bekası olan âdât-ı milliye ve lisan-ı kavmiyeye ve istidad-ı efkâra muvafık, hükümet teşebbüsata başlamalı.. tâ ki makine-i terakkiyat-ı medeniyetin buharı hükmünde olan müsabakayı intac edecek bir hiss-i rekabet peyda olabilsin.

Yoksa bu revabıt ve mecariyi fekkedecek (rabıtaları ve yolları ortadan kaldıracak) adem-i merkeziyet fikri, veyahut onun ammizadesi unsura mahsus siyasi kulübler – zaten merkezden nefret var- istibdad ciheti ile ve şiddet-i ihtilaf-ı unsur ve mezheb sebebiyle birden bire kuvve-i anilmerkeziyeye inkılab edeceğinden, tevsi-i me’zuniyet kabına vahşetin galeyaniyle sığmayacağından Osmanlılık ve meşrutiyet perdesini birden feveran ile yırtacak; bir muhtariyete ve sonra istiklaliyete ve sonra tevaif-i mülûk suretini giydiğinden hiss-i rekabet daiyesiyle vahşetin ve adem-i müsavatın mahsulü olan fikr-i istila yardımıyla bir mücadele-i keşmekeş intac edeceğinden öyle bir zenb-i azîm olur ki, hürriyetteki hasene-i uzmaya menafi-i umumi mizaniyle tartılsa müvazi, belki ağır gelecektir.

Seviye-i irfanı bir mütemeddin devlet, -Alman gibi- libas-ı siyaseti kâmet-i istidadımıza ya kısa veya uzun olacaktır. Zira seviyemiz bir değildir. Tıbbın eski bir düsturudur ki; her illet, zıdd-ı tabiatiyle tedavi olunur. Binaenaleyh mizac-ı ittihad-ı millete ârız sümun-u istibdad ile istidad ve meyl-i iftirak marazı izale veya tevkif lâzım iken, adem-i merkeziyet veyahut onun kardeşioğlu gayr-ı mahlut siyasi kulübler sirayetine yardım ve önüne menfezler, kapılar açmak, muhalif-i kaide-i hikmet ve tıb olduğun- dan bir deha-yı mücessemin ki, fatiha-i zaferi istihsal, hasene-i uzma-yı hür- riyet ve ittihad-ı millî iken.. böyle bir iftirakın zenb-i azîmiyle hatime çekmek, onüç asır evvel ölmüş asabiyet-i cahiliyeyi ihya ile fitneyi ikaz etmek ve Asya’nın mahall-i saadetimiz olan sema-i müstakbeldeki cinanı, cehenneme döndürmek, hamiyet ve ulüvv-ü cenablarına yakıştıramıyorum.

Onun te’vili güzel, fikren taakkul edebiliyoruz. Amma istidadımızla amelen tatbik edemeyiz. Tatbikine çok zaman lâzım…

Biz ki ekseriz, muvahhidiz. Tevhidle mükellef olduğumuz gibi, ittihadı te’sis edecek muhabbet-i milliye ile de muvazzafız. Eğer unsur lâzım ise, unsur için bize İslâmiyet kâfidir”.

Bu yazı o günün lisanı ile yazılmış olsa da dört başlıkta şu hususları anlamak mümkündür:

I- Merkezden nefret eden unsur ve milletlerde ayrılık fikirleri bütün bütün alevlenir; onları tatbike dökme imkânı bulurlar.

II- Bu ayrılık fikirlerinin tatbike dökülmesi sonunda, öyle bir vahşet doğar ki, “adem-i merkeziyet” ve “tevsi-i mezuniyet” fikri kabına sığmayıp patlar.

III- Oluşan bu vahşet, Osmanlılığın ümit bağladığı meşrutiyet perdesi üzerine öylesine bir baskı yapacak ki, bu perde tazyike dayanamayıp yıkılacaktır. Bunun sonucu olarak da muhtariyete kapı açılacak, sonra da istiklaliyete dönüşecektir.

IV- Daha sonra da krallıklar halinde sayısız küçük devletçikler oluşacaktır. Bu devletçikler arasında bir rekabet hissi ve eşitsizliğin sonucu istila fikriyle keşmekeş bir mücadele başlayacaktır.

Arapçada meşhur bir söz vardır; “Men talebeş’ şey’e min gayri evanihi ukibe bihirmanihi” yani kim olgunlaşmadan bir maksudu talep ederse mahrumiyetle cezalandırılır. İşte aynen bunun gibi zamanı gelmeden iyi bir şeye dahi teşebbüs etseniz muvaffak olamazsınız.
Eğer Alman devleti gibi seviyemiz bir olursa o vakit “eyalet sistemi” veya “adem-i merkeziyet” uygulanabilir ve faydalı olur. Yoksa elbisesi kısa gelmiş bir biçare insan gibi aleme maskara oluruz. Özellikle hürriyet kavramının doğru dürüst telakki edilmediği ve ırkçılığın son derece kuvvetli olduğu bir zamanda eyalet sistemini kabul etmek parçalanmaya ve bölünmeye sebep olacaktır.

Biz ki çoğunluk olan Müslümanlar Allah’ın birliğine inanırız, muvahhidiz. Tevhidle, birlikle mükellef olduğumuz gibi, ittihadı tesis edecek muhabbet ve sevgi ile vazifeliyiz. Eğer ırk, kavim lâzım ise, unsur için bize İslâmiyet kâfidir, vesselam…

Yazar : Vehbi KARA

Dr. Vehbi KARA, 1965 Yılında İstanbul’da doğdu. İlk ve orta eğitimini yine İstanbul’da tamamladıktan sonra 1982 yılında Deniz Harp Okuluna girerek askeri öğrenci olarak eğitimine devam etti. 1986 Yılında Kontrol Sistemleri bölümünden Elektrik-Elektronik Mühendisi olarak mezun olduktan sonra Teğmen rütbesi ile Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na bağlı savaş gemilerinde ve karargâh birimlerinde deniz subayı olarak görev yaptı. Savaş gemilerinde güdümlü mermi ve top atışlarında birincilik kazanmıştır. 1997’de Yüzbaşı rütbesinde iken askerlik mesleğinden ayrıldı ve ticaret gemilerinde çalışmaya başladı. Gemi Kaptanı olarak çeşitli ülkelere ait 30’dan fazla ticari gemide görev yapmış çalıştığı firmalardan ödüller almıştır. 2011 Yılında Araştırmacı kadrosu ile İstanbul Üniversitesinde göreve başladı ve halen de bu üniversitenin Su Ürünleri Fakültesinde ve Mühendislik Fakültesinde denizcilikle ilgili meslek dersleri öğretmenliği görevini yürütmektedir. 1997 Yılında İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Uluslararası İlişkiler Bölümünde “Petrole Dayalı Stratejiler ve Uluslararası İlişkilerde Petrolün Rolü” isimli çalışması ile yüksek lisans eğitimini tamamlamıştır. 2015 Yılında İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Çalışma Ekonomisi ve Endüstri ilişkileri Bölümünde “Çalışma İlişkileri Açısından Kapitalizm Sonrası Dönem: Malikiyet ve Serbestiyet Devri” başlıklı çalışması ile doktora eğitimini tamamlamıştır. Uzakyol Kaptanı yeterliliğinde gemi kaptanlığı, Denizci Eğitimci Belgesi ve Elektrik-Elektronik Mühendisliği sertifikaları mevcuttur. Denizcilik, askerlik, tarih ve iktisat konularında çeşitli dergi, gazete ve internet sitelerinde makaleler yazan Vehbi KARA’nın “Bahriyede 15 Yıl” ve “Altı Ayda Altı Kıta” isimli iki kitabı bulunmaktadır. Evli ve iki çocuk babasıdır.

Tüm Yazıları Göster
Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Manevi Buhranlar ve İman Hakikatleri

Manevi Buhranlar ve İman Hakikatleri Günümüzün hayat hızı ve anlayış tarzının getirdiği şeyler İslam’ın evrensel …

Önceki yazıyı okuyun:
Tek Çiçek, İki Çiçek, Üç Çiçek ve.. Bahar! / M. Nuri BİNGÖL

Mehmet Nuri BİNGÖL TEK ÇİÇEK, İKİ ÇİÇEK, ÜÇ ÇİÇEK VE.. BAHAR! Bazı metinlerde geçen “ …

Kapat