Ana Sayfa / İLİM - KÜLTÜR – SANAT – FİKRİYAT / Makaleler / Bediüzzaman Said Nursi ve Risâle-i Nur’da Hz. Muhammed Mustafa (Sav)

Bediüzzaman Said Nursi ve Risâle-i Nur’da Hz. Muhammed Mustafa (Sav)

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Yazar: Özkan Yaman

Her eserinde efendimiz(sav)’in sünnetine uymanın tek kurtuluş yolu olduğunu defalarca zikretti ve mesela Lemalar’ ın, Onbirinci Lema bölümünü de “Mirkat-üs Sünne” (Sünnetin Merdiveni- Dereceleri) diye sadece bu konuya ayırdı. O kısmın Birinci Nüktesinde şöyle diyor:

Tirmizi’de rivayet edilen Hadis-i Şerif`te Peygamber Efendimiz(sav),“إنَّ الْعُلَمَاءَ وَرَثَةَ الأَنْبِيَاءَ”

“Muhakkak ki âlimler peygamberlerin vârisleridir.” buyurmuştur. Ve hiçbir İslam âlimi yoktur ki, eserinde Allah Resulüne salât ve selamı zikretmemiş olsun, O’ndan bahsetmemiş olsun, O`nu övmemiş, bir şekilde O’nu anlatmamış olsun. Hele de sadedinde olduğumuz âlim Said Nursi(rh) gibi daha genç yaşlarda bihakkın Molla, Seyda, Bediüzzaman ve Üstad vasıflarıyla anılan bir âlim ve dava eri ise, sadece yazılı eserlerinde değil neredeyse her ahvalinde, etvarında ve evradında, Efendimiz’i(sav) anmadığı hiçbir lahzasının olmadığını görürsünüz.

O, adeta tüm hayatında hal diliyle Efendimiz(sav)`den bahsetti…

O, daha küçük yaşlarda o ateşîn zekâsı ile ilme yönelirken, hediye almayı dahi reddedip ilmin izzetini muhafaza ederken, her bulunduğu yerde mutlaka ders verirken, müzakere ederken, öğüt verirken, Medreset-üz Zehra için yollara düşerken, kimi zaman cephede savaşın ortasında at sırtında, kimi zaman Şam’da Emeviye Camii’nde, kimi zaman bir meydanda, kimi zaman bir gazete veya dergide, kimi zaman bir dağ yamacında, mağarada, kimi zaman bir kışlada veya koğuşta, kimi zaman da bir mahkemede duruşma salonunda, zindan köşelerinde, hücrelerde onca eziyetlere, engellere ve yokluklara aldırmadan 130 parça ve 6000 sayfadan müteşekkil eserlerini neşrederken, Efendimiz’i(sav) ilimle anlatmıştır.

O, “tüm eşyamı tek elimle taşıyabilmeliyim” deyip “dünyada bir yolcu ve misafir gibi ol” buyuran Âlemlerin Efendisi`ni(sav) zühd ile istiğna ile anlatmıştır.

O, Mekke mihrabında ashabıyla işkence, abluka, hakaret, alay ve türlü türlü eza ve cefaya katlanan Hz. Muhammed Mustafa’yı(sav), Afyon Hapishanesinde, Denizli mahkemesinde, Eskişehir duruşmasında, Burdur, Isparta, Barla, Kastamonu, Emirdağ sürgünlerinde ve yirmiden fazla suikast ve zehirlenmelerde, akıl almaz hakaret ve zulümlerde sabır, sebat ve tahammülle anlatmıştır.

O, en dehşetli zalimlerin karşısında en ufak bir korkuya kapılmadan bilâperva Hakkı haykırırken, Efendimiz’i(sav) cihadın en faziletlisi ile anlatmıştır.

O, Peygamber Efendimiz`i(sav), ümidiyle, şevkiyle, ihlasıyla, duasıyla, daveti ve irşadıyla belâgat ve fesahatiyle anlatmıştır…
 
O, Efendimizi öyle tarif etti öyle vasfetti ki…

Eserlerinin çoğunda kelime-i şehadetin ikinci rüknü olan “ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve rasülühü” kısmına değinirken, yine salavat ve dua ederken Efendimiz’i(sav) mükemmel ifadelerle anlattı. O, Efendimiz(sav)’in mucizeleri için Mektubat kitabının Ondokuzuncu Mektubu olan Mucizat-ı Ahmediyye’ yi neşretti. Külliyatında O’nu(sav) anlattığı bölümlerin hepsini buraya almamız mümkün değil, ancak bir numune aktaralım. Mesela ilk dönem eserlerinden arapça Mesnevi-i Nuriye’nin Reşhalar bölümünde şöyle diyor;“Hazret-i Muhammed (a.s.v.) öyle bir zattır ki, azamet-i mâneviyesinden dolayı sath-ı arz (yeryüzü), o zatın mescid-i aksâsıdır. Mekke-i Mükerreme onun mihrabı, Medine-i Münevvere onun minber-i fazl-ı kemalidir. Cemaat-ı mü’minîne en son ve en âli imam ve nev-i beşerin hatîb-i şehîridir (meşhur hatibidir); saadet düsturlarını beyan ediyor. Ve bütün enbiyânın reisidir; onları tezkiye ve tasdik ediyor. Çünkü, dini bütün dinlerin esasatına câmidir. (esaslarını kapsamaktadır) Ve bütün evliyânın başıdır; şems-i risaletiyle (peygamberlik güneşiyle) onları terbiye ve tenvir ediyor.”

O, Efendimiz’in sünnet-i seniyyesine de öyle teşvikte bulundu ki …

Her eserinde Efendimiz(sav)’in sünnetine uymanın tek kurtuluş yolu olduğunu defalarca zikretti ve mesela Lemalar’ın, Onbirinci Lem’a bölümünü de “Mirkat-üs Sünne” (Sünnetin Merdiveni – Dereceleri) diye sadece bu konuya ayırdı. O kısmın Birinci Nüktesinde şöyle diyor:

“Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etmiş: 
مَنْ تَمَسَّكَ بِسُنَّتِى عِنْدَ فَسَادِ اُمَّتِى فَلَهُ اَجْرُ مِائَةِ شَهِيدٍ  Yani, “Fesâd-ı ümmetim zamanında kim benim sünnetime temessük etse, yüz şehidin ecrini, sevabını kazanabilir.” (İbni Adiy, el-Kâmil fi’d-Duafâ, 2:739; el-Münzirî, et-Terğîb ve’t-Terhîb, 1:41; Taberânî, el-Mecmeu’l-Kebîr, 1394; Ali bin Hüsâmüddin, Müntehebâtü Kenzi’l-Ummâl, 1:100; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 7:282.)   

Evet, Sünnet-i Seniyyeye ittibâ, mutlaka gayet kıymettardır. Hususan bid’aların istilâsı zamanında Sünnet-i Seniyyeye ittibâ etmek daha ziyade kıymettardır. Hususan fesâd-ı ümmet zamanında Sünnet-i Seniyyenin küçük bir âdâbına mürâât etmek, (riayet etmek) ehemmiyetli bir takvâyı ve kuvvetli bir imanı ihsas ediyor. Doğrudan doğruya Sünnete ittibâ etmek, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmı hatıra getiriyor. O ihtardan, o hâtıra, bir huzur-u İlâhî hâtırasına inkılâp eder. Hattâ en küçük bir muamelede, hattâ yemek, içmek ve yatmak âdâbında Sünnet-i Seniyyeyi mürâât ettiği (gözettiği) dakikada, o âdi muamele ve o fıtrî amel, sevaplı bir ibadet ve şer’î bir hareket oluyor. Çünkü o âdi hareketiyle Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’a ittibâını düşünüyor ve şeriatın bir edebi olduğunu tasavvur eder. Ve şeriat sahibi o olduğu hatırına gelir. Ve ondan, Şâri-i Hakikî (asıl kanun koyucu) olan Cenâb-ı Hakk’a kalbi müteveccih olur. Bir nevi huzur ve ibadet kazanır.”

Ve dua ve salavatlarında Efendimiz’i (sav) öyle senâ eyledi ki…

Üstad, eserlerinde salavata o kadar yer verir ki, toplansa belki ayrı bir kitap olacak salavat cümleleri içerisinde mesela Sözler kitabının Yedinci Söz bölümünün sonunda yaptığı duada zikrettiği şu ifadeler – mealen- güzel bir örnektir:

“Kulun, peygamberin, yüce katından seçtiğin, dostun, mülkünün güzelliği, sanatının sultanı, inâyetinin pınarı, hidâyetinin güneşi, hüccetinin lisanı, rahmetinin timsali, yaratıklarının nuru, mevcudatının şerefi, pek çok olan mahlûkatının içinde birliğinin kandili, kâinatının tılsımının keşfedicisi, rubûbiyet saltanatının ilâncısı, râzı olduğun şeylerin tebliğcisi, isimlerinin definelerinin tanıtıcısı, kullarının öğreticisi, kâinatının delillerinin tercümanı, rububiyetine ait güzelliklerin aynası, Senin görünüp gösterilmene vesile olan habibin ve âlemlere rahmet olarak gönderdiğin resulün olan Efendimiz Muhammed’e, bütün âl ve ashâbına, kardeşleri olan nebî ve resullere, mukarreb meleklerine ve sâlih kullarına salât ve selâm eyle.” Âmin.

Bediüzzaman, salavatı sadece dua olarak değil mânâ ve ehemmiyetiyle de inceler ve mesela Ondördüncü Lem’a’nın İkinci Makamında şöyle der:

“İşte, ey insan! Bu rahmeti bulan, ebedî, tükenmez bir hazine-i nur buluyor. O hazineyi bulmasının çaresi, rahmetin en parlak bir misali ve mümessili ve o rahmetin en beliğ bir lisanı ve dellâlı olan ve Rahmeten li’l-Âlemîn ünvanıyla Kur’ân’da tesmiye edilen Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın sünnetidir ve tebaiyetidir.(uymaktır) Ve bu Rahmeten li’l-Âlemîn olan rahmet-i mücessemeye (cisimleşmiş rahmete) vesile ise, salâvattır.”

Ve çokça salavat getirmekle emrolunmamızın hikmeti ve salavattaki selamla ilgili şu mükemmel tespit de O’na aittir:

“Sual: Salâvatın bu kadar kesretle hikmeti ve salâtla beraber selâmı zikretmenin sırrı nedir?

Elcevap: Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâma salâvat getirmek, tek başıyla bir tarik-i hakikattir. (hakikate ulaştıran yoldur.) Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm nihayet derecede rahmete mazhar olduğu halde, nihayetsiz salâvata ihtiyaç göstermiştir. Çünkü Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm bütün ümmetin dertleriyle alâkadar ve saadetleriyle nasibedardır. Nihayetsiz istikbalde, ebedü’l-âbâdda, nihayetsiz ahvâle mâruz ümmetin, bütün saadetleriyle alâkadarlığının ihtiyacındandır ki, nihayetsiz salâvata ihtiyaç göstermiştir.

Hem Resul-i Ekrem hem abd, hem resul olduğundan, ubudiyet cihetiyle (kulluğu yönüyle) salât ister, risalet cihetiyle selâm ister ki: Ubudiyet halktan Hakk’a gider, mahbubiyet ve rahmete mazhar olur. Bunu es-salât ifade eder. Risalet Hak’tan halka bir elçiliktir ki, selâmet ve teslim ve memuriyetinin kabul ve vazifesinin icrâsına muvaffakiyet ister ki, selâm lâfzı onu ifade ediyor.

Hem biz seyyidinâ lâfzıyla tabir ettiğimizden, diyoruz ki: Ya Rab! Yanımızda elçiniz ve dergâhınızda elçimiz olan reisimize merhamet et ki, bize sirayet etsin.” (Barla Lahikası-220. Mektup)

Risale-i Nur’da yine Efendimiz’in (sav) ehl-i beyti ve ashabı da hakikat yönüyle uzunca yer almakta, onların muhabbet ve hürmetine vurgu yapılmaktadır. Allah-ü Teâla, Bediüzzaman Said Nursi’den razı olsun. Eserlerinden istifade etmeyi nasip eylesin… Âmin

İnzar Dergisi – Nisan 2017

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Dâru’s-Siyâdeler (Seyyidlik Evleri)

Dâru’s-Siyâdeler (Seyyidlik Evleri) Doç. Dr. Murat Sarıcık   “Dâru’s-Siyade”, “Nakîbu’l-Eşrâflar”(1) ve Seyyidler için, ilk kez …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Osmanlı Son Dönem Kastamonu Kütüphaneleri

KASTAMONU KÜTÜPHANELERİ Bu yazıya da bakınız Osmanlılar döneminde inşa edildiği anlaşılan yedi kütüphaneden dördü günümüze …

Kapat