Bediüzzaman Said Nursî’ye Göre Mehdîlik Meselesi
Giriş:
Meşhur Müslüman tarihçi ve sosyolog İbni Haldun, “Geleceği merak etmek, insan fıtratının özelliklerindendir.” der. Dünyanın ne kadar ömrü kaldığını merak edip, öğrenmeye çalışmanın insan tabiatının gereği olduğunu savunur.2 İnsanlar, zor ve sıkıntılı dönemlerde sürekli bir “kurtarıcı” arayışı içine girmişlerdir. Bazan meçhul bir şahıs, bazan bir lider, bazan da bir bilgin kurtarıcı olarak benimsenmiştir. Bu sayede insanlar sıkıntılarını biraz olsun atlatmış, bir derece teselli bulmuşlardır.
Bir “kurtarıcı”yı bekleme inancı, yalnız Yahudi ve Hristiyanlarda değil, hemen hemen bütün dinlerde ve kültürlerde mevcut olup, insanlığın müşterek bir inancı, ümidi ve kurtuluş ideali olmuştur. İslâm inancında da “kurtarıcı” mefhumun vardır. Farklı isimlerle dikkatimizi çeker. En büyük özelliği,toplumu zulümden kurtarıp, adaleti tesis etmek olan bu şahsiyet, “İmam”3 “müceddid”,4 “Halife”,5 “Mehdi”6 gibi isimler bu meçhul kurtarıcılar için kullanılmıştır. Rolleri aynı, fakat şahsiyetleri farklıdır. İnanışa göre Şiilerin beklediği Mehdi ile Emevilerin beklediği Süfyan âhir zamanda çarpışacaklardır. Bütün bu mefhumların ortak yanı, âhirzamanda bir islahat hareketinin rehberliğini yapacak, manevi güce sahip bir şahsiyetin ortaya çıkacağıdır. Biz burada şahsiyetleri farklı, fakat fonksiyonları aynı olan bu isimlerden Mehdi meselesi üzerinde duracak, Bediüzzaman’ın meseleye bakışını tesbite çalışacağız.
I. Etimoloji
Sözlük mânâsı itibariyle mehdi, doğru yola, hidayete erişmiş kimsedir. “Allah’ın kendisini hakka ulaştırdığı kişiye mehdi denir.”7 Bu itibarla doğru yolda bulunan her Müslümana mehdi denilebilir. Ancak kelimenin başına “el” takısı gelirse, özel bir ünvan olur. Hz. Peygamberin âhirzamanda geleceğini haber verdiği şahsiyet için kullanılır. Rivâyetlerden anlaşıldığına göre bu zât, zulüm ve haksızlıkların alıp yürüdüğü bir zamanda gelip, yeryüzünü adaletle dolduracaktır. Çoğul sığası olan “mehdiyyûn” (mehdiler) ise, dört halife ve onların yolunda gidenler için kullanılmıştır. Âhirzamanda gelecek zâtın “mehdi” ismiyle anılmasının sebebi, Hz. Ali’den rivâyet edilen hadis olabilir. Bu rivâyete göre Cenab-ı Hak, Mehdi’yi bir gecede kâmil mânâda hidayete ulaştırır.8Mehdinin irşadı vehbî olacaktır. O, Allah’ın hususi inayetiyle yetişecektir.9
Bazı yorumcuların bu kelimenin yanlış kullanıldığını nazara vererek, aslının ism-i fail sığası olan “mühdi” (yol gösteren, hidayete ulaştıran) olduğunu söylemelerinin bir esası yoktur.10
Hanbelî âlimi es-Sefarinî (v.1188/1774) mehdiye bu ismin verilmesini sübjektif bir mutalaa ile açıklamıştır. Ona göre Mehdi gizli bir ilimle irşad olunmuştur. Şam dağlarından bir dağa sığınmıştır. Zamanı gelince oradan gerçek Tevrat ve İncil’in sahifelerini ortaya çıkaracak, bunlarla Yahudi ve Hristiyanları susturacak, onun vasıtasıyla Hristiyanlardan bir cemaatMüslüman olacaktır.11
II. Mehdi Kavramının Tarihi Seyri
Tarihte Hz. İbrahim’e (a.s.), Hz. Muhammed’e (a.s.m.), dört halifeye, Hz. Hüseyin’e, Süleyman b. Abdulmelik’e, Hişam b. Abdulmelik’e ve bazı Abbasî halifelerine mehdi denilmiştir. Bilhassa Hz. Ali’ye hem “hadi” hem “mehdi” denilmiştir.12 Hz. Ömer b. Abdulaziz’e Mehdi diyenler, bazı hadisleri de ona hamletmişlerdir.13 Hatta dört halifeye, bizzat Peygamber Efendimiz (a.s.m.) “mehdiler” tabirini kullanmıştır:
“Sizi, sünnetime sarılmaya, raşid ve mehdi halifelerimin yolunda gitmeye teşvik ederim.”
buyurmuştur.14 Resul-i ekrem efendimizin, bizzat halifeleri için bu tabiri kullanması, mehdi teriminin yalnız ve yalnız bir şahsa münhasır olmadığını göstermektedir.
Ancak “beklenen mehdi” mefhumu bizzat hadislerde gelmiş olmalıdır ki birçok kimse kendisinin o olduğunu ileri sürmüştür. Aslında mehdilik fikrinin ilk istismar edilme hadisesi Hz. Ali’nin azatlı kölesi Keysan tarafından çıkarılmıştır. Hz. Ali’nin küçük oğlu Muhmmed b. Hanefiyyenin ölmediğini, günün birinde çıkacağını, ve adaleti tesis etmek üzere Cebel-i Ridvan’da gizlendiğini iddia etmiştir. Muhtar es-Sakafi bu fikri kendisine menfaat sağlamak amacıyla sömürmüştür. Halbuki Muhammed b. Hanifiyye, h. 81’de Medine’de ölmüş ve cenaze namazını da o zamanın Medine valisi Hz. Osman’ın oğlu Eban kıldırmıştı.15Hicri 128’de Haris b. Şureyc kendisinin beklenen mehdi olduğunu söylemiş, fakat kimseye kabul ettiremediği için başarılı olamamıştır. “Haris isminde bir kurtarıcı çıkacaktır.” şeklinde hadis uydurduğu kaydedilmektedir.16 Kimi makam ve şöhret duygusuyla, kimi menfaat sebebiyle, kimisi de milli bir heyecan saikiyle bazı insanlar Mehdilik iddiasında bulunmuşlardır. Ne yazık ki bir kısmı, İslâm cemiyetinde huzursuzluklara sebebiyet vermiştir.
Hindistan Mehdisi Seyyid Muhammed (v.910/1504), Mağrib Mehdisi Abdullah b. Tumert (v.524/1103), Hindistan’da çıkan ve İngilizlerin destekçisi olan Mirza Gulam Ahmed Kadıyanî, İngiliz işgal kuvvetlerine karşı çarpışan ve onları mağlup eden Sudan Mehdisi Muhammed Ahmed (v.1303/1885), 1895’te yaptığı hac ibadetinden döndükten sonra ortaya çıkıp İngiliz ve İtalyanlara karşı çarpışan Somali Mehdisi Muhammed b. Abdillah Hasan (1339/1920), Amerikalı Zenci Müslümanların lideri Eliah Muhammed ortaya çıkıp etrafında kitleleri toplayabilen mehdilik hareketinin bazı mümessilleridir.17 Hz. Peygamber Efendimizin soyundan gelen es-Seyyid Muhammed es-Sünûsî’nin (v.1320/1902) de mehdi olduğuna inanılan şahsiyetlerdendir.
Öyle görülüyor ki, mehdilik inancını su-i istimal eden ve İslâm ümmetinin vahdetini bozan mehdiler olmuştur. Kendilerini mehdi ilan ederek şarlatanlık yapanlar ile, kendi hallerinde ibadet ve takva üzere hareket eden ve böyle bir iddiası olmayan mübarek zâtları ayırmak lâzımdır. Müritleri tarafından, aşırı hüsn-ü zandan dolayı, kendilerine mehdi denilmişse de onlar umumiyetle kabul etmemiştir. Birincisinde şarlatanlık vardır. İkincisinde ise iddia bile yoktur. O bakımdan mehdi meselesine hücum edenler bu ayırımı yapmalıdır. Şarlatanlar İslâm dünyasında fitne ve tefrika meydana getirmişlerdir. Batılı müsteşrikler, Mehdilik iddiasında bulunan bazı şahsiyetlerin eserlerini yayına hazırlamışlardır.18
Mehdi olarak tanınan bazı şahsiyetlerin kendi insanlarına ve ülkelerine faydaları da olduğu bir gerçektir. Meselâ Sudan ve Somali gibi Afrika ülkelerindeki mehdilik hareketlerinin, sömürgeci güçlere karşı büyük gayretler sarfederek vatanlarını düşmanların işgalinden kurtardıklarını görmekteyiz. Bu yüzden müsbet faydaları görülmüştür. Buna karşılık Kadiyanilik hareketi ise, aksine Hind Müslümanlarını ingiliz sömürgeciliğine karşı tam anlamıyla pasif hale getirme gayreti içine girmiştir.
III. Kur’ân ve Sünnette Mehdi Meselesi
Bediüzzaman’a göre mehdi meselesine geçmeden önce, konunun Kur’ân ve sünnette yer alıp almadığına işaret etmemiz gerekir.
Âhirzamanda beklenen bir şahsiyetin ünvanı olarak “mehdi” meselesi Kur’ân’da geçmemektedir. Ancak birçok islahatçıdan bahsedilmektedir. Eğer mehdiyi bir islahat sembolü olarak kabul edersek, bu itibarla Kur’ân’da geçmediğini söylemek mümkün değildir. İnsanları fitnelerden kurtaran, karanlık dönemlerde, toplumlara nur götüren şahsiyetler ve gruplar mevzubahis edilmiştir. Mehdi kelimesiyle aynı anlamı taşıyan “muhtedi” kelimesi Kur’ân-ı Kerim’de üç yerde geçmektedir:”Allah’ın kendisine hidayet ihsan ettiği kimse mühtedi(hidayete ermiş)dir.19 Bir görüşe göre,
“Her milletin bir hâdisi (yol göstereni) vardır.”20
meâlindeki âyet-i kerime de mehdiye işaret etmektedir.
Mehdi hakkındaki rivâyetlere gelince: Hadislerde mehdinin sayıca çokluğundan bahsedilmez, ancak her asırda bir müceddidin gelmesinden sözedilir. Mehdi ile ilgili tabirler mücerred mefhumlar olduğundan, o mefhumlara layık her asırda pekçok manevi şahsiyetler bulunabilir. Bu mânâda İsâ b. Meryem’in de bir çeşitmehdi olabilecği ifade edilmiştir.21
Kütüb-i Sitte’den Ebû Davud, Tirmizî ve İbni Mâce gibi hadis kaynaklarında Mehdi sarihan zikredilmektedir. Meşhur Yemenli âlim eş-Şevkanî, Mehdi hakkındaki hadislerin sayısının elliyi bulduğunu söyler. Bunları sahih, hasen ve zayıf şeklinde üç kısma ayırır. Ona göre bunların toplamı mütevatir derecesindedir. Sıddık Hasan Han ise bu konuda zayıf hadisler de dahil olmak üzere 33 hadis zikreder.22
Buharî ve Müslim’de sarih olarak geçmemekle birlikte “İmam” ve “Halife” tabirleriyle ahirzamandaki bir “kurtarıcı”dan sözedilmektedir. Bu kurtarıcı Buhari’de “İmam” tabiriyle ifade edilmiştir.
“İmamınız sizden olduğu halde İbni Meryem nâzil olduğu zaman haliniz nasıl olur?”
mealindeki hadisi23 şerheden İbni Hacer el-Askalanî ve son dönem âlimlerinden el-Keşmiri gibi zatlar buradan zikredilen “imam” dan maksadın mehdi olduğunu ifade etmişlerdir.24 Hatta İbni Hacer, Hz. İsa’nın ahirzamanda bu ümmetten bir adamın arkasında namaz kılmasının, mehdinin zuhurundan bahseden sahih görüşlere delil teşkil ettiğini söylemektedir. Yorumun devamında İmam-ı Şafiî’den, Mehdi’nin bu ümmetten olduğu, Hz. İsâ’nın, onun arkasında namaz kılacağı hakkındaki haberlerin mütevatir olduğu hususunda bir nakil yapmaktadır. Meşhur Kelâmcı Sa’duddin et-Teftazanî de “imam” tabirinden mehdiyi anlıyor ve bu hadisin mehdiye delalet ettiğine işaret ediyor.25
Müslim’de geçen hadiste ise âhirzamandaki bolluk ve refah dönemine işaret edilmekte ve saymaksızın mal dağıtan bir “halife”den bahsedilir.26Bazıları, Hz. Ömer b. Abdülaziz dönemindeki bolluğa bakarak bu hadisi ona yorumlamışlardır. Ancak hadiste geçen “ümmetimin ahirinde” tabiri, bu bolluğun ümmetin sonunda olacağını göstermektedir. Bunun dışında mehdi ile ilgili hadisler Ebû Davud, Tirmizî, İbni Mâce ve Ahmed b. Hanbel’in Müsned’i gibi hadis kaynaklarında geçmektedir. Mehdi meselesine çok ehemmiyet vediği anlaşılan Ebu Davud, Sünen’inde bu konuya ayrı bir bölüm tahsis etmiştir.
Ümmü Seleme’nin rivâyetine göre Hz. Peygamber (a.s.m.) “Mehdi benim zürriyettimden, kızım Fatıma’nın evlatlarındandır.”buyurmuştur.27
Ebu Davud’un kaydettiği başka bir rivâyete göre
“Dünyanın tek günlük ömrü bile kalmış olsa, Allah o günü uzatıp benden bir kimseyi o günde gönderecek.”
diğer bir rivâyette
“… Ehl-i beytimden birini ki, o zâtın ismi benim ismime uyar, babasının ismi de babamın ismine uyar. Bu zât yeryüzünü, eskiden cevr ve zülümle dolmasının aksine, adalet ve hakkaniyetle doldurur.”buyurulmuştur.28
Diğer bir rivâyette Mehdi’nin soyuna, şekline ve icraatına şöyle işaret edilmektedir:
“Mehdi bizdendir. Alnı açık, burnu incedir. Zulümle dolmuş yeryüzünü adaletle dolduracaktır.”29
Hz. Ali’den gelen bir rivâyete göre Allah mehdi’ye kısa bir süre içinde, hatta bir gecede bilgi ve anlayış nasib edecek, onu irşad edecektir. Resulullah şöyle buyurmuştur: “Mehdi bizdendir, Allah onu bir gecede irşad eder.”30
Yine Ebû Davud’un kaydettiğine göre bir gün Hz. Ali, oğlu Hasan’a baktı ve “Bu oğlum, Resulüllahın tesmiye buyurduğu üzere seyyiddir. Bunun neslinden Peygamberinizin adını taşıyan biri çıkacak. Ahlakı yönüyle Resulüllaha benzeyecek, şekli itibariyle ona benzemeyecektir.”dedi ve sonra de yeryüzünü adaletle dolduracağına dair meseleyi anlattı.”31 Kütüb-i sitte’de gibi muteber hadis kaynaklarında yer alan bu rivâyetler ümmetçe kabul görmüştür. Hadis metodolojisi açısından bunları mevzu kılacak bir itiraz vaki değildir. Buna karşılık bazı zayıf rivâyetler de tesbit edilmiştir. Bir kısım rivâyetlere yalancı ravilerin karıştığı hadis tahlilcileri tarafından ortaya konmuştur. Meselâ Hz. Hüseyin’den rivâyet edilen bir hadiste “Peyamber efendimiz Hz. Fatıma’ya ‘sana müjde mehdi senden olacaktır” hadisinin senedinde iki yalancı ravi bulunmaktadır.32
Kaynaklarda nakledildiğine göre adamın biri Hz. Ali’ye mehdiyi sordu. Hz. Ali ” O âhirzamanda çıkacaktır. Kişinin “Allah” dediği için ölüme mahkum edileceği bir dönemde gelecektir.” diye cevap vermiştir. Devamında“Allah, onun etrafında hiçbir şeyden korkmayan ve hiçbir menfaat için sevinmeyen bir topluluk meydana getirecektir.”33 Bu ifadeler, bazı kitaplarda hadis olarak geçmekte ise de aslında hadis değil, Hz. Ali’nin (r.a.) sözüdür.
Mehdi’nin faziletiyle ilgili olarak şöyle bir hadis nakledilmektedir: Abdülmuttalib’in evlâtlarıı olan bizler Cennet ehlinin efendileriyiz. Ben, Hamza, Ali, Cafer, Hasan, Hüseyin ve Mehdi”34. Bu bakımdan Tavus-u Yemenî, onun zamanına yetişmeyi çok arzu etmiştir. Mehdi, manevi makam itibariyle dört halife ve sahabeden sonra geldiği hususunda icma olduğu ifade edilmiştir.35
Mehdi’nin çıkacağı zaman konusunda hiçbir hadiste hiçbir bilgi yer almamakla birlikte, Tirmizî’nin kaydettiği bir hadiste onun doğu tarafındnan çıkacağı belirtilmektedir.36 Meşhur müfessir Kurtubî (v.671/1272), onun Kuzey Afrika’dan çıkacağını söylemektedir. Bu konuda naklettiği rivâyetin ise aslı yoktur.37 Kurtubî Gırnata Nusayrilerinin ilk yıllarında, bu devletin İspanya’nın Müslümanlara kalmış yegane parçası olduğu zamanda ölmüştür. Macdonald’a göre Kurtubi’nin, Mehdi’nin Kuzey Afrika’dan çıkacağını söylemesi, o dönemde bir islahatçı ve mehdi ihtiyacından kaynaklanmıştır.38
Mekkeli âlim el-Heytemi’nin (v.973/1565) kaydettiğine göre, bilinenin aksine, mehdinin mücadelesi kansız olacaktır. Şöyle der:
“Ona beyat edenler, rükün ve makam arasında (Ka’be civarında) beyat ederler. Uyuyanı uyandırmaz, asla kan dökmezler.”39
Bu da halkın inancında yerleşen, mehdi kılıçla mücadelesi şeklindeki fikri çürütmektedir.
Muhyiddin-i Arabi (v.638/1240) yeryüzünde zumün yaygınlaştığı bir zamanda Allah’ın bir halifesini göndereceğini söyler. O yeryüzünü adaletle doldurur. Hata etmeksizin Resulullahın izinde gider. Onun hatalarını düzelten görülmeyen bir meleği vardır. Onun zamanında adam akşam cahil, cimri ve korkak iken sabah en âlim, en cömert ve en cesur hale gelir.40
Farklı yanlarına rağmen konuyla ilgili hadislerin ortak noktası şöyle ifade edilebilir: a) Mehdi Peygamber Efendimizin soyundan adaleti gerçekleştirecek bir zât gelecektir, b)İsmi Peygamber Efendimizin ismine uygun olacak, c) Bolluk ve huzur getirecektir.
Konuyla ilgili hadislerin İmam Mâlik, Buharî ve Müslim’de yer almayışını bir zafiyet işaret olarak değerlendiren muasır yazarlardan Mevdudî, Mehdi ile ilgili hadislerin ravilerinin pek çoğunun Şiiler olduğunu belirtmekle birlikte, hadislerin bir kısmını doğru kabul etmektedir. Ona göre Resulullah prensip olarak çok detaylara girmemiştir. Abbasiler döneminde hilafetlerini desteklemek amacıyla hadis uydurulmuş olabileceğine dikkati çekmektedir. Özellikle Abbasilerin bir alameti olan “siyah bayraklılar”ındesteklenmesi hakkındaki hadisleri uydurma görmektedir.41 Mısırlı âlim Ahmed Emin ise bu hususu mehdi hadislerinin tamamını reddetmeye gerekçe sayar.42 Hadisler Emevi ve Abbasiler dönemindeki taht kavgasından dolayı uydurulmuş rivâyetler şeklinde değerlendirir. Iraklı âlim Muhsin Abdulhamid’in tenkit ettiği husus ise Şiilerin beklediği mehdi ile ilgili hadislerdir.43 el-Elbanî, mehdi ile ilgili hadislerin sıhhatine işaret etmektedir. “Mehdi’nin zuhuru âlimlerin kabul ettiği bir hakikattır” der.44
Ancak hadis uzmanları zayıf rivâyetlerin varlığını kabul ederlerse de, hadis literatüründe mehdi meselesinin gerek isim ve gerekse mefhum olarak varlığını inkâr etmenin mümkün olmadığı kanaatindedirler. Zira Ashabın en tanınmış kişileri rivâyet eder. Hz. Ali, İbni Abbas, İbni Ömer, Talha, İbni Mes’ud, Ebu Hureyre, Enes b. Malik, Ümmü Seleme, Ebu Said el-Hudrî, Ümmü Habibe, Sevban, Kurre b. İyas, Abdullah b. el-Haris b. el-Cez’ ve Ali el-Hilalî gibi râviler bulunmaktadır. Rivâyetler, Ebû Davud, Tirmizi, İbniMace, Bezzar, Hakim, Taberânî gibi meşhur hadis imamları tarafından tahriç edilmiştir. Hadislerde bir ibham görülüyorsa da bu hadislerin zayıflığından değil, nübüvvet dilinin vecizliğindendir. Böylesine şöhret kazanmış ve ümmet tarafından kabul görmüş olmasındandır ki Kettânî gibi zatlar bunların mütevatiru’l-ma’na olduğunu söylemişlerdir.45
Mehdi hadislerine ciddi tenkidin Müslüman tarihçi ve sosyolog İbni Haldun’dan (733/1332) geldiği birçok müellif tarafından dile getirilmektedir. Hatta İbni Haldun’un konuyla ilgili hadisleri zayıf gördüğünden, İslâm inancında mehdinin varlığını inkâr ettiğini söylemişlerdir. Gerçekten mehdi meselesiyle detaylı bir şekilde ilgilenen âlimlerden birinin İbni Haldun olduğunu görmekteyiz. Gelecekte vuku bulacak olayların gayba ait meseleler olduğunu, Allah’ın vahiy veya rüya yoluyla bildirmedikçe beşerin gaybî meseleleri bilemeyeceğini söyler. Mehdi meselesinin, asırlar boyunca Müslümanlar arasında meşhur olduğunu, dini teyid ve adaleti tesis edecek birisinin gelmesinin gerekli olduğuna inanıldığını objektif bir ifadeyle dile getiren İbni Haldun, bu konudaki hadisleri tahlil eder, sened ve rical açısından değerlendirir ve sonuç olarak şu hükmü ortaya koyar:“Görülüyor ki, pek azı müstesna, bu hadislerin hepsi de tenkitedilmekten hali kalmamıştır.”46 Bu ifadelerden hareketle İbni Haldun’nun mehdi meselesini inkâr ettiği hükmünü çıkarmak mümkün değildir. İbni Haldun, mütasavvifenin oldukça detaylı anlatılan mehdi anlayışlarını tenkit etmektedir. Ona göre tasavvufçuların mehdi hakkındaki görüşleri Şiilikten alınmıştır.
Görüldüğü gibi mehdi hadisleri konusunda en titiz davranan İbni Haldun dahi konuyu kökten red etmemiş, “Pek azı müstesna” diyerek ihtiyatlı bir tabir kullanmıştır. Bu tabirinden, mehdi konusunda az da olsa sahih hadislerin varolduğu anlaşılır. Dolayısıyla hadisleri ceffe’l-kalem inkâr etmenin yanlış olacağı, aralarında zayıfların bulunması ise hepsinin inkârını gerektirmeyeceği kanaatindeyiz. Bir sepette bulunan elmalardan bir kaç tanesi çürükse hepsininçürüklüğüne hükmetmenin doğru olmadığı aşikârdır.
İbni Haldun sosyolojik bir tesbitte bulunmaktadır:
“Bir şahıs bir güce, bir millete dayanmayıp, sadece Ehl-i beyte nisbetiyle ortaya çıkarsa muvaffak olamayacağı sosyolojik bir gerçektir. Muvaffak olabilmesi için bir millet gücü gerekir ki ona destek olup, başa geçirinceye kadar onu müdafaa etsin.”47
Tek başına bir şahsın böylesi büyük islahatı gerçekleştiremeyeceğine işaret etmektedir.
Burada Mevdudî’nin bir yorumuna yer vermek istiyorum. Ona göre Mehdi adı ile dinde özel bir makam ve mevki yoktur. Peygamberlere iman etmenin gerekli oluşu gibi mehdiye de iman etmenin şart olduğunu düşünmek tamamen yanlıştır:
“Mehdi ne zaman gelirse gelsin, o, zamanın bilgisini, kültürünü, ahvalini, zorunlu şeylerini çok iyi bilecek ve zamanına uygun tedbirleri alacak, dönemindeki fennî ve ilmî buluşlardan, aletlerden faydalanacak, onları en iyi şekilde kullanacaktır.”48
IV. Bediüzzaman‘a Göre Mehdi Meselesi
Önce meselenin mübhem olmasının ve mehdinin herkes tarafından bilinmemesinin hikmetini açıklamaktadır. Mehdi ve Süfyan gibi âhirzamanda çıkacak bazı şahısların mübhem oluşları sebebiyle, çok zaman evvel, hatta tabiîn zamanında çıkışları beklenmiştir. Yetişmek emelinde bulunmuşlardır.
“İşte bu da, kıyamet gibi, hikmet-i ilahiyye iktiza eder ki, vakitleri taayyün etmesin. Çünkü her zaman ve her asır kuvve-i maneviyyenin takviyesine medar olacak ve yeisten kurtaracak “mehdi” mânâsına muhtaçtır. Bu mânâda her asrın bir hissesi bulunmak lâzımdır. Hem gaflet içinde fenalara uymamak ve lakaydlıkta nefsin dizginini bırakmamak için, nifakın başına geçecek müthiş şahıslardan her asır çekinmeli ve korkmalı. Eğer tayin edilseydi, maslahat-ı irşadı umumi zayi olurdu.”49
O halde diyebiliriz ki, Bediüzzaman’a göre her asrın, her dönemin bir mehdisi vardır. Buradan anlaşılıyor ki mehdi bir şahıstan ibaret değildir. Her ne kadar “Büyük Mehdi”den bahsediyorsa da
“Herbir asır me’yusiyet vaktinde, kuvve-i maneviyesini te’yid edecek bir nevi Mehdî’ye muhtaç olduğundan, rahmet-i İlahiyyeile her devirde belki her asırda bir nevi mehdi âl-i beytten çıkmış, ceddinin şeriatını muhafaza ve sünnetini ihyâ etmiş.”
Buna örnek olarak siyaset âleminde Abbasi halifelerinin üçüncüsü olan Mehdi”yi (875-885) örnek göstermektedir. Diyanet âleminde ŞeyhAbdülkadir-i Geylânî ve Şah-i Nakşibend’i misal vermektedir. Bunları “Büyük mehdinin bir kısım vazifelerini icra eden zâtlar” şeklinde değerlendirmektedir.50
Büyük Mehdi’nin, gücünü âl-i beyt denilen Hz. Muhammed’in (a.s.m.) soyundan gelene seyyidler cemaatinden alacağını belirtmektedir.
“Dünyada mütesânid hiçbir hânedan ve mütevâfık hiçbir kabile ve münevver hiçbir cemiyet ve cemaat yoktur ki, âl-i beytin hânedanına ve kabilesine ve cemiyetine ve cemaatine yetişebilsin.”51
Nitekim “Yalnız akrabalarıma muhabbeti isterim”52 şeklindeki âyeti yorumlayan Bediüzzaman, Resulüllahın bu sevgiyi istemesi, nesebi akrabalık cihetiyle olmadığını belirtir. Büyük zâtların, rehberlerin umumiyetle âl-i beytten çıkacağından dolayı, ümmetin onların etrafında kenetlenmesini istemektedir.
“Resul-i Ekrem (a.s.m.) gayb aşina nazarıyla görmüş ki, al-i beyti, âlem-i İslâm içinde bir şecere-i nuraniye hükmüne geçecek. Alem-i İslâmın bütün tabakatında, kemâlat-ı İnsaniye dersinde rehberlik ve mürşitlik vazifesini görecek zâtlar, ekseriyet-i mutlaka ile, âl-i beytten çıkacak.”
O, Resulüllahın Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’e büyük şefkatini de bu şekilde izah etmektedir. Nesebi ve akrabalık hissinden gelen bir şefkat olmadığını açıklayarak, Hz. Hasan ve Hüseyin’e büyük alakayı gösterirken, onların mübarek neslinden gelen imamları, kutupları ve mehdileri görmüş “Ve onların umumu namına başlarını öpmüş. Evet Hz. Hasan’ın başını öpmesinde, Şah-i Geylanî’nin hisse-i azimesi var.”53Burada Hz. Peygamberin âl-i beytine çok önem verdiğini, Müslümanların her dönemde onların etrafında kenetlenip İslâmı ihyaya çalışmalarının gereğini vurgularken, bu mübarek soydan birçok mehdinin geldiğini de ifade etmiş bulunmaktadır. Mehdiyi bir şahıstan ibaret görmediği de anlaşılmaktadır.
Al-i beytin önemlişahsiyetlerinden bazı örnekler veren Bediüzzaman’a göre bunların herbiri birer mehdidirler. Meselâ milyonlar müridi olan Sünûsi tarikatının lideri Seyyid Ahmed es-Sünûsî (v.1320/1902), Seyyid İdris (v.13701950 ?) gibi diğer bir zât yüzbinden fazla Müslümanlara rehberlik ediyor. Seyyid Yahya (v.1368/1948) gibi bir başka seyyid yüzbinler insanlara emirlik ediyor. “Bu seyyidler kabilesinin efradlarında böyle zahiri kahramanlar çok olduğu gibi, seyyid Abdulkadir-i Geylâni(v.562/1167), Seyyid Ebu’l-Hasen eş-Şazelî(v.657/1258), Seyyid Ahmed-i Bedevî(v.675/1276) gibi zâtları da “manevi kahramanların kahramanları” olarak takdim etmektedir.54Herbiri bir tarikatın lideri veya başka bir vesileyle birer hizmetin başında bulunmaları hasebiyle bunları “kumandan” tabiriyle tavsif etmektedir.
Namazın içinde teşehüdde bütün Müslümanların günde en az beş defa okuduğu duâda şöyle denilmektedir: “Allahım, Hz. İbrahim’e ve onun âline salat gönderdiğin gibi, Efendimiz Hz.Muhammed’e ve onun âline de salat gönder.” Peygamberlerden oluşan Hz. İbrahim’in al-i beyti beşeriyeti hidayet nurlarıyla aydınlatmışlardır. Hz. Muhammed’in âl-i beyti ise mertebe itibariyle peygamberlere yetişmeseler de herbiri birer peygamber kadar hizmet vermiş ve vermeye devam etmektedir. Bediüzzaman‘‘a göre, o kumandanların toplamı, muazzam bir ordu teşkil eder. Eğer maddî şekle girse ve bir dayanışma ile fırka vaziyetini alsalar, İslâmiyet dininin milliyet-i mukaddesesini, rabıta-ı ittifak ve uyanmaya vesile yapsalar, hiçbir milletin gücü onlara karşı dayanamaz.
“İşte o pek kesretli, o muktedir ordu, âl-i muhammed aleyhissalatu vesselam’dır ve Hz. Mehdi’nin has ordusudur.”55der.
“Evet bugün tarih-i âlemde hiçbir nesil, şecere ile ve senetlerle ve an’ane ile birbirine muttasıl ve en yüksek şeref ve ali haseb ve asil neseb ile mümtaz hiçbir nesil yoktur ki, al-i beytten gelen seyyidler nesli kadar kuvvetli ve ehemmiyetli bulunsun. Eski zamandan beri bütün ehl-i hakikatın fırkaları başında onlar ve ehl-i kemâlin nâmdar reisleri yine onlardır. Şimdi de kemiyeten milyonları geçen, bir nesl-i mübarektir. Mütenebbih ve kalpleri imanlı ve muhabbet-i Nebevî ile dolu ve cihandeğer şeref-i intisabiyle serfirazdırlar. Böyle bir cemaat-i azime içindeki mukaddes kuvveti tehyic edecek ve uyandıracak hâdisat-i azimevücuda geliyor… Elbette o kuvvet-i azimedeki bir hamiyet-i aliye feveran edecek ve Hz. Mehdi başına geçip, tarik-i hak ve hakikata sevkedecek. Böyle olmak ve böyle olmasını; bu kıştan sonra baharın gelmesi gibi, adetullahtan ve rahmet-i ilahiyyeden bekleriz ve beklemekte haklıyız.”56
Hz. Mehdi’nin ve ona bağlı olan nurani cemiyetin vazifesi ve hizmetini anlatırken, onların “Süfyan komitesinin rejim-i bi’dakâranesini” tamir edeceklerini belirtmektedir.57Bu ifadelerinden anlaşıldığına göre, Hz. Mehdi’nin hizmeti kaba kuvvet ve güç kullanmaya dayalı bir hizmet olmayacaktır. Manevi bir tamirat ve ıslahat faaliyetidir.
Görüldüğü gibi Bediüzzaman’ın mehdilik hakkındaki düşüncesi İbni Haldun’un sosyolojik tahliline uygunluk arzetmektedir. Mehdilik fikrini reddeden muasır yazarlardan Abdulkerim el-Hatip ve Abdullah es-Semman gibi zâtlar bu yorumu görmüş olsalardı, mehdilik meselesini kökten reddetmezlerdi kanaatindeyim.
Bediüzzaman, mehdi konusunda olağanüstü bir şahıs beklentisi içinde değildir. Herşeyin kevni kanunlar çerçevesinde cereyan edeceğine inanır. Bu bakımdan nassların zahirine, akla uygun olsun olmasın, yapışıp kalan katı tutumlu ilim adamlarından değildir. Meselâ “müslih”, “mürşid-i ekmel”, “müceddid”, “Halife-i zişan” gibi tabirleri de mehdi kategorisi içinde mutalaa etmektedir. Fitne zamanlarında bir “Islahatçı”nın bulunmasını “Allah’ın kâinata koyduğu kanun” açısından zaruri görmektedir. Bediüzzaman’a göre âhirzamanın en büyük fesadına karşı, Cenab-ı Allah en büyük bir müceddid ve mürşid olan bir zat-i nuraniyi gönderecek ve o zat da ehl-i beyt-i nebeviden olacaktır.58
Bir şahıs ne kadar kuvvetli olursa olsun büyük bir islahatı tek başına yapamaz. İbni Haldun’un sosyolojik bir tesbit olarak söylediği “bir kuvvete dayanması” meselesini böylece Bedeiüzzaman vuzuha kavuşturmaktadır. Ona göre Mehdi’nin beşeri güç kaynağı, âl-i beyt-i nebevi, yani Resulüllahın soyundan gelen insanlardır. Bu neslin sayı bakımından oldukça çok ve güçlü olduklarına işaret eder.Bütün ehl-i hakikatın başında onlar bulunur. Sayısal olarak milyonları geçmektedir. Meydana gelen büyük hadiseler, o büyük cematin içindeki kudsi kuvveti harekete geçirecektir. Böyle bir meselenin tahakkukunu, ilahî kanunların bir gereği olarak telâkki eder.59
Mehdinin üç mühim vazifeyi gerçekleştireceğini söylemektedir: a) maddecilik fikrini tam susturmak ki buna iman merhalesi de denilir b)İslâm şearini ihya etmek ki buna hayat merhalesi denilir c) bütün iman ehlinin yardımıyla ve ittihad-ı İslâmın desteğiyle, bütün âlimler ve velilerin, bilhassa, her asırda çokça bulunan seyyidlerin iltihakıyla o büyük vazifesini yapmaya çalışır ki buna da şeriat merhalesi.60 O halde mehdi gelip de eline kılıcı alıp her şeyi ıslah etmeyecektir. Tek başına değil, bilakis Müslümanların saf ve temiz kitlesinden oluşan, al-i beyt-i nebevî’den büyük bir hareket olarak islahat yapacağı anlaşılmaktadır. Başka bir eserinde mehdinin üç vazifesini şöyle ifade etmektedir: İman, hayat ve şeriat. Bediüzzaman’a göre bu üç vazifenin en mühimmi imandır.61 Mehdi’nin henüz gelmediğini söylemekle birlikte kendi dönemini kastederek o zât şayet
“Bu zamanda gelse harekatını o (siyasî) cereyanlara kaptırmamak için siyaset âlemindeki vaziyetten ferağat edecek ve hedefini değiştirecek diye tahmin ediyorum.”
der. Dolayısıyla en mühim mesele olan iman hususuna ağırlık verecektir.
“Şimdiki umumun nazarında ve hâl-i âlem ilcaatında en mühim mesele hayat ve şeriat göründüğünden o zât şimdi olsa da, üç meseleyi birden umum ruy-i zeminde vaziyetlerini değiştirmek nev-i beşerdeki cari olan adetullaha muvafık gelmediğinden, her halde en a’zam meseleyi esas yapıp diğer meseleleri esas yapmayacak; tâ ki iman hizmeti safvetini umumun nazarında bozmasın ve avamın çabuk iğfal olunabilen akıllarında, o hizmet başka maksatlara alet olmadığı tahakkuk etsin.”62
Bediüzzaman‘ın ifadelerine dikkat edilirse, o, mehdiyi, herşeyi mucizevari bir şekilde kılıçla düzelten bir şahıs olarak görmez. Mehdi’yi normal bir insan, büyük bir ıslahatçı olarak görmekte ve etrafındaki nuranî cemiyetinden bahsetmektedir. Resulüllahın sünnetini ihya edeceğini, şer kuvvetleriyle mücedelesi de manevi olacağını söyler. Böylesine esbab dairesinde hareket eden bir zatın muvaffak olması kudret-i ilahiyye noktasından da mümkündür. Bir dakikada yer ve gök arasını bulutlarla doldurup, boşaltan, bir saniyede denizin fırtınalarını teskin eden, bahar içinde bir saatte yaz mevsimini, yazda bir saatte kış fırtınasını icad eden Allah, mehdi ile de İslâm âleminin karanlıklarını dağıtabilir.63
İslâm toplumunda daima hak üzere devam edecek olan bir grubun bulunacağı hadis-i şeriflerde anlatılmaktadır:
“Ümmetimden kıyamete kadar hak üzere devam eden bir taife bulunacaktır.”64
Müslim’in kaydettiği bu hadiste Resulullah bir taifeden bahsetmektedir. Haber verdiği bu taifenin dini mevzuları tazeleyeceğini, din yolunda mücadehe edeceğini, adaleti yayacağını, dosdoğru ölçülere sarılacağını, insanlığa İslâmı takdim edeceğini belirtmektedir. Bu, Allah’ın kâinata kayduğu fıtri kanunlara, İslâmın ruhuna ve pratik talimatlarına mutabıktır. Cenab-ı Allah her devirde hakiki mehdileri, yüzlerce islahatçıyı yaratabilir, vaktiyle de böyle yapmıştır. Bundan sonra da elbette böyle olacaktır.
Bu hadisi yorumlayan Bediüzzaman, “Bu asırda bir mu’cize-i maneviyye-i Kur’âniyye olan” Risale-i nur şakirtlerinin hizmetini de bu hadisin muhtevası içinde mutalaa etmektedir. Onun başlattığı nur hizmetinin gelecek asırda da devam edeceğine dair bazı istinbatlarda bulunmaktadır. Hicri onaltıncı asrın başlarına kadar nur hizmetinin gittikçe parlayacağını, ondan sonra bir şer cereyanının hâkim olacağını bu hadis-i şeriften çıkarmaktadır.65
Sonuç:
Nerede fitne ve tahribat varsa, orada ona karşı bir hayır ve islahat söz konusudur. Demek islahat hareketleri İslâm ümmetinin fitrî bir ihtiyacıdır. Allah’ın kâinata koyduğu bir kanunun gereğidir. Ahirzamanda icitamî ve ahlâkî bozuklukların artması, küfür ve inkârın yaygınlaşması karşısında insanların manevi islahatçılara muhtaç olduğu sosyal bir realitedir. Nitekim sosyolojik olarak tarihe baktığımızda hepböyle cereyan etmiştir.
Ehl-i sünnette mehdilik, şiilerde olduğu gibi, temel bir inanç değildir. O halde imanın temel esaslarından olmayan ahirzaman hadiseleriyle ilgili teferruat sayılabilecek meseleler için, kat’i delil aranmaz. “belki yalnız reddetmemek ve teslimiyetle ilişmemek” yeterdir. Hadis kaynaklarımızdan Buhari ve Müslim’de ismen geçmediği doğrudur. Ancak “mehdi” rolunu üstlenen “imam”, “halife” ve “hak üzerine devam eden taife” ve buna benzer tabirlerle mefhum olarak geçtiğini söylemek mümkündür. İbni Haldun dahi, mehdi hadislerini tenkit etmiş, ancak kökten reddetmemiştir. Az da olsa bir kısmının sıhhatini kabul etmiştir. Ayrıca her zayıf veya mevzu hadisin “manası yanlıştır”, demek değildir.Hadis olduğu kesin değilse de, mânâsı doğru olabilir.
Bediüizzaman’a göre yeryüzünün belli bir bölgesinde, belli bir tarihte mehdi olarak bir şahsı beklemek gibi bir inanç yanlıştır. Zira her devirde, bu mânâyı taşıyan ıslahatçılar, faziletli şahsiyetler bulunabilir. Kötü olan tenbelliğe düşüp herşeyi Mehdi’nin düzelteceğini, gaybî bir insanın gelip toplumları kurtarmasını bekleyerek uyuşmaktır. Mehdi gelecektir diye vazifeyi bırakmak, mükellefiyetten kaçmaktır. Mehdilik fikri gerçekten toplumu tenbelliğe atıyorsa, yanlıştır. Ama Amerikalıların, ülkelerini, Hz. İsa’ya yer hazırlamak düşüncesiyle yeşillendirmeleri gibi, Müslümanlar da Mehdi’ye zemin hazırlamak maksadıyla gayrete gelirlerse, netice itibariyle güzeldir.
Bediüzzaman’dan anlaşıldığına göre mehdi bir şahıstan ibaret değildir. Faaliyetler geniş bir zaman dilimine dağılmış bir hareket, bir ekol ve bir cemaat olabilir. Zira hadislerde anlatıldığı üzere adaletin tesisini bir şahsın yapması mümkün değildir. Bir cemaat, büyük bir heyet, Müslümanların büyük bir topluluğu birlikte hareket ederse ancak başarabilir. Bizce mehdiyi kavram olarak düşünmek mümkündür. Mü’minler her dönemde hayır ve iyiliğin yanında yer alırlar. Her dönemde de buna ihtiyaç vardır. Zira hayır ve şer kavgası her zaman olmuş, kıyamete kadar da devam edecektir. Dolayısıyla hayır yoluna devam edildiği sürece mehdiye tabi olmaktan elde edilen netice kazanılmış demektir. Bir hayali mehdiyi beklemek yerine, nerede hayır varsa orada bulunmak, daha isabetlidir. Her şeyin açık seçik olması imtihan prensibine ters olur. Mehdi olsa bile, onun mehdi olduğuna dair gökten bir nida yapılmayacaktır. Bazı sahte mehdiler çıktığı ve halkı kandırdığı doğrudur.
Ancak sahte mehdiler çıkıyor diye, mehdilik fikrini kökünden reddetmek doğru değildir. Müseylemetu’l-kezzap gibi sahte paygemberler de çıktı, peygamberliği reddetmek gerekmedi. Sahte doktorların çıkması, doktorluk mesleğinin reddini gerektirmez. Bediüzzaman’ın görüşleri, kevnî kanunlarla uyumluluk arzetmektedir. Onda aklın sınırlarını zorlayıcı hususlar yoktur.
Netice itibariyle Bediüzzaman da mehdilik meselesini imanın esasatından saymamaktadır.Bu bakımdan mehdiye inanmayan bir insanı tekfir etmek doğru değildir. Bediüzzaman’a göre birçok mehdi vardır. Âhirzamanda beklenen büyük mehdi diğer mehdilelerin ve islahatçıların sonuncusudur. O da normal bir insandır. Olağanüstü bir şahıs değildir. Hizmetlerini kevni kanunlar çerçevesinde beynelmilel bir hizmet olarak gerçekleştirecektir.
____________________
** Yard. Doç. Dr. ZEKİ SARITOPRAK
Batman’ın Kozluk ilçesinde 1958 tarihinde doğan Zeki Sarıtoprak, ilk ve ortaokulu doğduğu bölgede tamamladı. 1978’de Adana-Osmaniye İmam-Hatip Lisesini bitirdi. 1983’te Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinden mezun oldu. Aynı üniversitede Lisans üstü tahsilini sürdürdü. 1985’te yüksek lisansı, 1991’de doktorayı tamamladı.
Doktora tezi hazırlık safhasında üç sene Mısır’da bulundu. Halen Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Kelâm Anabilim Dalı Başkanlığını yapmaktadır. Arapça ve İngilizce bilir. Evli ve iki çocuk babasıdır.
Bazı aktüel ve bilimsel dergilerde araştırmaları yayınlanan Sarıtoprak, İslâm Ansiklopedisine bazı maddeler yazmıştır.
Yayınlanmış eserleri:
Suffe Ashabı (1985). Sahabiler Ansiklopedisi (Heyet, 1989). İslâmî Tefekkür.
İslâma ve Diğer Dinlere Göre Deccal (1992).
Sıfatu Eşrati’s-Sâa (1995). İslâm İnancı Açısından Nüzûl-u İsa Meselesi.
2 İbni Haldun, el-Mukaddime, II, 821.
3 Buharî, Enbiya, 49.
4 Ebû Davûd, Melâhim, 1.
5 Müslim, Fiten, 67-9.
6 Ebû Davûd, Mehdi, 1.
7 İbni Manzur, Lisanu’l-Arab, h-d-y md..
8 Müsned, I, 84.
9 Haccac, Alamatü’l-kiyameti’l-kübrâ, s.73.
10 bk. D.B. Macdonald, “Mehdi”, İA, VII, 474; Goldziher’in “Mehdi” sözünün zamanımızda “mühtedi”, yani başka bir dinden İslama girmiş şahıslar hakkında kullanıldığını bildirmesi ve buna delil olarak da aslında Kıptî iken, sonradan İslamı kabul eden ve isimleri Mehdi olan biri 1812-1815, diğeri de 1870-1890 seneleri arasında Ezher şeyhliği yapmış iki zatı göstermesi bir yakıştırmadır. Zira Mısır’da mehdi ismini taşıyan ve aslında müslüman olan ve Ezher’in muhtelif bölümlerinde yer alan birçok kıymetli zevat bulunmaktadır. Ezher şeyhleri ve isimleri hakkında bk. el-Ezher tarihuhu ve tatatavvuruh, s.161-4.
11 es-Sefarinî, Levamiu’l-envâr, II, 72.
12 Ahmed Emin, Duha’l-İslâm, III, 236; aynı müellif, el-Mehdi ve’l-Mehdeviyye, s.39; Goldziher, el-Akide ve’ş-şeria, s.342; İbniu’l-Esîr, Üsdü’l-gâbe, IV, 31.
13 Nuaym b. Hammad, Kitabu’l-fiten, vr. 53a.
14 Tirmizi, ilim, 16; İbni Mace, Mukaddime, 6; Ebu Davud, Sünnet, 5.
15 Ahmed Emin, Duha’l-İslâm, III, 237; Süleyman Uludağ, İslâmda inanç konuları, s. 435.
16 Sa’d Muhammed Hasan, el-Mehdiyyetu fi’l-İslâm, s.183-4.
17 bk. a.esr., s.81-273; Ahmed Emin, el-Mehdi, s.63, 72, 78-9, 80, 82, 84.
18 Sa’d Muhammed, aynı eser, s.195.
19 el-A’raf (7), 178; el-İsra (17), 97; el-LKehf (18), 17.
20 er-Ra’d (13), 7.
21 İbni Kesir, Alamatü’l-kıyame, s.33.
22 Sıddık Hasan Han, el-İzaa, s.114.
23 Buharî, Enbiya, 49.
24 el-Askalanî, Fethu’l-Bârî, VI, 570; el-Keşmirî, et-Tasrîh, s.97.
25 et-Teftazânî, Şerhü’l-makasıd, V, 314.
26 Müslim, Fiten, 67-9.
27 Ebû Davud, Mehdi, 1.
28 Ebû Davud, Mehdi, 1; Tirmizî, Fiten, 52; Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 99.
29 Ebû Davud, Mehdi, 1.
30 Ahmet b. Hanbel, Müsned, I, 84.
31 Ebû Davud, Mehdi, 1.
32 Sıddık Hasan, el-İzaa, s.130.
33 a.esr., s.128.
34 Tirmizî, Fiten, 52; İbni Mâce, Fiten, 34.
35 el-Heytemî, el-Kavlu’l-muhtasar, s.71; es-Sefarinî, Levami, II, 85; İmam Rabbanî, “Mehdi’nin makamı sahabenin makamından daha önde görünüyor” şeklinde ifade kaydetmektedir. (İmam Rabbani, Mektubat, I, 45)
36 Tirmizî, Fiten, 79.
37 el-Heytemi, el-Kavlu’l-muhtasar, s.24.
38 D.B. Macdonald, “Mehdi”, İA, VII, 477.
39 el-Heytemi, aynı eser, s.53.
40 Muhyiddin Arabî, el-Futuhatu’l-Mekkiyye, 366. bab.
41 Mevdudi, Meseler ve Çözümleri, s.45.
42 Ahmed Emin, Duha’l-İslam, III, 237-8.
43 Muhsin Abdülhamid, İslama Yönelen Yıkıcı Hareketler, s.53.
44 el-Elbanî, Silsiletu’l-ehadisi’s-sahiha, II, 336, III, 38-43.
45 el-Kettâni, Nazmu’l-mütenasir, s.144-6.
46 İbni Haldun, Mukaddime, II, 822.
47 Aynı eseer, II, 817.
48 Mevdudi, Meseleler ve Çözümleri, s.47, 50, 51.
49 Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, s.309-10.
50 Bediüzzaman Said Nursi, Şualar,s.496.
51 Aynı eser.
52 eş-Şura (42), 23. ş
53 Bediüzzaman Said Nursi, Lem’alar, s. 20-1.
54 B.S.Nursi, Mektubat, s.412.
55 aynı eser, s.412.
56 aynı eser, s.412-3.
57 aynı eser, s.423.
58 Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, s.411-2.
59 Aynı eser, s.4.