Bir gün Zübeyir Abi geceleyin Üstadın odasının anahtar deliğinden içeri bakar, gördükleri insan değillerdir, cinlerden bir cemaata Üstad konuşmaktadır. Tahayyürde kalır. Ertesi gün Bediüzzaman onu görünce “Kardeşim neden gece vakti benim odamı dikizliyorsun, aman ha bir daha olmasın” der.
Bediüzzaman bize görünen bir insan, ete kemiğe bürünmüş ama onun maverası ve mafihası var, onları bilemeyiz. Yunus Emre Hazretlerinin “Ete kemiğe büründüm Yunus diye göründüm” dediği gibi Bediüzzaman da öyle bir şey.
Isparta’ya gittik Risale-i Nur’un telif beldesi, büyük eserlerin yazıldığı beldeler ister beşeri ister dini, ister sanata dönük. Sen Petersburg, Dostoyevski’nin şehri. Oraya yazarın çevresini görmek, evine gitmek için dünyadan insanlar gider, merak ederler. George Sand‘ın Paris’teki evi de öyledir. Dublin, Joyce’in şehridir. Her yıl orada bir süre bir alkış günü düzenlenir. İnsanlar yazarın dolaştığı muhiti gezer, oturduğu yerde oturur, onu hissederler.
Bediüzzaman, Isparta demek. Muhit onundur, dünyanın en çok okunan eserlerinden biri olan Risale-i Nur onun elinden, kaleminden bu beldede meydana çıkmış. Onun bir evi var hiç de müze olmayan bir garibanlıkta. O orta halli evde ne toplantılar yapılır. Isparta’dan dünyaya diye yayınlar yapılır ama nerede? Zat-ı Devletlilerinin yattağı oda üst katta. Dedim gitmişken bir şey yazayım şu oda ile ilgili, çünkü böyle bir zatın kaldığı odada elbette hatıra türünden vukuat-ı ulviye cereyan etmiştir.
Bunları konuşurken bir vakıf-ı pürvakıf geldi bize anlattı. Bayram Abi Üstadın hizmet-i aliyesinde bulunan bir seçilmiş insan. Üstadın çorbasını yapar, odanın önüne koyarmış. Üstad da ordan alır, tenavül edermiş. Bir gün çorbanın tenceresini eline almış birden tencere elinden kaymış bir bakmış yerde bir şey yok, bir vaka yok gibi. Hemen aşağı inmiş bakmış çorba tenceresi orada. Bir gün de Üstad yazı, alet edevatını kaybetmiş, yorganın üzerindeymiş aramışlar. Hüsnü Abi ve Üstad Hazretleri bulamamışlar. Sonra birden karşılarına çıkmış. Bayram Abi tahayyürde, kafasında soru işaretleri. Bediüzzaman tebessüm ederek, “Kardeşim benim cinlerden bir talebem var, bana böyle şakalar yapıyor, ben tahammül ediyorum. Siz de seyredin” demiş.
Abdülkadir Badıllı Abiden duymuştum. Üstadın huddamları varmış, elbette bu kadar eli ve kalemi ve zihni müteal bir insanın yardımcıları olacaktır. Bize görünen Bediüzzaman başka, asıl Bediüzzaman başka. Bir gün hapishanede yatarken savcı Beidüzzaman‘ı camide görmüş. Hemen hapishaneye gitmiş, müdüre çıkışmış. “Hayır Efendim yerinde” demiş, gitmişler bakmışlar yerinde. Savcı muhakkak “acaba aklım yerinde mi” demiştir. Bir gün müdür Üstadın odasında birçok kitaplar görmüş onları mütalaa ediyormuş. Birazdan savcı gelecekmiş, “Şimdi savcı gelirse der ki burası nasıl kütüphane olmuş.” Birazdan savcı gelmiş, kapıyı açmışlar kitap falan yok. Neler oluyor acaba?
“İdrâk-i maâlî bu küçük akla gerekmez
Zira bu terazi o kadar sıkleti çekmez” demiş hemşerim Ziya Paşa.
Kaynak: Cin Suresi – Himmet UÇ
- On Dokuzuncu Söz Üzerine - 26 Eylül 2023
- Bir Gece Şiiri - 22 Eylül 2023
- Bülbül Şiiri / Mehmet Akif ERSOY - 11 Eylül 2023
- Hizmet Rehberinden – 2 - 3 Eylül 2023
- Malazgirt Savaşı ve Türk – Kürt Kardeşliği - 26 Ağustos 2023
- Hizmet Rehberinden - 24 Ağustos 2023
- Hikmet-i Amme, Umumî Hikmet - 17 Ağustos 2023
- Güzellik ve Peygamber - 13 Ağustos 2023
- Güzel ve Estetik Yorumlar - 11 Ağustos 2023
- Bakmak, Görmek ve Göstermek - 9 Ağustos 2023