Ana Sayfa / Yazarlar / Bediüzzaman Yuşa Tepesinde / Prof. Dr. Himmet UÇ

Bediüzzaman Yuşa Tepesinde / Prof. Dr. Himmet UÇ

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Yuşa peygamber, Mûsâ aleyhisselâmın yeğenidir. Yûsüf aleyhisselâmın soyundandır. 

İsrâiloğullarına gönderilen peygamberlerden Mûsâ aleyhisselâmdan sonra gönderilmiş olup Mûsâ aleyhisselâmın yeğeni veya vekiliydi. İsmi Yûşâ olup, Hıristiyanlar Yeşû diyorlar. Yûsuf aleyhisselâmın neslinden gelen Nûn’un oğludur. Annesi Mûsâ aleyhisselâmın kızkardeşidir. Yûşâ aleyhisselâm Mûsâ aleyhisselâma bildirilen dinin esaslarını insanlara tebliğ etti. Mısır’da doğan Yûşâ aleyhisselâm, Mûsâ aleyhisselâmın husûsi talebesi, hâlis hizmet görücüsü ve en yakın dostlarındandı. Mûsâ aleyhisselâm Firavun’un zulmü üzerine Allahü teâlânın emriyle kendine inanan ve tâbi olanlarla birlikte Mısır’dan Tih sahrasına hicret ederken Yûşâ aleyhisselâm da onunla beraber bulundu. Mûsâ aleyhisselâmın Hızır aleyhisselâmla görüşmek üzere çıktığı yolculukta onunla berâber bulundu. Mûsâ aleyhisselâm Hızır aleyhisselâmla karşılaşınca Yûşâ aleyhisselâm geriye döndü. Allahü teâlâ, Mûsâ aleyhisselâmın kavmine Arz-ı Mev’ûdu (Filistin ve Şam bölgesini) ihsân edeceğini bildirdi. Fakat İsrâiloğulları o beldelerde zâlim ve zorba bir kavim olan Amâlikalıların bulunduğunu ileri sürerek gitmek istemediler. Allahü teâlâ Mûsâ aleyhisselâma vahyedip: ”Ey Mûsâ! Ben burayı sizin için memleket ve yerleşme yeri olarak yazdım; takdir ettim. Oraya git ve düşmanlardan kim varsa onlarla harp et. Zirâ onlara karşı sizin yardımcınız benim. Kavminden her koldan bir temsilci (nakib) seç al. Onlar vefâkar ve itâatkar olsunlar.” buyurdu. Bunun üzerine Mûsâ aleyhisselâm her bir koldan iyi haber toplayan, sözünde sâdık ve vefâkar birer temsilci seçti. Bunları Eriha şehri ve ahâlisi hakkında bilgi toplamak için gönderdi. Aralarında Yûşâ bin Nûn’un da bulunduğu haber toplamakla vâzifeli kimseler Eriha’ya gittiler. O belde ahâlisinin iri cüsseli, çok kuvvetli ve kalabalık olduğunu görünce korktular. Geriye dönüp kavimlerine gördüklerini anlatarak onların harbe gitmelerine mâni oldular. Mûsâ aleyhisselâmın kavmi, gelen temsilcilerin anlattıklarını dinleyip harp etmekten vaz geçtiler. İçlerine korku düşüp, feryâda başladılar: ”Keşke Mısır’da ölseydik. Yâhut burada ölsek de, Allah bizi o zâlimlerin memleketine sokmasa, yoksa hanımlarımız, çocuklarımız ve mallarımız ganimet olarak kalacak.” dediler. Temsilciler içinde bulunan, Allahü teâlânın kendilerinden ”İsmet ve tevfik” ile haber verdiği Yûşâ bin Nûn ile Kâlib bin Yuknâ ise kavimlerine gelip, Eriha beldesi ahâlisinin kötü hallerinden bahsetmediler. Diğer kabilelerden o belde ahâlisi hakkındaki haberleri duyanlara ise korkulacak birşey olmadığını, Allahü teâlânın yardım ve inâyetiyle Eriha’nın fethedileceğini bildirip, Mûsâ aleyhisselâma yardımcı olmaya çalıştılar. Onlara dediler ki: 

Ey İsrâiloğulları! Cebbarların (zâlimlerin) şehrinin kapısından hemen girin (onların vücutlarının büyüklüğünden korkmayın. Biz onları gidip gördük ve öğrendik. Onların bedenleri büyük ve kuvvetli fakat kalpleri zayıftır. Sizinle harp etmeye rûhi metânetleri yoktur.) Bir defâ kapıdan girdiniz mi (Allahü teâlânın vâd ettiği yardımın size gelmesiyle) elbette siz gâliblerden olursunuz. Siz gerçekten inanan, Allahü teâlânın vâdini tasdik eden kimseler iseniz, (Allahü teâlânın kudretine, size yardım edeceği hakkındaki vâdine, Mûsâ aleyhisselâmın peygamber olduğuna inanıyor, imân ediyorsanız, düşmanların boy ve cüsselerine bakarak aldanmayınız. Onlardan korkmayınız. Size ilâhi yardımın geleceği husûsunda ve bütün her hâlinizde) Allahü teâlâya tevekkül ediniz. (O’na itimad ediniz. Yanlız o’na güveniniz ve cihâddan geri durmayınız.) (Mâide sûresi: 23). Fakat İsrâiloğulları onların söylediklerine inanmadılar ve Mûsâ aleyhisselâmın nasihatlerine uymadılar. Yûşâ bin Nûn ve Kâlib bin Yuknâ aleyhisselâm taş ve sopalarla öldürmek istediler. İsrâiloğulları Yûşâ bin Nûn ve Kâlib bin Yuknâ’yı taşlayıp, Mûsâ aleyhisselâma karşı gelerek Allahü teâlâ isyân edince Mûsâ aleyhisselâm üzüldü. Allahü teâlâ isrâiloğullarını kırk sene müddetle Arz-ı Mev’ûd denilen bölgeye girmelerini haram kıldığını bildirdi. ”Biz harbe gitmeyiz” diyerek isyân eden kimseler kırk sene müddetle Tih sahrasında şaşkın bir hâlde dolaştılar. Kırk sene içinde öldüler. Kırk senenin sonuna doğru Hârûn aleyhisselâm vefât etti. Mûsâ aleyhisselâm vefât ederken yerine Yûşâ aleyhisselâmı halife bıraktı. Allahü teâlâ Yûşâ aleyhisselâmı da İsrâiloğullarına peygamber olarak vazifelendirdi. Bu sırada Mûsâ aleyhisselâma karşı çıkıp; ”Biz harbe gitmeyiz” diyen kimseler ölmüş, onların yerlerine oğulları ve torunları çoğalmıştı. Allahü teâlâ Yûşâ aleyhisselâma İsrâiloğullarını toplayıp Tih sahrasından çıkarmasını ve Arz-ı Mev’ûd denilen bölgeye gidip cebbârlarla (zâlimlerle) harp etmesini emretti. Yûşâ aleyhisselâm İsrâiloğullarını toplayarak Eriha şehrini kuşattı. Kuşatma altı ay sürdü. Nihâyet bir cumâ günü akşam üzeri mûcizeler göstererek şehri fethetti. Yûşâ aleyhisselâm ve o’na inananlar Eriha’yı fethettikten sonra İlyâ (Eyliyâ) şehrini de aldılar. Bu şehrin Yûşâ aleyhisselâm tarafından fethedildiğini duyan çevre şehirlerin hükümdarlarından beşi bir araya gelip İsrâiloğullarıyla topluca savaşa girdiler. Sonunda hepsi de yenilerek hezimete uğradılar. 

Yûşâ aleyhisselâm Eriha ve İlyâ şehirlerini ve civârını fethettikten sonra Belka şehri üzerine yürüdü. Belka şehrini de fethedip, Belâk adındaki hükümdarını ve İsm-i A’zam duâsını bildiği halde Yûşâ aleyhisselâmın ordusuna karşı bedduâ etmeye teşebbüs eden, fakat ibret için dili göğsü üzerine sarkık kalan Bel’âm bin Bâûrâ’yı öldürdü. Böylece Belka şehride fethedilmiş oldu. Eriha, İlyâ ve Belka şehirlerinin fethedilmesinden sonra Arz-ı Mev’ûd diye bilinen Filistin ve Şam diyarı da peyderpey İsrâiloğullarının eline geçti. Fetihler yedi sene devâm edip Kudüs şehri de Yûşâ aleyhisselâm ve ona inananlar tarafından fethedildi. Bu bölgedeki diğer şehirleri de fetheden Yûşâ aleyhisselâm batıda beş şehre gidip orayıda düşmanlardan aldı. Daha sonra Şam diyârına giderek orada yerleşmiş otuz bir hükümdarlığın beldelerini zaptetti. Putperest ve Allahü teâlâya isyân eden hükümdarları öldürtüp memleketlerini İsrâiloğulları arasında taksim etti. İsrâiloğullarını Arz-ı Mev’ûd’a yerleştiren Yûşâ aleyhisselâm, onlara Mûsâ aleyhisselâma nâzil olan Tevrât’ı okudu ve hükümlerini açıkladı. Onların Allahü teâlâya imân ve ibâdet üzere kalmalarına çalıştı. Yûşâ aleyhisselâm, Mûsâ aleyhisselâmın vefâtından sonra yirmi yedi yıl insanlara Allahü teâlânın emirlerini bildirdi. Ömrünün sonuna doğru hastalandı. Yerine Kâlin bin Yuknâ’yı halife tâyin etti. Yüz yirmi yedi yaşında vefât etti. Kabrinin Nablûs veya Haleb yakınındaki Mearre şehrinde olduğu rivâyet edilir. Yûşâ aleyhisselâm İstanbul’a hiç gelmedi. Beykoz Tepesinde ziyâret edilmekte olan kabrin Yûşâ peygambere âit olduğu söyleniyorsa da târihi bilgilere uygun değildir. Bu bir veli veyâ havârilerden birine âit olabilir. Böyle ise yine kıymetlidir. Kabrin Yûşâ peygambere âit olup olmadığını kesin olarak söylemek uygun değildir.

Yûşâ aleyhisselâm karayağız, orta boylu, güzel yüzlü, iri gözlü, yassı göğüslü bir görünüşe sahipti. Yüzünün güzelliği Yûsuf aleyhisselâma çok benzerdi. Cesûr, kahraman, yiğit, harp taktik ve tekniğinde mahâret sâhibiydi. Mûsâ aleyhisselâma gönderilen Tevrât’ın hükümleriyle amel edip, insanlara tebliğ etmekle vazifelendirilmişti. Tefsir âlimleri Mâide sûresi 23. âyetinde bildirilen Allahü teâlâya imân edip, o’ndan korkanlardan iki kimseden birisinin ve Kehf Sûresi 60- 65. âyetlerinde bildirilen Mûsâ aleyhisselâmın Hızır aleyhisselâmla görüşmek üzere yolculuk ettiği sırada yanında bulunan gencin Yûşâ aleyhisselâm olduğunu bildirmişlerdir. 

MÛCİZELERİ

1- Yûşâ aleyhisselâm, Eriha’yı fethetmek üzere İsrâiloğullarını topladı. Yolculuk esnâsında Şeria (Ürdün) Nehrinin suları çok olduğu için geçemediler. Nehrin üzerinde köprü de yoktu. Yûşâ aleyhisselâm duâ edince Şeria Nehrinden bir yol açıldı. İsrâiloğulları o yoldan geçtikten sonra sular tekrar eskisi gibi akmaya devâm etti.

2- Bir şehrin fethi esnâsında kuşatma uzun sürmüştü. Bütün çalışmalara rağmen surlarda gedik açılmamıştı. Yûşâ aleyhisselâm duâ etti. Allahü teâlânın kudretiyle yer sarsılıp kalenin surları yıkıldı. Yûşâ aleyhisselâm ve ona inananlar şehre girip fethettiler.

3-Yûşâ aleyhisselâm Kudüs şehrini fethetmek için muhâsara etti. Bir cumâ günü akşam üzeri güneş batarken, güneşin bir müddet daha batmaması için Allahü teâlâya yalvardı: ”Ey Allah’ım! Güneşi geri al!” diye duâ etti. Allahü teâlânın emri ve takdiri ile batmak üzere olan güneş yükseldi. Bir müddet daha gündüz devâm edip Kudüs fethedildikten sonra battı. 

Ahmed bin Hanbel’in Müsned’inde bildirdiği hadis-i şerifte; ”Güneş hiçbir kimse için batmaktan alıkonulmaz. Ancak Beyt-i Mukaddesi fethetmek için gittiği gecelerden birinde Yûşâ aleyhisselâm için batmaktan alıkonuldu.” buyuruldu.

Esaret dönüşü, Bediüzzaman 1918’de Darül Hikmet’l-İslamiye’ye aza tayin edilir.

Dârü’l-Hikmeti’l-İslâmiye âzâlığı gibi câzip ve şâşaalı bir hayat içinde iken, Yûşâ Tepesi’nde kimsesizliği tercih eder.

Eyüp’de, Ankara Kalesinde, Yuşa Tepesi’nde  artık siyasi olaylardan kaçınan kendi ruhi hazlarına ve tefekküre yönelen bir Bediüzzaman vardır. Barla sürgünü öncesi artık psikolojisi ve düşünce dünyası Risale-i Nur’u telif etmeyi netice verecek bir değişime doğru gitmektedir, Allah onu artık dünyanın cazibedar siyasi meşgalelerinden uzaklaştırmaktadır. Yuşa Tepe’sinde arkadaşlarının  onu tekrar eski hayatına çağrısına karşı o günkü haleti ruhiyesini anlatır.

Bundan yirmi beş sene kadar evvel İstanbul Boğazındaki Yûşa Tepesinde, dünyanın terkine karar verdiğim bir zamanda, bir kısım mühim dostlarım beni dünyaya, eski vaziyetime döndürmek için yanıma geldiler. Dedim: “Yarına kadar beni bırakınız; istihâre edeyim.” Sabahleyin kalbime bu iki levha hutûr etti. Şiire benzer, fakat şiir değiller. O mübârek hâtıranın hatırı için ilişmedim. Der durumunu şiirsi mısralarla ifade eder. 

Birinci Levha 

[Ehl-i gaflet dünyasının hakikatini tasvir eder levhadır.] 

Beni dünyaya çağırma; ona geldim fenâ gördüm. 
Demâ gaflet hicab oldu; ve nur-u Hak nihân gördüm. 
Bütün eşyâ-i mevcudât; birer fânî muzır gördüm. 
Vücud desen, onu giydim; ah! Ademdi, çok belâ gördüm. 
Hayat desen, onu tattım; azab ender azab gördüm. 
Akıl ayn-ı ikàb oldu; bekàyı bir belâ gördüm. 
Ömür ayn-ı hevâ oldu; kemâl ayn-ı hebâ gördüm. 
Amel ayn-ı riyâ oldu; emel ayn-ı elem gördüm. 
Visâl nefs-i zevâl oldu; devâyı ayn-ı dâ’ gördüm. 
Bu envâr, zulümât oldu; bu ahbabı yetim gördüm. 
Bu savtlar, na’y-i mevt oldu; bu ahyâyı mevât gördüm. 
Ulûm evhâma kalboldu; hikemde bin sekam gördüm. 
Lezzet ayn-ı elem oldu; vücudda bin adem gördüm. 
Habîb desen onu buldum; ah! Firâkta çok elem gördüm. 

İkinci Levha 

[Ehl-i hidâyet ve huzurun hakikat-i dünyalarına işaret eder levhadır.] 

Demâ gaflet zevâl buldu; ve nur-u Hak ayân gördüm. 
Vücud bürhan-ı Zât oldu; hayat mir’at-ı Haktır, gör. 
Akıl miftâh-ı kenz oldu; fenâ bâb-ı bekàdır, gör. 
Kemâlin lem’ası söndü; fakat, Şems-i Cemâl var, gör. 
Zevâl ayn-ı visâl oldu; elem ayn-ı lezzettir, gör. 
Ömür nefs-i amel oldu; ebed ayn-ı ömürdür, gör. 
Zalâm zarf-ı ziyâ oldu; bu mevtte hak hayat var, gör. 
Bütün eşya enîs oldu; bütün asvât zikirdir, gör. 
Bütün zerrât-ı mevcudât, birer zâkir müsebbih, gör. 
Fakrı kenz-i gınâ buldum; aczde tam kuvvet var, gör. 
Eğer Allah’ı buldunsa, bütün eşya senindir, gör. 
Eğer Mâlik-i Mülke memlûk isen, Onun mülkü senindir, gör. 
Eğer hodbîn ve kendi nefsine mâlik isen, bilâaddin belâdır, gör. 
Bilâhaddin azabdır tat; belâ gayet ağırdır, gör. 
Eğer hakiki abd-i Hudâbîn isen, hududsuz bir safâdır, gör. 
Hesabsız bir sevap var tat; nihayetsiz saadet gör.

Yine o dönemini kendi kaleme aldığı küçük biyografisinde izah eder. “Buraya kadar geçen hayatım bir vatanperverlik hali idi. Siyaset yoluyla dine hizmet hissini taşıyordum. Fakat bu andan itibaren dünyadan tamamen yüz çevirdim ve kendi ıstılahıma göre “Eski Said”i gömdüm. Büsbütün âhiret ehli “Yeni Said” olarak dünyadan elimi çektim. Tam bir inziva ile bir zaman İstanbul’un Yûşâ Tepesine çekildim. Daha sonra doğduğum yer olan Bitlis ve Van tarafına giderek mağaralara kapandım. Ruhî ve vicdanî hazzımla başbaşa kaldım.  yani, “Şeytandan ve siyasetten Allah’a sığınırım” düsturuyla kendi ruhî âlemime daldım.”

Yalnızlık yeni bir düşünce dünyasına girmek ve farklı şeyler üretmenin gereğidir. Arieti buna yaratıcılık diyor. Arieti incelemesinde  bu konudaki çalışmalarda rastladığı şu ortak noktaların varlığına dikkati çeker . “Yaratıcılığın ortaya çıkabilmesinin ilk koşulu olarak bireyde yalnız kalabilmeye yönelik bir kapasitenin varlığı vurgulanmaktadır.”

Bediüzzaman’ın Barla öncesi yalnızlığa yönelmesi onda zaten Barla’ya geldiğinde gerek siyasi sosyal olaylardan elde ettiği tecrübeler birikmiş ve yığılmış durumdadır. Bütün hayatında olmadık surette okumuş, massetmiş, düşünmüştür, fikren ve ilmen de  üretici yalnızlığa hazırdır. Yalnız kalabilme kapasitesi vardır, tek şey kalmıştır, yalnız kalmak o da sürgün ile Barla’ya gönderilmesi görünüşte bir zulüm gibi ama ruhsal olarak siyasetten ve debdebeli sosyal olaylardan kaçmaya başlamış, yani kader onu ruhsal ve hariç kaynaklı itilmeye itmiştir. İş gören onu götüren kaderin arabasıdır.

Arietile göre yalnızlık acı verici bir deneyim olabilmeklebirlikte insanın kendi kendisiyle başbaşa kalabilmesi, yaratıcılığa -biz üreticiliğe diyelim- giden yolda önemle bir aşamayı göstermektedir. Yaratıcılık düzenli bir şekilde kendiyle yalnız kalabilme yeteneğidir.

Peygamberimiz uzun süre Hira’da yalnız kalmış o üretici yalnızlıktan vahyin dünyayı aydınlatan ışığı doğmuştur. Mevlevilikte bin günlük itikaf ortaya toplumu aydınlatan Mevlevi karakterini çıkarır. Dershaneler de bu kapanmanın ve üretmenin mekanlarıdır, iyi kullanılırsa. Bediüzzaman dershanelerle hayatın hay huyundan üretici bir ortama okumaya tefekküre alıştırır ve buradan düşünen üreten bir insan çıkar.

İşte bu yalnız kalmalar öyleki Barla’dan Bedre’ye bile izin verilmez, o da bu tecridin eserleri yazmak için kaderin cilvesi olduğunu kabul eder.

Eyüp, Ankara Kalesi, Yuşa Tepesi artık onu telif ruhuna iten iç kreasyonlardır. Barla sürgünü zaten hazır olan sosyal-siyasi ve dini tecrübelerini yazmaya iter. Bundan Risale-i Nur doğar.

Ondan sonrayı anlatır: “Kur’ân-ı Azîmüşşânın tetkik ve mütalâasıyla vakit geçirerek “Yeni Said” olarak yaşamaya başladım. Fakat kaderin cilveleri, beni menfî olarak muhtelif yerlerde bulundurdu. Bu esnada Kur’ân-ı Kerîmin feyzinden kalbime doğan füyuzâtı yanımdaki kimselere yazdırarak birtakım risaleler vücuda geldi. Bu risalelerin heyet-i mecmuasına “Risale-i Nur” ismini verdim. Hakikaten Kur’ân’ın nuruna istinad edildiği için, bu isim vicdanımdan doğmuş. Bunun ilham-ı İlâhî olduğuna bütün imanımla kaniim ve bunları istinsah edenlere “Bârekâllah” dedim. Çünkü iman nurunu başkalarından esirgemeye imkân yoktu. 
Bu risalelerim birtakım iman sahipleri tarafından birbirinden alınarak istinsah edildi. Bana böyle bir kanaat verdi ki, Müslümanların zedelenen imanlarını takviye için bir sevk-i İlâhîdir. Bu sevk-i İlâhîye hiç bir sahib-i iman mâni olamayacağı gibi, teşvike de dinen mecbur bulunduğumu hissettim. Zaten bugüne kadar yüz otuzu bulan bu risaleler tamamen âhiret ve iman bahislerine ait olup, siyasetten ve dünyadan kastî olarak bahsetmez. Buna rağmen birtakım fırsat düşkünlerinin de iştigal mevzuu oldu. Üzerinde tetkikat yapılarak Eskişehir, Kastamonu, Denizli’de tevkif edildim; muhakemeler oldu. Neticede hakikat tecellî etti, adalet yerini buldu.“

Ondan sonra da yine yeni kişilikler kazanması için merdümgiriz ortamlara itilir bunu kendi anlatır.

“Aziz, sıddık kardeşlerim, 
İki üç defadır ehemmiyetli bir hâlet-i ruhiye bana ârız oluyor. Aynı otuz sene evvel İstanbul’da beni Yûşâ Dağına çıkarıp İstanbul’un, Dârü’l-Hikmetin cazibedar hayat-ı içtimaiyesini bıraktırıp, hattâ İstanbul’da bulunan Nurun birinci şakirdi ve kahramanı olan merhum Abdurrahman’ı dahi zarurî hizmetimi görmek için de yanıma almaya müsaade etmeyen ve Yeni Said mahiyetini gösteren acîp inkılâbât-ı ruhînin bir misli, şimdi mukaddematı bende başlamış. Üçüncü bir Said ve bütün bütün târik-i dünya olarak zuhuruna bir işaret tahmin ediyorum. Demek Nurlar ve kahraman şakirtleri benim vazifelerimi yapacaklar; daha bana hiç ihtiyaç kalmamış. Zaten Nurun herbir câmi cüz’ü ve sarsılmayan hâlis şakirtlerinin herbirisi, benden daha mükemmel ders verir.”

İşte Yuşa tepesi ve benzer yalnızlıklar onun hayatının gayesi olan eserleri ortaya çıkarır.Kader konuşunca ihtiyarı beşer susar. 

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Manevi Buhranlar ve İman Hakikatleri

Manevi Buhranlar ve İman Hakikatleri Günümüzün hayat hızı ve anlayış tarzının getirdiği şeyler İslam’ın evrensel …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Bediüzzaman Hazretlerinin vâris tayin ettiği talebeleri
Neden Vâris ve Vekil-i Bediüzzaman 

Risale-i Nur hizmeti bu ülkenin Müslüman ve Ehl-i Sünnet kalmasının sebeplerinden birisidir. Çünkü Ahir zaman, …

Kapat