Ana Sayfa / Yazarlar / Bediüzzaman’a Göre Ehl-i Beyt’in Asıl Vazifesi ve Hz. Hasan’ın Sözleri

Bediüzzaman’a Göre Ehl-i Beyt’in Asıl Vazifesi ve Hz. Hasan’ın Sözleri

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

“De ki: Vazîfem karşılığında sizden bir ücret istemiyorum. Sizden istediğim, ancak akrabaya sevgi ve Ehl-i Beyt’ime muhabbettir.” (Şûrâ Sûresi, 23. Âyet) 

Size iki ağırlık terk ediyorum, onlara yapıştığınız takdirde dalalete (sapıklığa) düşmezsiniz. Birisi Allah’ın kitabı, diğeri de Ehl-i Beytim’dir”. (Tirmizî)

Hatırlayıp da hiç olmazsa gözleri nemlenmeyen vicdan sahibi bir insan düşünemediğim o ciğersûz hadisenin yıldönümü bugün. Hem de hatırlanmalı, yürekler yanmalı. İnsanlık tarihinin en merhametsiz vakalarından biri yaşanmış o gün, Peygamber çiçekleri koparılmış, Peygamber emanetlerine ihanetin en şenî’ manzaralarına şahit olmuş arz ve sema. 

Bir insan, bir mümin bu manzaraya hissiz gözlerle bakamaz, sıradan tarihî bir olaymış gibi bîtaraf kalamaz! Fakat yalnız vicdan sızısıyla da yetinmeyip dersler çıkarmak, bu vakayı doğru okuyup ibretler almak lazım. Daha doğrusu okuyabilenlerden okuyup öğrenmek lazım önce. 

İslâm uleması bu acı hadiseyi elbette okumuş ve istikamet verici bir nazarla hem nakletmiş hem yorumlamış. 

Doğrusu bilhassa akademik camiadan ve siyasî kalemlerden gelen izahlar hiç tatmin etmediği gibi okuyanların işin hakikatini anlamasına, dengeli bir bakış kazanmasına da vesile olamıyor. Öyleyse yine vâris-i Nebevî olan hakikatli ulemaya kulak vermeli. 

Bu basit girizgâhtan sonra, okuduğum bir kitapta (İhsan Süreyya Sırma, Müslümanların Tarihi) gördüğüm, beni cidden etkileyen satırları sizlere arz etmek isterim. Bu satırlarda, Hz. Hasan Efendimizin, kardeşi Hz. Hüseyin Efendimize, vasiyet mahiyetindeki son sözleri var. Bu sözleri okuyunca, Bediüzzaman Hazretlerinin konuya dair tespitleriyle nasıl örtüştüğü görülecek. 

Bilindiği üzere Üstad Bediüzzaman Hazretleri, Ehl-i Beyt muhabbetini Risale-i Nur mesleğinin bir esası olarak tespit ettiği gibi Sahabe-i Kirâm arasında cereyan eden olayları, Ehl-i Beyt’in ehemmiyetini ve başlarına gelen elîm hâdiseleri hem beşerî hem kaderî cihetleriyle ele almış, yorumlamıştır. Mesela Hz. Ali Efendimizin hilafet döneminde yaşanan ihtilafları, Hz. Ali’nin (kv) “adalet-i mahza”yı esas tutması, muhaliflerin ise adalet-i i̇zâfiyeyi benimsemeleri merkezinde izah etmiştir. 

Hz. Hasan’ın hilafetten feragatini övmüş, Hz. Hüseyin’in başına gelenleri, (haklıya hakkını teslim ettikten sonra) Ehl-i Beyt’in hakikî vazifesine dikkat çekerek ilginç ve istikamet verici bir zemine oturtmuştur. 

Bundan sonra araya fazla girmeden, önce Risale-i Nur’daki tespitlerden bir kısmını, ardından Hz. Hasan’ın sözlerini nakledelim. 

Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, Ümmü Seleme’nin, daha diğerlerin rivayet-i sahihiyle haber vermiş ki, Hazret-i Hüseyin, Taff, yani Kerbelâ’da katledilecektir. Elli sene sonra, aynı vak’a-i ciğersûz vukua gelip o ihbar-ı gaybîyi tasdik etmiş.
Hem mükerreren ihbar etmiş ki: “Benim Âl-i Beytim, benden sonra, katle ve belâya ve nefye maruz kalacaklar.” Ve bir derece izah etmiş, aynen öyle çıkmıştır.

Mektûbât, On Dokuzuncu Mektub

***

Amma kader nokta-i nazarında fecî âkıbetin hikmeti ise:

Hasan ve Hüseyin ve onların hanedanları ve nesilleri, manevî bir saltanata namzet idiler. Dünya saltanatı ile manevî saltanatın cem’i gayet müşküldür. Onun için onları dünyadan küstürdü, dünyanın çirkin yüzünü gösterdi -tâ, kalben dünyaya karşı alâkaları kalmasın.

Onların elleri muvakkat ve surî bir saltanattan çekildi; fakat parlak ve daimî bir saltanat-ı mâneviyeye tayin edildiler. Âdî valiler yerine, evliya aktablarına merci oldular.

Üçüncü Suâliniz: “O mübarek zatların başına gelen o feci, gaddârâne muamelenin hikmeti nedir?” diyorsunuz.

Elcevap: Sabıkan beyan ettiğimiz gibi, Hazret-i Hüseyin’in muarızları olan Emevîler saltanatında, merhametsiz gadre sebebiyet verecek üç esas vardı:

Birisi: Merhametsiz siyasetin bir düsturu olan, “Hükûmetin selâmeti ve âsâyişin devamı için eşhas feda edilir.”

İkincisi: Onların saltanatı unsuriyet ve milliyete istinad ettiği için, milliyetin gaddârâne bir düsturu olan, “Milletin selâmeti için herşey feda edilir.”

Üçüncüsü: Emevîlerin Hâşimîlere karşı an’anesindeki rekabet damarı, Yezid gibi bazılarında bulunduğu için, şefkatsiz bir gadre kabiliyet göstermişti.

Dördüncü bir sebep de, Hazret-i Hüseyin’in taraftarlarında bulunuyordu ki, Emevîlerin, Arap milliyetini esas tutup sair milletlerin efradına “memâlik” tabir ederek köle nazarıyla bakmaları ve gurur-u milliyelerini kırmaları yüzünden, milel-i sâire Hazret-i Hüseyin’in cemaatine intikamkârâne ve müşevveş bir niyetle iltihak ettiklerinden, Emevîlerin asabiyet-i milliyelerine fazla dokunmuş, gayet gaddârâne ve merhametsizcesine, meşhur faciaya sebebiyet vermişlerdir.

Mezkûr dört esbab, zâhirîdir. Kader noktasından bakıldığı vakit, Hazret-i Hüseyin ve akrabasına, o facia sebebiyle hasıl olan netâic-i uhreviye ve saltanat-ı ruhaniye ve terakkiyât-ı mâneviye o kadar kıymettardır ki, o facia ile çektikleri zahmet gayet kolay ve ucuz düşer. Nasıl ki bir nefer, bir saat işkence altında şehid edilse, öyle bir mertebeyi bulur ki, on sene başkası çalışsa ancak o mertebeyi bulur. Eğer o nefer şehid olduktan sonra ona sorulabilse, “Az birşeyle pek çok şeyler kazandım” diyecektir.

Mektûbât, On Beşinci Mektub

***

İşte, bak: Hazret-i Hasan’ın neslinden gelen aktablar, hususan Aktâb-ı Erbaa ve bilhassa Gavs-ı Âzam olan Şeyh Abdülkadir-i Geylânî ve Hazret-i Hüseyin’in neslinden gelen imamlar, hususan Zeynelâbidin ve Cafer-i Sadık ki, herbiri birer mânevî mehdî hükmüne geçmiş, mânevî zulmü ve zulümatı dağıtıp envâr-ı Kur’âniyeyi ve hakaik-i îmâniyeyi neşretmişler, cedd-i emcedlerinin birer vârisi olduklarını göstermişler.” Böylece Nesl-i Âl-i Beyt envâr-ı Kur’âniyeyi ve hakaik-i îmâniyeyi muhafaza edip, hakaik-i İslâmiyeyi ve ahkâm-ı Kur’âniyeye memur olduklarını fiilleriyle tasdik etmişler. Evet, bugün tarih-i âlemde hiçbir nesil, şecere ile ve senetlerle ve an’ane ile birbirine muttasıl ve en yüksek şeref ve âli hasep ve asil neseple mümtaz hiçbir nesil yoktur ki, Âl-i Beytten gelen seyyidler nesli kadar kuvvetli ve ehemmiyetli bulunsun. Eski zamandan beri bütün ehl-i hakîkatin fırkaları başında onlar ve ehl-i kemâlin namdar reisleri yine onlardır. 

Mektubat

Risale-i Nur’da bu mevzularla alâkalı çok bahisler ve izahlar var. Sağlam ve etraflı okumalar için o sayfalara havale ederek Hasan Efendimizin sözlerine geçelim. 

“…Suyûtî, (Tarihu’l-Hulefa, s. 193-194.) İbn Abdi’l-Berr’den naklen, Hz. Hasan’ın ölmeden önce, kardeşi Hüseyin’e şöyle dediğini zikreder:

“Ey kardeşim, babam halife olmak istedi; fakat Allah onu Ebûbekir’e verdi. Sonra yine istedi; fakat ondan uzaklaştırılarak Ömer’e verildi. Şûrâ toplanınca da bu işin kendisine verileceğindem asla şüphe etmiyordu; fakat ondan uzaklaştırılarak Osman’a verildi, Osman vurulunca Ali’ye biat edildi. Biattan sonra karışıklık ve münakaşalar o dereceye vardı ki, kılıçlar çekildi ve ona bırakılmadı. Vallahi, Allah’ın bize hem nübüvveti, hem de hilafeti vereceğini zannetmiyorum. Küfeli sefihler seni halife yapsalar bile onu sana bırakmayacak, ellerinden alacaklar.”

Sonra Hz. Hasan (ra) vefat etti.

Sonrası malum. Hz. Hasan bu şekilde vefat edince, Kûfeliler kardeşi  Hz. Hüseyin’e mektuplar göndererek onun yanında olduklarını ve isterse onun için savaşacaklarını bildirdiler. Maalesef Hz. Hasan’ın söyledikleri çıktı.

“Vallahi, Allah’ın bize hem nübüvveti, hem de hilafeti vereceğini zannetmiyorum” cümlesi, O’nun meseleyi kader cihetinden okuduğunu, belki aklının ve basîretinin ona bunları söylettiğini anlatıyor. Hem de ehem olanın ne olduğunu.. 

Sözü uzatmaya lüzum kalmadı zannederim. Hz. Bediüzzaman’ın hakikatli rehberliğini tasdik eden, önceden rastlamadığım bu sözler beni heyecanlandı, sizi de ortak etmek istedim.

Hz. Hüseyin Efendimizin, şerefli ailesinin, hakkın hatırını âlî tutan bütün şehitlerin şehadetlerini biz de tebrikler ederiz. Her mümin, -her teşehhüdde olduğu gibi- inşaallah daha bir şuurla Efendimize (asm) ve mübarek Âl-i Beyt’ine salât, selâm ve bereket dualarıyla, bu fırtınalı dünya denizinde onların sağlam sefinesine sığınmaya devam edecektir.

Haydi bir kere daha okuyalım:

اللَّهُمَّ صَلِّ عَلَى مُحَمَّدٍ وَعَلَى آلِ مُحَمَّدٍ ﴿﴾ كَمَا صَلَّيْتَ عَلَى إِبْرَاهِيمَ وَعَلَى آلِ إِبْرَاهِيم ﴿﴾ إِنَّكَ حَمِيدٌ مَجِيدٌ

“Allâhumme salli alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed. Kemâ salleyte alâ İbrahime ve alâ âli İbrahim. İnneke hamîdun mecîd.”

***

اللَّهُمَّ بَارِكَ عَلَى مُحَمَّدٍ وَعَلَى آلِ مُحَمَّدٍ ﴿﴾ كَمَا بَارَكْتَ عَلَى إِبْرَاهِيمَ وَعَلَى آلِ إِبْرَاهِيم ﴿﴾ إِنَّكَ حَمِيدٌ مَجِيدٌ

“Allâhumme bârik alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed. Kemâ bârekte alâ İbrahîme ve alâ âli İbrahim. İnneke hamîdun mecîd.”

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Suretler ve Hakikatler

Bediüzzaman Haşir risalesini bir metamatik bir geometri problemi gibi anlatır, bir itikad laburotuvarıdır, bu eser. …

Kapat