Ana Sayfa / Yazarlar / Bediüzzaman’ın Gözlemciliği

Bediüzzaman’ın Gözlemciliği

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Bu da el atılmamış bir konu, gözlemcilik göz, gördüğü şeyi gözler, gözleme olumsuz anlama gelir bazan, bakma anlamına gelir, bunlar Türkçe kelimeler, atalarımız bunları kullanmış biri de ondan bir kelime türetmiş. Habersiz yaşamak sonra da ahkem kesmek. Yaşadığımız yüzyıl Avrupa’da gözlemin bütün ilim dallarını kuşattağı bir yüzyıl. Hatta bazıları deneysel yani deneyerek gözlemlemek, müşahade bir yerde olanı görmek ama deney belli sonuçlar için malzemeyi tanzim etmek. Biz dili istediğimiz gibi kullanırız, gerekirse yavan suda pişmiş et yeriz, gerekirse çiğköfte, gerekirse dolma, gerekirse başka türlü, kim bize illa yavan yiceceksin der ki. Kırkıncı Hoca bir yavan müptelasıydı, harika yerdi, ama o kadar da harika üretirdi fikirler, kafası uçak pisti gibiydi. Gerekirse gözlem dersin gerekirse deney, gerekirse rüyet-i muhtelife dersin, ama anlayan varsa, gerekirse de vaka-yı müşahade dersin. Dil hapishane değildir, gerçi bir Avrupalı Dil Hapishanesi demiş, ya.

Rabbimiz, Allahımız mukaddes metninde Kur’an’da Avrupa’nın asırlar sonra bulduğu gözlemi sanki bir yeni şey bulmuş gibi caka sattığı bu kelimenin en âlâ, en harika örnekleri kitabımızda, o azametli beyan-ı Rabbanî’de var. “Gel Zübeyir, bugün de kainat kitabını okuyalım” demiş. Muhterem Ağabey sözleri unutmuş da o yüzden bu söze muhatab olmuş. Kant, Descartes demek gözlem demek, aynalar üzerine çalışmış Descartes, daha sonra babası ölmüş, mezara koyarken fiziğin bittiğini, metafiziğin başladığı görmüş. O da “kainat okunması gereken bir büyük kitap” der. O cübbesinin asli parçası belli olmayan adam, adeta ilim altıları dökmüş ağzından.

Bak kitab-ı kâinatın safha-i rengînine
Hâme-i zerrîn-i kudret, gör ne tasvir eylemiş.
Kalmamış bir nokta-i muzlim, çeşm-i dil erbâbına
Sanki âyâtın Huda, nur ile tahrir eylemiş.

Bak, ne mu’ciz-i hikmet, iz’an rubâ-yı kâinat;
Bak, ne âlî bir temaşadır feza-yı kâinat;

Dinle de yıldızları, şu hutbe-i şirinine,
Name-i nurîn-i hikmet, bak ne takrir eylemiş.
Hep beraber nutka gelmiş, hak lisanıyla derler:
Bir Kadîr-i Zülcelal’in haşmet-i sultanına
Birer bürhan-ı nur-efşanız vücub-u Sâni’a, hem vahdete, hem kudrete şahidleriz biz.
Şu zeminin yüzünü yaldızlayan nazenin mu’cizatı çün melek seyranına
Bu semanın arza bakan, Cennet’e dikkat eden, binler müdakkik gözleriz biz.
Tûbâ-yı hilkatten semavat şıkkına, hep kehkeşan ağsanına
Bir Cemil-i Zülcelal’in dest-i hikmetiyle takılmış, binler güzel meyveleriz biz.
Şu semavat ehline birer mescid-i seyyar, birer hane-i devvar, birer ulvî âşiyane,

Birer misbah-ı nevvar, birer gemi-i cebbar, birer tayyareyiz biz.
Bir Kadîr-i Zülkemal’in, bir Hakîm-i Zülcelal’in, birer mu’cize-i kudret, birer hârika-i san’at-ı Hâlıkane,
Birer nadire-i hikmet, birer dâhiye-i hilkat, birer nur âlemiyiz biz.
Böyle yüzbin dil ile, yüzbin bürhan gösteririz, işittiririz insan olan insana,
Kör olası dinsiz gözü, görmez oldu yüzümüzü. Hem işitmez sözümüzü. Hak söyleyen âyetleriz biz.
Sikkemiz bir, turramız bir, Rabbimize müsahharız, müsebbihiz abîdane
Zikrederiz, kehkeşanın halka-i kübrasına mensub birer meczublarız biz…

Sözler

Şu mensur şiire bak, gözlemin bu kadar müşahadenin bu kadar etraflı ve kainatı kuşatır şekilde kağıda nakşedilmesi muhayyir ül ukul değil mi, aklı hayrete, fikri gayrete getirmez mi. Daha sen nerelerde dolaşırsen kardaş, demiş bizim Erzurumlu…

Abdülhak Hamid benzer bir şiir söylemiş:

KÜLBE-İ İŞTİYAK
Ne âlemdir bu âlem akl-u fikri bî-karar eyler,
Hep i’cazat-ı kudret piş-i çeşmimden güzâr eyler,
Semavi handelerdir gökyüzünden Hak nisar, eyler;
Serâser nurlardır renklerle istitar eyler.
Çemendir, bahrdır, kûhsardır, subh-ı rebi’idir,
Bu yerlerde doğan bir şair olmak pek tabiidir.

Neye düş olsa çeşmim bunda her dem taze vü terdir,
Şu’a-ı mihr-i enver pare pare kirm-i ahterdir,
Bulutlar kenz-i gevherdir murassa’-saz-ı meşcerdir
Doğar akşamları bir mâi yıldız rüh-perverdir,
Çemendir, bahrdır, kûhsardır; subh-ı rebi’idir,
Bu yerlerde doğan bir şair olmak pek tabiidir.

İşaret kılmada eşcar semt-i lâtenahiyi,
Öper emvac kalkıp perde-i kudret-penahiyi,
Eder kevkeblere isal ta’irler ilahiyi,
Değer sermest-i aşk etse bu manzar mürg ü mahiyi,
Çemendir, bahrdır, kühsardır, subh-ı rebi’idir
Bu yerlerde doğan bir şair olmak pek tabiidir.

Bu iki şiiri okurken içimde bir okyanus gibi dalgalar beni aşıyor gücüm olsa şevkimden Erzurum’a kadar koşarım, tıpkı Yeniçeri atlılarının bütün Asya, Avrupa ve Afrikayı dolaşmaları hakkı neşir için gayretleri, hele sahabe, evinde ölene iyi gözle bakılmamış bütün ömürleri cihat için develerin atların sırtında geçmiş. Bizim rahat içinde kahvaltı malzemelerini yediğimiz ve eşimiz tarafından okula uğurlandığımız tablolar nerde bunlar nerde. Yok arkadaş Bediüzzaman’ı sevmek ismi üzerinde fırtınalar koparmak değil ona çalışmak okumak okuduklarından bakmak. Tillolu Said üstat öyle dermiş Ankara’da bir cezaevinde sempozyum yaptık, sordum o mübarek zata, kaç defa girdin yusufiyeye dedim, iki iki mi hayır dedi zannedersem yirmi iki, eşiğini öptüm girdim. Adama bak, utan kendinden Himmet Uç.

Sen ölürsem anan ağlar

İmam ıskatını sağlar

Ağlar semalar dağlar

Hele bir sen ölmeyi gör

Bunu da zannedersem  Shakespeare söylemiş.

Hamid’in şiiri sınıfa girdi, ben bunu anlattım, harika bir şiir. Ya Bediüzzaman’ın şu şiiri neden girmez bu sınıfa, cenneti istemem Allah’ım huriler, nehirler, meyve ağaçları, kevser ırmağı, bu şiir sınıfa girsin kafalar hidayet bağına cennete dönsün o zaman bu milletin cenneti meydana gelir. Neden girmiyor, yoksa sen kaynayan ve tırmanan ihaneti öldüremezsin, elli senedir Menderes’ten beri muhafazakâr devlet adamları idare ediyor, sınıfa Emma, Nana giriyor;× Neden Bediüzzaman yok, korkuyorsunuz, bu mısralardan neden korkarsınız. Türk romanı Batı romanı aşkı memnu adı altında evlerimize fuhşu ballandıra ballandıra anlatıyor; nerdesin Kültür bakanı, ahlak zabıtası, iç işleri bakanı, bu gün otuz öldü, yarım topuz. Bu ülke bölünmenin eşiğine geldiğinde mi Bediüzzaman’a döneceksiniz, hastalık ölüme dönünce mi ilaç vereceksiniz. Bediüzzaman ne kadar harika demiş;

“Büyük kafaları gaflet içinde görüyorum” Müşahade sonraya kaldı..

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Azerbaycanlı Merhum Doktor Rauf Bey’in Hidâyet Hatıraları

Not: Hatıra kısmı yaklaşık 15. dakikada başlıyor. Öncesi Risale-i Nur dersidir. https://youtu.be/xAaWXz6qn60 Dr. Rauf hoşbahtlığı …

Kapat