Ana Sayfa / Yazarlar / Bediüzzaman’ın seyir tekniği ile ele aldığı metinleri

Bediüzzaman’ın seyir tekniği ile ele aldığı metinleri

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Seyir ve müşhade ve gözlem… İlimlerin son iki yüz yıldaki gelişmelerinden dolayı insanın aklı ile gözü arasındaki kalbî rabıtalar bozuldu. Namık Kemal  ünlü Vatan makalesinde “lemsî ve müşahadesi nâ kãbil” şeylere insanların inanmadığını, bu yüzdem vatan konusunu gözlemlerle anlattığını anlatır. Bir cümlesi şöyle “insan vatanını seve çünkü her tarafında ömr-ü güzeştesinin bir yâd-ı hazinini görür” bu yüzden vatanını sever. Vatan toprağı, mazi atalarımızın ruhlarının sükun yeri, istikbal ile evladımızın cilvegâh-ı zuhurudur. Bu yüzden insan vatanını sever. 

Bediüzaman anlatım tekniklerinin dünyada değişmesinden dolayı anlatımlarını seyir ve gözlemler üzerine kurar. Ünlü eseri Âyetü’l-Kübrâ, Pencereler, 22. Söz, daha birçok eseri gözlem ve seyirdir. Pencereler’deki ayet de “senürihim âyâtinâ fi’l âfâkı ve fî enfüs..” bu ayet de gözlemlere dayanır, onlara bina edilmiştir. Bu konudaki şaheserlerinden birisi 22. Söz’ün birinci makamıdır, burada anlatım teorisinin fantastik dediği şeyi “ve yadribüllâhül emsale linnâs” ayetine dayanarak örneklerle anlatımın Kuranî mehazını gösterir. Aslında modern edebiyatın yüzyıllar sonra bulduğu anlatım tekniklerini bizim bukaddes kitabımız çok önceden bulmuş ve uygulamıştır. Yirmicikinci Söz’ün Birinci Makamı, oradaki iki şahsı görülen dünyadan başka bir dünyaya götürerek anlatımını onun üzerine kurar.

“Bir zaman iki adam bir havuzda yıkandılar. Fevkalade bir tesir altında kendilerinden geçtiler” bu tamamen alıştığımız hayattan başka bir anlatım modudur. Bediüzzaman’ın talebeleri onun fantastik anlatımlarını roman yapabilirler, bekliyoruz.

Alıştığımız dünyanın acib olan olayları ülfet yüzünden orjinalitesini kaybetmiştir. Yirmi yaşına kadar kör yaşayan bir adam birden gözleri açılsa güneşi nasıl algılardı. İşte Bediüzzaman bunu yapmış, her şeyi orijinal ve acib olan dünyayı böyle bir girişle anlatmış.

Sözde kullanılan fiiller; gel, gör ve baktır. Eser bir sinemadır. Bediüzzaman arkadaşlardan birini hep kolundan tutar gibi gezdirir orijinal şeyleri ona izah eder. Risale-i Nur bir sanat mektebidir, bu cümleyi ilk defa Barla Lahikası’nda görmüştüm, ta o zaman bir sanat mektebini algılayan insana hayret etmiştim. Marks’ın sanatla ilgili çok sözü yok, ama Marksistler dünya kadar sanat felsefesi çıkarmışlar, onun çok az olan sözlerinden. Bediüzzamamn’ın anlatımları tamamen estetik ve sanat üzerine kurulmuş, ama biz dini bir algının ötesine geçemedik. Bu on iki  bürhanda anlatım o kadar çarpıcı bir sanatlı anlatımdır ki bunun televizyonda resimlendirilerek veya coğrafi seyahat tarzında gösterilerek anlatılsa bundan koca bir sinema çıkar. Bahislerin çoğu dünyanın alıştığımız nesne ve olaylarına yeni bakış açıları getirir. On Birinci Bürhan’da arkadaşını bir gemiye bindirir, Asrı Saadete götürür, çok hayret verici bir anlatımdır, peygamber anlatımlarında böyle bir şey yok. Ne kadar zengin ve kurmaca bir zekaya sahip yazar. On iki de Kur’an ile ilgilidir, bahis, orda da yine enterasan bir anlatımla peygamberimizi ve Kitabımızı anlatır. “Bak o bin nişanlı Zat onun yanına durmuş, o fermanın mealini  umuma beyan ediyor. 

“Gel, ey bir parça aklı başına gelen birader! Bütün on bir burhan kuvvetinde bir burhan daha göstereceğim. İşte, bak: Yukarıdan inen ve herkes ona hayretinden veya hürmetinden kemâl-i dikkatle bakan, şu nuranî fermana bak. O bin nişanlı zat, onun yanına durmuş, o fermanın meâlini umuma beyan ediyor. İşte, şu fermanın üslûpları öyle bir tarzda parlıyor ki, herkesin nazar-ı istihsanını celb ediyor. Ve öyle ciddî, ehemmiyetli meseleleri zikrediyor ki, herkes kulak vermeye mecbur oluyor. Çünkü bütün bu memleketi idare eden ve bu sarayı yapan ve bu acaibi izhar eden zâtın şuûnâtını, ef’âlini, evâmirini, evsâfını birer birer beyan ediyor. O fermanın heyet-i umumiyesinde bir turra-i âzam olduğu gibi, bak, herbir satırında, herbir cümlesinde taklit edilmez bir turra olduğu misillü, ifade ettiği mânâlar, hakikatler, emirler, hikmetler üstünde dahi o zâta mahsus birer mânevî hâtem hükmünde ona has bir tarz görünüyor. Elhasıl, o ferman-ı âzam, güneş gibi o zât-ı âzamı gösterir; kör olmayan görür. İşte, ey arkadaş! Aklın başına gelmişse, bu kadar kâfi… Eğer bir sözün varsa şimdi söyle. O inatçı adam cevaben dedi ki: “Ben senin bu burhanlarına karşı yalnız derim: Elhamdü lillâh, inandım. Hem güneş gibi parlak ve gündüz gibi aydın bir tarzda inandım ki, şu memleketin tek bir mâlik-i zülkemâli, şu âlemin tek bir sahib-i zülcelâli, şu sarayın tek bir sâni-i zülcemâli bulunduğunu kabul ettim. Allah senden razı olsun ki, beni eski inadımdan ve divaneliğimden kurtardın. Getirdiğin burhanların herbirisi tek başıyla bu hakikati göstermeye kâfi idi. Fakatherbir burhan geldikçe, daha revnaktar, daha şirin, daha hoş, daha nuranî, daha güzel marifet tabakaları, tanımak perdeleri, muhabbet pencereleri açıldığı için bekledim, dinledim.” Tevhidin hakikat-i uzmâsına ve Âmentü billâh imanına işaret eden hikâye-i temsiliye tamam oldu.”

Bu kadar sanatçı bir adamı kamuya sanat muhitlerine açan ve görselleştirip sinema haline getiren adamlar olmalı, yere göğe koymadığımız adamı koyduğumuz bir yer yok, iyi olur inşallah.

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
“Neş’e-i Uhrâ ile Neş’e-i Uhrâda Beká”

“NEŞ’E-İ UHRÂ İLE NEŞ’E-İ UHRÂDA BEKA” “(Onlar:) “Rabbimiz! Bizi iki def‘a öldürdün ve iki def‘a …

Kapat